Elitler Sınıfı - Cilt 17 - Bölüm 10 - İntikam
Cilt 17 – Bölüm 10 – İntikam
Keyaki AVM’den alışverişten dönüyordum ki, girişteki asansörün önünde bana dik dik bakan Ibuki ile karşılaştım. Onu görmezden gelip asansörü çağırmak için düğmeye bastığımda sinirlendi.
“Beni görmezden gelmesene!” gözlerimin içine bakarak bağırdı.
Ibuki-san ile bir savaşa girmek üzereyedik…bu tavır da neyin nesi? Asansöre de binecek gibi bir hali var.
“Görmezden gelmek derken? Ne istiyorsun ki benden?”
“Ney! Bu cümle de neyin nesi, ha?”
Telefonunun ekranını gözüme sokup bana hesap sordu. Gözlerimi telefonun parlaklığı bir iki saniye alıverdi.
“Salak mısın sen? Gözlerim kör olacak, görmüyorum hiçbir şey zaten, uzak tut şunu?”
“Yok artık! Abarttın.”
Biraz telefonu geriye doğru çekmesiyle, mesajı görebildim.
“Çok etkileyici ve güzel yazılmış bir yazı. Eminim çok zeki biri yazmıştır. ”
“Kendini pohpohlamasan! Bunun nesi zekice hem?”
“Belki yüksek sesle okursan, anlarsın.”
“Huh? Benimle alakası olmayan bir durumla okuldan atılırsan, bana yenilmiş olursun tabii.”
“Aptal olma. Bunun neresi zeka göstergesi? Ne demek istiyorsun, söylesene direkt!”
“Okudun ve anlamadın mı?”
“Anlamadım. Bir haftadır düşünüyorum anlamıyorum. Ne demek?”
Burnundan soluyor, kollarını birbirine dolamış sertçe bakarak bana trip atıyordu.
Bu basit tavsiyemi dahi anlamamasını beklemiyordum. Etkili olacağını varsayıyordum daha doğrusu.
“Şimdi sormanın bir anlamı yok ki. Cevap almadığıma göre, bir sorun oluşturmamış senin için.”
“Ney? Daha açık konuş.”
Hala anlamıyor.. tek becerisi dövüş sanatları mı acaba diye düşünmeden edemiyorum.
“Okuldan atılmayasın diye sana motivasyon sağlıyordum. Sınıf arkadaşların seni sevmiyor, sınavdaki sorularda potaya takılırsan diye. Yani, benimle olan mücadeleni hatırlatmak istedim. Malum onun için okulda kalmaya çabalarsın. Haksız mıyım?”
“Yoksa….benim için mi endişelendin sen?” Şaşırmadı ama bıkkın bir ifadeyle bana baktı.
“Aklın boş işlere çalışmasın, bana yardım etmen gereken çok şey var. Geçenki sınavdan okuldan atılsaydın, Ryūen-kun 100 puan kazanmış olacaktı. Madem okuldan atılman söz konusu, o zaman Ryūen-kun’a ödül değil, ceza verilmeli.”
Tavırlarından tatmin olmadığı belliydi.
“İzninle gidiyorum ben.”
Sessiz ve öfkeli bakışlarının altında, tekrar asansörün düğmesine bastım. İçeri girince, peşimden gelmediğini fark ettim.
“Binmeyecek misin?”
“Seninle asansöre binmek istemiyorum.”
“Abartmasan, kaç kez denk geldik asansörde birbirimize.”
“Şuan asansöre binesim yok.”
“Peki. Ne halin varsa gör.”
Asansörü kapama düğmesine bastıktan sonra, Kushida-san’ın katına bastım. Kapıyı açana kadar ısrarcı olmam şart. Asansör yukarı kata çıktıkça, başarılı olup olamayacağımı düşünmeyey başladım.
Yeni bir şeyler denemediğim sürece, sonuç değişmeyecek gibi. Eğer durum buysa, şuan vakit kaybediyorum demektir. Kata varınca, kapı açıldı..
Aniden….. donakaldım. Şimdiye kadar ne değişti de sürekli Kushida-san ile konuşmaya çalışıyorum ben? Kafamda sorulara cevap ararken ne hareket edebildim ne de doğru düzgün düşünebildim.
Zaman geçti ve asansörün kapısı tekrar kapandı…. Yetişemediğim için, asansör aşağı kata iniyor şuan.
“Off…”
Kushida-san’ı şuanki halinle ikna edemezsin diye Chabashira- sensei’nin nazik ve sıcak kanlı sözleri aklıma geldi.
Asansör tekrar birinci katta durdu. Kapının açılmasıyla telefonuyla ilgilenen Ibuki-san’ı görmem bir oldu. Bir adım kafasını kaldırmadan öne atılınca, asansörde biri olduğunu fark edip başını kaldırıp iç çekti.
“Hayırdır?”
Başka bir tepki vermesi beklenemezdi zaten.
“Binmeyecek misin?”
“Binmiyorum dedim ya! Tacize mi başladın artık?”
Kafamı sağa sola sallayıp hayır dedikten sonra, tekrar butona bastım. Ibuki-san’ın gözlerini devirdiğini görünce, aklıma bir şey geldi. Tuşa basarken ona bakakaldım. Beni fark edip o da karşılık verdi. Asansör kapanmıyordu.
Beklenmedik zamanlarda mucizeler olur derler ya.. belki de Chabashira-sensei’nin tavsiyesini kullanma vaktidir…
“Ne oldu be?”
“Senden yardım isteyesim geldi.”
“Huh?”
Kumar oynuyormuşum gibi bir his ama iş görebilir. Belki de beklenmedik bir sözüyle bir şeyler kafamda belirir. Dikkatli olmam gereken yerde böyle bir şey yapmamalıyım ama deneyeceğim.
“Bin hadi.”
“Binmeyeceğim diye kaç kez diyeceğim ben?”
“Bin dedim.”
“Ne ayaksın sen?”
