Elitler Sınıfı - Cilt 7.5 Bölüm 9 - Ibuki, Ayanokouji'ye Karşı
Cilt 7.5 Bölüm 9 – Ibuki, Ayanokouji’ye Karşı
Sinemada yaşadığım ufak çaplı maceranın etkisiyle omuzlarım tutulmuş ya. Omuzlarımı gevşetmek için esneme hareketi yaparken bugün başıma gelen olayları zihnimden geçirmeye başladım.
Beklenmedik bir şekilde önce Sakayanagi sonra İbuki ile karşılaşmam, sinemadaki arıza ve seansın iptal olması.. Anlaşılan şanslı günümde değilmişim. O yüzden bugünlük daha fazla atraksiyona maruz kalmamak için hızlı adımlarla yurda doğru yöneldim. Planım günün kalan kısmını odamda sakin bir şekilde geçirmekten ibaretti. Ama garibin bahtı ne zaman gülmüş ki?
“Hey, Bekle—“
Bana seslenen İbuki, seri hareketlerle önüme geçti ve yolumu tıkadı.
“Gerçekten yeteneklerini herkesten saklamaya devam edebileceğine inanıyor musun sen?”
“Çatı katında gerçekleşenler hakkında bu kadar yüksek sesli konuştuğuna bakılırsa bu olayların ortaya çıkmasını umursamıyor gibisin.”
“Dalga geçmeyi kes! Bunca zamandır içten içe benimle alay ediyormuşsun meğerse. İşte bunu kabullenemiyorum.…”
Söylemesine gerek yoktu zaten. Yaşadığı olaylara karşı duyduğu öfke ve kızgınlık, yüzünün her santimetre karesine açıkça yansımıştı.
“Eee, tutup bütün olup biteni okula mı bildireceksin, ne yapacaksın?”
“Bunu yapmayacağım çünkü eğer yaşananlar idarenin kulağına giderse zarar gören tek kişi ben olmam değil mi?”
“Doğru, eğer çatı katında olanlar yayılırsa sadece kavgaya karışanlar değil Manabegil gibi olayla sadece uzaktan alakası olanlar da bu işten paçasını kurtaramaz.”
Okul idaresi ipuçlarını toplayarak olaya karışan herkesi cezalandırabilir. Yine de ortada kesin bir delil olmadığı için kendimi aklayacak bahaneleri çoktan hazırlamıştım. En kötü ihtimalle kısa bir uzaklaştırma yerim ama C sınıfı alacağı cezalarla, bir daha toparlanamayacak bir hale düşebilir.
“Zaten sınıflar arası rekabet okul sisteminin temelini oluşturuyor. Yani yaptıklarım için beni suçlaman veya bana kızman mantıksız bir hareket.”
“Çevirdiğin onca dalavereden sonra bu kadar rahat olmana ayrı bir öfkeleniyorum zaten. Haberin olsun, bu sonucu asla kabullenmeyeceğim!”
Buradan bakınca İbuki; hala çocukluktan çıkamamış, henüz “olgunlaşamamış” küçük bir kıza benziyor. Anladığım kadarıyla küçüklüğünden beri savunma sanatlarıyla uğraşmış ve sürekli olarak dövüş yeteneğiyle övünüp durmuş.
Ancak kişinin elinde olmayan faktörler her zaman için vardır: Çocuklukta erkekler ve kızlar arasındaki farklılıklar o kadar belirgin değildir. İki tarafın da vücudu benzer şekilde geliştiği için fiziksel farklar yok denecek kadar azdır. Ama ergenliğe başlangıcından itibaren aradaki güç farkı sürekli olarak artar. Bir noktadan sonra herhangi fiziksel müsabakada ortalama bir kadının ortalama erkeğe karşı hiçbir şansı kalmamaya başlar.
Bu ayrımcılık değil, doğamızda mevcut olan bir ayrışmanın teyit edilmesi sadece. Tabii ki de liselilerin ortalaması göz önüne alındığında İbuki’nin dövüş kabiliyetinin -aldığı eğitimin de etkisiyle- oldukça iyi bir durumda olduğunu söyleyebiliriz. Herhangi bir savunma sanatında uzmanlaşmamış bir erkeğin onun karşısında durma şansı yok. Ancak kendisiyle aynı dövüş eğitimi almış bir erkeğin karşısında da İbuki’nin ne yazık ki kazanmak için herhangi bir şansı yok…
Normalde insanlar; belli bir yaşa geldikten, belli tecrübeler geçirdikten sonra, bu gerçeğin (bazı konularda, daha doğrusu birçok konuda ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar geçemeyecekleri bir kitlenin olduğu gerçeğinin) farkına varırlar. Halk arasında bu farkına varmaya “Olgunlaşmak” denir.
Ama İbuki henüz lise birinci sınıfta ve doğuştan sahip olduğu zafiyetleri kabullenme konusunda herhangi bir adım atamamışa benziyor..
“Bakıyorum sessizleştin. Ne düşünüyorsun böyle derin derin?”
“Bu problemi barışçıl yöntemlerle çözmenin yollarını arıyordum aslında.”
“Eee? Dişe dokunur bir şey bulabildin mi peki?”
