Elitler Sınıfı - Cilt 2 - Kısım 6 - Tek Çare (4)
Cilt 2 – Kısım 6 – Tek Çare (4)
Müzakerenin başlamasından 10 dakika önce, Sudou-kun’la birlikte öğrenci konseyi odasına vardık. Sadece Tachibana-san buradaydı. Abimden veya diğer öğrencilerden eser yoktu.
“Tanrım, çok gergin hissediyorum. Ya sen Horikita?” diye sordu Sudou.
“Her zamanki gibi hissediyorum.”
Bu vaka bugün karara bağlanacaktı. Özellikle benim için kolay geçmeyeceğinin farkındaydım. Sudou’nun tamamen masum olduğunu iddia etmiştim sonuçta. Eğer stratejim başarısız olursa, yaptığım boşa gidecekti. Sınırların dışına oynamakla avantaj elde edilebileceğini fark ettiğimden, böyle bir plan hazırladım.
Eğer stratejim başarısız olduysa, olayın birbirimize suçlamalar yağdırdığımız bir sözlü savaşa dönmesi olasıydı. Sonuç ise, bizim daha önce reddettiğimiz tekliften kesinlikle daha beter olurdu. O zaman da Sudou-kun benden nefret ederdi. Yanlış kişiye güvenmiş olurdu.
Yine de yakınışlarını göz ardı edemezdim, konseye yapılan karşı çıkıştan ben sorumluydum.
Alternatif olarak; eğer Sudou-kun isterse, onlarla anlaşma ihtimalimiz olabilirdi. Alacağı cezayı mümkün olduğunca azaltmak isteyeceklerdir muhtemelen. Eğer bunu tartışmanın ana odağı yaparsak, Sudou-kun’un alacağı cezayı da hafifletebilirdik.
Yeniden uzlaşı sağlamak, yenilginin başka bir adıydı. Yine de mevzubahis şahıs bunu tercih ederse, bize laf etmek düşmezdi.
Kısa bir süre sonra, konsey kapıları açıldı. Kalbim iki kat daha hızlı atmaya başladı. Abim… Sözlerim göğsümde sıkışıp kalmıştı, çıkmıyorlardı dışarı.
Anlamış olmam gerekse de, saldırı altındaymış gibi hissettim. Titreme, ürperme ve baş dönmesi gibi çeşitli semptomlar sağ olsun; çökmüştüm. Yine de dünkü hataları tekrarlayamazdım.
Bakışlarımı abimden çektim. Yüzleşmem gereken başka rakiplerim vardı.
“Aman aman, bizim dünkü çocuk yok galiba?”
C sınıfının rehber öğretmeni, Sakagami-sensei geldi. Chabashira-sensei de onunlaydı.
“Ayanokouji nerelerde, Horikita?” diye sordu.
“Katılmayacak o.”
“Katılmayacak mı?”
Chabashira-sensei, şaşkın bakışlarla boş koltuğa yöneldi. Yokluğundan endişelenmiş gibi duruyordu, sanki o olmadan kaydedilecek gelişmeler bir anlam ifade etmeyecekmiş gibi. Yani, tam olarak anlamsız da değil ama işte… Anlaması güçtü. Yine de Chabashira-sensei’in tavrının, Ayanokouji-kun’un olaya el attığının kanıtı olduğuna dair içimde bir his vardı.
“Yani, yokluğunun sonuçlar üzerinde etkisi olacağını zannetmiyorum.”
İtiraf etmek istemesem de, gölgesinden kurtulmak istiyormuşçasına böyle söyledim.
“Eh, her neyse. Karar size kalmış.”
İki öğretmen de yerlerini aldı. C sınıfı öğrencileri geldiği gibi toplantıya başlayacaktık. Zamanı geldiğinde, savaş nasıl gidecekti acaba? Eh, basitti. Karşı tarafın söylediklerine itiraz edecektik. Yalan söylediklerini vurgulayacak, söyledikleri yalanların içinden geçip gerçeği söyleyenlerin biz olduğunu dile getirecektik. Olacak olan buydu.
İki taraf için de aynısı olacaktı. Yalanlar yoluyla gerçeğe ulaşacaktık. Bu, gerçek ile yalanlar arasındaki bir savaştı. Ortaya fikirler atabilirdik, ancak yalnız tek bir çözüm olabilirdi.
C sınıfı öğrencileri sonunda geldi. Hepsi terler vaziyetteydiler, acele etmişler gibiydi.
