Elitler Sınıfı - Cilt 17 - Bölüm 6 - Gözdağı
Cilt 17 – Bölüm 6 – Gözdağı
Sınıfın karşına yine pek çok zorluk var. Bir lider için sadece dikilip durumun kötüye gitmesini izlemek kabul edilemez.
Her işi kendi başına halletmek istemekte bir sıkıntı yok ama yeterince iyi değilsen, o zaman sadece fazla idealistsin demektir. Hayır, hatta sıkıntıları halledebilecek yeteneğin olsa bile kendi başına halledebileceğin anlamına gelmez.
Şuanki tek ihtiyacımız sınıf arkadaşlarımıza güvenmek, birlikte çalışmak ve doğru yolu seçmek. Geçen haftasonundan beri yardım etmek için hiçbir somut adım atmadım. Telefonumdan günlük haberlere baktıktan sonra okuldan diğerlerinden biraz geç çıkmaya karar verdim.
Bu şansı bekleyen biri hemen peşimden geldi. Bir çözüme ihtiyaç duyduğumuzda hemen kapıma dayanacağını bildiğim biri.
“Kiyotaka, bu akşam bir yerlerde buluşmaya ne dersin?”
“Seninle konuşmam gereken bir mevzu var.”
Etraftakilerin duymasından endişelendiği için fısıldayarak konuştu.
“Bu akşam Kei ile buluşmayı düşünüyordum, şimdi konuşsak olmaz mı?”
“Aslında…”
Tabiki de evet diyemezdi. Yosuke kulübe gittiği okuldan hemen sonra boş vakti yok. Kulüp etkinlikleri spor festivali sürecinde geçici olarak askıya alınacağı için vakit varken olabildiğince çok katılmak istemesi doğal.
“Sıkıntı yok, ben Kei’le konuşurum, onunla daha sonra da buluşabiliriz.”
“Ah, sağ ol Kiyotaka.”
“…emin olmak için soruyorum, benimle konuşman gerekiyor değil mi?”
Cevabı bilmeme rağmen sordum.
Yosuke tereddüt etmeden kafasını salladı.
“Evet, bence bir an önce harekete geçmeliyiz.”
“Haklısın. Benim odama gelmek istersen akşam için ayarlamaları yaparım.”
Yosuke’nin yanakları rahatladı ve memnun bir şekilde cevap verirken tıpkı bir çocuk gibi gülümsedi.
“Eğer mümkünse Karuizawa-san’ında gelmesi iyi olur, ama gelmeyi kabul eder mi emin değilim…”
“Kei de mi? Eminim gelmeyi seve seve kabul eder de bize engel olmayacağından emin misin?”
“Çözülmesi gereken bazı konular var ve onun da bir el atmasına ihtiyacım var.”
Kei gibi kızlarla derin bir bilgi ağına sahip olan birinin varlığı farklı tabii.
Yosuke’nin yapmaya çalıştığı şeyin; Kushida, Shinohara ve Haruka ile alakalı olduğunu anlamak için sormaya bile gerek yok.
“O zaman… yedi buçuk gibi buluşalım mı?”
“Bana uyar. Tam zamanında orada olacağım.”
Yosuke gözlerinin içi gülümseyerek hızlıca kulüp etkinliklerin olduğu yere doğru gitti.
Birinin sıkıntısı olunca, olay dönüp dolaşıp yine bana geliyor…
“Bu bizim sınıfın iki numaralı problemi.”
Tabiki, bu da göz ardı edilemeyecek şeylerle karşı karşıyayız.
Zor zamanlarında yanında olduğum Yosuke için, böyle durumlarla yüzleşmek zorunda kalması doğaldı.
Kendi ellerinle inşa ettiğin şeyi yok etmek hiç kolay değil ama el elde baş baştayız.
Her halükarda, Kei’yi arayıp yedi buçukta odama gelmesini isteyeceğim.
**
Odama geçip sabırla Yosuke’yi beklemeye başladığımda saat beş buçuktu. Telefonuma bir bildirim geldi.
[Şimdi gelip seninle takılsam olur mu?]
Kız arkadaşım Kei’den sevimli kedi çıkartmalı bir mesaj.