Asansörün kapatma düğmesine bastım, huysuzlanmasına rağmen Ibuki’nin bindiğini gördükten sonra.
“Tavsiyene ihtiyacım olan bir mesele var.”
“Pardon? Dur dur dur. Ben sana yardım falan etmem.”
“En azından dinle…. belki işine yarar senin de.”
“Sırf anlatacaksın diye dinleyecek değilim. Kesin kötü bir şeydir.”
Biz konuşurken asansör Kushida- san’ın katında durdu. Bir adım atıp indikten sonra, arkamı döndüm. Ibuki-san hala asansördeydi.
“İn. Yanımdan ayrılma. Belki dinleyen falan vardır, dikkatli ol.”
“Ben odama gidiyorum.”
Düğmelere basmasına rağmen, asansör kapanmadı.
“Asansör bile inmeni istiyor demek ki.”
“Dıştaki butona basıp asansörün ilerlemesine izin vermediğinden olabilir mi!”
“Özel isteklerin var mı? Mesela bazı şeyler senin için çok önemli mi?”
“Ne alaka yav?”
“Soruma cevap ver.”
“Yok.”
“Emin misin?”
“Ay, dur…. aklıma bir şey gelmiyor….çilek severim?”
“Çok sevimli bir şey senin için, Ibuki-san. Şimdi söylediklerimi unut.”
“Sen ne anlatıyon be abla, gözünü seviyim be abi?”
Ibuki-san’ın beklenmedik şekilde mutsuz olmasından dolayı, konuyu kapattım. Ona durumu anlatıp planı söylesem daha iyi olacak.
“Kushida-san’ı görmem lazım.”
“Ee? Bundan bana ne?”
Tekrar tekrar asansörü kapatma düğmesine bassa da, nafile idi.
“O iş öyle değil işte. Bir haftadır kendisini odasına kapattı. Odasına kaç kez geldim ama dışarı çıkmıyor. Onu odasından çıkartmana ihtiyacım var. Anlıyor musun?”
“Ne? Bir saniye, ben ne alaka?”
“İşte insanlara yardım etmenin farklı bir yolu diye düşün.”
“Kendi sınıfıma yardımcı olmuyorken, seninkine niye yardım edeyim?”
Ibuki-san’ın teklifimi kabul etmeyeceğini hesaba katmıştım. Ona bir karşılık teklif etmem gerekiyor. Asansör kapanmadıkça, uyarı sesleri daha çok duyulmaya başladı.
“Peki. Sana karşılığını da vereceğim.”
“İstemez. Para meraklısı biri sandın herhalde ama değilim.”
“Olmadığını biliyorum ama başarılı olmam için sana istediğin şeyi vereceğim. ”
“Öyle bir şey mi varmış, allah allah.”
Ibuki’yi harekete geçirmek için bazı şeylerden bahsetmek gerekiyordu.
“Spor festivalinde 5 etkinliğe önceden başvuru hakkımız var. İstediğin etkinliğe istediğin grupla da katılabiliyorsun. Bu sistemin amacı, gerekli etkinlikleri tamamlarken güçlü rakipleri de seçmemek. Öte yandan, bu sistem kim ya da kimlerle yarışabileceğini de seçmene müsaade ediyor..”
Açıklamamı sürdürdükçe Ibuki-san’nin gözleri parlamaya başladı.
“Eh, malum söz konusu kişi sensin. Benimle kapışmak için yer aramıyor musun? Bense son ana kadar yarışmalara başvuruda bulunmayacağım. İstesen de benimle kapışman imkansız diyelim. Fellik fellik aradığın fırsatı bir daha zor bulursun yani. ”
“Yani, yardımcı olursam kapışacak mıyız?”
“Evet. İstediğin bir yarışmada kapışabiliriz. Tabii, sınıfın için sana yardımcı olacağımı sanma. Puan kazanmana izin vermeyeceğim yani. Kabul dersen, hodri meydan.”
“Ha. Öyle mi? Bir yarışma yetmez ama. En az 3 yarışmada kapışmamız lazım.”
“Üç mü? Çok istiyorsun…”
Düşünüyormuş gibi yaparken, uyarı sesleri kesildi.
“Başka türlü şansın yok.”
Haklıydı. Tek yarışmada kimin üstün olduğunu belirlemek zor. Iki yarışmada da berabere gelme ihtimali var. 3 yarışma ile sonuçlanacağı bariz belli. 5 raunta bile çıkabilir.
3 ile tamamsa, ne diyeyim artık.
“Peki. 3 raunta varım ve yarışmalara katılacağım. Oldu mu?”
“Tamamdır. Sonrasında laga luga yapmak yok ama.”
Bu sözlerinin ardından asansörden indi. Ben de elimi butondan çekince, asansör yavaşça kapandı.
“Tabii. Ama bu konuyu çözene kadar yardım etmen lazım. ”
“Ulaşmamız gereken hedefi söyle.”
“Kushida-san’ın pazartesi okula gelmesi lazım. Bu kadar.”
“Bu nasıl bu kadar zor olabiliyor? Kushida’nın devamsızlığnının ne zararı var ki? Herkes hasta olabilir.”
Chabashira-sensei, Kushida-san’ın konusunu çözmek için sırları dikkate almamak gerektiğini söylemişti. Önemli olan, kime söylediğim.
Tavsiyeyi dikkate alıp durumu anlattmaya karar verdim.
Ibuki herkese yayarsa, böyle biri olduğunu fark etmeyerek ben aptallık etmiş olacağım. Ama bu olaya el atmak mecburiyetindeyim artık.
Ibuki-san’a her şeyi döküldüm. Kushida-san’ın gerçek halini, düşünce tarzını ve durumun en ince detaylarını dahi anlattım. Ona anlatırken Ibuki-san ilgisizce başka bir tarafa bakıyor sessizce dinliyordu.
Normalde bu tavırla birinin yaklaşmasından rahatsız olurdum ama bu haliyle daha rahat hissettim. Durumu anlatınca, Ibuki-san derin bir of çekti.