“Son anda yetiştiniz.” dedi Sakagami-sensei, gelmelerinin verdiği rahatlamayla iç çekerekten.
“Peki o halde, dün kaldığımız yerden devam edelim. Yerlerinizi alın lütfen.”
Tachibana-san, C sınıfı öğrencilerine oturmaları yönünde talimat verdi. Yine de hiç oralı olmadılar. Yerine, Sakagami-sensei’in önünde dikilmeye devam ettiler.
“Oturacak mısınız?” Tachibana-san isteğini tekrarlasa da, o üçü hareket etmedi.
“Umm… Sakagami-sensei.”
“Ne var?”
Tek ben değil, herkes bir şeylerin garip gittiğinin farkındaydı.
“Bu davayı sürdürmememiz mümkün mü?”
“Ne? Ne demeye çalışıyorsunuz oğlum siz?”
Sakagami-sensei, bu beklenmeyen istek üzerine ayağa kalktı.
“Bir anlaşma mı yapmak istediniz? Ya da çoktan bir uzlaşıya vardınız?”
Abim, C sınıfı öğrencilerine keskin bir bakış attı. O üçüyse ahenk içinde başlarını sağa sola salladılar, uzlaşmaya varmak istemediklerini söylediler.
“Hatanın hangi tarafta olduğunu dair dişe dokunur hiçbir şey söylemediğimizi fark ettik. Olayı okula götürmek bir hataydı. Bu yüzden, şikayetimizi geri çekmek istiyoruz.”
“Şikayetinizi geri mi çekiyorsunuz?”
Chabashira-sensei konuşurken kıkırdadı. Hafifçe gülümsedi. Eğleniyormuş gibiydi.
“Bu kadar komik olan ne, Chabashira-sensei?” Sakagami-sensei, Sensei’in bu tavrından hoşlanmamış gibi sinirli sinirli ona baktı.
“Ah, özür dilerim. Bu öngörülmedik gelişme karşısında şaşırdım sadece. Bir taraf yenilene veya kabul edilebilir bir uzlaşmaya varılana kadar, tüm gün tartışırız zannetmiştim de. Ama tüm bunların aksine, inanılmaz bir şekilde şikayetlerini geri çekmek istediklerini dile getirdiler.”
“Öğretmenlerimiz, konsey üyeleri, zamanınızı aldığımız için üzgünüz. Yine de dikkatlice düşündükten sonra hepimiz bunda karar kıldık.”
Onların bu talepte ısrar etmeleri, bunu yapmaya kesin olarak karar verdiklerini gösteriyordu.
Görünen o ki Ayanokouji-kun ve Ichinose-san işleri güzelce halletmiş. Sakin görünmeye ve doğal davranmaya karar verdim, rahatlayışımı belli edemezdim.
“Tabii ki de böyle bir yol izleyemezsiniz. Yanlış bir şey yapmadınız ki. Tüm bu olay, tüm bu şiddet Sudou-kun’un başının altından çıktı hep. Orada sessizce oturup, yanına kar mı bırakmak istiyorsunuz cidden?”
Sakagami-sensei bir şey fark etmiş gibi, kızgınlığı gözlerinden okunur şekilde Sudou’yla bana yöneldi.
“Ne yaptınız? Öğrencilerimi şiddetle tehdit edip geri mi çektireceksiniz şikayetlerini?”
“Ne? Boş yapma. Hiçbir şey yapmadım ben.” dedi Sudou.
“Siz zorlamadıkça benim öğrencilerimin şikayetlerini geri çekmesinin imkanı yok. Doğruyu söyleyin. Eğer itiraf ederseniz, cezanızdan kısabiliriz.”
“Sakagami-sensei… ne derseniz deyin, biz geri çekmekte ısrarcıyız. Kararımız değişmeyecek.”
Sakagami-sensei, öğrencilerinin dediklerine anlam veremiyormuş gibi başını eğdi ve geri yerine oturdu.
“Eğer şikayetinizi geri çekmek istiyorsanız, bunu kabul edeceğiz. Bir vukuatın görüşülmesi esnasında şikayetin geri çekilmesi gerçekten de pek görülmeyen bir olay olsa da, onaylamakta bir sakınca yok.”
Abim, öğrenci konseyi başkanı, soğukkanlılığını ve sakinliğini korumaya çalıştı.
“Bekleyin bir saniye. Anlamıyorum. Neden şikayetinizi böyle geri çekiyorsunuz ki?”
Sudou-kun’un tek bir kelime daha etmemesi için kolundan yakaladım.
