Elitler Sınıfı - Cilt 15 - Bölüm 4 & 5 - Rastlantı
Cilt 15 – Bölüm 4 – Rastlantı
Saat 16.00 olmadan kısa bir süre önce, katıldığım bir görevi yeni bitirip görev alanından ayrılmak üzereydim.
“Ayanokōji-kun?”
Sınavın başında yollarımızı ayırdığımızdan beri, Horikita ile ilk kez yollarımız kesişti.
Beni gördüğüne biraz şaşırsa da, pek yorgun görünmüyordu.
“Görüşmeyeli sekiz gün oldu, değil mi?”
“Öyle oldu.”
Şu anda F7 bölgesindeydik, sınavın ilk gününde yaptığımız son konuşmadan bu yana bir kez daha bir araya geldik.
“Görev için mi geldin, yoksa bölgeden mi geçiyordun? Buradan sonra nereye gidiyorsun Horikita?”
“G8’e gidiyorum. Buradan geçiyordum. Peki ya sen?”
Anlaşılan, gittiği bölge benimkinin hemen yanında.
“F8. Aynı güzergahtan gideceğiz gibi.”
Burada durup konuşmak zaman kaybı olacağından, ikimiz tek kelime etmeden hemen yola çıktık.
Birlikte seyahat edeceğiz malum, aynı yöne gideceğiz.
“Beklediğimden daha iyi durumdasın. Ve halinden… Hala tek başına olduğunu varsayıyorum?”
“Evet, öyleyim. Pek çok açıdan sıkıntılı olsa da, yalnız olmak birçok şeyi de kolaylaştırıyor.”
Tek başınayken, grupla ilgilenmek veya grubun temposuna ayak uydurmak gibi endişeniz yoktu.
Şimdiye kadarki tüm sınav boyunca Horikita’nın adı son onda hiç yer almamıştı. Bu durum, puandan yana iyi bir gidişatı olduğunun kanıtı olsa da, hiç yorgun görünmemesı garipti.
“Hala bu kadar iyi durumda olduğuma inanmak bu kadar zor mu?”
“Karşılaştığım öğrencilerin çoğu çok yorgun görünüyordu.”
“Hmm. Tuhaf şeyler oldu mu?”
“Tuhaf mı? Eh,… Şimdi sen söyleyince Shinohara‘gil aklıma geldi. Ne olduğunu duydun mu?”
“Evet. Hatta, bugün duydum. Seninle karşılaştığım için mutluyum.”
10/A sınıfından biri, günün erken saatlerinde başlangıç alanına yakınken Horikita’ya ulaşmış ve onu Sakayanagi ile buluşmaya çağırmıştır. Böylece, Komiya ve Kinoshita’nın diskalifiyesinden de haberdar olmuştur.
Ardından, Sakayanagi ona beşinci gün önerdiğim stratejiden bahsedip anlaşmışlardır.
“İşbirliğini reddetmedin, değil mi?”
“Reddetmek için hiçbir nedenim yoktu. Shinohara-san’ın okuldan atılmasını engellemek zorundaydım. O sırada olay yerine ilk gelenlerden biri olduğunu duydum, neler olduğunu biliyor musun?”
“Hayır, pek sayılmaz. Bence kaza da olabilir, kasıtlı da.”
Suç mahallini yakından gören biri olarak bildiklerimi anlattım.
Tabii ki, Amasawa’nın uzaktan izlediği gerçeği gibi bazı bilgileri kendime sakladım.
“Shinohara-san’ın grup sıralaması her geçen gün daha da düşüyor. Şu anda alttan yedinci sırada. Bu gidişle, gün bitiminde okuldan atılma hakkını kazanacak kadar dibi boylayacak. Acele etmeliyiz. Daha kötüsü olursa ve onun katılacağı başka bir grup bulamazsak, devreye ben gireceğim. Sana rastlamadan önce, grubuma üç üye katabileceğim bir görevde birincilik alacak kadar şansım yaver gitti.”
İşte güzel bir haber. Grup üyesini arttıran görevler nadir çıktığı gibi, rekabet de yoğundu.
Böyle çekişmeli bir görevde birincilik almak kolay olamamıştır.
“Böyle giderse, Shinohara ile grup olursun. Tabii mümkünse, Sakayanagi ile işbirliğimizin sorunsuz bir şekilde ilerlemesini isterim. Hem kendine daha uygun bir grupla eşleşirsin.”
Horikita aynı fikirde olarak başını salladı.
“Bu arada, adanın etrafında dolaştığım sekiz gün boyunca, tahmin ettiğimden çok daha fazla grubun telsiz kullandığını fark ettim. Her yerde öğrencilerin telsizden yararlandığını gördüm. Sakayanagi-san da, sınıf arkadaşlarına Shinohara-san’a ne olduğunu anlatmak için telsiz kullanıyordu.”