“Ne yazık ki aklıma herhangi bir çözüm gelmedi. Anlaşılan ne kadar uğraşırsam uğraşayım seni barışçıl yöntemlere ikna edemeyeceğim galiba.”
“Doğru. Ne dersen de geri adım atmayacağım.”
Aman ne güzel….
“Filmlerle aran iyi galiba?”
“Haa?!”
Yüzündeki ifade tam olarak “Hayırdır neyin peşindesin sen?” diyordu. Bu tür tatsızlıkları bir kenara bırakarak konuşmayı sürdürmeye çalıştım:
“Yani noele bu kadar az kalmışken yalnız başına neredeyse hiç bilinmeyen düşük bütçeli bir filme gelmenden sinemayı sevdiğin sonucunu çıkarıyorum.”
“Bu seni hiç ilgilendirmez. Kendime göre sebeplerim var benim.”
“Sebep derken?”
“…… Okulda gösterime giren her filmi izlemeyi hedefim. Öyle pek ahım şahım bir hedef değil gerçi.”
Aslında oldukça tuhaf ve ilgi çekici bir hedef gibi. İlk bakışta çok kolay sanılsa da ,kendimden biliyorum, göründüğünden daha zor bir hedef. En temel problem kötü filmler. İlgi alanına giren eserleri kolaylıkla izleyebilsen de kötü çekimlere veya sana hitap etmeyen yapımlara bilet alıp sinema salonunda izlemek, harbiden azim ve bol miktarda sabır gerektiren bir iş. Sonuçta İbuki’nin böyle bir amaca sahip olması beklenmedik ve şaşırtıcı bir durum.
Sessizliğimi yanlış yorumlayan İbuki, öfkeyle söylendi:
“Ne yani, sence çocukça bir hedef mi bu?’’
“Yok, öyle değil.”
Normal bir arkadaşım olsa onu bu azminden dolayı içtenlikle tebrik ederdim ama konu İbuki olunca işler biraz… Anlarsınız ya “zorlaşıyor”. Neyse konu ne olursa olsun buradan hızlı bir şekilde ayrılmalıydım. İbuki’yle bu kadar uzun süre yan yana durursam başkaları bizi bir arada görebilir ve bu, istenmeyen birtakım sonuçlara sebebiyet verebilirdi . O yüzden vakit kaybetmeden hamlemi yaptım:
“Peki bugün için başka bir planın var mı? İstersen gidip bir yerde birlikte çay içeb—“
“Ha!? Saçmalama ben yurda dönüyorum.”
Planım işe yaramış gibi duruyordu. İbuki, arkasına dönüp uzaklaşmaya başladı. Ben de zıt yöne dönüp ilerlemeye başladım. Ancak…
Bir anda kolum arkadan çekildi.
“Hey ne oluyor?”
“Kapa çeneni. İshizaki ve diğerleri buraya doğru geliyor…”
Beni en yakınımızdaki kolonların birisinin arkasına çekti ve yolu gözlemeye başladı. Bakışlarını takip ettiğimdeyse Komiya ve Kondou’yu ayrıca ikisinin ortasındaki İshizaki’yi fark ettim. Ancak yürüyüşü biraz tuhaftı. Yoksa topallıyor muydu? Gerçi çatı katında olanlardan sonra vücudun ağrılar içinde olması normaldi.
“Ishizaki topallıyor mu? Yoksa bana mı öyle geliyor?“
“Kes sesini. Turp gibi o.“
Ben bunları düşünürken Komiya, bir bilgiyi teyit etmek istercesine konuşuyordu:
“İshizaki duyduklarımız doğru mu? Ryuen-san’ı gerçekten patakladınız mı?’’
“….Evet, İbuki ve Albert de benimleydi. Ryuen-san’ın…. Hayır Ryuen’in devri artık kapandı. Bundan sonra kimseye hizmetkarı gibi davranıp sağa sola emir yardıramayacak.”
“İyi olmuş ama bilirsin… Şimdi sınıf stratejilerini kim çekip çevirecek peki?”
“Yüksek ihtimalle Kaneda ipleri eline alacak gibi.”
Üçlü arkadaş grubu bu konuşmalar eşliğinde önümüzden çekip gittiler.
“Fuu, bizi fark etmediler.”
İbuki saklandığımız yerden çıkarken rahatlamış gibi duruyordu. Görünüşe göre, sınıf arkadaşları özellikle İshizaki tarafından benimle birlikte görünmek istemiyordu. Çatı katında olanları düşünürsek oldukça makul bir istekti bence.
“Bu arada İshizaki’den aldığım bir maile göre Ryuen okulu bırakmaktan vazgeçmiş.”
“Aaa öyle mi olmuş?”
Konuyla alakasızmışım gibi cevap versem de İbuki bunu yemedi ve aramızdaki mesafeyi kapatır halde, gözlerini gözlerime dikerek üsteledi:
“Sen.. Onu okulda tutmak için bir şeyler yaptın değil mi?”
“Yaptıysam ne olmuş? Sonuçta sen de Ryuen’in okuldan ayrılmamasını istiyordun, yani böylesi senin için daha uygun zaten, değil mi?”
“Ryuen’den ölesiye nefret ediyorum. Ama sınıfın dışında olduğu halde, onun üzerinde bu kadar büyük bir etkiye sahip olabilen senden çok daha nefret ediyorum.”
