Elitler Sınıfı - Cilt 17 - Bölüm 11 - Wang San
Cilt 17 – Bölüm 11 – Wang San
Ağırlaşan başımı yastığımdan kaldırdım. Ateşim yoktu, hasta değilim. Ama bir süredir başımda değişik bir ağrı var.
Sebebi ise aşikar. Suçluluk duygum yüzünden kaç gündür okula gidemiyorum. Hastalandığım günler dışında bir kez bile devamsızlık yapmamıştım. Suçluluk duygumu bastırmak adına, başka bir şey düşünmeye çalışsam da nafile. Çabalarım boşa çıkıyor; kafamın içinden o düşünceleri söküp atamıyorum.
Eh, unutmak için bir şeyler yapabilseydim, birkaç gündür devamsızlık yapmak zorunda kalmazdım maalesef. Bir değişiklik yapmak zorundayım. Telefonumu elime alıp okunmamış onlarca mesajı görmezden gelip galeriyi açtım.
Nostalji olarak epey eski fotoğraflara kaydı elim. Bu okula girer girmez çekindiğim ilk fotoğrafıma bakıyorum. O zamanlar arkadaşım bile yoktu.
İlk kez yanımda gülümseyerek duran Hirata-kun ile bir fotoğrafım var. Bense gülmeyi bile başaramamışım. Hala gülümseme konusunda iyi değilim ancak kendimi bu konuda geliştirdiğimi düşünüyorum.
“Özlemişim bunu..”
Daha kendimi bile bilmediğim bir yerde, Japonya’da okul yaşantım…
Hirata-kun gerilip ne yapacağımı dahi bilmediğim bir zamanda bana el uzatan ilk kişi idi. O zamanlar, sevda nedir bilmezdim. Ona dair bildiğim şeyler: yakışıklı olması, nazik ve iyi birisi olması idi.
Çin’de öğrenciler arasında rekabet yüksek olduğu için, aşk meşk işlerine hiç vaktim olmamıştı. Ne zaman ona vurulduğumu bilmiyorum ama hislerimin farkına vardığımdan beri, kelimelere dökemeyecek durumdayım.
Hirata-kun popüler birisi olduğu kadar, ulaşamayacağım birisi.
Ona açılırsam, onu anca utandırmış olurdum. Bu yüzden sessiz kalıp yanında rahatça durabilmeyi tercih ettim.
“Yine de…”
Düşündükçe utanma duygu artıyor, gözlerimden yaşlar boşalıyordu.
“Ben nasıl..”
Sınıftaki herkes Hirata-kun’u sevdiğimi biliyordu. Sıramı değiştirdiğimde sırf ona yakın olmak için çabaladığımı herkes fark etmiştir, değil mi…
Okula geri dönünce nasıl davranmalıyım bilemiyorum ki. Bu okula dönüş düşüncesiyle beraber, kalbime başka bir ok daha saplanıyor: Hasabe-san’a nazik ve saygılı olan Sakura-san, okuldan ayrıldı. Onun duygularını tahmin dahi edemiyorum. Bense, kendimden emin bir şekilde okuldan atılsın diye oy verdim. Bencilce, sınav bir an önce bitsin diye çabalıyordum.
“En kötüsü de…”
Böyle birisi olduğum için kendimden nefret ettim. Üzülüyorum. Ayak bağı olmuşum gibi hissediyorum….
Tam telefondaki yarım yamalak gülümseyen fotoğrafıma bakmak istemeyip kapatmaya yeltenmişkn, pazartesi akşamı Ayanokōji-kun’dan aldığım mesaj aklıma geldi.
Acaba o nasıl durumda? Yakın arkadaşını kendi elleriyle okuldan attırmışken rahatça okula gidebiliyor mu acaba?
Eğer gidebiliyorsa…. nasıl yapabiliyor bunu?
Onunla görüşüp konuşmak istediğim için, mesajını açıp okudum.
[Yüz yüze görüşebilir miyiz.]
“Oh…”
Ayanokōji-kun da benimle aynı düşüncedeymiş. Mesajının altına da oda numarası ile telefon numarası eklemiş hatta.
Acaba bana tavsiyede mi bulunacak?
Ayanokōji-kun dışında benim için endişelenen birkaç kişi daha var… acaba onlar iyi mi?
Iyi misin, seni dinleyebilirim ya da kendini zorlama gibi— minnettar olacağım sözler söyleyeceklerdir. Ama bu sözlerin beni bir çözüme ulaştıracağına olan inancım yok.
yanokōji-kun… farklı olabilir.
Onun beni dinlemesini isterim. Onun bana söyleyeceklerini duymak da isterim.
“Benden oraya gitmemi istiyor..?”
Saat 17.30. akşam yemeği için erken ama aniden de onu görmeye gidemem ki. Biraz odamda ne yapsam diye dönüp durdum. Zaman hızlı akıp geçiyor.
Sonunda kararımı verdim, onu görmeye gideceğim. Telefonu gerilerek elime alıp… aradım. Telefon çalıyor.
Beş… altı… on derken.. .acaba kapatsam mı diye düşündüm.
Ayanokōji-kun telefonu açınca panikleyip bağırıverdim.