“Kontrolü ele alabilen ve fazla para puana sahip olan üst sınıflar arasında kullanımı yaygın gibi. Telsizler, uzun mesafelerde olanlarla bilgi alışverişinde bulunmaya olanak sağladığı için, verimli kullanıma bağlı olarak, harcanan para puana değebilir.”
“Birbirimize biraz daha güvenseydik, biz de… telsiz kullanarak haberleşir miydik acaba…?”
Horikita dudaklarını çok hafifçe ısırdı. Konuyu kendi açmasına rağmen, hayal etmesi güç geldi anlaşılan.
“Telsizler yararlı olsa da, çok yararlı oldukları anlamına gelmez. Telsizleri verimli kullanmadığımız sürece, israftan öteye gitmez.”
“Eh, doğru.”
Yeni görevlerin ortaya çıkıp çıkmadığını görmek için tabletimi çıkardığımda, sadece katılım ödülü olarak yiyecek veren risksiz, sorunsuz bir görevin mevcut konumumuza yakın olduğunu gördüm.
Ayrıca, on beş kadar grubun kaydolması için yer vardı.
Katılım puanı olarak 1 puan verdiği için, puan konusunda pek çekici değildi.
“Yemeğim azalıyor, bu göreve gideceğim galiba. Ya sen, Horikita?”
Eğer hedefi erkenci bonusu ise, hedef bölgesine devam etmesi gerekir.
“Benim de pek yiyeceğim kalmadı, ben de göreve gelirim.”
Önceliğimiz aynı olduğu için rotamızı değiştirip göreve doğru ilerledik.
Görevin kendisi bir lütuf olduğu için, katılım yoğun olacaktır.
Horikita ile, görev bölgesine aceleyle girerken hızlanmaya başladık. Yolda, yavaş yavaş diğer grupları görür olduk. 9-10 ve 11.sınıflardan grupların aynı yönde istikamet ettiğini görünce, hedefin aynı olduğu belliydi. Hatta rekabetin çokluğunu görenler, hızlanmaya, koşmaya başladı.
“Horikita, beni boş ver, sen önden git.”
“Konuşana bakar mısın? Yiyeceğin azaldıysa, baskı hissetmen gerekmez mi.”
“Artık koşacak enerjim yok.”
“Ve ben de farksız değilim.”
Aceleyle ilerlememize rağmen, dayanıklılığını o da benim gibi tüketmiş demek.
Tek başına, esnek ve iyi bir şekilde hareket etse de, etrafta volta attığı açıktı.
Kısa bir süre sonra, katılım için görev alanına tam zamanında vardık. Ardından, etrafta bir süredir görmediğimiz bazı sınıf arkadaşlarımızla konuşmaya karar verdik. Ne de olsa, buradan belirlenen bölgelere koşsak bile, erkenci bonuslarını kazanmak için geç kalırız. Sınavı verimli geçirebilmek adına, burada bilgi alış verişine önem verdik.
Dahası, sınıf arkadaşlarımızın çoğu Shinohara’nın düştüğü durumdan habersizdi.
Ardından, sınavın bugünlü bitmesi ile kazandığım puanları hesapladım. Varış bonuslarından 4 puan ve dört farklı görev katılımından 14 puan kazamışım. Böylece, genel toplam puanım 96’ya çıktı. Sıralamada 23.deyim.
Bu arada, bugün grupların beşinci veya altıncı güne kıyasla daha aktif olduğu izlenimini edindim. Hiç aktif olmayan gruplar da olduğundan, dayanıklılıklarını korumak isteyenler ile istemeyenler arasında belirgin bir çizgi vardı.
Şiddetli bir savaşa dönüşmesini beklediğim sekizinci gün, çok da kötü bitmedi. Kuronaga’nin grubu toplam 111 puanla hala onuncu sıradaydı. İlk ondakilerin puanlarında da önemli bir değişiklik olmadı.
Yarın için hedefim; ideal bir sıralama elde ederek sıralamamı korumak ve mümkünse Sakayanagi ile tekrar görüşmek.
Gece, bir sonraki belirlenen bölgenin beni başlangıç alanına götüreceğini umarak uyuyakaldım.
Cilt 15 – Bölüm 5 – Yalnızlığa Karşı Mücadele
Kıyafetlerimin etrafına dolanan örümcek ağlarını silkeledikten sonra sırt çantamı yavaşça çıkartıp yere koydum.
Issız Ada Sınavında dokuzuncu gününe girdik ve dışarısı her zamanki gibi sıcak ve nemli.
Dördüncü bölgeme sağ salim vardığımda, ağır ağır nefes alıyordum. Öyle ya da böyle, planladığım gibi hedefime ulaşmayı başarmıştım.
