Elitler Sınıfı - Cilt 15.5 - Bölüm 21 - Uyarı
Cilt 15.5 – Bölüm 21 – Uyarı
Birkaç tane daha QR kodu buldum fakat hala sadece bir tane yüklü miktarda özel puana değecek kod vardı.
Etrafımda kod arayan birkaç öğrenci daha vardı, yani rekabet kesinlikle son hız devam ediyordu.
Yardım için katılımcı olmayan insanlardan destek almak yasak olduğundan herhangi birinin açıkça kopya çekmeye çalışması pek olası değildi ancak 200’den fazla öğrenciyle bu durum da kaçınılmazdı.
Birden Satou’nun durup arkasını döndüğünü fark ettim.
“Ne yapmam gerektiğini merak ediyorum. Sınıfa ayak bağı olmamak için ne üzerinde çalışmam gerekiyor?”
“Nerden esti birden böyle?”
“Aniden garip bir soru sorduğum için özür. Ancak bu rastgele bir düşünceden ibaret değil, tamam mı? Issız Ada Sınavından beri bunu düşünüyorum. Sınıfa bir şekilde yardımımın dokunup dokunmayacağını merak ediyorum.”
Bunları söyledikten sonra Satou, avuçlarının içine baktı.
“Keşke okula başlamadan önce, ilginç bir lise hayatım olacağını, rahat iş bulacağımı düşünerek sevindiğim halime, buranın basit bir lise olmadığını söyleyebilseydim; burası tam bir cehennem.”
Genel olarak, Satou ortalama bir lise öğrencisinden daha az yetenekliydi.
Ancak, hala sıralamada yukarılarda. Sözünün geçtiği belli bir kesim de var. .Akademik yetenek, fiziksel yetenek ve iletişim becerilerinin hepsinin farklı zorluk seviyeleri olmasına rağmen, çoğu insan bunları biraz çaba sarf ederek geliştirebilirdi. Bu konuda ilk akla gelen ad, şüphesiz Sudou idi.
Akademik performans açısından sınıfın en altında yer alan Sudou, dikkat çekici bir başarı gösterdi ve sınav notlarını hızla yükseltti. Buradan da görüldüğü üzere asıl önemli olan, gelişime zaman harcamaktı.
“Eğer sınıf arkadaşlarına yararın dokunsun istiyorsan, bence ders çalışmak kesinlikle şart.”
“Evet… Sence de öyle…. değil mi?” dedi Satou, yanağını kaşıyarak ve sanki bunu zaten bildiğini söylermiş gibi.
“A-Ayanokouji-kun, bana nasıl çalışılacağını öğretemezsin herhalde… o kadarını yapamazsın, değil mi?”
“Ben mi?”
Bana sorar sormaz, aniden ellerini kaldırıp çılgınlar gibi iki tarafa salladı.
“Pardon pardon! Az önce söylediklerimi unut! Karuizawa-san bana kızacak..!”
“Hoikita’dan sana öğretmesini istemek iyi olmaz mı?”
“Horikita-san mı? Ama pek iyi anlaşamıyoruz, bilirsin ya?”
‘pek anlaşamıyoruz’ ifadesi durumu ifade etmenin oldukça yumuşak bir yoluydu. Yaklaşık 1 buçuk yıl oldu ve Satou, Horikita söz konusu olduğunda dostane diyebileceğim herhangi bir adım bile atmamıştı.
“İkinizin iyi geçinmeniz gerekeceği gerçeğinin yanı sıra, iş öğretmeye geldiğinde onun işinin ehli olduğunu düşünüyorum. Sonuçta Sodou’yu da o çalıştırdı.”
Horikita’nın iletişim yeteneğinden veya öğretim yöntemlerinden ayrıntıya girmeye gerek yoktu. Okulun en sorunlu öğrencisi olan Sudou’yu geliştirmeyi başarmıştı.
“Sudou-kun ben farkına varamadan beni geçti… bu doğru.”
“Yıl sonunda utanç verici ‘sınıfın en kötüsü’ unvanını istemiyorsun, değil mi?”
“K-kesinlikle hayır.”
Satou, sınıfın en kötüsü unvanı için güçlü adaylardan biri olduğundan o noktada olduğunu düşündüğü an, çok yoğun bir duyguya kapıldı.
“O zaman, senden Horikita-san ile aramızdaki köprü olmanı isteyebilir miyim, Ayanokouji-kun?”
“İsteğin sadece buysa sorun yok.”