“Aslında tam da sınıf dışından birisi olduğum için bunları yapabiliyorum. Aynı şekilde benim yapamayacağım birtakım şeyleri de siz sınıf arkadaşları olarak yapabilirsiniz. Az önce İshizaki’nin çatı katındaki olayların sorumluluğunu üstlenmesi gibi mesela.”
“Peki bu senin canını sıkmıyor mu? Sonuçta çatı katındaki bütün mahareti sen gösterdin ama olayın meyvesini başkası yiyip caka satıyor.”
“Açıkçası böyle şeyler pek de umurumda sayılmaz.”
“Yaa, öyle mi?”
Bunu derken ayağıyla sağ dizime hafif bir tekme salladı.
“Hey ne yapıyorsun?
“Ne oldu, bu kadarcıktan kaçınamıyor musun yoksa?”
“Beni esper filan mı zannediyorsun sen? Öyle her önüme gelen darbeden kaçınmak gibi bir yeteneğim yok maalesef.” [Esper: Özel güçleri olan kimse Ç.N.]
“Tamam tamam anladık. Son soru o zaman: Olur da taraflardan birisi çatı katında olanları sızdırırsa ne yapmayı planlıyorsun? Olaylar henüz taze olduğu için herkes kendini kontrol etmeye çalışıyor ama aradan zaman geçince gevşeyecekler. Sadece bir kişi bile yanlışlıkla ağzından bir şey kaçırırsa bütün planların alt üst olur biliyorsun değil mi?”
“Onu da o zaman düşünürüz artık.”
“… Ah, demek öyle.”
Şevksiz ve umursamaz yanıtlarım onun da merakını söndürmüş gibi. Neyse, böylesi benim içi daha iyi zaten. Daha fazla macera yaşamadan odama ulaşmak istiyordum ve bunun için yapmam gereke—
Son anda eğilerek kurtulduğum İbuk’nin tekmesi, kafamın azıcık üstünden hızlıca geçti.
“Ooo. Bay esper olmayan arkadaş bu saldırıyı savuşturabildiğine göre pek de normal birisi sayılmazsın, ha?’’
“Direkt ön taraftan, görüş açımdan gelen bir saldırıydı bu. Ayrıca sebepsiz yere bu tekmeyi bana lütfedecek ne yaptım bilmek isterim mümkünse.”
“Hiiiç. Sadece reflekslerini sınamak istedim. O değil de böyle bir yeteneğe sahip olmana rağmen etrafındakilerin bunu bilmesine izin vermiyorsun. Peki neden?”
“Yani sen normalde gücünle sürekli sağa sola hava atan birisi misin?”
“…Bu…”
“İster dövüş sanatları olsun ister hayatın kendisi… Kişi yeteneğini lüzumu olmayan zaman ve alanlarda kullanırsa sadece gereksiz yere dikkat çekmiş olur. Ayrıca ben; Sudou, İshizaki ve diğerleri gibi enerjik birisi de değilim.”
İbuki’ye meramımı anlatıp yurdun yolunu tutmayı düşünüyordum ama bugün belalar peşimi bırakacak gibi durmuyor
“Dövüş benimle!!”
“Ne!?”
“Diyorum ki benimle bir kere daha yüzleş. Ama bu seferki tarafların birbirlerini ciddiye alıp tüm güçlerini savaşa adadıkları adil bir müsabaka olsun.”
Bunları derken bir yandan da savaş moduna geçti. Görünüşe göre bu kız, elimi kolumu sallaya sallaya gitmeme izin vermeyecek. Ahh… Eğer İshizaki ve tayfasıyla karşılaşmamış olsaydık şimdiye yurda giden yolu yarılamıştım. Ama işte garibin bahtı ne zaman gülmüş ki şimdi gülsün?
“İşler nasıl bu halde geldi ya?”
“Senden nefret ediyorum! Özellikle şu alık görünüşünle insanları aldatıp parmaklarında oynatmanı sağlayan ikiyüzlülüğünden!!”
Tabii bunları ada sınavında D sınıfına casus olarak sızıp bütün sınıfı kandıran birinden duymak ironik..
“Ben kendimi bildim bile böyleydim zaten. Sonuçta oluşumunda etkimin olmadığı bir özellik yüzünden bana kızmaya hakkın yok. Gerçi ne kadar konuşursam konuşuyum nafile, değil mi?”
“Evet, nafile. Şimdiye kadar yaptıklarının görmezden gelsem bile sadece çatı katında gerçekleşen olaylar bile sana karşı bilenmem için bana yeterli sebebi veriyor.”
Anlaşılan iknaya çabalamanın bir anlamı yok. İbuki, iyileşir iyileşmez çatı katındaki arbede için rövanş arayışına başlamış gibi gözüküyor. Aslında erkekliğin %90’na sığınarak buradan topuklayabilirim ama eğer sorunu şimdi ötelersem 3. Dönemin başlangıcında daha ciddi bir baş ağrısı olarak yeniden karşılaşacağım yüksek ihtimalle. İbuki de bu ihtimali fark etmiş gibi duruyor:
“Eğer şimdi vazgeçersen ileride yakandan düşmem haberin olsun.”
Köpeğe bulaşmak yerine çalıyı dolaşmayı ummuştum ama sonuç hüsran..
