Elitler Sınıfı - Cilt 8 - Bölüm 20 - Ejder Avcısı
Cilt 8 – Bölüm 20 – Ejder Avcısı
Pazar tatilimiz göz açıp kapayınca kadar geçti. Sınavın 5.günü pazartesiye geldik. Sabahki 4 saatlik zaman dilimi fiziksel egzersizlere ayrılmıştı : Yürüyüş ve koşu olarak 18 kilometreyi bize ayrılan süre içinde tamamlamamız bekleniyordu. Sınav günü sorumlu olacağımız uzun koşu yarışı için hazırlık yapıyorduk kısacası..
Uzun koşu için bu kadar fazla koşmamıza gerek yoktu. Her öğrenci ortalama 1-2 km koşacaktı. Ama dağda olduğumuz için ortama alışmak adına uzun yürüyüşler yapıp koşuyorduk. Dağ okulunda olmanın verdiği dezavantajlara, vücudumuz alışsın istedik. Malum bazı yollar taşlıktı, bazı yollar da yamaç..
Bu arada, şuan aralıksız 5 km kadar yürüyüp kendimizi epey yorduk. Geçen gün fazla yürümedik herhalde, biraz terlemiştik o kadar. Ama şimdi durumlar farklı.
“Daha ne kadar devam edeceğiz? Halimiz kalmadı bu nasıl dağ yahu?“
Hem koşudan şikayet ediyor, hem etraftan geçen vahşi domuzlara da ‘Hrrrrr’ yapıp kendinden uzaklaştırmadan da duramıyordu, Ishizaki.
“Bu domuzlar çok büyük lan? Aynı yanımdaki çocuk gibiler. Hay maşallah!“
Bu sözlerinden sonra bana doğru dönüp baktı. Hamamdaki müsabakanın etkileri…
“Sana hala inanamıyorum, Ayanokouji.“
“Sağ gösterip sol vuranlardan bugün… Ayanokouji var.“
Hashimoto da gruptakilere dahil olup sözde övdüler beni.. çok rahatsız edici bir duruma düştüm. Bu konunun alay konusu olacacağını biliyordum. Normalde konuştuğumuz halde cevap vermeyen Albert bile elleriyle alkış tutup sırıttı ya.
Yolun zirveye giden virajlı bir yola girmesi ile eğlence vakti bitti. Herkes bir afalladı. Araçlar için geçiş yeri vardı ama yürüyerek ancak kendimize zarar verirdik. Dahası, sabah erken kalkıp kahvaltı hazırlayacağımızı da düşünürsek, senpailere göre daha fazla enerji harcıyorduk. Pazar gününü tatil yaparak okul bize kıyak geçmiş anlayacağınız.
“Geri dönmek ne kadar sürer ki…..?”
“Genel ortalama 1 saatte 4 km hız. Yol ise, toplamda 18 km. Tamamını yürüyeceğimizi düşünürsek 4 – 4.5 saat sürecektir.“
“Ne? Yemeğe bile yetişemeyeceğiz demektir bu!!“
“O zaman koşmaktan başka çare kalmıyor, Ishizaki.Ancak koşarak süreyi azaltabiliriz.“
B sınıfından Moriyama, sertçe çıkıştı. Büyük grup olarak başladığımız koşuya, 10 ve 11’ler bizden önde ilerleyip gözden kayboluverdiler.
“Saçma saçma konuşmayın. 18 kilometreyi nasıl koşayım ben.”
“Konuşarak kendini boşa yormasan….herkes bu stratejiye tamam dediği için yola düştük zaten..?“
Nefes nefese kalmış bir halde Keisei, Ishizaki’gili uyardı. Bazı öğrenciler için bir anda 18 kilometre koşmak mantıklı değil, tabii.
Keisei’nin planı 9 kilometre yürüyüp kalan 9 kilometreyi koşmaktan ibaretti. Dönüş yolunda da yamaçtan aşağı ineceğimizi de hesaba katmıştı. Teorik olarak her şey daha kolaydı. Ama iş uygulamaya gelince…
“Koşmaya başlamadık bile. Dönüş noktasına varmışız gibi konuşuyorsunuz.”
“Sus artık……tıpış tıpış döneceksin dağ okuluna işte. Yürü gitsin.”
Fiziksel açıdan güçlü olmayan Keisei, bacaklarından ağır bir darbe almış olacak ki zar zor ayakta duruyordu. Bize ayrılan sürede, kalan 13 kilometreyi bitimemiz mümkündü: Az konuşarak enerjimizi saklayacağız ve olabildiğince hızlı yürüyeceğiz ya da koşacağız. Başka çıkış yolu yoktu.
Bu arada bu maraton dersleri sayesinde, kimlerin bu koşuda iyi iş çıkarabileceğini görebildim. Yahiko ile Keisei, nefes nefese kalıp duruyordu: Bu uzun koşu için uygun değiller.
Arkamızdan yürüyen Allah’a emanet arkadaşımız Kouenji ise…pek güvenilir gelmedi. Ciddiyetle koşar mı bilemedim.