Kaşlarımdan akan ter yavaşça burnuma iniyordu. Kolumun tersiyle akan terleri sildim.
Saat 15.00’te ortaya çıkan D5 bölgesi, bir önceki H9 bölgesinden epey uzaktaydı. Bize ayrılan zaman dilimi içinde oraya ulaşmak için epey çaba sarf ettim.
Yol boyunca iyi bir göreve de denk geldim ama cezayı en aza indirgemeyi öncelik edinerek gitmedim.
Yolculuk neredeyse iki saatimi almış olsa da, üçüncü olarak erkenci bonusunu kaptım. Galiba çok fazla grup gelememiş.
Gidişattan pek memnun değilim. Başlangıç noktasına geri dönüp Sakayanagi ile buluşamadım.
Kendimi oraya gitmeye zorlarsam dayanıklılık kaybı yaşarım. Bugün gün boyunca birkaç 10/A öğrencisiyle yolum kesişti, ama ne yazık ki, telsizleri yoktu. Yarın sabah koşarak oraya gitsem mi diye düşünmedim değil, ama… Bu işlerimi zorlaştırır.
Sakayanagi ile ilgili durumu şimdilik bir kenara bırakmaya karar ettikten sonra, bugün olanlara bir göz attım.
“Bugün kazandığım puanlarla toplam puanımı 112’ye yükselttim, ha?”
-
- sırada yerini koruyan123 puanla Kuronaga grubu, 13. sıraya kadar yükselen benden sadece 11 puan öndeydi. Yakında 17.00 olacağını düşünürsek, bu 11 puanlık fark daha fazla açılmaz.
Hedefim aslında 11. sıraya ulaşmaktı. Tabii, 11 puanlık fark hiç fena değil. Nanase ile olanlar ve zorlu hava koşulları nedeniyle programımın biraz gerisinde kalmama rağmen, en başından beri hedeflediğim stratejik konumu nihayet garantiledim.
Evet, ıssız ada sınavı başlamadan önce bile 11.sırayı hedefliyordum. Şu anda 13’üncüyüm. Beklentimin altına düşsem de, mühim olan ilk 10’a girmemekti.
Kazananın arasında yer alabilmek için, puan biriktirmek şarttır. Ek eleman kartınız varsa ve ilk 10’a girebildiyseniz, insanların dikkatini ister istemez çekersiniz.
Ve dikkat çekerek, rakipleriniz size karşı temkinli olacak ve sınav bitmeden sabote edilme riskiyle karşı karşıya kalacaksınız.
Bu durumlardan kaçınmak ve ilk 10’a girebilmek için, 11.lik en ideal sıralamaydı. Tabii, bu stratejinin birkaç dezavantajı da yok değil. Sınavın doğası gereği, puanınızı kontrol altında tutmak oldukça zor. Puanınızı yakından takip etmeli, bir an için bile olsun grubunuzun adının top onda yer almasına izin vermemelisiniz. Aksi taktirde, tüm strateji boşa gider.
Dahası, ilk ondakilerin puanı da çok önemli. İlk onda yer alan grupların puanıyla aramda ne kadar az fark olursa, yükseliş o kadar hızlı olur. Ama fark epey büyük olursa, onlara yetişmek için toplamam gereken puan artacağı için, zorlaşır.
Tam da bu yüzden, ilk ondaki grupların kendi aralarında birbirlerinin önüne taş koymak için mücadele vermesi önemli.
Ama… bu, tahmin edilenden daha az oluyor. Hatta, bazı gruplar ön plana bile çıkmıyor.
Neyse ki, 9 ve 11.sınıflardan baskının olmaması, 10. sınıflara avantaj sağlıyordu. Ancak diğer tüm dezavantajları düşünürsek, pek bir değeri kalmıyor. Grupların birbirlerine müdahale edebilmeleri için, puan kazanmaktan vazgeçmeleri gerekiyor. Bunun içinde, elinizde yeterli birikmiş puan olması lazım.
Nagumo’nun ilerde ne yapacağını merak ediyorum. En öndeki rakibi Kōenji ile başa çıkmak için, önlem alması ön görülerim arasında. Ancak, önceki GPS Aramalarım sırasında gördüğüm kadar, şu anda ona engel olmak için uğraştığına dair bir işaret yok. Tüm enerjisini puan kazanmaya adıyor olabilir ama…
“İşlerin gidişatına göre, kazanamasam dahi, Kōenji birinci veya ikinci olursa, bana göre hava hoş.”
-
- sırada veya civarında kalarak, çok fazla dikkat çekmem. Amasawa ya da diğer 9.sınıfların sabotajı yüzünden ilerlemem engellense bile, sıralamada en altlara düşmem şuan için pek söz konusu değil.