“Bütün bunların bitmesini istiyorsan benimle yüzleşmelisin.”
“Yüzleşme derken illa fiziksel müsabaka olmak zorunda değil bence. Mesela Go veya ne bileyim Şogi filanda yüzleşsek olmaz mı?”
[Go: Tahta üzerinde oynanan iki kişilik bir strateji oyunudur. Go çok eski bir oyundur. Çin kökenli olmasıyla birlikte bütün Doğu Asya’da tanınır ve oynanır. Oyunda siyah ve beyaz renklerdeki küçük ve yuvarlak taşlar kullanılır. Oyuna siyah başlar.
Şogi: Japon satrancı. Normal satranca göre daha karmaşık daha komplike daha zor bir oyundur. 9*9=81 karelik bir tahtada 20 taşla oynanır. Amaç bildiğimiz satrancla aynı ama rakipten yenen taşlar tekrar rakibe karşı kullanılabilir. Yani güçlenen daha da güçleniyor ama her an mat olma tehlikesi de var. Ç.N.]
“İkisinin de kurallarını bilmiyorum.”
Bu üzücü bir durum çünkü her iki oyunda da yeteneklerime güveniyordum.
“Zaten aramızdaki problemin çözüm yöntemi başından beri belli.”
Böyle diyerek alışveriş edip eğlenen insanlarla dolu alışveriş merkezini ortasında dövüş pozisyonu aldı. Herhangi bir şey söylemeye dahi gerek yok anlaşılan bu, onun karşısına çıkan sorunlarla baş etmede kullandığı yegane yöntem.
“Ahh dövüş bittiğinde hiçbir şey değişmemiş olacak ki.”
“Ne yani müsabakanın sonucunun şimdiden belli olduğunu mu ima ediyorsun? Kusura bakma ama kendine bu kadar güvenmen de biraz fazla değil mi sanki?”
Sözlerimi bir kere daha yanlış anlayan İbuki’nin yüz hatları iyice gerginleşti. Anlaşılan benim sükûnetim onu kızdırmaktan başka bir işe yaramıyor.
“Sadece müsabakanın sonucu değil ayrıca senin olaylara bakış açın da değişmeyecek diyorum.”
“Hah işte korkak gibi kaçmak için gerekli olan bahaneyi de buldun böylece. Şimdi gönül rahatlığıyla sıvışabilirsin. Sonuçta zaten ‘hiçbir şey değişmeyecek’ değil mi?”
Görünüşe göre artık herhangi bir müsabakaya girmeden bu badireyi atlatamayacağım gibi. Basitçe “Tamam sen kazandın” desem büyük ihtimalle onu daha fazla kızdırırdım herhalde. Normalde böyle zahmet verici bir teklifi hayatta kabul etmezdim ama işte şartlar..
“Tamamdır kabul ediyorum. Zamanın var mı peki?”
“…. Yani evet bugün film dışında herhangi bir planım yoktu. Dur bi dakka teklifimi kabul mu ediyorsun sen?”
Benden böyle bir karşılık beklemeyen İbuki’nin kafası karışmış gibi duruyordu. Dövüş pozisyonundan çıkıp şaşkın şaşkın bana bakıyordu.
“Ne yani bütün bunlar kötü bir şaka mıydı?”
“Tabii ki de değildi! Sadece senden böyle bir cevap beklemiyordum o kadar.”
Kısa bir tereddütten sonra eski dövüş pozisyonuna geri döndü:
“Son kez soruyorum kabul mu ediyorsun yoksa ret mi?”
“Bilemiyorum, kesin bir şey söylemek zor. Hem etrafına bir baksana bu kalabalıkta birbirimize tekme tokat girmemizi bekleyemezsin değil mi? Yani diyelim ki müsabakayı kabul ettim. Yyer işini ne yapacağız peki?”
Keyaki Alışveriş merkezi veya herhangi bir açık alanda başkaları tarafından görülme ihtimalimiz vardı. Geriye bir tek kış tatili sebebiyle boş kalan okulda işimizi halletmek gerek. Ama okula girmek için üniforma giyinmiş olmak gerekiyor yani ilk olarak ikimiz de yurda dönüp üstünü değiştirecek , sonra yeniden buluşup kavga etmek için okula gitmemiz gerekecek. Zahmetli olması bir yana bu planda taraflardan birinin (ki bu şartlar altında o “biri” ben oluyorum) yurda gittikten sonra geri gelmeyerek müsabakadan kaçınma ihtimali oldukça yüksek.
“Şimdiden başlayıp etrafta uygun bir yer arayacağız.”
“Basitçe bu işin peşini bıraksak olmuyor mu?”
“Hayır, eğer yakandan düşmemi istiyorsan bunlara katlanmaya mecbursun.”
Bunları dedikten sonra yan gözle bana bakıp yürümeye başladı. Anlaşılan onu takip etmemi filan istiyor herhalde.
“Hey peki kaçmaya çalışırsam ne yapmayı planlıyorsun?”
“O zaman ben de seni kovalarım ve yakaladığımda veya seni başka bir yerde bulduğumda kafana tekmeyi sallarım.”