Sınıfın akademik performansını artıracaksa, Horikita reddetmezdi. Sudou, Horikita’nın etrafında aynı ya da karşı cinsten daha fazla insanın olmasına sitem edebilir… Ama o da Satou’yu istememezlik yapmazdı.
✰✰✰✰✰✰
“Horikita-senpai, vardiya değiştirme vaktin geldi. Lütfen biraz dinlen.”
Öğle vakti yaklaşırken, hazine avı oyunu başladıktan iki saat sonra, benden sonra ödülleri teyit etmek için sırada olan Yagami-kun bana yaklaşıp dinlememi söyledi. 9. sınıfların kayıt dosyalarını kapadım ve bakışlarımı yavaşça kaldırdım.
“Çok yorulmuş sayılmam, ödül onaylarıyla ilgilenmeye devam edebilirim.”
Şu anda bu küçük grupta, isim listesine rahatça bakabildiğim zamanın tadını çıkarmak istiyorum.
“Olmaz. Bana verilmiş bir görev var. Bunu sana bırakırsam kendime öğrenci konseyi üyesi diyemem, Horikita-senpai.”
Madem işleri ağırdan alma şansım var, o zaman dinleneyim. Başka türlü zihniyette birinin Öğrenci Konseyi’ne katılabileceği düşünülemezdi zaten. Daha fazla ısrar etmemeden sandalyemi geri çektim.
“Teşekkür ederim.Ben biraz dinleneyim.”
“Tabii ki.”
Bu durumda, öğleden sonra 2’de ödüllerin tekrar onaylanmasına yardım ederim ve görevim tamamlanmış olur. Çalışmak için harcanan zaman fazla yük değil ama…
“Horikita-senpai, şimdiye kadar kaç kişi ödül aldı?”
Yagami-kun isim listesine bakarken sordu.
“Bir takımın iki üyesini de sayarsak, yaklaşık 40 kişi olduğunu düşünüyorum. 500.000 puan aldığını iddia eden bazı öğrenciler vardı, ancak şaşırtıcı bir şekilde çok sayıda öğrencinin yanlış okuyup 5000 puan aldığı izlenimini edindim.”
“Sadece kendilerinin bulduklarını sandıkları QR kodlarını başkası almasın diye hemen okutmak istediler galiba. Empati kurabiliyorum.”
Bir QR kodunu gözden kaçırdıysanız, onu tekrar bulacağınızın garantisi yoktu.
Daha çok endişelendiğim şey, buraya Yagami-kun ile gelen diğer kişinin varlığıydı. Yagami-kun o kişiye dönüp gülümsedi.
“Pekala o zaman, sonra görüşürüz, Kushida-senpai.”
Onu sevgiyle gönderme şekli, salt dostluk sınırlarının ötesine geçiyordu….
‘Arkadaştan daha öte ama sevgili gibi değil’ ifadesi, ilişkilerini tanımlayan en uygun cümle olur galiba.
“Bir şey olursa beni ara, hemen gelirim.”
“Tamamdır, çok teşekkür ederim.”
Yagami-kun Öğrenci Konseyi çalışmalarına yalnızca kısa bir süre dahil olmuştu, basit işleri halledebilmesinin yanı sıra harika iletişim becerilene sahipti.
Bir sonraki işi yapması için ona güvenebileceğim bir çömezdi.
Aynı zamanda Öğrenci Konseyi’ne katılan diğer iki 9. sınıf öğrencisinden çok daha yetenekli olduğuna şüphe yoktu.
Bunu söylemek için çok erken ama şimdilik gelecekteki Konsey Başkanlığına en büyük aday olduğunu söyleyebiliriz.
Görevimi bitirdiğim sıra, Yagami-kun’ın yanında kalmak yerine Kushida-san da ayrıldı. İşine engel olmamak adına, ayrılması doğaldı.
Benim yanımda yürümesinin bir anlamı var galiba… acaba ne?
“Demek Yagami-kun ile birlikteydin, Kushida-san. Neden Hazine Avı’na katılmadın?”
“Birlikteydik de pek oyuna katılmak istemedim. Benim gibi bir sürü insan var katılmayan…değil mi?”
“10. ve 11. sınıfların katılım oranının beklendiğinden az olduğu doğru.”
Bu, büyük miktarda kişisel puan kazanma şansı yerine tatillerine öncelik verdikleri anlamına geliyordu. Bu gemide geçirebileceğimiz zaman, çok değerliydi.