Yosuke ile buluşmamız yedi buçukta yani baya yakın.
[Madem erken geliyorum, neden yemek yemiyoruz?]
Tam cevaplayacak iken yeni bir mesaj geldi. Görünüşe göre benimle yemek yemek istiyor. Cevap olarak ‘bekliyorum’ yazdım.
“Durum buysa benim de bir şeyler hazırlamam lazım.”
Dünden kalanları servis edebilirim ama Kei’yi mutlu edecek hızlı bir şeyler hazırlayacaksam o zaman en iyisi…
Dolabı açtım, tam içindekilere bakıp düşünürken kapı çaldı.
Kapıyı açtığımda Kei’in gülümseyen yüzünü gördüm.
Birazcık şaşırdım ama paniklemedim ve onu içeri davet ettim. İlişkimiz artık herkes tarafından bilindiği için artık onu içeri alırken endişelenmeme gerek olmaması güzel bir şey.
“Erkencisin.”
Ayakkabıları çıkardıktan sonra her zamanki gibi içeri geçti.
“Mesajı sana asansöre binmek üzereyken attım.”
Yani zaten geleceği için… haber vermiş. Böyle planladığını hiç düşünmemiştim.
Yemekleri pişirmeyi bitirdiğimizde, Kei masanın yanına yere oturdu.
“Son zamanlarda odana çok fazla geldiğim için buraya çok alıştım, sanki kendi odam gibi hissettiriyor.”
“Bunu duyduğuma sevindim ancak ben senin odana davet edilme şerefine daha nail olamadım.”
“Oh, evet ya? Utanç verici ama… Tamam, belki bir gün seni çağırırım.”
Bana direk olur demedi. Zaten bir kızın odasında giriyorsanız ortada farklı bir durum var demektir. Her neyse, bu meseleyi fazla deşmeye gerek yok.
“Peki, insanlar ilişkimiz hakkında ne diyorlar, Kei?”
“Kızlar mı? Bence kabullenmeleri şaşırtıcı derecede kolay oldu. Yani demek istediğim… neyse boş ver.”
Bir şey anlatmaya çalıştı ama sanki bir şeyler gizliyor gibiydi. Biraz meraklandığım için söylesin diye baskı yaptım.
“Ne oldu?”
“Aslında biliyorsun, insanların Hirata Yōsuke’ye yakıştırdığı sözde bir statü var. Bir çok kız onun gibi birini neden bıraktığımı merak ediyor.”
Anladım. Yani neden onun gibi bir adamı, hiçbir statüsü olmayan bir adamla değiştirme zahmetinde bulunduğunu anlamamışlar.
Yōsuke ile karşılaştırılmamın bu kadar belirgin olması şaşırtıcı değil.
Bir bakıma, Kei de bundan etkilenmiş. Yosuke’den ayrılan tarafın Kei olduğu zannedilmesi gerekirken, terk edilen taraf Kei’ymiş gibi de düşündürtüyor olabilir insanları.
Alakasız birisi olarak görüldüğüm için, onların şüphelenmelerini garipseyemem.
“Ama bu kadarla bitmiyor bu konu. Senin itibarın son zamanlarda bir anagonobori gibi.”
“Aradığın kelime ‘unaginobori’. ‘Anago’ kısmı yanlış.”
(ÇN: ‘Unaginobori’ Japoncada yılanbalıkları gibi hızlıca artan/yükselen şeyler için kullanılırmış. ‘Anagonobori’ yanlış çünkü ‘Anago’ farklı tür bir hayvan olan Conger için kullanılıyormuş.)
Bilerek laf ebeliği yapıp yapmadığını merak ediyordum ki, Kei’in bana sırıttığını gördüm.
“O kadarını biliyorum, senden beklenildiği gibi.”
“Mükemmel bir öğretmenin var demek ki.”
“Her şey için teşekkür ederim, sensei. Ayrıca gizli özel derslerimiz sağ olsun, notlarım da yükselişte.”
Kei’in akademik başarısı gitgide gelişti ve eylülün başında öyd’sine bakılınca akademik performansının 48’e yani C’ye yükseldiği görünüyor.
Başka bir deyişle, en sonunda normal bir öğrencinin bilgisine ulaşabildi.