“Tabii bütün bunlar dövüşmek için uygun bir yer bulabilirsek mümkün olur. Sonuçta bu aramalarımızdan elimiz boş bir şekilde dönersek dövüş mövüş hepsi rafa kalkar, haberin olsun.”
“Biliyorum, biliyorum. Şimdi çeneni kapat ve aramada bana yardım et.”
Müsabakamız için başkalarının bizi rahatsız etmeyeceği ıssız bir yer bulamazsak İbuki, yakamı itiraz etmeden bırakmak zorunda kalacak. Bu seçenek de benim tek taraflı olarak dövüşten kaçınmamdan daha faydalı bir sonuç olacak. O yüzden şimdilik temel kozum İbuki’nin dövüş için uygun bir yer bulamamasını ummaktan ibaret.
İbuki, umutsuzca Keyaki Alışveriş merkezinin çevresinde tur atarak ıssız bir yer aramaya başladı. Ama kolay kolay bulacağa benzemiyor. Bazı yerler öğrenciler, bazıları görevliler tarafından kullanılıyordu ve ayrıca kameralar neredeyse her santimi kayıt altına alıyordu. Keyaki Alışveriş merkezinin dışında bir açık alanda ise işimiz çok daha zor olurdu yüksek olasılıkla. Okul ise daha önce saydığım sebepler yüzünden ihtimal dışıydı.
“Burada bıraksak mı artık? Hem bu okulda gizli iş çevirebilecek kör nokta bulacağımızı sanmı—“
“Bekle biraz!”
Lafımı bir anda yarıda keserek gözlerini önündeki kapıya çevirdi. Baktığı kapının üst kısmında yarım bir cam vardı ve onun üzerinde kötü bir el yazısıyla “Sadece Personel” yazıyordu. Sanırım İbuki, oranın yeteri kadar ıssız bir yer olduğuna kanaat getirmişti.
Tam o sırada kapı açıldı içeriden el arabasıyla 3 koli taşıyan birisi çıktı. Göğsündeki kimlik kartında sarı fosforlu bir kalemle ismi yazılmıştı ‘Kimura’. Onun hemen altında da büyük puntoyla Keyaki Alışveriş merkezi Eczanesi yazısı vardı. Depodan aldığını, dükkandaki vitrine dizmeye gidiyor gibi görünüyordu.
“Peşimden gel.”
“Hey bir dakika orası— “
İbuki hızlıca eliyle kapanmaya başlayan kapıyı tuttu ve içeri girdi. Onu peşinden geldiğimde ise burasının orta ölçekte bir malzeme deposu olduğunu fark ettim. İçeride herhangi bir personel yoktu ve farklı ebatlardaki koliler sağlı sollu düzenli bir şekilde raflara istiflenmişti. Tepedeki florasan lambası tüm odayı aydınlatamıyordu ve etraf bayağı bir loştu. Ayrıca herhalde klimayı çalıştırmadıklarından içerisi hafif soğuktu. Tabii bütün bu detayları umursamadan yaptığı bu devasa keşiften dolayı kendisiyle gurur duyan İbuki, hemen ana konuya geçmek istiyordu.
“Eğer aramızdaki meseleyi burada çözersek kimse bizi göremez… haksız mıyım?”
Depo sadece personellere tahsis edildiği için etrafta herhangi bir kamera göremiyordum. Anlaşılan kavgaya girmemek için umut bağladığım son koz da, son dakika golüyle işlevsiz hale gelmişti.
Peki… saygıdeğer personellerin çıkmadan önce bu tür depoları kilitlemeleri gerekmiyor muydu acaba? Hani belki birisiyle dövüşmek için yanıp tutuşan bir kız ve onun peşinde sürüklediği zavallı bir çocuk, açık bırakılan kapıdan içeri girip kozlarını paylaşırlar filan?..
Neyse anlaşılan görevli abimiz çıkarken kapıyı kilitlemeyi unuttu veya hemen geri dönmeyi planladığı için buna gerek görmedi. Sebebi her ne olursa olsun burada uzun süre kalmak sadece daha fazla baş ağrısına sebep olurdu. O yüzden daha fazla ayak diretmemem herkes için en iyisi. Yine de son bir kez şansımı denemeye karar verdim.
“Sence de burası dövüşmek için biraz fazla dar değil mi? Yani dövüşürken etraftaki nesnelere zarar verirsek başımız derde girebilir sonra.”
“Dar olması o kadar da umurumda değil zaten. Kimsenin bizi bulamayacağı bir yer bulduk daha ne ? Etraftaki nesneler konusunda ise: Dövüşürken bir şekilde dikkat edeceğiz artık.”
“Öyle diyorsun da tam kavganın ortasında bir personel depoya girerse ne yapacağız?”
“O konuda meraklanma. Zaten işini hemencicik bitireceğim için kimse gelmeden buradan çıkmış oluruz.”
Yemin ediyorum bu kız bir deli! Ne kadar dil döktüğümün bir anlamı yok burnunun dikine gitmekten vazgeçmeyecek. Neyse o zaman bu işi mümkün olan en kısa sürede bitirmek için dövüş pozisyonu alırken arkamdan gelen bir kilit sesiyle kendime geldim.
Evet mümkün olabilecek en kötü senaryo gerçekleşmişti..
Yavaşça dış kapıya yaklaşıp kapı kulpunu elimle yokladım. Anlaşılan içeride mahsur kalmıştık.