“Horikita?”
“Kes sesini.”
Açıklamaya zamanım yoktu maalesef. Bu yüzden kolundan sertçe çektim ve geri oturttum.
“Eğer şikayetinizi geri çekecekseniz, buna bir itirazımız yok. Kabul ediyoruz.”
Bir yalan üzerine duruşmaya gelmesi üzerine Sudou-kun’un yaşadığı tatminsizliği anlayabilsem de, şikayet geri çekildiği takdirde kazanan veya kaybeden olmazdı. İstediğimiz de buydu zaten.
“Yine de, yönetmelik gereği yapılan toplantılar sonucu oluşan muhtelif harcamaların karşılanması adına belli bir miktar puan ödenmesi gerekecek. Buna itirazı olan var mı?”
İlk defa böyle bir şeyi duyuyorduk. C sınıfı öğrencileri üzgün görünseler de, hemencecik kabul ettiler.
“Anlıyoruz… ödeyeceğiz.”
“Gayet güzel. O halde bu olay neticeye erdi. Şu andan itibaren, tüm vukuat sona ermiştir.”
Olayın sona erişini, perdelerin kapanışını izlerken; kim böyle bir sonucu tahmin edebilirdi ki diye merak ettim. Bu esnadaysa, Chabashira-sensei’in hiç gizlemeden doğrudan bana gülümseyişini gördüm.
“Sudou-kun,” diye devam ettim. “Daha da ceza almayacaksın. Okul da seni sıkıntılı bir öğrenci olarak görmeyecek. Bugünden itibaren klüp aktivitelerine katılabileceksin. Doğru değil mi Sensei?”
Doğrulaması için Chabashira-sensei’e baktım.
“Tabii. Doğal olarak, aynısı C sınıfı öğrencileri için de geçerli. Gençliğin verdiği coşkunluk boşa gitmemeli. Yine de, bundan böyle sorunlara yol açarken bu olayı hatırlayın. Unutmayın. Tamam mı?”
Bunu iki tarafa da altını çize çize söyledi. Sudou-kun oldukça memnuniyetsiz dursa da, onaylarcasına kafasını salladı. Sanırım basketbol oynayabileceği haberinin verdiği mutluluk, tatminsizliği karşısında galip geldi. Kushida-san ve Hirata-kun’un yaptıkları da meyvesini vermiş oldu.
Sakagami-sensei, öğrencileriyle yavaşça ayrıldı. Kapı kapandığı an, cevap vermeleri için yakalarına yapıştığını duyar gibi olduk. Yine de önemsizdi. Daha da böyle aptalca şeylerle uğraşmazdık muhtemelen.
“Adına sevindim, Sudou.” dedi Chabashira-sensei, mutlu bir şekilde.
“Eheh, yaşasın ya!”
“Kişisel olarak, cezalandırılman gerektiğini düşünüyordum.” diye ekledi kırıcı bir şekilde.
Sensei sözleriyle, zaferi üzerine hala neşeli olan Sudou’yu kınadı.
“Tüm bu yaşananların sebebi senin davranış tarzın. Doğruyu söyleyen kim, yalan söyleyen kim falan bunlar önemsiz. Önemli olansa, bu tür olayların tekrarlanmasına izin vermemen. Anlıyorsun değil mi?”
“Evet…”
“Bununla birlikte, kabahatlerini kabul etmen ‘havalı’ falan değil. Yani kişiliğinin bir dereceye kadar suçlu olduğunu kabul etsen dahi, kabadayı misali davranıyorsun. Güçleniyorsun. Bu iyi bir şey. Yine de, böyle davranmaya devam ettiğin takdirde, gerçek arkadaşlar edinmen imkansızlaşacak. Eninde sonunda Horikita da seni terk edecek. Senden umudu kesip, alıp başını gidecek.
“Şey…” Ona tam anlamıyla arkadaşım diyemezdim.
“Hatalarını itiraf etmekte metanet vardır Sudou.”
Chabashira-sensei, ilk defa bir rehber öğretmeni misali öğrencilerden biriyle temasa geçmeye çalışmıştı. Sudou-kun’un, bilmeden de olsa Sensei’in demeye getirdiği şeyi anladığını düşünüyorum. Başını eğdi ve sandalyesine gömüldü.
“Anladım… Eğer baştan bu şekilde davranmamış olsaydım, o elemanlara da vurmuş olmazdım. Olaylar bu kadar büyümezdi. Biliyorum, bir yerlerden biliyorum bunu.”