“Tıpış tıpış ha? Nefes nefese kalan birine göre, fazla havalı konuşuyorsun, Yukimura.”
Ishizaki’nin meseleyi uzatıp durması…. olay çıkartmak için yer arıyor sanki.
“Lideriniz olarak….bu grubun iyiliği için… sus ve yürü diyorum.”
“‘Lider mi? Sallama be. Sen kim liderlik kim, peh!”
Ishizaki’nin sürekli Keisei’ye saldırmasının sebebinin bu sınavın verdiği stres olabileceğini düşünmeye başladım.
Bu duruma artık katlanamayan Moriyama ile Tokitou, Ishizaki’yi eleştirdiler.
“Yeter artık, Ishizaki. Yukimura haklı işte. Az konuşup yürümemiz lazım, ne yapabiliriz başka.”
Aramızda ne kadar mesafe var diye arkama bir göz atayım dedim ki— Kouenji’nin ana yoldan çıkıp ormanın içine doğru ilerlediğini gördüm. Bizim gruptan fark eden yoktu herkes yola odaklanmış ilerliyordu.
Ishizaki, bu grubun tek kanayan yarası değildi. Bir de son model baş belamız Koeunji vardı. Etrafta tur atmaya gitmiş gibi de bir hali de yoktu. Sanki özellikle belirli bir yere doğru ilerlediğini fark ettim, çok geçmeden gözden kayboldu.
“Off, iş yine başa düştü…“
Kouenji’yi kimseye haber vermeden arayım dedim ama bu sefer de benim kaybolduğumu falan düşünürler.
“Kouenji az önce farklı bir yola girdi. Onu gidip getireceğim.”
“Neee? O mal neyin peşinde be!?“
Ishizaki’ye baskın gelen öğrenci olmadığı için, sesi gittikçe yükselir olmuş bu arada.
“Bu konuya takılma, Ishizaki. Kouenji’yi varken yokmuş gibi davranmak senin için daha iyi olur. “
Keisei’nin Kouenji’yi görünmez varlık ilan etmesi yerinde bir cevaptı. Özellikle İshizaki gibi birinin bu olaya takılmasına gerek yoktu. Büyütüp iyice işleri çığırından çıkarır falan. Problem gittikçe artarken böyle söylemek de doğru değildi ama… Keisei üzülerek bana döndü:
“….kusura bakma, Kiyotaka. O çocuğu geri getirmek sana düşüyor…”
Keisei’n, Kouenji’yi aramaya gücü bile yoktu, dönebilirse oturup şükür namazı kılar herhalde. Sendele sendeleye zor ilerliyordu.
‘Tamam, ben hallederim.’
Hashimoto :“Kouenji’nin üstesinden gelebilecek misin, yardım lazım mı?“
“Onu belki geri getiremem ama ne kadar çok öğrenci okula dönerse, imajımız o kadar iyi olur diye düşünüyorum. Bir de bana pek kaybolmuşa benzemedi. Sanki bilerek bir yola girdi gibi..”
“Hmm, olabilir. Eğer getiremezsen onu boş ver, sen dön gel. “
Hashimoto’nun uyarısını başımla onaylayarak arkamı dönüp koşar adımlarla Kouenji’nin peşinden gittim.
…burada aktif bir hamle yapmayı planlamıyordum ama Kouenji ile yalnız kalma fırsatını kaçırmak istemedim. Onunla konuşmak için bundan başka iyi fırsatım olamazdı.
****
Dar patikada taşlı topraklı bir yola rağmen hızımı arttırdım. Kouenji yürüyerek ilerliyorsa, birkaç dakika içinde onu bulacağım demektir.
Fakat etrafta ona dair bir ize de rastlayamadığım için, koştuğunu düşünmüyor değilim.
“Bu ne zahmet kardeşim….”
Koşmasına koşsun da, böyle taşlı bir yolda kendisine zarar verebilirdi..
Etrafı gözlerimle tarayarak biraz daha hızlandım. 300 metre kadar sonra, Kouenji’yi sırtı dönük bir halde gördüm. Issız adada da böyle bir duruma düştüğümüz aklıma geldi.
Tabii o zamanlar, Airi de yanımdaydı falan..
“Kouenji.”
Aramızdaki mesafeyi kapatarak ona seslendim.
“Ayanokouji çocuk. Ana yol burası değildi sanki.”
“Ortak bir karar alıp ilerliyorduk neden yoldan saptın?“
“Vahşi bir domuzu gözüme kestirdim de. Peşine takılıp geldim.”
Domuzu bulunca ne yapacaksın diye sormayacağım, hayır sormayacağım!…Bu nasıl bahane lan?!
“Sakin olun, birazdan dönerim. Sizi bulmam 30 dakika bile sürmez.”
Sözünü tutar diye düşünüyorum.
“Bu arada, konuşmak istediğin bir konu mu vardı?“
Geleceğini dediği halde hala yanından ayrılmadığım için bir şeyler söylememi bekliyordu haliyle.
“Sınav günü, gruba yardım eli uzatmanı istiyorum.”
“Bunu duymaktan bıktım usandım desem.”