“Hey ne oyalanıyorsun orada?”
“Tebrikler. Artık içeride kilitli kaldık!”
“Haa!! Ne saçmalıyorsun sen?”
“Görünüşe göre az önce depodan çıkan personel kapıyı kilitlemeyi unuttuğunu fark etmiş ve geri dönüp kilitlemiş.”
“Yani dışarı çıkamayacak mıyız şimdi?”
“Şimdilik öyle gözüküyor.”
“Bu ne şimdi be!? Seninle her karşılaştığımda dört duvar arasında kilitli kalmak mı zorundayım ben!? Ah mouu, Geçen seferki asansör hadisesini hatırlamak bile yeterince kötüyken bir de bu geldi başıma.”
“Bu sefer benim hiçbir alakam yok. Hepsi senin dövüş dövüş diye tutturup bizi buraya sokmandan dolayı oldu.”
“Ha!? Ne yani sence bütün bunlar benim mi suçum? Saçmalama!!”
Aslında tarafsız bir şekilde bakınca bütün olanların sorumlusunun İbuki olduğu çok açık. Ama gel bir de bunu ona anlatmaya çalış.. Neyse zaten durum o kadar da kötü sayılmaz.
“Sakin ol, asansör faciasından farklı bir durumdayız şuan. Kapıya üst tarafta yarım bir cam var. Eğer çok zor durumda kalırsak en son çare olarak onu kırıp çıkabiliriz buradan.”
“Yani diyorsun ki bu sefer garanti bir çıkış rotamız var.”
“Evet ama eğer böyle yaparsak okul malına zarardan ceza yeriz. Ayrıca günün bu saati bulunmamamız gereken bir depoda ne yaptığımızı sorarlar bize. Asıl amacımızın aramızdaki müsabakayı kimsenin öğrenmemesini sağlamak olduğunu düşünürsek böyle bir durumdan kaçınmalıyız bence.”
“Neyse öyle ya da böyle buradan çıkmak için garanti bir yolumuz var. Hem iyi yönden bakacak olursak bizim çıkamıyor olmamız başkalarının da içeri giremeyeceği anlamına geliyor. Yani kozlarımızı tam burada, dışarıdan herhangi müdahale olmadan paylaşabiliriz.”
Bunları diyerek karşımda dövüş pozisyonu aldı. Bu sefer kurtuluş yok gibi gözüküyor…
“Meydan okunulan taraf olarak sana kuralları belirleme hakkı tanıyorum. Müsabakanın bitişin neye göre belirleyelim? Taraflardan biri kaybettiğini kabul edene kadar mı yoksa bilincini kaybeden kadar mı dövüşeceğiz?”
“Taraflardan biri pes edene kadar..”
“Ya da vazgeçtim kuralları ben belirleyeceğim.”
“Oi, oi bu yaptığına hile derler.”
“Hayır demezler çünkü senin planın, dövüş başlar başlamaz ‘Pes ediyorum, sen kazandın.’ Deyip bu işten en kısa sürede sıvışmaya çalışmaktan ibaret. Bunun önüne geçmek için kuralları ben koyuyorum ve taraflardan biri bilinci kaybedene kadar müsabaka sonuçlanmış sayılmaz diyorum.”
Ne diyebilirim ki, kız haklı…
“Anlaşılan dövüşmekten başka çarem yok. O zaman senin koyduğun kurala mukabil olarak ben de bir kural eklemek istiyorum.”
“Neymiş bakalım o?”
“Bu müsabakadan sonra bir daha bana asla meydan okumayacağına dair söz vermelisin. Tabii ki özel sınavlar veya sınıflar arası mücadelelerde birçok kez karşı karşıya geleceğiz ama bundan sonra böyle kişisel meydan okumalar filan olmayacak. Kabul mü?”
“Kabul ediyorum. Zaten ben de aramızdaki sorunu tek seferde çözmeyi planlıyordum.”
Görünüşe göre şartımı kabul etmekte herhangi bir beis görmüyor. Demek ki şuanda yapmam gereken bu sorunu en kısa sürede çözüp günün geri kalanını odamda huzur içinde geçirmeyi ummaktan ibaret.
“O zaman gardını al, başlıyorum!”
Bunları diyen İbuki aramızdaki mesafeyi kapatıp geniş bir tekme savurdu. Tahmin ettiğim onu dövüş tekniği temelde tekmelere dayanıyor ki bu darbelerden kaçınmanın oldukça zor olduğu böyle dar bir alanda ona büyük bir avantaj sağlıyor. Tabii bütün bu avantaja rağmen yine de bana denk bir rakip değil. Normalde tek bir hamleyle onu yere sermem mümkün olsa da biraz uğraşmışım gibi bir intiba uyandırmalıyım. Aksi takdirde kolay bir şekilde yenilirse öfkesi daha da artacak ve verdiği sözü filan unutup bana meydan okumaya devam edecek bu kız.
Öbür yandan böyle pervasızca saldırmasına da göz yumamam çünkü yanlış bir hareketiyle etrafımızdaki tıbbi malzemeler ciddi zarar görebilir ve başımıza yeni masraflar çıkabilir. Yakın zamanda Karuizawa’dan “Büyük miktarda borç özel puan” aldığım için bu tür ekstra masraflardan mümkün mertebe kaçınmak istiyordum.