“Şimdi ara vereceksin, değil mi Horikita-san? Benimle birlikte öğle yemeği yer misin?”
“Seninle birlikte mi?”
Eğlenerek gülümserken bile, herkese gösterdiği sahte gülümseme asla duraksamadı. Böyle gülümsemesi gereken bir durum bile yoktu ortada.
“Olur. Ancak konseyde işlerim var. Biraz atıştıracağım. Her an çağırabilirler, bu yüzden marketten alıp yememizin sakıncası yoktur umarım?”
“Hiç sorun değil.”
Kushida-san’ın benimle bu şekilde konuşması için pek fazla fırsatı olmuyordu. İçimde kalan soruları sormak için de iyi bir fırsat.
“Basit bir soru sorabilir miyim?”
Vakit kazanmak için, hemen sordum.
“Neden yemeğe çağırdığımı mı soracaksın?”
“O da var ama…”
“Yagami-kun’a yakın olmamın nedeni… olabilir mi?”
Kushida-san ne soracağımı biliyormuş gibi şak diye tahmin etti,.
“Beni endişelendirmiyor desem yalan olur.”
Bunca zaman normalin dışında, anlaşılamayacak şekilde davranması onu da rahatsız etmiştir.
“Ortaokuldan kalan geçmişini silmeye çalışıyorsun ve bu yüzden de seninle aynı okuldan gelen ben ile geçmişini bilen Ayanokouji-kun’u düşmanın ediniyorsun bu kadarını anlayabiliyorum da…”
Kushida-san yüzünü öne doğru çevirip bana dönmeden dinledi.
“Yagami-kun’un hiçbir şey bilmediğini varsaysak bile, bir erkeğe çok fazla yakınlaşmaktan kaçındığını sanıyordum. Açıkça konuşmak gerekirse, herkesi idare eden ya da daha güzel bir ifadeyle, herkese eşit davranan biri olduğunu düşünüyordum.”
“… O kadar açıkça söylemene gerek yoktu….değil mi?”
“Doğru. Seni kırdıysam özür dilerim.”
“Ahaha, kırgın değilim, o yüzden merak etme.”
Sert konuşmak niyetinde değildim ama kişisel izlenimlerimi dile getirdim. Biraz dikkatsizce aklıma geleni söyledim ama bir kere laf ağızdan çıktı.
“Yagami-kun’a neden bu kadar yakın olduğumu düşünüyorsun?”
Benim sorumu bana sordu.
“Bir ihtimal ───Yagami-kun ile bir ilişkin var, bağın falan…?”
Bunu doğrudan ifade etmekte tereddüt ettim, bu yüzden üstü kapalı şekilde sormaya çalıştım.
“’İlişki ya da bağ’ derken, onunla çıkıp çıkmadığımızı mı soruyorsun?”
“…Evet.”
“Hayır, öyle bir şey yok. Gördüğün gibi okuldayken özellikle kimseyle çıkmayı planlamıyorum.”
İlgi odağı olmak buydu, değil mi?
Bu tür şeylere hiç ilgi duymayan ben bile Kushida-san’ın erkekler arasında çok popüler olduğunu biliyordum. Eğer bir erkek arkadaşı olsaydı, bir çömez olsun ya da olmasın fark etmeksizin, popüleritesinin azalacağına şüphe yoktu. Bunun, hep göz önünde olmak isteyen Kushida’nın isteyeceği bir şey olmadığını bariz belliydi.
“Öyleyse neden Yagami-kun ile bu kadar iyi geçiniyorsunuz?”
“Belli değil mi?”
Kushida-san gülerken ağzını kapattı.
“Çok komik şeyler söyleyip duruyorsun.”
“Çünkü yoluna çıkan birinden kurtulmanın en kolay yolu onu avcunun içine almaktır.” diye devam etti.
“…peki.”
Durumun böyle olduğunu zaten tahmin etmiştim, tepkisi ve gülümsemesinin tam olarak hayal ettiğim gibi olması beni gerdi.
Başka bir deyişle, Yagami-kun, tıpkı Ayanokouji-kun ve benim gibi, ortadan kaldırılacak bir hedefti.
Ama bu, tüm sorularımın cevaplandığı anlamına gelmiyordu.
“Geçmişin hakkında bilgi sahibi olma şansı nedir? Emin misin, yani?”
“Evet bu doğru. Bildiğinin garantisi yok.”
“Öyle diyorsan…”
“Ama kesinlikle bilmediğinin de garantisi yok, değil mi?”
Kushida gülümsemesi hiç bozulmadan devam etti.