Şikayet ortaya ilk çıkageldiğinde, C sınıfının yalan söylediğini iddia etti ve devamında da yalnız bunu tekrarlayıp durdu.
“Kendimi tatmin etmek için istediğim herkese sataştım. Yine de artık bu doğru değil… Ben bir D sınıfı öğrencisiyim, ve kişisel hareketlerim tüm sınıfı etkiliyor. Şimdi de bunu ilk elden tecrübe ettim…”
Sudou-kun harbiden de fark etmediğim şekillerde anksiyete ve stresle başa çıkıyor olabilirdi.
“Daha fazla sıkıntı çıkarmayacağım kimsenin başına. Sensei. Horikita.”
Bunlar, Sudou-kun’un ağzından duymuş olduğum ilk pişmankar sözlerdi. Chabashira-sensei’in şaşırıp şaşırmadığını merak ettim. Şaşırması yersizdi. Sudou-kun bu kadarını anlamış olabilirdi, ama o hala Sudou-kun yani. İnsan sadece bir günde değişemez.
“Böyle gelişigüzel sözler verip durma. Çok yakında gene başımıza dert açacaksın.”
“Tch!”
Sudou-kun’un eksiklikleri konusunda sezgileri kuvvetli olan Sensei, çocuğun verdiği söze itibar etmedi.
“Sen ne düşünüyorsun Horikita? Sence Sudou’nun örnek öğrenci olma potansiyeli var mı?”
“Yok bence de Sensei.”
En ufak şüphe göstermeden, Sensei’in görüşüne katıldığımı söyledim. Yine de tüm söyleyeceklerim bundan ibaret değildi.
“Yine de… Sudou-kun’un da hakkını yememek lazım. Bugün kesinlikle biraz olsun ilerleme kaydetti. Suçlu olduğunu kabul etti. Bu yüzden, gelecekte daha da çok yol alacağından eminim.”
“E-evet…” dedi Sudou-kun.
“Bunu duyduğuma sevindim Sudou. Görünen o ki Horikita senden daha umudu kesmemiş.”
“Hayır, ondan umudu keseli çok oldu. Sadece kendini daha da salmaması için uğraşıyorum.”
“B-bu ne demek oluyor!?”
Sudou-kun, üzerinden ağır bir şeyi bırakmışçasına başını kaşıyıp gülümsedi.
“Neyse, kaçıyorum ben. Katılmam gereken kulüp etkinlikleri var. Sonra görüşürüz, Horikita.”
Bu sözleri söylediği gibi, Sudou-kun alelacele odadan çıkıp koridora yöneldi. Vicdan azabının v’si yoktu. Çok büyük ihtimalle, yakında yine ağrıtacaktı başımızı. Tam bir baş belasıydı.
“Ayrılmama müsaade var mı Sensei?”
“Biraz bekle. Seninle konuşmak istediğim bir şey var Horikita. Siz ikiniz ayrılın yine de.”
Chabashira-sensei, abime ve Tachibana-san’a ayrılmalarını söyledi.
Onlar gittiği an, son derece ilgili bir şekilde kollarını masada birleştirdi.
“Söyle bakalım, nasıl yöntemler kullandın Horikita?”
“Ne demek istiyorsunuz?”
“Anlamazlıktan gelme, bir nedenleri olmadıkça şikayetlerini geri çekmelerinin imkanı var mıydı sence?”
“Bunu sizin hayal gücünüze bırakıyorum.”
Köşeye sıkıştırıldığımızdan, bir yalan uydurmak zorunda kalmıştık.
“Bir sır demek, hmm? O halde soruyu değiştirmeme izin ver. C sınıfını alt eden stratejiyi öneren kimdi?”
“Neden bu kadar ilgilisiniz?”
“Ayanokouji burada olmadığından, biraz meraklandım sadece.”
Okula başladığımızdan beri Sensei, Ayanokouji-kun’la kafayı bozmuştu. Nedenini bir şekilde anlıyordum şimdi.
“Bunu söylemek istemesem de, Ayanokouji-kun… gerçekten de çok müstesna kabiliyetlere sahip.”
Bunu söylediğim için kendime şaşırdım, yenilgimin itirafı gibi bir şeydi. Yine de o olmadan, elde ettiğimiz zafer bu kadar nihai olmazdı.
“Anladım. Yani onun üstünlüğünü tanıyorsun?”