Tek yapmam gereken, sınavın on ikinci gününden son gününe kadar yüksek sıralamamı korumak.
Yakınlardaki bir ağacın gölgesinde güzelce dinledikten sonra, kaşlarıma akan teri tekrar sildim. Sırt çantamı sırtıma takıp komşu bölgeye doğru yola çıktım.
Sınırda kamp kurmak yerine, biraz daha ileride bulunan güzel, açık bir yere geçmek istedim.
Güneşin batmaya başladığı, bu gece nerede kamp yapacağıma karar vermem gereken sıralarda, yakınlarda bir açıklıkta tek kişilik izole bir çadır gördüm. Çadır kavurucu sıcağa rağmen, kapalıydı. Sahibi belki etrafta geziyordur ya da lavaboya gitmiştir diye düşündüm..
“Ne güzel bir yer.”
Ormanın bu yakasında bu kadar düz ve açık bir yer bulmak zordu.
Çadırımı buralarda bir yere kurabilirsem, kamp kurmak çok daha güzel olacak.
Ancak, Nanase’nin bana eşlik ettiği zamanlara kıyasla, şu anda kendi başına seyahat eden bir erkek öğrenciyim. Eğer bu çadırın sahibi bir kızsa ve varlığım onu rahatsız ederse, gitmem şart.
Dahası, kime ait bilmesem de, çadır tek kişilik.
Grubundan ayrı mı takılıyor, yoksa başından beri tek mi bilemiyorum? Eğer tek ise, tanıdığım birisi çıkar. Kim olduğunu öğrenip ona göre çadırımı kurup kurmayacağıma karar vermeliyim.
Sahibinin gelip gelmeyeceğini görmek için bir süre burada kalmaya karar verdim. Eğer yürüyüşe çıktıysa, gün batımından önce döner. Çadırın içinden sesler gelirse de, duyarım.
Her kimse ona seslenmek işimi kolaylaştırırdı ama…. eh, anlarsınız ya.
Yaklaşık 10 dakika kadar bekledim ama kimseden bir iz ya da ses yoktu. Uzun süre bekleyince, erkenden uyumuş olabileceğini düşünmeye başladım.
Buralarda kamp yapmak isteyen birileri de çıkmadığına göre, en iyisi içeriye bir sesleneyim.
“Kimse yok mu?”
Nefesimi birkaç saniye tutup tepki veya ses duyar mıyım diye bekledim ama çıt yok.
“Özür dilerim ama çadırımı buraya kurmak istiyorum. Rahatsız olacaksanız, söyleyin.”
İzin isteme formalitesini atlattıktan sonra, etraftan çıt çıkmayınca, içerde birisi olmadığını düşünerek sırt çantamı yere indirdim.
Tabii, çadırıyla arama güzel bir mesafe koydum. Bir kamp alanını kiminle paylaştığımı hala merak etsem de, kendi çadırımı çabucak bitirdim.
Bu çadır, geçen yılki ıssız ada sınavında kullanılandan daha kolay kuruluyordu. Tabii, çadırı kimseyle paylaşmadan kullanabilmekte ayrıca güzeldi.
Bu içe dönük düşünce tarzı, arkadaşlarımın bu kadar az olmasının nedeni olabilir…
Neşeli bir insan, yalnız çadırda uyumanın sıkıcı olacağını düşünürdü. Böyle düşüneceğim bir gün gelir mi diye düşünmeden edemedim.
“… hayal bile edemiyorum.”
Asla gerçekleşmeyecek bir durumdu.
“Garip birinin geldiğini sanıyordum ama demek sendin.”
Tam yarın için kıyafetlerimi düzenliyorken, arkadan biri bana seslendi.
Anlaşılan, hemen karşıdaki yalnız çadırın sahibi Ibuki’den başkası değilmiş.
“Çok mu gürültü yaptım?”
“Pek sayılmaz.”
Kısaca yanıt verip gözleriyle beni yemeyi tercih etti.
Bir şeyler söyler diye düşünürken, arkasını dönüp çadırına geçti.
Bir gariplik olduğunu düşünerek, sorun ne diye bakınmaya çıktım.
“Zamanın var mı?”
Çadırının dışından ona seslendim ama beni duymazdan geldi. Duyabildiğim tek şey içeriden gelen zayıf ve belirsiz bir sesti.
“Sana bir şey sormak istiyorum.”
Ona tekrar seslendim ama yine cevap vermedi.
İlk başta sadece beni görmezden geldiğini düşündüm, ama biraz dikkat kesildikten sonra, çadırda bir şeyler yapıyor gibi geldi.
“Fermuarı açıyorum, tamam mı?”
Çadırı açmadan önce yaklaşık 30 saniye bekledim.