[Hafızamı biraz yokladım ama “Büyük miktarda borç özel puan” hakkında herhangi bir şey bulamadım. Fikri olanlar bizi de aydınlatırsa çok müteşekkir olurum Ç.N.]
Bu sırada üzerime gelen tekmeleri kollarımla savuştururken İbuki’yi etkisiz hale getirecek ancak ona ciddi bir hasar vermeyecek veya vücudundan yara bere izi bırakmayacak bir yöntem arıyordum.
Aynı anda tekmelerinin bir işe yaramadığını gören İbuki, öfkelenerek daha pervasız saldırmaya başladı. Tabii bu da normalden daha fazla açık vermesine sebep oluyordu ve..
Pann!! [Bu nasıl bir vurma efektidir Allah aşkına!? Ç.N.]
Avuç içimin sert kısmıyla anlına doğru hızlıca darbe indirdim. Bir anlığına gözü kararan İbuki, geriye doğru savrularak sır üstü yere düştü. Normalde bu fırsatı kaçırmadan üzerine çullanmam gerekirdi ama bir daha bana meydan okumayacağından emin olmak için onu biraz daha hırpalamalıydım.
Yerden kalkarken elinin acıyla zonklayan anlının üstüne koyan İbuki de ona saldırmak için herhangi bir hamle yapmadığımı fark etti.
“Ne yani senin için ben ciddiye bile alınmayacak bir rakip miyim?”
“Dövüş sanatlarında belli bir eğitim aldığına göre şimdiye kadar yaşadıklarından aramızdaki güç farkını ölçülemez derecede büyük olduğunun farkına varmış olman gerekirdi.”
“Evet biliyorum ama bunu kabul edemem. Yaptığım onca antrenmandan sonra senin gibi bir alık suratlıya bu kadar kolayca yenilmeyi asla kabul edemem!!”
Daha sonra aynı animelerdeki gibi bağırarak üzerime atıldı ve tüm gücüyle sol ayağını bana doğru savurdu.
“Ne yazık ki hayat bizim kabullerimize göre yürümüyor…”
Sağ elimle gelen tekmeyi blokladım. Sonra hiç vakit kaybetmeden sol elimle İbuki’nin boğazın yakalayıp sıkmaya başladım.
Elim boğazını sıktığı halde havada asılı kalan İbuki, son bir gayretle iki eliyle kolumu kavrayıp tırnaklarını geçirmeye çalıştı. Ama nefesi kesildiği için enerjisi kalmamıştı ve gözlerinin feri yavaş yavaş sönüyordu.
“Karar ver İbuki, burada bırakalım mı yoksa anlamsızca devam mı edelim? Her iki türlü de bu müsabaka senin mağlubiyetinle sonuçlanacak.”
Gerçi bu kadarcıkla ikna olsaydı ta en baştan böylesine uğraşmaya gerek kalmazdı zaten.
“Ryuen son ana kadar azmini göstermişti, İbuki. Peki senin de aynı performansı gösterebileceğin bir yeteneğin var mı?”
Soruma kalan enerjisini gözünde toplayıp bana öfkeyle bakarak cevap verdi. Ama artık sınırına gelmişti ve gözlerindeki öfke yavaş yavaş yerini teslim oluşa bırakıyordu. Sonunda direnmeyi kesti ve sağ eliyle üç kez yavaşça koluma dokunup bıraktı. Bu teslim olduğu anlamına geliyordu..
Onu yere bıraktığım derin derin soluk alıp verip ciğerlerini temiz havayla doldurmaya başladı. Soluk alış verişi normale döndükten sonra bana bakıp:
“Ha-hah sırf kadın olduğum için bana nazik davranmayacağını biliyordum ama bu kadar merhametsiz olacağını da düşünmemiştim.”
“Sonuçta bütün bunları ciddiye almamı sen istedin.”
Ayrıca ona karşı nazik davransaydım onu sadece biraz daha kızdırmış olurdum.
“Ah mouu niye böyle oldu…”
Her ne kadar kabullenmekte hala biraz zorlansa da artık eskisi kadar agresif hareketlerde bulunmayacaktı.
“Sanırım artık kabul etmek zorundayım: Sen kazandın.”
Eh sanırım yorucu olsa bile bu müsabaka da muradına ermiş oluyor böylece.
“Peki söylesene nasıl bu kadar güçlenebildin? Yani şimdiye kadar senin kadar kuvvetli birisiyle yetişkinlerin arasında bile karşılaşmadım.”
“Her gün düzenli antrenman yaparak. Bunun başka bir yolu yok.”
“Ah—anlıyorum.”
Kaybettiğini neredeyse tamamen kabul eden İbuki, nerede yanlış yaptığını düşünüyor olmalı. İşin sonunda gelip bir daha bana meydan okumadığı sürece aklından ne geçirdiği pek de umurumda değil açıkçası.
“Eee buradan nasıl çıkmayı düşünüyorsun bay dahi?”
“Orası kolay, sen bana bırak.”
Cebimden telefonumu çıkartarak okulun sitesine girdim ve oradan Keyaki Alışveriş merkezi Eczanesinin iletişim bilgilerini buldum. Geriye sadece orayı aramak kalıyordu.