“Yagami-kun bana karşı normal bir alt üst ilişkisinden fazlasını besliyor, bu yüzden ona yakın olmak düşündüğümden de kolay gerçekleşti. Sadece başlangıç hamlem için bir fırsat gözlüyorum.”
Yüzde bir ya da iki şans olsa bile, imkansız değilse, onu ortadan kaldırması gerekiyordu. Kushida-san’ın temel felsefesi buydu. Yani çömez bir öğrenci olan Yagami-kun’a karşı bile bir istisna uygulamıyordu.
“Aşman gereken engellerin sayısı birbir artıyor. Bizi okuldan attırmayı başaramamışken, bir de yenileri listene ekleniyor. Kendine düşman edinme konusunda epey hızlısın.”
“Aptal olduğumu düşünüyorsun, değil mi Horikita-san?”
Eh, akıllıca hareket ettiğini düşünmüyordum. Benzer bir söylem denebilir.
“Aksine, düşman olmamıza gerek olmadığını söylüyorum. Eğer çok konuşkan insanlardan biri olsaydık işin zordu. Ancak ben ve Ayanokouji-kun asla ağzımızdan kaçırmayız.”
Neden bu kısmı anlayamadığını idrak edemiyordum… Daha önce pek girmediğim bir alana adım attım.
“Peki, delil bulabildin mi? Yüzde yüz emin misin?”
“Yüzde yüze olabildiğince yakın ama… bu yeterli mi dersin?”
“Korumam gereken bir geçmişe sahip olduğumun farkındayım… ve tek başına bu bile beni savunmasız kılıyorken, birileri bu açığımı biliyor, Horikita-san.”
“Anlamıyorum. Bu tavrının sebebini gerçekten anlayamıyorum.”
“ ‘İhtiyacım olmadığı için, yapmayacağım.’ gibi sözler… Peki ya, bir gün ihtiyacın olursa?”
“… Ne demek istiyorsun?”
“Ya başka bir sınıf adına casusluk yapıp bir sırrımızı onlara verirsem? Ya size ihanet edip başka bir sınıfa geçmem gerekirse? O zaman siz bana ‘Geçmişinin ortaya çıkmasını istemiyorsan bize ihanet etme’ gibi bir uyarıda bulunmayacağınızın garantisini verebilir misin, Horikita-san?”
“Bu—”
Kontrol edilmesi gereken bir durum ortaya çıkarsa Kushida-san’ın geçmişine dokunulmadan kalacağını kesinlikle garanti edemezdim. Sınıf arkadaşlarımı korumak için yapılması gerekiyorsa, o kozu kullanırım.
Tabii, Kushida-san bir şekilde paçayı sıyırıyordu. Ancak onun güvenilirliği de azalmaya başladı. Sınıf oylaması sınavında stratejik bir hata yaparak sınıftaki statüsünü kendi elleriyle mahvetmişti.
“Her şey bana bağlı sanıyorsun, demi? Bu konu hakkında konuşmak zorunda olmak bile beni delirtiyor. Midem bulanıyor ve sinirlerim bozuluyor.”
Söylediklerinin aksine, gülümsemesi ve ses tonu sakindi. Dışarı yansıtmayarak içindeki öfkeyi kontrol etti.
“Bir şekilde dediklerini anlıyorum, ama… yine de kafanda çok kurduğunu düşünüyorum. Senin için endişeleniyorum.”
“Ah, öyle mi? Benim için endişeleniyor musun?”
“Mümkünse, duygusal yükünü bir şekilde hafifletmek istiyorum.”
“Ahahaha, endişelenmene gerek yok Horikita-san. İyiyim.”
“ ‘İyiyim’ diyorsun yani?”
“Ayrıca bıktım ve bu iğrenç, küçük sorunu çözmem gerektiğini düşünüyorum.”
“Yani..?”
“Bu yükten kendim kurtulmanın bir yolunu bulmaya çalışıyorum.”
Yani bir çözüm bulduğu için, bana yaklaştığını mı söylüyor?
“Bunu çokça düşünüyordum. Bu belirsiz durum böyle devam ederse bilmemesi gerektiği halde bilen insan sayısı artmaya devam edecektir. Bu nedenle… Önce seninle başlayayım dedim. Okulu bırakabilir misin?”
Doğal olarak onun duygusal yükünü hafifletmenin en mantıklı yolu benim okulu bırakmamdı. Tabii ben buna razı olamam. En önemlisi, bu her şeyi çözecek bir çözüm değildi.