“Her neyse.”
Onun olayına güçlü bir meraklanma belirtisi göstermeden, geçiştirici bir cümle kullandı.
“Şaşırmadın. Fark etmiş miydin?”
“Yok, melek gibi gezenlere güvenim yok. Hirata ve Ichinose için de aynı fikirdeyim. İyi gözükenlerin genelde en kötü çıktığı oluyor.”
“İlginç bir düşünce tarzı.” haklı sayılabilir.
“Peki, Ryūen-kun için de mi aynı düşünüyorsun? Görüntü kötü olduğu gibi, arka planda da iş çeviren birisi, malum.”
“Ondan bu yüzden daha çok nefret ediyorum. Ayanokōji gibi zararsız gözükenlere de ayrıca kinliyim. Bu tarz insanlar kanımı kaynatıyor.”
Bu kızın düşünce tarzıyla acanba diyorum… Ibuki-san herhangi bir insanı hoş buluyor mu…
“Eh, onun gibi birini ortaya çıkarma fikri fena değil. ‘Kötü biri olduğun ortaya çıktı n’aber’ diye sorma fikri çık aklımdan….”
Bu kadar ileri giderse, onu durdurmak zorunda kalırım. Ama böyle bir durdurucu gücü de nasıl elde edeceğimi öğrenmem lazım.
“ Kushida’yı saklandığı delikten çıkarmamı istiyorsun değil mi?”
“Evet.”
Kendine güvenen bir halde Ibuki-san, Kushida-san’ın odasına doğru yürüdü.
“Kendi başına mı yapacaksın?”
“Sus da izle.”
Peki, Ibuki-san. Bakalım neler yapabiliyorsun.
Kushida-san’ın odasına varır varmaz, Ibuki-san birden kendisini yere atıp karnını tutuverdi.
“Amanın! Offfffff offf, karnım!” koridorda sesi yankılandı.
Bir an ne yaptığını anlayamasam da, hayranlıkla bakakaldım.
“B-bu karın ağrısı.. öldürüyor beni! Odama asla zamanında yetişemem..”
Karın ağrısı mı…? bu mudur yani?
Klişe olmasını geçtim, oyunculuk yeteneği çok kötü.
Bu katta Ibuki’nin oldası olmadığı gibi, olsa da, kendi odasına koşması daha hızlı olurdu.
“Hey… izninle lavaboyu kullanabilir miyim?”
Kushida-san’nın kapısına dayanarak on saniye kadar içeri seslendi.
Kushida-san’dan tık yok hala.
Ibuki-san’dan yardım istemek başlı başına bir hataydı galiba. Çıkardığı seslerden delireceğim birazdan zaten. Bir süre daha devam etti bu saçma oyununa.
“Odasında sanıyordum?”
“Odasında olduğuna eminim.”
“Gerçekten mi? O zaman numaramı yutmadığına göre, bayağı zorlu birisi he?”
“Galiba, öyle.”
Elimle işaret ederek Ibuki-san’a Kushida-san’ın odasına bağlı elektrik kablosunu gösterdim.
“Diski görüyorsun değil mi? Disk yavaşsa, odasında değil demektir. Hızlı dönüyorsa, bilgisayar ya da tv açık. Odasında demektir. ”
Disk hızla dönüyordu.
“Odasında olduğunu anlıyorsun şimdi, dimi?”
“Hızsızlık konusunda uzmanlığın olduğunu bilmiyordum?”
“Odasına gidip geldikçe öğrendim işte. Başka anlam çıkartma.”
“Ah, tabii.” soğuk bir bakışla cevap verdi.
“Başka bir şey düşünemez misin? Yoksa vazgeçelim…”
“Yanlış yoldan gidiyoruz.”
“Ne?”
“O zaman bir zarf atayım şu kıza. Kushida’yı zorla çıkartmaya çalışayım.”
Bilgi vermesini isteyecektim ama heyecanlandığı için soru sormadım. Biraz uzaklaşıp onu izlemeye koyuldum.
“Hey, Kushida. Sınavda olanları duydum. Biri maskeni düşürmüş?”
Ne yapacak derken, saçmalamaya başladı. Bir an onu durdurasım geldi ama ne fayda? Çoktan duymuştur. Olan oldu artık.
“Yazık canım ya… şimdi sana sahneden yere tepetaklak düştün mü desem…. betona mı çakıldın desem, ha?”
Onun duygularını ortaya çıkarmaya zorlaması az önceki acınası oyunculuğundan daha iyi. Dahası, Kushida-san, bu sözleri ona bir yabancı olan Ibuki-san’dan duyuyor. Öfkeyle cevap verebilir.
Hala tık yok. Yeterli olmadı herhalde.
Ibuki-san ne tavrını değiştirdi ne de sustu.
“Masken iyi düşmüş dediler… bizzat görme şerefine nail olabilir miyim?”
Sağ ayağıyla kapıya sertçe vurdu.
“Horikita yüzünden stres oluyorum zaten. Göreyim şu maskeni işte.”
Ibuki-san’ın gerçek düşünceleriydi bunlar. Kushida-san’a yardım etme isteği hiç yoktu. Aksine kapının arkasında dinleyen kişiyle aynı saftadır….
“Birinin kapısına tekme atmak fena fikir değilmiş. Şimdi Ryūen’in hislerini daha iyi anladım.”
Birkaç tekmeden sonra, odadan ses geldi. O ise hala tekme atmaya devam ediyordu.
Bir anda kapı açıldı.
“Rahatsız ediyorsun. Durur musun, Ibuki-san?”
Pijamalarıyla Kushida-san, kapıyı açıp kendisini gösterdi.
Ibuki-san’ın şiddete meyilli gösterisinin işe yarayacağını düşünmemiştim… biraz şaşırıp… geçen haftaki tüm çabamın boşa gidip gitmediğini düşünmeye başladım.
“İşte geldi baş solist. Gördün mü? Böyle biri olduğunu biliyordum ki.”