Birkaç dakikalık boş gevezelikten sonra ayağa kalktım ve buzdolabına doğru ilerledim.
“Omlet yapacağım, sana da yapayım ister misin?”
Arkama bakmadan sorduğumda, Kei hemen mutlu bir ses çıkardı.
“Yerim, yerim! Lütfen ketçap biraz fazla olsun, şef.”
Kei’ye ev yapımı yemeği ilk defa yapmıyorum.
Çıkmaya başladığımızdan beri düzenli olarak benim odamda yemek yeme şansı elimize geçiyor. O zamandan beri Kei kendi başına yemek pişirmek için çok az eğilim gösterdi ama bu benim için sıkıntı değil.
Bir insanın yemek hazırlaması için kadın ya da erkek olması fark etmez. Eğer o da yemek yapmak isterse tabiki de yapabilir. Kei yemekten memnun olduğu sürece yemek yapmak benim için zahmetli falan gelmiyor.
Kei konuşmayı, konuşmayı ve daha çok konuşmayı seviyor ama ben de iletişim kurmakta pek iyi değilim. Bu yüzden ortamı canlandıran taraf daha çok o oluyor. Bence iyi bir dengemiz var.
Buzdolabından yumurta, ketçap, tavuk ve tereyağı; raftan da salata yağı aldık mı başlamaya hazırım. Donmuş pirinci mikrodalgada çözdürürken bir yandan da soğanları hazırladım. Birazcık havuç eklemek istesem de şansıma dolapta hiç kalmamış. Doğrama tahtasında soğanları doğramak için bıçağı elime aldığım anda arkamda birinin varlığını hissettim. Kei arkamdan geldi ve sırtıma doğru sokuldu.
“Ne yapıyorsun?”
Hareket etmem tehlikeli olduğu için durdum ve sadece konuştum.
“Seni izliyorum~”
Kei böyle cevap verdi ama arkamda olduğu için hiçbir şey görmesi mümkün değil.
“Beni görmezden gel, hareket etmem hiç, sen işini yap.”
“Peki, tamam.”
Bana söylenildiği gibi işime devam ettim. Kesme tahtasındaki soğanları 5mm’lik küpler halinde doğradım. Ben soğanları doğrarken Kei bana daha fazla yaklaştı. O an bıçağı bıraktım ve yumurtaları kırmak için kaseye uzanırken Kei kollarını belime sarıp beni sarmaladı.
“Şimdi ne yapıyorsun?”
“Hmm? Seni izliyorum~”
“Bu kadar yakından bana pek izliyormuşsun gibi gelmedi, daha çok sabotaj oldu bu.”
İşimi zorlaştırıyorsun diye birazcık dürtmeme rağmen tınlamadı.
“Ya ama ben çok mutluyum. Seni mutlu eden bir şey var mı…?”
Sessizce fısıldadı ve bana daha da sıkı sarıldı. Tatmin olmuş gibi bir hali var.
“Ama bu ucuz bir mutluluk. Seni daha fazla mutlu edecek başka bir aktivite yok mu? Mesela istediğin şeyleri almak veya hep izlemek istediğin programı izlemek gibi.”
“Onlar beni mutlu etmek için yeterli değil.”
“Bunlar sadece örneklerdi, eminim seni daha fazla mutlu edecek bir şeyler vardır.”
“Hayır, yok. Olsa bile istemezdim. Şu anki mutluluğum bana yeter.”
Eğer bununla mutluysa, bana söyleyecek başka söz düşmez.
“Yemek yapmaya devam edebilir miyim?”
Bu haldeyken devam etmek baya zor.
“Hmm? Mani mi oluyorum ki~?”
Bana baktı ve gülümsedi. Ondan sonra beni süzüp gözlerimin içine bakmaya başladı.
“Sessiz kalmak için ödül istiyorum.”
“Dolapta biraz çikolata var.”
“Ney? Ama kast ettiğim bu değildi. Bir şeyler eksik. Sevmediğimden değil ama… Her neyse, sessizce bekleyeceğim.”
Tatmin olan Kei geri çekilip yatağın üzerine oturdu.
“İyi, şimdilik omlet yapmaya odaklanabilirim.”