“Bunun konuşmamızla nasıl bir bağlantısı olduğunu anlamıyorum. Ayanokouji-kun’un varlığı ne olacak? Ya Yagami-kun? Ben okulu bıraksam bile, yine de seni tanıyan insanlar var.”
Bunun tek başına yeteceğini düşünmemiştim.
“Ayanokouji-kun’un tahmin edilemez bir rakip olduğunun çok iyi farkındayım. Ama biliyor musun? Ayanokouji-kun beni finansal açıdan destekliyor.”
“Desteklemek?”
Ayanokouji-kun’dan daha önce duyduğum bir hikayeydi. Burada neler olduğunu bilmiyormuş gibi yapıp ona soracağım.
“Buna okuldan atılmaya karşı bir tür önlem demişti. Başka bir deyişle, benim düşmanı olduğumu bildiğinin ve aynı zamanda benden korktuğunun kanıtı. Eğer ona seni ortadan kaldırabileceğimi gösterirsem Horikita-san, Ayanokouji-kun’un sessiz kalmaktan başka seçeneği kalmayacak? Ve eğer o yanlış bir şey yaparsa da, kendisi okuldan atılır.”
Ürkütücü bir gülümsemeyle yüzünü bana gösterdi.
“Senin dışında kimseyi okuldan attıramamış olsam bile Horikita-san, yine de büyük bir huzura kavuşmuş olacağım. Bu sırada da, Ayanokouji-kun’dan kurtulmamın bir yolunu düşüneceğim ve gerisi çorap söküğü gibi gelecek. Yagami-kun’a gelince, hiçbir şey yapmasam bile sorun çıkmayacak. O sadece benden hoşlanan küçük bir çocuk.”
İri gözlerinin rengi varmış gibi olsa da yoktu. Bir kişinin duygularını gözlerinden okumak mümkündü ama Kushida-san kesinlikle bir istisnaydı. Beni okuldan attırma kararlılığında tereddütten eser yoktu.
“İlk atılmasını istediğim kişinin sen olmasına bu kadar kararlı ve ısrarcı olmamın sebebi seninle aynı okula gitmiş olmam, Horikita-san. Eğer araştırırlarsa, diğer insanlar da bu gerçeğe ulaşabilir. Ama Ayanokouji-kun ile lisede tanıştığım için, beni ifşa etse bile, yalan söylediğini iddia edebilirim.”
Kushida-san’ın söylediği doğruydu. Geçmişini ortaya çıkarmak adına ben ve Ayanokouji-kun’dan kimin daha zorlu bir rakip derseniz, cevap ben olurdum.
“Birinden kurtulmak adına onu okuldan attırmanın zor olduğunu düşünüyorsun? Öyle sanıyorsun, değil mi? Ne de olsa bir buçuk yıldır sana bir şey yapma fırsatım olmadı, dimi Horikita-san? Bu yüzden ileride de sana bir şey yapamam sanıyorsun… Gerçekten yapamaz mıyım acaba?”
“Farklı sınıflarda birer düşman olsaydık bir olasılık olabilirdi. Ama değiliz. Bir sınıf arkadaşını okuldan attırmak hiç de kolay değil.”
“Bunu sana tam anlamıyla kanıtlayacağım.”
“Birbirimizi anlasak artık? Sen de dahil olmak üzere, tüm sınıf arkadaşlarımla birlikte mezun olmaya çalışıyorum, Kushida-san. Ve bunu başarabilmem için yardımın çok önemli.”
“SA-LAK-SIN sen.”
Bana o kadar sessizce küfretti ki, kelimenin sonu neredeyse duyulmadı.
“Seninle iş birliği yapmak mı? Kusacağım artık. Saçmalamayı kes.”
“Kushida-san…”
“İkinci dönemi sabırsızlıkla bekliyorum. Birlikte eğlenceli vakit geçireceğimize eminim.”
Yanımdan ayrılırken yavaşça yüz ifadesi de değişmeye başladı. Gülümsedi.
Bu gülümsemenin arkasında bir öfke ve nefret karışımı olduğu barizdi.
“Ne denersem deneyeyim, imkansız değil mi..?”
Konuşmamızdan bıkmış gibi benden uzaklaştı.
“Ama inanıyorum… bir gün gelecek ve birbirimizi anlayacağız.”
Sözlerimi duymuştur ama yürümesine devam etti, duraksamadı.
Çeviren: Lance
Editleyen: fatoshisme
✰✰