Kushida-san’ın kişiliği ile ilgili Ibuki-san’ın algıladığı kısımlar olabilir…
“Ne halt yemeye çalışıyorsun bilmiyorum ama beni rahatsız ediyorsun, dur dedim?”
“Maskeni takınca mı sevilesi bir insan oluyorsun yoksa bana mı öyle geliyor?”
“Senden hiç hoşlanmadım, farkındasın değil mi. Horikita-san’ı da görebiliyorum. Onun sayesinde burdasın belli. ”
Mental olarak iyi sanırım. “san” eki kullandığına göre…
Saklanmaya gerek kalmadığı için, tereddüt etmeden Kushida-san’ın odasına doğru yürüdüm.
“Müsaade edersen, odana geçelim. Sürekli seni beklemekten yoruldum.”
“Eh, kapatmak pek mümkün gözükmüyor zaten.”
Ibuki-san ayağıyla kapıyı tuttuğu için, kapıyı kapatamadığını fark edince aniden ayağına bastırıverdi.
“Yuh be!”
O da kendi ayağıyla onun ayağını ezse de, Ibuki-san haklı direnişinden taviz vermedi.
“Evet… yine de kapanmıyor ha.” Kushida-san iç çekti.
“Yeter..!”
Kapıyı bastırıp içeri girmeye zorlayınca, sert bir yüz ifadesiyle zoraki bir selam verip içeri buyur etti.
“Peki, madem girin. Belki de son görüşünüz olur. En azından yüzümü görmüş olursunuz.”
Vurgulayarak ifade ettiğine göre, bir şeylerin peşinde olmalı. Kushida-san uzun süre bu durumda kalması olası değildi zaten. Kendince bir şeyler düşünmüş olmalı ki, içeri girmemize müsaade ediyordu.
Galiba son şansımız. Kushida-san’ın odası temiz ve düzenli idi. Temizlik konusunda benden daha titiz gibi hissettim.
“Eh, odan pek derli topluymuş.” Ibuki-san şaşkınlık ve hayranlık içinde odayı seyrederken mırıldandı.
Kushida-san tavrını görüp garipsedi.
“Ibuki-san, odan dağınık. Etrafta kıyafetlerin yerleri süpürüyor, değil mi.”
“N-ne? Görmeden nasıl biliyorsun bunları?” Ibuki-san tavrıyla doğrulamış oldu.
“Oturun. Size bir şey ikram etmeyeceğim, sorun olmaz herhalde?”
“Evet, gerek yok.”
Bir an birbirimize bakıp oturduk. Kushida-san ise tam karşımıza oturdu.
“Odamın önünde sürekli bir tantana çıkartıp duruyorsun, derdin ne?”
“Ne istediğimi zaten biliyorsun? Geçen hafta okula gelmedin.”
“Ah…” hafif kafası başka yerde gibi bir tavırla, Kusida-san cevapladı.
“Olanlardan sonra okula devam edeceğimi mi sandın? Bu kıza da dökülmüşsün her şeyi—ki şaşırmadım bile. Benden intikam almak için bu yolu mu seçtin şimdi de?”
“Hayır, ne intikamı. Ağzından kaçıracak birisi değil.”
“Ona güveniyorsun?”
“Hayır, güvenmiyorum. Konuşacak arkadaşı yok işte.”
“Hey!” Ibuki-san masaya hafif yumruk atıp bana ters ters baktı ama görmezden geldim. Yalan mı sanki?
“Öyle olsa bile, benim duygularımı hiç dikkate almıyorsun ki? Üzgün olan benim.”
“Böyle bir şeyi söylemeye hakkın olduğunu mu sanıyorsun?”
“Olmasa dahi, beni düşünmen gerek, Horikita-san.”
Bu kısa muhabbet bile odadaki tansiyonu arttırmıştı.
“Biraz da şu açıdan bak olaylara. Bazı konularda eksik olduğumu biliyorum ama düşmanlık besleyerek işleri karıştıran sensin. Farkındasın değil mi?”
Sınıf arkadaşı olmamıza rağmen, beni okuldan atılması gereken birisi olarak düşünen o idi.
“Bunu inkar edemem tabii. Ama ne yapayım? Sana katlanamıyorum ki…”
“O an ne yapmalıydım bilemiyorum hala. Şöyle bir geçmişi düşününce, aklıma net bir cevap gelmiyor.”
“Farkındayım. Ben de birkaç şeyi düşündüm derinlemesine ve bir sonuca vardım: benim için, okuldan kendi isteğinle ayrılan kişi sen olabilirdin. Malum, sana katlanamıyorum ya.”
“Saçmalama. Bu söylediğin bir çözüm değil, öfkeyle kalkan zararla oturur unutma.”
“Karışık gelebilir ama benim için doğru olan bu.”
Sorularıma cevap verse de, dostane bir iletişim kuramıyorduk. Galiba gerçek düşünceleri bunlar.
Başta onu dinlemeye odaklanmıştım ama yavaşça konuşmasını kesip boş gözlerle bana bakmaya başladı.
“Tüm olanları arkada bırakıp bana yardımcı olmanı isterim.”
“Bunu isteyeceğini adım gibi biliyordum ama… şaka mısın?”
“Yeterince iyisin ve buna değersin, Kushida-san.”
“Biliyorum.”
Çekinmeden, alçak gönüllü bir tavır sergilemeden hızlıca cevap verdi.
“Kendi yeteneklerinin bilincinde olduğunu biliyordum…”
Ibuki-san’ın mırıldanmasına, Kushida-san dik dik bakarak karşılık verdi.
“Bu kadarını düşünebildin? Eh, pek doğru sayılmaz ama senin gibi kabiliyetlere sahip birisinin bunu fark etmesini beklemiyordum.”
“Kendini bir şey mi sanıyorsun? İstersen kapışalım?” Ibuki-san ellerini yumruk yaptı.