“… Ne istiyorsun?”
İçeriye bakınca, İbuki’nin oturmuş bir şeyler çiğnediğini gördüm.
“Sen─ Pardon, ne yiyorsun?”
“Kuru et.”
“Kuru et mi…? Sınavdan önce bize dağıttıkları ıssız Ada kılavuzunda yoktu, demi?”
Yani, taze eti satın alıp tek başına kurutulmuş et haline getirmiş?
Ancak, kendi başına et kurutması uzun zaman ve çaba gerektirir.
Sınavın başında, ilk belirlenen bölgeye doğru yola çıkmadan önce Horikita’yı kışkırtmıştı. O zamandan beri kuru et taşısaydı, et çoktan bozulurdu.
Bu düşünceyle bunun, 10/B sınıfının tamamının içinde bulunduğu bir stratejinin parçası olduğunu düşünüyorum.
10/B sınıfından bir grubun sınıf için büyük miktarda kuru et üretiyordur.
Uygun maliyetli ve ucuz olduğu için güzel bir yiyecekti. Rahat taşınabilir olması ve kurutulmuş etlerin uzun raf ömrüne sahip olması, okulun fiyatını arttıracağı anlamına geliyordu. İşlenmemiş çiğ et alıp kurutmak daha az maliyetliydi ve daha fazla çiğ et alıp daha fazla ürün elde edebilirdiniz.
Ryūen ile yollarımız kesiştiğinde yemek durumunu görmemiştim. Ama o da acil durumlar için benzer bir şey uyguluyordur. Böylece 10/B öğrencileri, katılımcılara yiyecek sağlayan rekabeti bol görevleri pas geçebilirlerdi.
“Sana ne? Bu seni ilgilendirmez.”
İstediğim gibi düşünebilsem de, kısa sürede ondan cevap alamayacağım aşikardı.
Bildiğim kadarıyla— Ibuki’nin adı şu ana kadar son 10 grupta yer almamıştı. İyi bir skor elde etmeyi başarmış.
Ibuki’nin, akademik yetenek üzerine görevlerde başarı elde etmesi zordu. Ana puan kaynağı, belirlenen bölgelere seyahat ederek gelen varış bonusları ile erkenci bonuslarıdır. Bunun dışında, atletik becerilerini ölçen görevlerle sınırlıdır.
Bu durumda, kendisini diğer öğrencilerden daha fazla yıpratmasına sebep oluyordu.
Fiziksel ve zihinsel olarak baskı altında olduğunu herkes bir bakışta anlardı.
Potansiyelinin sınırını çoktan aşmış gibiydi, hatta.
“Sınav başladığından beri kaç kişiyle konuştun?”
“Ne…?”
Gözlerinin altında soluk ve koyu halkalar göründüğünden, uyku problemi çektiği belliydi.
“… Sadece Horikita. Ona kaybetmeyeceğimi söylediğimi duydun, değil mi? Sen de oradaydın.”
“Yani, ilk günden beri doğru dürüst kimseyle konuşmadığını mı söylüyorsun?”
En iyi ihtimalle, görev kayıt işlemi sırasında evet-hayır tarzı basit cevaplı sorular için ağzını açmıştır.
“Birazcık da olsa konuşacak birini bulmaya çalışmalısın.”
“Düşmanlarımla konuşacak değilim.”
“O zaman sınıf arkadaşınla konuş. Etrafta uzun süre dolaşınca, mutlaka biriyle karşılaşırsın.”
“Sınıf arkadaşlarımı ‘arkadaş’ olarak görmüyorum.”
Şu anki durumu, kendini dış dünyadan kapatıp kabuğuna çekilmesinin bir sonucuydu. Dokuz gündür böyle olduğunu ve sınavın bitimine beş gün kaldığını düşünürsek…
Ibuki’nin dayanağı bir anda biterse, işi de biterdi.
Ve tek kişilik bir grup olarak, sınavdan diskalifiye olursa, okuldan da atılır.
Bu özel sınavda, mümkünse, kendi döneminizden grupların atılmasına izin vermek istemediniz.
Ibuki’nin dinlenip iyileşmek için bir gününü ayırması en idealiydi. Eğer bir gününü ağırdan alarak geçirebilirse, enerjisini geri kazanması için yeterli olur. Karakterini düşünürsek, kalan dört günü atlatması zor olmayacaktır.
Ama gerçekler acıdır. Söylemesi kolay olsa da, sınava bir gün ara vermek işleri zorlaştırıyordu. Ve mola verdi diyelim, zihinsel durumunun düzeleceğinin garantisi yoktu.
Siz dinlenirken, rakipleriniz puan toplayacak ve sizden üst sıralara çıkmakla kalmayacak, aynı zamanda sizin en dibe kadar batmanıza neden olacaktı.