“Oh, um… ben Wang, Wang! Ayanokōji-kun ile mi görüşüyorum?”
“Sonunda aradın?”
Ayanokōji-kun’un yankılayan sesi ile beraber su sesleri de geldi kulağıma.
“Evet. Bir süredir odamdan çıkamıyordum. Şuan çıkasım var.. Ayanokōji-kun biraz vaktin varsa, görüşebilir miyiz…”
“Şimdi mi?”
“Kötü bir zamanlama mı? Aniden aradığım için özür dilerim. Bu işleri pek beceremem de….”
Zamanlama kötüyse, yapacak bir şey yok demektir.
“Yok. Ama biraz zamana ihtiyacım var. Yaklaşık yarım saat…dur, dur. 20 dakika yeter.”
Ne kadar çaresiz olduğumun bilincinde olan Ayanokōji-kun, zaman ayırabileceğini söyledi.
“Oh, çok sağ ol! 20 dakikaya ordayım! Rahatsız ettiğim için özür dilerim!”
Gerilip telefonu cevabıı beklemeden kapattım.
“Fuuu… çok gerginim çok.”
Bir haftadır kimseyle konuşmamış olmam beni etkiledi herhalde. Bu 20 dakikalık süre içinde, üzerimi değiştirip hazırlandım. Kapıdan çıkarken, dışarısı bana daha bir ağır geldi.
“Oh, yine o üzücü his.”
Kapıma asılmış bir plastik poşet vardı.
“Bugün de gelmişler.”
Jelibon, çay ve sandviç vardı içinde.
Pazar gecesi, markete çıktığımda fark etmiştim. Yanlışlıkla koyulduğunu düşündüğüm anda, poşetin üzerindeki oda numaramı gördüm. Poşeti inceledim ama içinde başka bir bilgi yoktu. Kimin gönderdiğini bilmiyorum.
“Oh, bugün salata da eklemişler içine. Ama sevdiğim salatadan değil…”
Protein dolu olan, tavuklu sezar salatası. Yine de her gün farklı bir menu konuyor olması hoş.
“Acaba her gün bunu gönderen kim.”
Poşetin içinde kimin gönderdiğine dair hiçbir ipucu yok, fiş dahi yok. Içten bir teşekkür ederek kapıda asılı bıraktım. Ayanokōji’nin odasının yer aldığı, erkekler yurduna doğru ilerliyorum. Geldim derken Ayanokōji-kun’nun odasından birisi çıktı…
Tam kim bu acaba derken bir baktım: Karuizawa-san. Her zamanki at kuyruğu saçı yoktu, saçları düz ve açıktı.
Acaba odasında görüşüyorlar mıydı?
Eğer durum buysa, yanlış zamanda aradım demektir… kendimi kötü hissetsem de, bu saatten sonra geri dönüş olmaz. Etrafa bakınan Karuizawa-san ile göz göze geldik.
“İyi insan lafının üstüne gelirmiş derler, hanii.” Karuizawa-san, Ayanokōji-kun’un kapısından ayrılırken söylendi.
“Görüşürüz, Kiyotaka!”
Gerilerek derin bir nefes aldım. Karuizawa-san ise iki kez derin nefes aldı. Hirata-kun hakkında her an bana bir şey söyleyebilir.
“Ba, bay bay!”
108
“Eh, ne?”
Tam kendimi hazırlıyorken, yüzüme bile bakmadan veda etti.
Aceleyle uzaklaşmaya çalıştığını görünce, onu durdurdum.
“Um, Karuizawa-san!”
“Buyur?”
“..Ayanokōji-kun’u alelacele aradığım için özür dilerim. Sizi rahatsız etmişim…”
“Yok, ne demek.. sorun değil.”
“Ama…”
“Ondan tavsiye almak istemiyor musun? Yeni cesaretini kullanman iyi olur.”
Duygularımı telefonda ifade edebilmişim demek. Karuizawa-san durup bana nazikçe gülümsedi.
“Tavsiye için çekinme. Pek iyi konuşamıyor ama söyleyeceği çok şey vardır. O sana aradığın cevabı verir.”
“Evet.”
Buraya kadar geldim… tüm düşüncelerimi ortaya koymalıyım. Karuizawa-san da bana bu konuda yardımcı oluyor.
“Güzel. Seni pazartesi bekliyor olacağım.”
Bana kısaca cesaret verici birkaç cümle söyledikten sonra, hızlıca asansörü çağırdı. Yakın zamanda gelmeyeceğini anlayınca, yangın merdivenlerine doğru ilerledi.
“Sağ ol, Karuizawa-san.”
En azından bana karşı bir huzursuzluğu yok gibiydi.
Sinirlendiğinde ürkütücü oluğuna dair bir izlenimim vardı ancak bugün sakin ve nazik geldi. Off, bunları düşünecek zaman değil.. Ayanokōji-kun’un odasına doğru ilerledim hemen. Zile basıp yaklaşık 30 saniye bekledim.
Ayanokōji-kun sakince beni odasına davet ederken, ben sabırsızlanıyordum.
“Oh, um, ben….. seninle konuşmak istiyordum!”
Çeviren & Düzenleyen : Jj