“Tahmin ettiğimden daha aptalmışsın, Ibuki-san. Kabiliyetin anlamı o değil… ÖYD uygulamasını bir aç bak. Benim bu okuldaki kabiliyetlerim iyi notlarım. Ibuki-san, seninle benim aramdaki kabiliyet farkı fiziksel yeteneklerden çok daha farklı… anladın mı şimdi?”
Burnunu çeken Ibuki- san, telefonunu çıkartıp uygulamayı açtı. Kendi özellikleri ile onunkini sessizce karşılaştırmaya koyuldu.
“Yüksek yeteneklerini sınıfın iyiliği için kullanmanı istiyorum. Izinsiz olarak devamsızlığa devam ettiğin sürece, okulda kalmanı zorlaştırıyorsun.”
“Zora girdi bile. Zaten okuldan ayrılmama karşıydın. Faydam sıfırlanınca, başı belaya girecek olan sensin. Neden benim okula gelmem için çabaladığını anlayabiliyorum, tabii.”
Kushida, sınıftaki durumu az çok tahmin etmiştir.
“Kaybeden benim. Kalmam için hiçbir sebep yok. Sınavın sonuna doğru sessiz kalmayı tercih etmemin tek sebebi, sana daha fazla zarar verebilmek içindi. Okulda devamsızlık yaptıkça, sınıfa ceza kesilecek değil mi? Bunun da suçlusu sen olacaksın.”
Kushida-san’ın devamsızlığı devam ederse, sınıfta zehir gibi yayılacak bu olay. Özel sınavları da etkileyebilir bir durum. Kushida-san ise mükemmel bir intikam almış olacak.
“Senin için kazançlı bir durum yok, niye uzatıyorsun?”
“Artık çok geç. Bu saatten sonra kaybedecek bir şeyim kalmadı. Senin de işini zorlaştırmam doğal değil mi?”
“Neresi normal bunun? ÖYD’de istatistiklerin birazcık iyi diye kendini bir şey sanma.” yanımda oturan Ibuki-san sinirle mırıldandı.
“Eğlenelim diye çağırmıştım. Doğru yapmışım. Çok komiksin, Ibuki-san. Horikita-san ile başbaşa olsaydım bu kadar eğlenceli olmazdı. Eh, normal dememem gerekirdi. Bana normal gelen sana anormal geliyordur haliyle.”
“Kafanda birkaç tahta eksik olduğunu sen de kabul ediyorsun yani.”
“Hayır. Benim için, yaptığım her şey doğru. Sizin yaptığınız her şey de yanlış. Bana uymayan bir şeyi tolere edemem.”
“Daha ne kadar iğrençleşeceksin acaba.”
“İğrenç olup olmaması konuyla alakalı değil. Benim düşünce tarzım bu… benim doğam böyle.”
Kushida-san normal halinden daha garipti. Aklından geçen kötü düşüncelerini dile getirirken sakin bir tavır takınmaya çalışıyordu… yok, galiba bu durumu komik buluyor.
Ağlayıp bağırdığı zamandansa, şuanki haliyle daha bir etkileyici.
“Okul beni farklı bir yöntem denememe zorlayana kadar bu tavrımı değiştirmeyeceğim.”
Kushida-san, sınıfımızı zor duruma sokmaya devam edeceğini itiraf ediyordu. Net bir sesle söylediği için, yalan söylemediğini anlayabiliyordunuz.
“Ee, ne yapacaksın şimdi?”
“Ne mi yapacağım? Hiçbir şey. Seninle böyle konuşmaktan başka çarem mi var.”
“Hiç düşünceli değilsin yahu? Ayanokōji-kun’dan çok farklısın.”
Ayanokōji-kun’un adı geçince, Ibuki-san başını hemen havaya kaldırdı.
“Onu kullandığımı sanıyordum ama yanılmışım. Aksine, başından beri o beni kullanıyormuş. Düşman edinilmeyecek insanlardan birisiymiş.”
“Ayanokōji-kun çok farklı birisi. Ön sezilerinin kuvvetli olduğu bariz. Ben de bu halini yeni fark ettim.”
“Bu konuda hemfikiriz.”
“Galiba, evet.”
Derin bir sessizlik çöktü şimdi de.
“Sen de aptalsın, Horikita-san. Beni gözden çıkarsaydın işler daha kolay olurdu senin için.”
“Belki aptalımdır. Temeli olmayan bir önsezi ve güven ile… beni böyle düşünüyor olabilirsin. Ancak bunlar senin mükemmel bir öğrenci olduğun gerçeğini değiştirmiyor. Geçmişini bilmem ve Ayanokōji- kun ile beni okuldan attırma hevesin ve isteğine rağmen, bir buçuk yıl boyunca sınıf için çabaladın, çalıştın.”
Kushida-san elinden geleni yaptı ve utanması gereken bir durum yok.
“Eğer sınıfı rahatsız etmek önceliğin ise, biraz daha devamsızlık yaparak bunu elde edebilirsin. Ama…. gerçekten istediğin bu mu?”
“Ne demeye çalışıyorsun?”
“Bu kadarı seni tatmin edecek mi diye soruyorum.”
“Tatmin olabilirim. Ama şuan daha fazlasını istemiyorum. Ne kadar çabalarsan çabala, beyhude olacak. Seninle anlaşmayacağım.”
Onu asla ikna edemem demek… bu sözleri duymak dahi istemezdim. Kushida-san’ın okula gelip sınıfa destek olmasını ne kadar çok istesem de, asıl isteğim… seçimimin yanlış olmadığını kanıtlamak.
Bu durumu… önümde oturan Kushida-san, herkesten iyi biliyor….ve aslında yine kendim için çabalıyorum ben. Kushida-san için, okula dönmesi iyi bir seçenek değil ki.
“Belki de senin hakkında yanılmışımdır. ”
“Ne demek istiyorsun, anlayamadım?”
“Buraya seni ikna etmeye geldiğimi sanmıştım ama hayır. Kendim ve sınıf için burdayım. Senin duygularını dikkate alamadım ben.”
“Ne? Şimdi de bana mı acıyorsun?”