Sınav için herkes canla başla çalışıyorken, sizin kafanız sakin bir şekilde bir gün de olsa dinlenmeniz mümkün değildi.
Ayrıca, bir günlük belirlenen dört alana gitmemek, cezayı beraberinde getiriyordu. Dahası, ertesi güne çok daha yorucu bir halde başlamak zorunda kalacaktınız.
“Hemen dışarı çık.”
“…Tamam.”
Şuan görüştüğüm kişi Ibuki olsa da, o hala bir kızdı.
Güneş ufkun altında batarken, bir çocuğun yalnız bir kızın çadırına böyle bakması pek uygun olmazdı.
Ryūen’nin bile, bu sorunu çözüp çözemeyeceği şüpheliydi.
Ibuki’nin çadırından çıktıktan sonra kıyafetlerimi katlamaya geri döndüm.
Bugün epey rüzgarlıydı. Gece serin geçer umarım.
“Hey.”
Tam işim bitmek üzereyken, Ibuki çadırından çıktı.
Ayağa kalkarken biraz sendeleyip gelişigüzel sallandı, ama hemen kendini toparladı.
Sonra elleri cebinde doğruca bana doğru yürüdü.
“Şu anda kaç puanın var?”
Bana şaşırtıcı bir soru sormak için çadırından çıkmış demek.
“Biz düşmanız, farkındasın değil mi?”
“Yani bana söylemeyeceksin.”
Alçak sesle, “kurnaz” kelimesine benzer bir şey mırıldandı. Ona bu bilgiyi açıklamaya hala niyetim yok.
-
- sırada olduğumu söylesem de, kimseye faydası yoktu bu bilginin..
“Evet.”
“O zaman, benimkinden yüksek mi az mı, onu söyle. Benim puanım─”
Ibuki kendi puanını söylemek üzereyken elimi uzatıp kolundan tuttum.
“Kusura bakma ama kendi puanını söylesem bile, cevap vermeyeceğim.”
Kendi puanından aşağıda mı yüksekte mi olduğunu söyleyerek ipucu vermekle, yalan söylemek aynı şeydi.
Onun puanından aşağıda olduğunu söyleyerek riski azaltsam da, birisinin puanımın az olduğunu öğrenmesi ile beni okuldan attırmaya zorlamak için bir şeylerin peşine düşmesi, beni zora sokardı.
Ne olursa olsun, kendimi korumam gerekiyor.
Ibuki dudağını büzdü, elleri hala cebinde.
“…Aman neyse. Zaten sana sormak hata.”
“Güzel. Zaten senin rakibin Horikita, değil mi?”
Horikita’nın adını duyar duymaz, az önceki yorgun ve bitkin halinin yerini, sinirli ve öfkeli bir Ibuki aldı.
Elini cebinden çıkartıp bana orta parmağını göstererek kaşlarını çattı.
“O pisliği görünce, bana bir iyilik yap ve ona asla kaybetmeyeceğimi söyle.”
“Söylerim de, orta parmağını göstermen gereken kişi ben değilim.”
“Ha sen, ha o. Aynı. Zaten aranız çok iyi.”
Hayır, değil.
Düşüncesi, gerçekten çok uzaktı. Onun gözünde Horikiita ile aramdan su sızmıyor galiba.
Bana söylemek istediği başka bir konu kalmayınca, tek kelime etmeden kendi çadırına doğru ilerledi.
“Biraz bekle.”
Ona seslenirken arkasından gittim. Tam kolunu tutacak mesafeye kadar gelmişken, arkasını döndü.
Bana karşı dikkat kesiliyordu hep. Bir de arkasından kolumu uzatarak geldiğimi görünce, hemen kenara çekildi.
“Haaa? Neyin peşindesin?”
Konuşurken yumruklarını sıktı. Bu tavrımdan, onunla kavga etmek istediğimi yorumlamış galiba.
“Niyetim bu değildi ama-“
Cümlemi yarım bırakarak, kolumu ikinci kez uzatıp kaçma fırsatı vermeden, çabucak bileğini tuttum.
“Ne yaptığını sanıyorsun!?”
Panik içinde üzerime uçan bir tekme salladı, diğer elimle tekmesini engelledim. Tekrar uçan tekme atmasını beklerken, derin bir iç çekip bakışlarını çevirdi.
“Seni yenemeyeceğimi biliyorum. Ama bir gün, dişlerini tekmeleme zevkine erişeceğim.”
Şahsen, kendisi için bu kadar rahatsız edici bir hedef belirlememesini dilerdim.
“Eee? Seni bunu yapmaya Horikita mı zorladı? Yoluma taş koymaya mı çalışıyorsun?”
Bileğini tutma niyetimi anlamadığı gibi, kendi çalıp kendi söylemeye başladı.