Kei bir telefon bir TV arasında geçiş yaparken yemeğin hazır olmasını bekledi. Ondan sonra, normal akşam yemeği saatinden biraz önce, masaya oturduk.
“Bu arada, Shinohara-san hakkında…”
Bu konu hakkında ona hiçbir şey sormadım ama o kendi başına konuyu başlattı.
“Ne kadar üzgün olsamda her şeyin ortaya dökülmesinden sonra bana baya alındı ve artık benle konuşmuyor.”
“Sıkıntı yok, zaten konuşacağını düşünmüyordum…”
Konu dış görünüşe gelince insanların farklı zevkleri ve tercihleri vardır. Ancak genelde iyi göründüğü düşünülen insanlar, diğer insanlar hakkında küçümseyici sözler söylerler. Bu çok sıra dışı bir durum değil, dünyanın her yerinde durum böyle.
Aslında çoğu zaman, kötü niyetli olarak söylemezler, nasıl desem…. dervişin fikri neyse zikri de odur derler ya o hesap.
“Sen ve diğerleri Shinohara’dan nefret ediyor musunuz?”
“Ben onu sevmiyor değilim. Shinohara-san eğlenceli birisi, ayrıca insanları mutlu etmesiyle ünlü.”
“Anladım. Bu durum, dolaylı olarak Ike’yi de etkiledi.”
“Ben de öyle düşünüyorum…”
“Duyunca üzüleceği şeyler konusunda espriler yapıp konuşup kahkahalar atıyorduk.”
Üzgünmüşcesine pişman bir şekilde bir şeyler mırıldandı.
“Ona karşı çok kaba olduğum için benden nefret edecek misin?”
“İnsan her yerde insan. Dünyanın neresinde olursan ol, başkasının arkasından kötü konuşmayan insan yoktur.”
‘Kulüplerdeki senpaileri sevmem çünkü fazla sertler’, ‘Patron gibi öğretmenlerden nefret ederim’ vb. şeylerden şikayet etmek bile dedikoduya giriyor. Akademik başarı veya insanın dış görünüşü hakkında yorum yapmak da bundan farksız.
“Yine de, ilgili kişinin kulağına kötü dedikoduların gitmesinden kaçınmak gerek.”
“Biliyorum.”
“Böyle bir şey yapacağını hiç düşünmeyeceğiniz kişi olarak Kushida’nın, aranızda konuştuklarınızı sızdırdığını görmek şok edici olmalı. Eh, böyle şeyleri başkasına söylemek her zaman risklidir.”
Kushida’nın, Shinohara’nın görünüşü ile dalga geçtiklerini ortaya çıkartması doğal olarak Shinohara’yı derinden yaralamıştır.
Ve hepsi bu da değil. Shinohara’nın Kei hakkında iyi bir izlenimi olmayan arkadaşları ile, ı Ike ve Ike’nin tayfası…doğal olarak Kei ve arkadaşları hakkında iyi düşünmüyorlar. Yani, iki taraf da birbirini hoş karşılamıyor.
Bir nevi, Shinohara da etrafta açık bir şekilde Kei, Matsushita ve Mori hakkında kötü konuşabilir.
Bu laf dalaşları ya da kötü dedikodu zinciri bir başladı mı bunu durdurmak için uzun uğraşlar gerekecektir.
“Şimdi.. sadece kötü hissettiğin için bu konuyu açmadın herhalde, anlat bakalım neler dönüyor?”
Matsushita’dan bazı açıklamalar aldım ama bir de Kei’den duymam lazım.
“Birkaç kez yanlış anlaşıldım… incittiğim şeyler hakkında konuşarak, tartışarak olayı çözmeye çalıştım ama nafile, o saatten sonra yapabileceğim hiçbir şey yoktu.”
“Uzlaşmaya yanaşmıyordur.”
“Aynen öyle… Ama sonuçta hepsi benim hatam.”
Öyle görünüyor ki, Kei ve arkadaşları Shinohara ile bozulan ilişkilerini düzeltmeyi kendi yöntemleriyle denemişler.
“Yani, sence bu durumu nasıl toparlayabiliriz?”
“Bana mı soruyorsun?”
“Bu kadar şaşırma. Sen kesin iyi bir plan bulursun.”