“Bu kadar şaşırtıcı mı gerçekten? Beni Ayanokouji-kun’la bir araya getiren sizdiniz, Chabashira-sensei. Bunu yaptınız çünkü Ayanokouji-kun’un vaat ettiği potansiyeli görmezden gelemediniz, haksız mıyım?”
“Vaat ettiği potansiyeli demek, hmm?”
“Gizemli bir nedenden ötürü kabiliyetlerini gizleyerek aptal misali davranma çabaları da olsa.”
Evet, gerçekten de idrakı güç bir durumdu bu. Böyle bir davranışa anlam veremiyordum. Saçma sapan bir şey olması olasıydı.
“Düşünülmesi gereken çokça şey var. Yine de A sınıfına ulaşmak istiyorsan, sana ucundan tavsiye vereyim.”
“Tavsiye mi?”
“D sınıfındaki öğrencilerin hiçbiri tamamen sağlam değil. Hepsi bir yönden, düşük ya da yüksek derecede noksan. Diğerlerinin tabiriyle, ‘defolu mallar’. Yine de sen bunu çözeli çok oluyor, öyle değil mi?”
“Defolu mal olduğumu kabul etmek istemesem de, anlıyorum.”
“O halde, sence Ayanokouji’nin noksan olduğu yön ne?”
Ayanokouji-kun’un kusurlu yönü, ha? Aklıma aniden bir şey geldi.
“Bunu çoktan saptadık zaten. Eksik olduğu noktayı kendisi de biliyor.”
“Ah, öyle mi? Ne peki?”
“Kendisinin ’beladan hoşlanmama’ durumu var.” diye özgüvenli bir şekilde cevapladım. Yine de açıklayamadığım, tuhaf bir rahatsızlık duygusu beni ele geçirmişti.
“Beladan hoşlanmıyor demek, hmm? Ayanokouji’ye baktığın zaman aklına gelen şey bu mu?”
“Hayır, bunu kendisi söyledi zaten.”
Chabashira-sensei nefesini verdi ve kıkırdadı. Yeniden konuşmaya başladı, ses tonu sertti.
“İyi o zaman, Horikita. O halde bu Ayanokouji denen çocuk hakkında vakit kaybetmeden toplayabildiğimiz kadar bilgi toplayalım, olur mu? Diğer türlü çok geç kalmış oluruz. Ayanokouji’nin tuzağına çoktan düşmüş gibi duruyorsun.”
“Ne demek istiyorsunuz?” Tuzağına düşmek mi? Saçmalıktı.
“Sence neden giriş sınavında kasten her dersten 50 puan aldı? Sence neden sana yardım ediyor? Sence niçin üstün yeteneklere sahip olmasına rağmen, üstün öğrenci havalarına girerek meydana atılmıyor? Ayanokouji Kiyotaka, gerçekten de ‘beladan hoşlanmayan’ birisi mi?”
“Bu…”
Eğer gerçekten onun için huzur ve sakinlik öncelikliyse, neden her dersten 50 puan alarak tüm dikkatleri üzerine çeksindi ki?
Yoksa bu olaya da mı müdahale etmişti? Onun da diğer birçok öğrenci gibi, dikkatlice izlenmesi gereken biri olup olmadığından emin değildim. Chabashira-sensei’in dediği gibi, davranışları ‘beladan hoşlanmayan’ bir kişilik tarzına uymuyordu. Bu şuursuz kavrayışım, biraz önceki duyduğum rahatsızlığın nedeni olmalıydı.
“Kişisel görüşüm, Ayanokouji’nin D sınıfındaki en defolu öğrenci olduğu yönünde.”
“En defolu öğrenci mi?”
“İşlev arttıkça, idame zorlaşır. Eğer onu nasıl idare edeceğini yanlış anlarsan, tüm sınıf birden tamamen sağa sola dağılabilir.”
“Sensei, ciddi soruyorum, onda ‘defo’ olarak nitelendirebileceğiniz ne var?”
“Ayanokouji’yi daha iyi tanıyalım. Ne düşünüyor? Hamlelerini, neyi baz alarak yapıyor? Ölümcül noktası ne? Bu soruların mutlaka bir cevabı var, Horikita.”
Neden Chabashira-sensei bana böyle şeyler söylüyordu ki? Rehber öğretmenimiz olarak, sınıfından bihaber ve çok ilgili olmayan bir tavır sergilemişti genelde. Yine de, madem bu kadar umursamazdı, ne diye böylesi… ?
Sensei, tek kelime daha etmedi.
Çeviren: lightningbridge
Düzenleyen: Fatoshisme