Horikita’nın sınıf arkadaşlarından biri olarak, sözlerim onun bir kulağından giriyor, öbür kulağından çıkıyordu.
Mantıklı düşününce, Ibuki’nin istekli bir şekilde mola vermesi pek mümkün değildi.
“Nabzın hızlı atıyor.”
“Hah!?”
“Ağzınızın içi kuru. Dudaklarının çatlaklığından bahsetmiyorum bile. Belli ki epey susuz kalmışsın.”
Şu haliyle, ilk Uyarı alarmı yakında çalar.
Hatta, çoktan çalmış bile olabilir.
Çadırının içinde pasif bir şekilde oturmasının nedeni; yorgun olmasından değil, anormal kalp atış hızının alarmı harekete geçirmesindendir.
“O kadar da susamadım…artık susamıyorum daha doğrusu.”
“Artık derken? Yani bir ara susadığını mı söylüyorsun?”
Ibuki’nin bileğini bırakır bırakmaz, düşmanca bir surat ifadesiyle hemen benden uzaklaştı.
“Kendi işine bak. Ben iyiyim.”
Ardından bir kez daha sırtını dönüp ilerlemeye başladı. Onu dinlemeden önüne geçip çadırına girdim.
“Ne? ne yapıyorsun!!?”
Ne desem dinlemeyeceği için, çadırından sırt çantasın çekip çıkarttım.
“İçinde neler var, göster.”
“Haaa!? Bir çocuğa çantamı mı göstereceğim? Asla! Bir kıza da göstermem gerçi.”
“Peki.”
Bana izin vermediği için, çantasını izinsiz açtım.
“Hey! Hayır dedim!”
Sırt çantasının içinde: kıyafet, kişisel bakım ürünleri ve biraz kurumuş et vardı.
Bunun dışında, plastik 500ml’lik bir su şişesi vardı, ama boştu.
Okul görev yerleri gibi belirli bölgelere çöp kutuları kurmuştu. İhtiyacı olmayanı oraya atabilirdi. Plastik şişenin içinde bir damla su bile olmaması, uzun süredir boş olduğu anlamına geliyordu.
Telsiz gibi bir iletişim cihazı da göremedim.
“Ne zamandan beri suyun yok?”
“Sana açıklama yapmak zorunda değil–“
“Ne zamandan beri suyun yok dedim?”
Sorumu bu sefer dah sert bir tonda ve dik dik bakarak sordum.
“… Bir gün… ve biraz daha.”
“Yani, etrafta böyle susuz mu dolaşıyorsun?”
“Hayır. Bugün bütün gün burada dinlendim.”
“Ne demeye yalan söylüyorsun? Bu sabah buralarda GPS sinyali yoktu.”
“GPS araması mı yaptın?”
Tabii ki yapmamıştım. Blöf yapıyordum. Ancak, Ibuki’nin oltaya geleceğini düşünmemiştim.
Horikita’yı yenmek için çaresizce çırpındığını düşünerek, istekli mola vereceğini düşünmüyordum.
“İlk Uyarı alarmın çaldı mı?”
“… Bir saat kadar önce, evet. Bu yüzden gönülsüz olarak günü erken bitirmeye karar verdim.”
Uyarı alarmları, algılanan anormallik normale dönünce, çalmayı durduran bir sisteme sahipti.
Ve aynı anormallik daha sonra tekrar ortaya çıkarsa, acil durum uyarısındansa, tekrar bir uyarı alarmı alıyordunuz.
“Su içmedikçe, dinlensen bile çalmaya devam edecektir.”
Eğer kalp atış hızını kontrol altına alamazsa, acil durum alarmı da arkasından gelecektir.
O zamana kadar su içmezse, bu susuzluğu daha çok belirgin hale gelecek. Hastanelik olacaktır. Sonra gelsin, diskalifiye.
“Yarın hallederim. Olur da bıçak kemiğe dayanırsa, başlangıç noktasına giderim. Beni boş ver, rahat bırak hatta.”
“Buradan başlangıç noktasına gitmek için, iki kilometreden fazla yol kat etmen gerekiyor. Yolda bayılırsan, işin biter.”
“O zaman yakındaki bir göreve falan katılırım.”
“Yakınlardaki göreve katılacak olsaydın, şuan böyle mi olurdun?”
Ibuki’nin mantıksız düşüncelerini çürütmenin tek yolu kendi mantığımı öne sürmekti.
Çadırımdan sırt çantamı çıkartıp günün erken saatlerinde görevlerden aldığım iki plastik 500ml su şişesini çıkardım.
“Takas yapalım.”
“Ne?”
“Yemek sıkıntısı çekiyordum ben de. Fazladan da suyum var. Adil bir takas yapabileceğimizi düşünüyorum.”