Şimdiye kadar hiçbir sonuç alınamamasına rağmen Kei de Yosuke ile aynı problemi yaşıyor.
“Düşüneceğim, bana biraz zaman ver.”
Şimdilik bu kadarını söyleyip cevabımı erteleyeceğim.
“Dinle, şimdi diyeceklerim biraz saçma gelebilir ama bir şey sormak istiyorum.”
Ben dinlerken yüzünde meraklı bir ifadeyle bana baktı ve sordu.
“Özel sınavda Sakura-san’ı ÖYD’yi temel alarak attırdın değil mi? Eğer…”
Göz göze geldiğimizde Kei tıkandı.
“Boşver, önemli değildi zaten.”
“Eğer sen sonuncu olsaydın ne yapacağımı merak ediyorsun, değil mi?”
Kei’in gözleri fal taşı gibi açıldı.
“Ike ile ilgili konuşmayı hatırlıyorsun değil mi? Notları kötü ancak sosyal ilişkileri iyi. Öyle bir durumda seni attırmazdım.”
“Eğer hiç arkadaşım olmasaydı? Eğer kızların en alt seviyesinde olsaydım?”
Kendimi huzursuz hissetmeye başladım ve kelimeler ağzımdan hızlıca çıktı.
“Ne saçma bir tartışma bu. Eğer varsayımlarla devam edersek Kei Karuizawa denen kişi tamamen farklı biri olur. Öyle bir durum olsaydı sen ve benim aramdaki ilişki hiçbir zaman bu evreye gelmezdi.”
“Ama… Anladım. peki… Eğer senle çıkmıyor olsaydım çoktan okuldan atılır mıydım?”
Bunları tartışmanın saçma olduğunu anlamasına rağmen kendini tutamadı ve sordu.
“Eğer sahip olduğun yeteneklerin olmasaydı sanırım atılırdın.”
“Oh…”
“Söylediklerim seni incitmiş olabilir ama bu sen değilsin. Şu an olduğun kişi değil. Daha önceden zorbalığa uğradın ve canın yandı. Lisede bu şeyleri tersine çevirmek için bağımsız bir kız olarak kendini yeniden şekillendirdin. Benimle tanışabilmek ve çıkabilmek için Yosuke’yi kullandın. Karuizawa Kei dediğimiz kişi bu.”
Bu şekilde cevap verdiğimde, Kei’nin dudakları bariz bir hüsranla büzüldü.
“Ne olursa olsun seni koruyacağım. Doğru olan şey bu.”
“Anladım.”
Durum ne olursa olsun Karuizawa Kei’yi koruyacağımı anlatmak istedim.
Bu arada…şunu öğrendim ki mantığımı kullanmama gerek yok.
Onun keyfi yerine getirmek için başını kucağıma koyup saçlarını okşamaya başladım. Birkaç dakika kucağımda bir kedi gibi kıvrılışını izlerken Kei aynı pozisyonda konuşmaya başladı.
“Hey, Kiyotaka. Senin Sakura-san’ı attırmanın yanlış olduğunu düşünmüyorum ama Horikita-san’ın Kushida-san’ı sınıfta tutması gerçekten doğru karar mıydı? Kushida-san sınıf için bir engel değil mi?”
Sınıfta kargaşaya sebep olan kişi o. Kei’in onu okuldan attırmamanın bariz bir şekilde dezavantaj olduğunu hissetmesi garip değil, doğal bir tepki.
Hepimizin aklında sorular var. Ama zamanımız tükenirken konuşmak da hiç kolay değil. Ve sonuçta herkes kendini kurtarmanın peşinde. Sınavların bitmesinden iki gün sonra coşku azalmaya başladı. Bazıları doğru şeyi yapıp yapmadığımızı merak ederken, bazıları da atılmadığı için mutlu. Diğerleri de sıradakinin kendileri olabileceğinden dolayı tedirgin.
“Airi’de olmayıp da Kushida’da olan şey ne biliyor musun?”
“Ne? Spor mu ya da çalışkanlık mı? Kushida-san her şeyde iyi.”
“Yüzeysel olarak bakarsan doğru ama asıl kısım o değil.”
“Ne demek istiyorsun.”