“Devam etmek istemediğin okula gelmen için zorlamak.. doğru değil.”
“O zaman, bu sohbet burada bitmiştir. Benim yokluğum seni de etkileyecek. Okulda uzun bir süre acı çekmen dileğiyle.”
“Bana göre hava hoş da…. ya sen? Sen de acı çekeceksin.”
“Ben mi acı çekeceğim, niyeymiş o?”
“Çünkü hala geri dönebileceğin bir yer varken sen o yeri kaybedeceksin. .”
“Çok bencilsin. Geri dönebileceğim bir yer yok benim.”
Onu düşündükçe aklıma farklı duygular geliyordu.
“Beni delirtiyorsun, Kushida-san…”
“Ne…?”
“Sana güvenmeye çalışıyorum ama sen çocuklaşıp hiç destek olmuyorsun. Asıl sorun, her seferinde yanlış seçim yapmandan kaynaklanıyor. Beni okuldan attırmaya çalışmasaydın bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Ne geçmişini detaylı biliyordum ne de millete sır anlatma meraklısıyım. Aynı şey, Ayanokōji-kun için de geçerli.”
“Yine de sana katlanamıyorum.”
“İşte çocukluk yaptığın yer de burası. Katlanamadığın için saldırganlaşıyorsun.”
Sözlerimi duyan Ibuki-san, patlattı kahkahayı. Kushida-san sinirlenerek dik dik ona baktı.
“Biz lise öğrencileriyiz, bir duruşumuz tavrımız olmalı. Tek yapman gereken sınıfa girmek iken bunu bile yapamıyorsun. Burada dört duvar arasında pinekleyip zaman kaybedeceğine ayağa kalkıp kendin için bir şeyler yap.”
“Ha…haklısın, Horikita-san. Ama ben zavallı bir kızım ve beni üzüyorsun. Sınıfa girmemle, sınıftakilerin beni ezmeye başlaması bir olacak. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Benimle yakın bir bağın bir yokken, beni öyle bir ortama sokmak… zalimlik değil de nedir?”
“Eh, bunu söylemek bana düşmez ama şuanki halinle de pek iyi gözükmüyorsun.”
Kushida-san donakaldı.
“Sınıf nasıl birisi olduğumu biliyor. Artık eskisi gibi takılamam ve bunu değiştiremem diye düşünüyorsun değil mi? Sınıfın içinde bir çocuk gibi bağırıp çağırıp ağladın. Dur, sana çocuk da denmez. Yürümeye yeni başlamış, her adımda tökezleyen minik bir bebek…”
“Saçmalama!”
Elini kaldırıp yanağıma vuracakken, onu kolundan tuttum.
“Benimle dalga geçmek istiyorsun değil mi? Minik bir bebek gibisin. Herkes etrafında dönsün istiyorsun. Sınıfını, kendini ve arkadaşlarını, kendi zevklerin için harcıyorsun.”
“Ne yani, tek başına acı çekip sınıfa ve sana yardımcı olarak kendime eziyet mi edecektim?”
“Yanlış düşünüyorsun. Sen güçlü bir yeteneğe sahipsin. Kendin için kullan onu. Etrafında olan seni ilgilendirmez. Kendin için çabalarsın, A sınıfına yükselirsin. Bu senin için özel bir başarı olur. A sınıfında da, istediğin gibi takılırsın. Seni kimsenin tanımadığı yerde rahat olursun.”
Kushida-san bana baksa da ses çıkartmadı.
“Okulun bitmesine bir buçuk yıl var. Zor olmasa gerek, haksız mıyım? Geçen bir buçuk yılda da, sınıf arkadaşlarının gözünde melek gibiydin. Kolay iş senin için. Yeteneklerin bu kadarının hakkından gelir, gelmez mi yoksa?”
Kushida-san’ın kolunu hala tutuyordum. Sinirle elini yumruk yaptı.
Bu sırada, farklı bir sonuca daha ulaştım.
“Buraya son gelişim olacak. Gerisini sen düşün artık. Onca sözlerime rağmen, yine de düşmanım olmayı seçersen, sana artık diyecek lafım yok. Hayatının sonuna kadar çocuk kalmayı seçmek senin tercihin. .”
“Yani ben olduğum yerde sayarken, Horikita-san önüne bakmaya devam edecek öyle mi…”
Detaylı anlatmasam da, Kushida-san şuan hangi aşamada olduğunu gayet farkında idi.
“Sen okuldan atılacaksın. Bense, kendi hayalimi gerçekleştirip A sınıfından mezun olacağım. Fark bu.”
Kushida-san, benim kazançlı çıktığım bir geleceğin varlığını idrak ediyor ve bu durumdan nefret ediyordu. Okul hayatı ise, uzun bir ömrün kısa bir sürecinden ibaret aslında.
“Onca olandan sonra, hala okula dönmek için bir şansım var mı diyorsun?”
“Tercih senin. Başını dik tutup sınıfa da girebilirsin, üzgün ve öfkeli bir halde etrafta da dolaşabilirsin.”
Koluna uyguladığı baskı yavaşça azalıyordu.
“En azından seni dinleyeyim, aklından neler geçiyor, Horikita-san.”
Olaylı başlayan iletişimimiz sonunda, Kushida- san’un bana kulak vermeye niyetlenmesiyle devam ediyor. Onu iyi hissettirmek adına bir şeyleri değiştiremem. Kendi iyiliği için bir plan öne sürmeliyim. Aklımda birkaç ideal fikir var, düşünüp güzel bir biçimde dile getireceğim.
“Seni omzumda yük olarak sürekli taşıyamam, Kushida-san.”
“Bunu isteyen kim. Hem mümkün de değil ki? Sınıftakiler beni biliyor artık. Bu gerçeği değiştiremeyiz. ”
“Evet. Başka bir deyişle, senin o hallerini bilmeyenlere karşı kendini savunabilirsin, değil mi?”
Kushida-san ilgilenir gibi yapıp mırıldanarak, “Bilmem.” dedi.