“İyi günler Keyaki Alışveriş merkezi Eczanesiyle mi görüşüyorum?…… Ha, tamam Kimura-san orada mı diye soracaktım da…….. Evet, ona bir konuda danışmam gerek.”
Aradan çok fazla zaman geçmeden Kimura-san telefona geldi. Ben de ona depoda kilitli kaldığımızı açıkladım. Telefonu kapattıktan sonra İbuki, meraklı gözlerle sordu:
“Buraya girdiğimizi direkt bir personele söylemek başımıza iş açmaz mı?”
“Öyle gözüküyor ama bu badireyi en az hasarla atlatmak için bana ayak uydurmanı isteyeceğim senden.”
İbuki herhangi bir şey soramadan açılan kilit sesini duyduk ve içeri depodan sorumlu personel girdi. ‘Burada ne oluyor?’ diye sormasına mahal vermeden lafa giriştim.
“Çok özür dilerim. Kız arkadaşımla randevuya çıkmıştık ve yalnız kalabileceğimiz bir yer arıyorduk. Burada kilitli kalabileceğimizi hesaplamamıştık.”
Noele çok az bir zaman kaldığını da göz önüne alırsak ikimizin çiçeği burnunda bir çift olduğunu düşünmek akla en uygun bahaneydi şimdilik. Hem bu tür durumlar genelde karşı tarafın sempatisini kazanıp size karşı daha nazik davranmalarını sağlardı.
“Öyle değil mi Mio? Hadi sen de görevli abiden özür dile..”
“Haa!? Bi dakka sen ne saçmalı—“
Bu tür bir senaryo oluşturmama ve ona ilk adıyla seslenmeme gayri ihtiyari öfkeyle tepki veren İbuki, tam dediklerime itiraz edecekti ki sert bakışlarımla karşılaşıp söyleyeceklerini yutmak zorunda kaldı. Hoşuna gitsin veya gitmesin bu badireyi en az hasarla atlatmak istiyorsa benim gibi rol kesmek zorundaydı. En azından bunu anlayacak kadar basirete sahip olduğunu umuyorum.
“Özür dilerim—“
Her ne kadar memnun olmasa da başını eğerek görevliden özür diledi. Daha sonra ise personele depodaki herhangi bir eşyaya zarar vermediğimizi gösterdim. Yani maddi bir kayıp söz konusu olmadığı için bu olayın üstü örtülse bile kimsenin ruhu duymazdı.
Bütün bunların üzerine depo görevlisi hafif bir nutuk çekerek bizi salmaya karar verdi. Sonuçta deponun açık bırakılması onun sorumluluğuydu ve bu olay, üstlerine gidecek olursa onun da başı ağrıyacak gibi duruyordu. İşte tam da bu yüzden depoda kilitli kaldığımızı eczanedeki herhangi bir görevliye değil de bizzat Kimura-san’a iletmiştim.
Neyse ki hesaplamalarım işe yaramış gibi duruyordu ve ufak bir azarla paçayı kurtarmıştık. Kimura da bizi çıkardıktan sonra depoya kitleyi işine geri döndü.
“….Sen depoya girerken görevlinin ismini mi ezberledin?”
Görünüşe göre İbuki’nin dikkatini ona ilk adıyla hitap etmem değil de personelin kimlik kartındaki ismi hatırlamam çekmişti.
“Geçerken gözüme takılmıştı sadece. O kadar önemli değil yani.”
“Demek öyle.”
Anlaşılan bütün bu yaşananlar İbuki’yi de bir hayli yormuştu. Yüksek ihtimal o da en kısa sürede yurda geçip odasında dinlenmek istiyordur.
“Sonuçta bugünkü müsabakanın galibi sensin. Daha önce anlaştığımız gibi bundan sonra seninle yollarımızın mümkün mertebe az kesişmesi için uğraşacağım.”
“Ah sonunda, teşekkür ederim.”
“Ama ondan önce… Son bir kez belli bir konudaki düşüncelerini bilmek istiyorum.”
“Düşüncemi mi?”
“Evet, senin de bildiğin gibi öğrencilerden birisi 20 milyon puan toplarsa istediği sınıfa atlama şansı elde edebiliyor. Peki sence 40 kişilik bir sınıfın tamamı için gerekli olan 800 milyon puan okul bitmeden toplanabilir mi?”
“Hayır, yüksek ihtimalle şimdiye kadar 20 milyona bile ulaşan çıkmamışken 800 milyon elde edilmesi imkansız bir sayı gibi duruyor.”
“Değil mi, ben de öyle düşünmüştüm.”
İbuki, sorusunun cevabını aldıktan sonra baştan savma bir hareketle veda etti ve yurtlara doğru yöneldi. Böylelikle onunla bir daha karşılaşma ihtimalimi oldukça düşürmüş oldum. Gerçi aynı okulda okuduğumuzu ve bizi bekleyen daha birçok özel sınav olduğunu göz önünde bulunduracak olursak, ileriki dönemlerde birçok kez karşı karşıya geleceğiz gibi duruyor.
Yani en azından önsezilerim öyle söylüyor.
Çeviren: Tasi Bey
Fatoshisme’den not: Ali’ye en uzun bölümlerden birini kitlemişimdir 😀