“O, Horikita’nın lider olarak ilerlemesinden önemli biri haline gelebilir. Horikita’ya yoldaş bile olabilir, sen veya Yosuke gibi değil.”
“Kushida-san mı…?”
“Horikita’nın kendisinin de tam olarak anladığını sanmıyorum. O sadece sıkıntılı bir durumda, hiç vakit kaybetmeden kendi içgüdülerine güvendi.”
“Kushida-san’ın sahip olupta Sakura-san’ın sahip olmadığı şey demek bu.”
“Sadece Kushida’nın sahip olduğu bakış açısı, düşünce biçimi…o popüler olsun ya da olmasın, kendisine has özellikleri olan birisi. Horikita’yı yönlendiren şeyler de bunlardır.”
Kei tamamen ikna olmadı.
Acaba bu doğal bir tepki mi? Bu sözlerim tamamen belirsiz bir geleceğe ait. Horikita’nın doğru kararı verdiğini düşünmek sadece bir teoriden ibaret şuan.
“Horikita, Haruka ve ona yakın olanların kendisine kinleneceğini biliyordu. Ama kısa sürede verilen kararın sonucunun gerçekleşmesini olanaksız. Bekleyip görmekten başka çaremiz yok.”
“Ama Hasebe-san ondan daha çok senden nefret etmiyor mu?”
“Evet.”
Zamanımız tükenirken oy birliğini sağlamak zordu. Horikita ne kadar dil dökerse döksün, istediği bilgiye ulaşamadı. Dahası eksi sınıf puanı da kabul edilemez bir gerçeklikti. Öyle bir durumda benim elimden de bir şey gelmezdi.
“Çözümün, cevabın ve sonucun ne olduğunu önceden kestirebilseydik her şey çok kolay olurdu ancak gerçek şu ki böyle bir şey mümkün değil.”
“Horikita-san’dan mı bahsediyorsun?”
“Önünde atlayıp atlayamayacağının belli olmadığı bir engel olduğu düşün. Eğer deneyip başarısız olursan bir daha atlayamayabilirsin, yere düşebilirsin, ayağını incitebilirsin ya da gerçekten şanssızsan bir kemiğini bile kırabilirsin.”
Engelleri yeteneğinizin önünde duruyormuş gibi düşünebilirsiniz.
“Engelin üstünden kesinlikle geçeceğinden emin olmak için ne yaparsın?”
“Ummm… zıplamadan önce fazlasıyla analiz mı?”
“Eğer onu dahi yapmazsan?”
“O zaman tek yolu zamanı gelince denemek, değil mi? Her türlü tek yol bu gibi görünüyor…”
“İşte bu da aynı şey. Horikita koşmaktan vazgeçmeyip önündeki engelin üzerinden atlamaya çalıştı.”
“Yani, Horikita-san atlarken çuvallayıp düştü mü diyorsun?”
“Hayır, sadece sıçradı ve engele çarptı. Yarası ne kadar
kötü, düşecek mi? İyi olacak mı yoksa ciddi bir şekilde yaralandı mı? Bunlar hala belirsiz.”
Engelden kaçınmak kolay. Yapman gereken tek şey zıplamamak ve etrafından dolanmak.
…Horikita’yı bu şekilde izlemek bana daha cazip geliyor.
Yine kendimi okula ilk başladığımki halimle, bunları nasıl hayal edebildiğimi düşünürken buldum.
“Demek olanlar bunlar. Ama Horikita-san’ın kararı beni pek ikna etmedi. O kendi sözünü tutmayıp Kushida-san’ı koruyacağını bile söyledi.”
Bir nevi gözdağı verme amaçlı söylemişti. Ancak şu ana kadar Horikita’nın sınıfının disiplin konusunda gevşek olduğu da ortada.
Bu konunun irdelenmesiyle beraber, artık hepimiz kişisel güvenliğimizin garanti altında olmadığını biliyoruz. Tabi, Horikita’ya olan güven ciddi bir şekilde sarsıldı ama bu ilerideki özel sınavlarda A Sınıfına yaklaşma hedeflerini devam ettirmelerine olanak sağlayarak telafi edilebilir.
…Biz konuşmamızı bitirene kadar saat yedi oldu.
Çeviren:Ns