“Şimdiye kadar beni gerçek anlamda tanıyan birkaç kişi vardı: Horikita-san ile Ayanokōji-kun gibi. Bu yüzden bazı konularda çekinmeden hareket edebiliyordum şimdi ise durum değişti. Sınıfta sadece zeki öğrenciler de yok ki. Aptalı salağı dolu.”
Kushida-san haklı. Ona cevap vermeme fırsat vermeden Ibuki-san araya girdi. “Konuşana bak!”
Ibuki-san sözleri duyunca abartılı bir tepki verdi.
“Senden bahsetmiyorum, sana ne oluyor?” diye hayıflandı, Kushida-san. Ardından ekledi.
“Ibuki-san, susmayacaksan gidebilirsin?”
“Oh, tabii. Hemen gideyim. Sözünü tutacaksın değil mi?”
O ayağa kalkarken, söylenmesi gerekenleri söyleyeyim.
“Olmaz. Şimdi gidersen, anlaşmayı geçerli saymam.”
“Huh? Ne… Aman be! Sustum, sustum.”
“Anlaşma mı? Neyden bahsediyor?”
“Senin okula getirmeme yardım ederse, spor festivalinde yarışacağımıza dair anlaştık.”
Ibuki-san’ın yardıma gönüllü olmasının sebebini kısaca açıkladım.
“Demek olay o, ha? Ben de neden Ibuki-san diyordum.. şimdi taşlar yerine oturdu.”
“Sayesinde, odana girmeyi başardım. Bir teşekkürü hak ediyor. .”
Ibuki-san konuşmak istiyordu ama ondan istendiği gibi sessiz kaldı.
Onun bu halini taktir ediyorum. Benimle birebir mücadele için, sabırla yardımcı oluyor.
“Konuya dönersek, gerçek yüzün ortaya çıkmışken eski halinle sınıfa girmen biraz garip olur?.”
“Evet. Mantıklı bir rol oynarken iyi de, insanlara mantıksız gelen bir haldeyken garipsenirsin, tabii.”
Beni ya da Ayanokōji-kun’u okuldan attırmayı başarabilseydi, o haliyle rahatça devam edebilirdi. Ancak tüm sınıfı okuldan attırması da mümkün değil. Ortaokuldayken düştüğü benzer durumda, Kushida-san tüm sınıfı da kendisiyle beraber aşağı çektiğini söylemişti.
Burada da aynısını denedi ama işe yaramadı.
“Böyle bir şey yaşansın istemiyorsan, sınıf arkadaşlarınla eskisi gibi takılmak zorunda değilsin.”
“Ha?”
Bu sözlerim sadece Kushida-san’a garip gelmemiş olacak ki benzer bir tepkiyi Ibuki-san da verdi.
“Sen hadi sözünü tuttun diyelim. Ya sınıfın geri kalanı? Kushida-san iki yüzlü ve sorunlu birisi diye konuşulmayacağı ne malum.”
Kushida-san, böyle bir durumda etkisinin yarısını kaybederdi.
Akademik aya da sportif başarısı iyi olsa da, ikisi de mükemmel değildi. Ortalamanın üstünde bir öğrenciydi. Sakura-san’dan üstün pek çok özelliği olsa da, eksik yanları da var.
“Bana kimse güvenmiyor artık. Şuanki halimden memnun olacak biri de yoktur.. haksız mıyım?”
“Eskisi gibi olmayacağı kesin. Ama nasıl desem… sana olan güvenim falan kalmadı. Sen ne düşünüyorsun bu konuda, Ibuki-san.”
Beni görmezden gelip duvarı izlemeye devam eden Ibuki-san…
“Ibuki-san, cevap ver lütfen.”
“Sus demedin miydi?”
“Şimdi konuş.”
“Ney? Önce sus şimdi de konuş mu, çocuğun muyum ben senin.”
“Yarışmak istemiyorsan söyle…”
“Aman allahım!”
Saçını huysuzlanarak kaşıyan Ibuki-san:
“Altı üstü iyi kız rolü yapıyordun. Mükemmel insana inancı olan birisi değilim. Görülen o ki, bayağı kötü bir tavrın varmış. Ancak… bana sorsan eski halin mi yeni halin mi diye, ben bu halini seçerdim. Daha dürüstsün. ”
Düşüncesini hemen dile getirdi. Kushida-san, onun kişiliğini az çok bildiği için içinden geçenleri söylediğinin farkında.
“Hahaha, ilginç bir cevap verdin. Çok garip bir düşünce tarzın var dimi? Ancak herkes senin gibi anormal değil, Ibuki-san. Normal insanlar onu pek sevmez ama.”
“Eh, pek normal biri değil doğru.”
“Hey!”
“Herkesin iki farklı yüzü vardır denebilir, baskın ya da değil. Ibuki-san, senin kendini herkesten üstün gören bu tavrını taktir ediyor. Bu yüzden kendi niyetini değiştirmiyorsun ya.”
Bu konuşma, onun kendi niyet ve düşüncelerinin yanlış olduğunu göstermek içindi.
“Ve konuşma tarzını ya da ses tonunu şimdiye kadarki gibi değiştirmemiş olsaydın, senin bu doğal halini görenlere garip gelirdin. için tuhaf olurdu.sözlerim garip gelmiş olabilir ama birisinin anlayabilmesi için bizzat yaşaması gerek.”
“Nasıl yani?”
“Mesela, Ichinose-san. Kushida-san’dan daha iyi birisi olarak tanınıyor. Ama gerçekte şiddet düşkünü, başkalarının başarısızlığından zevk alan birisi olsaydı ve bunu sana birisi söyleseydi, hemen inanır mıydın?”
“İnanması güç. Çok iyi birine benziyor.”
“Şüphelenirdin ama.”
“Mesele Ichinose-san deği, iyi insanların varlığı.. değil mi?”
“Eh, o durumu bizzat görmek istersin. Horikita-san’dan duymakla bizzat duymak ayrı şeyler.”