Ibuki, sıcaktan ılıyan su şişelerine bakarak yutkundu.
“Ne diyorsun? Tekrar ediyorum, adil bir takas yapmak istiyorum. Karşılığında bana uygun miktarda yiyecek vermen lazım.”
“Sen kim olduğunu sanıyorsun– “
“Hayır demekte özgürsün ama fikrim değişmeyecek.”
Sert ve sarsılmaz bir tutum sergiledim. Ibuki sessiz kaldı.
“Susuzluk nedeniyle diskalifiye olursan, Horikita‘ya yenilirsin. Demeyecektim ama Horikita ile daha bugün karşılaştım. Hali çok iyiydi. Ne su ne de yiyecek sorunu yaşıyordu.”
Okuldan atılma tehdidini vurgulamak yerine Horikita’nın adını andım. Ibuki’yi harekete geçirmeye teşvik eden etkili bir isim.
“Peki… Seninle takas yapacağım. Ama benden ne kadar yiyecek istiyorsun?”
Şu an elinde olanlarla, Ibuki’nin iki güne yiyecek stoğu biterdi.
Küçük bir parça yiyecek istesem adil olmaz, değil mi?
“Kalan yiyeceğinin yarısı yeter.”
“Sadece bu kadar mı?”
“Yabani ot yemekten iyidir.”
Böylece, takasımızı başarıyla tamamladık.
Ibuki şişelerden birini eline alır almaz, kapağını açıp tek seferde kafasına dikti. Normalde yavaş içip biraz bırakmasını söylerdim ama zaten susuzluktan muzdarip olduğunu düşünürsek, bir an önce susuzluğunu gidermesi daha iyi olacaktır.
Bu halini görmemden rahatsız olunca, hemen eski sert haline döndü.
Fiziksel durumu biraz düzelse bile, ruh hali şu anda normal değildi. Rahatlamasına zaman yoktu, strese altındaydı. Şuanki durumunu kabullenmekten başka çaresi yoktu.
Daha ne kadar böyle dayanabileceğini merak ediyorum doğrusu.
Birkaç saat mi, yoksa birkaç gün mü? Umarım sonuna kadar dayanabilir.
Ibuki ile farklı tablolarımız var. Yollarımız ayrılınca, bir daha görüşmeyiz diye düşünüyorum.
Bu nedenle, bir şeyler söyleme gereği hissediyorum.
“Peşinde olduğun şey sana teşekkür etmemse, etmeyeceğim. Adil bir takas dedik, hatırladın mı?”
“Bana teşekkür etmeni istemiyorum.”
“O zaman ne istiyorsun?”
Son günlerde sürekli dikkat kesildiği için insanlara karşı temkinlidir. Bu zihniyeti kısa vadede kesinlikle yararına olacaktır, ancak şu anki durumunda, sadece kendi sonunu getirir.
“Puanın fena değilse, yarın gününü dinlenerek geçir? Yoksa sadece yiyecek ve su almaya odaklandığın bir strateji mi uyguluyorsun?”
“Yani puan kazanmaktan vaz geçmemi mi söylüyorsun? Dalga geçiyorsun galiba.”
Önerimi duyunca Ibuki öfkelenip kendini kaybetti.
“Okuldan atılmak istemediğim için tüm gücümü kullanmıyorum. Buradaki tek hedefim, Horikita’yı yenmek.”
Bunun zaten farkındaydım.
Ve tam olarak onu neyin motive ettiğini bildiğim için, başarılı olma şansını artırmak için gereken tavsiyeyi veriyordum.
Ama… yani… Ibuki, Ryūen’in aradığı ‘X’ olduğumu öğrendiğinden beri, benden nefret ediyor.
Benim gibi bir insana karşı çarpık ve ön yargılı bakış açısı yüzünden, niyetimi anlayamıyordu.
“Seninle daha konuşacak değilim.”
Bu sözlerinin ardından Ibuki, çadırına geri dönüp fermuarını çekti.
Onu ikna etme girişimimin başarısız gibi görünse de, az çok aklında yer edinecektir diye düşünüyorum.
Ibuki yarın ya da iki gün içinde iyi olacaktır.
Gerisi ona kalmış. Ayağa kalkıp yiyecek ve su tedarik etmesi gerek.
Yalnız olduğu için, puanı biraz endişelendiriyor. Horikita’yı yenmeye kendisini adadığını görünce, fena değildir diye de düşünmeden edemiyorum.
Daha erken olmasına rağmen, bugün enerjimin çoğunu kullandım. Erkenden günü bitirmeye karar verdim.
Sisli yaz sıcağına rağmen, gecenin geri kalanını uykuya dalmadan önce dinlenerek geçirdim.
✩ ✩ ✩ ✩ ✩