“Dimi? En azından sın bir buçuk yıllık süreçte, Ichinose-san iyi birisiydi. Kim söylerse söylesin, inanılmaz. Ama tüm sınıfı söylese, insanların şüphesi artar. Ancak şuan durum o kadar net değil?”
Ichinose-san’ın acımasız ve şiddet yanlısı birisi olduğunu defalarca söyleseler dahi inanmazdım. Bizzat görmem gerek.
“Bir şeyi bizzat yaşamadan inanmak zor evet. Dövüş sanatlarında da, bazı teknikler için tehlikeli derler ama sen bizzat deneyimlemeden ne kadar acı verici ya da tehlikeli olduğunu tam olarak kavyaramayazsın.”
“Evet, Ibuki-san.”
Ancak şüphe var oldukça, tam olarak güven olmayacaktır.
“İşte tam o noktada, senin yeteneklerin devreye girmeli. Yaptığını şeyi en iyi şekilde yapmalısın. Kontrollü ve iletişim becerileri çoğu insandan güçlü birisin. ”
Şuanki durumla güvenlerini kazanabilmesi belirsiz tabii.
“Hadi, diğer sınıflar için böyle bir şey yapılabilir diyelim, ya bizim sınıf? Shinohara-san, Wang-san, Hasebe-san… benden nefret ediyorlardır..”
“Herkesle aranı düzeltemezsin belki ama yeteneklerini iyi kullanırsan güzel sonuçlar elde edebilirsin.”
Ortalamanın üzerinde notlar alsalar da, Kushida’yi geçemedikleri sürece, kolayca şikayet edemeyeceklerdir.
“Güvenmeyen bir taraf araya girerse, yardım ederim.”
“Bu sözlerine inanacağımı mı sanıyorsun?”
“Şüpheli olabilirsin. Ama şunu unutma, bana ihanet ettiğin halde seni kabul eden benim..”
Kushida-san için daha önce yaptığı şeylerden dolayı korku yoktu.
Düştüğü yerden kalmayı tercih etmek, kendi boynunun borcu.
Biraz daha konuştuktan sonra, Kushida-san gözlerini kapatıp bir şeyler mırıldandı. Duyamadım.
Çok geçmeden sanki bir karar almış gibi yavaşça gözlerini açtı.
“Tamam. Bir buçuk yıl daha kendim için ve sınıfa katkı sağlamak için çabalayacağım. Horikita-san ya da sınıftakiler için değil. Oldu mu?”
“Şikayetçi değilim. Sadece sonuçları görmek isterim.”
Ayağa kalkan Kushida-san yumruğu yerine sol elini uzattı.
“Geçen seferi hatırlıyorsan, tam tersi idi.”
Kushida-san, daha önce uzattığım ele karşılık vermemişti.
“Sol elle yapılan el sıkışması, düşmanlık belirtisidir.”
“Öyle mi? Peki, ben hangi elimi uzatmıştım?”
“Sol elini.”
Hemen cevap verdiğine göre çok net hatırlıyordu. Bu sefer ise, kendi elini uzatan oydu. Ayağa kalkıp ben de sol elimi uzattım.
“Düşmanca yani?”
“Bize yakışan bu değil mi?”
“Olabilir.”
Sıkıca elimi sıktı, ben de karşılık verdim.
“Evet. Sana bir şey yapmak istiyordum, Horikita-san, İzin verirsen…”
“Tabii, nedir?”
“İşte bu…” Gülerek yavaşça kollarını bana doğru uzattı. Elleri yüzüme çok yaklaştı derken bir anda yanaklarımı nazikçe sıkmaya başladı. Bir anda acıyı hissediverdim.
Acının o nazik yanak sıkmalarından gelmesi… çimdikliyordu adeta.
“N-ne yapıyorsun…?”
“Senden nefret ediyorum, Horikita-san.”
Bu sözleriyle beraber daha sertçe sıktı yanaklarımı.
“Bugün de kötüydüm, anlaşmaya vardık yine kötüyüm. Bu stresi pazartesiye kadar nasıl içimde tutayım? Katlan biraz. ”
Gittikçe daha çok güç ve baskı uyguluyordu.
“Yeter artık?”
“Hayır, hayır. Yetmez. ”
Biraz olsun katlanacaktım ancak Kushida-san dozu kaçırdı.
Madem durmayacak o zaman ben de başka bir çözüm bulurum. Ben de başladım onun yanaklarını sıkmaya.
“Pardon?”
“Şimdi duracak mısın?”
Yanaklarında acıyı hissedince durur sanmıştım.
“Hadi, Kushida-san. Değişim zamanı.”
Tereddüt etmeden tüm gücümle yanaklarını sıktım.
Inat ve irade savaşı veriyorduk.
“Siz birbirinizi ağlatana kadar mücadele edin. Bana müsaade.”
Sakince bizi izleyen Ibuki-san, ayaklanıp odadan çıktı.
Bizim bu yana sıkma savaşımız birkaç dakika daha sürdü, ta ki acı yanaklarımızı uyuşturana kadar.
Birbirimizi gülünç duruma düşürdüğümüzü de fark edince birden duruverdik.
Kushida-san’ın yüzünü kıpkırmızı görünce, benimkinin de farklı olmadığını anladım.
“Pazartesi okula gel.”
“Çok ısrarcısın. Gitsene artık?”
Gönülsüz olsam da odadan çıktım.
“Of..”
Acıyan yanaklarımı sıkarak asansöre doğru yürüdüm.
Ibuki-san daha şimdi asansöre biniyordu.
“Beni mi bekliyordun yoksa?”
Onu görünce seslendim ama Ibuki-san dilini çıkartıp asansörün düğmesine bastı.
“Belki senin de insanları sinirlendirmek gibi bir yeteneği vardır.”
Öyle olsa bile… bu sayede Kushida-san ile görüşebildim bugün. İstediği gibi, spor festivalinde dileğini yerine getirmeliyim.