Keisei’gilin her fırsatta onu bu konuda ikna etmeye çalıştıklarına şüphe yoktu. Tehditler, tavsiyeler, öğütler derken her gün binbir çeşit sözlerle ona yaklaşıyorlardı. Yine de Kouenji paşamız, kılını kıpırdatmıyordu.
“Mükemmel sonuçlar almana gerek yok. Her zaman olduğun gibi davran yeter.”
“Buna sen karar veremezsin, ben veririm. Şimdi gidebilirsin.”
Kouenji bu sözlerinden sonra bulunduğu yerden uzaklaşmak için harekete geçti. Kolunu tutup onu durdurdum. Bana karşı net bir cevap vermediği için, ben de ileri gitmek zorunda kaldım. Bana direnmesini bekliyordum ama Kouenji fazlasıyla sakindi.
“Fufufu. Demek durum bu, ha. Ayanokouji çocuk.”
Kouenji kolunu çekmedi ve bir kahkaha patlattı.
“Demek durum bu.. derken?“
“Ejder çocuğu evcilleştiren kişiden bahsediyorum.”
“Ejder …..ne? Anlamadım?“
“Yaramaz çocuk Ryuuen’i diyorum.”
“Ryuuen mi? Ben mi evcilleştirmişim?“
“Salağa yatma konusunda uzmansın anlaşılan. Her konuya kayıtsız kalıp, boş gözlerle bakınca iyi rol kesiyorsun ama yemezler.”
“Bu fikre nerden ya da nasıl kapıldın bilmiyorum.”
“Şuan koluma dokunuyorsun ya. Elinle koluma uyguladığın baskıdan çıkartıyorum bu fikri.”
Kouenji’nin garip olduğunu biliyordum da bu kadarını beklemiyordum. Kolunu tuttum diye bu sonuca nasıl varıyor yahu?
“Yanlış anlıyorsun bence.”
“Öyle mi dersin? O ejder çocuğun sana bakışlarından, onun sağ kollu olan çocukların sana olan mesafeli tavırlarından…ejder avcısı olduğuna hiç şüphem yok ama?”
Kouenji’nin kesin kanıtları olmadığı için, gözlem yeteneklerini ballandıra ballandıra anlatıyordu.
“Fufu. Sakin ol ya. Sırrını açığa vuracak değilim. O ejder çocuğun söylediği gibi ‘büyük deha’ sensen şayet, benim gözümde çocuksu bir karakterden farkın yok. Hatta pek çok yetenekli insandan birisin diyebilirim. Senin ejder avcısı olup olmadığını kimseye söylemediğim sürece, bir önemi yok değil mi?“
“Yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyorum, nereden çıkardığını öğrenebilir miyim?“
“O zaman pes et derim. Senin ejder avcısı olmadığını kim söylerse söylesin, hatta kanıtlar dahi sunulsa, fikrim değişmeyecek. “
“peki……o zaman, ana konuya dönebilir miyiz?“
“Grubun parçası olarak çalışmamı istiyorsun herhalde?“
“Peki fikrin ne?“
“Defalarca reddettiğimi söyledim.”
Tekrar tüm kararlılığıyla fikrini dile getirdi, tereddüt dahi etmeden.
“Canımın istediği gibi hareket etmek: benim felsefem. Sınava girmek de girmemek de..hepsi kendi anlık kararlarıma bağlı. Verdiğim anlık kararlarından her zaman arkasında durmuşumdur.”
“…demek öyle.”
Birkaç farklı ikna yöntemi düşünmüştüm fakat aniden uygulamaya koymam ve Kouenji’nin beni ters köşe etmesiyle planlarım suya düştü.
Bu konuyu artık şansa bırakacağım. Zaten bu konunun en az zararla kapanacağını düşünüyorum. Malum Kouenji’nin okuldan atılmak istemediği gün gibi ortada.
Vahşi domuz avına çıkan Kouenji’ye veda edip ana yola doğru koşmaya başladım.
“Bu çocuğu manipüle etmek her babayiğidin harcı değil..”
Manabu Horikita ya da Nagumo falan üstesinden gelemezdi bu çocuğun. Onunla yaklaşık bir yıllık bir tanışıklığa dayanarak söylüyorum bunları…
Değerli okuyucular,
Öncelikle sizden ilk beklentimiz, bana ve sitede emeği geçen her arkadaşımıza ‘saygı duymanız‘dır.
<Çeviri yavaş geliyor, yok ben ingilizce okucam, ingilizce nerden okuyabilirim> gibi yorumlarınızı kendinize saklayınız — ki İngilizce okumak sizin kendi tercihinizdir.
Ancak bunu bize belirtmeniz veya link istemeniz, bize yapılan bir saygısızlıktır.
Link için bir zahmet google’a yazınız; Disqus, yorum sistemidir, arama motoru değildir.
Çeviride ne var diyenleriniz varsa, ekibe beklerim. Aylardır arayış içindeyiz. Yeri geldi 1 ayda 1 cilt çevirdim. <Sürekli takip edenleriniz bilir – yayınlanma tarihlerine de bakarak bunu teyit edebilirsiniz>
250-350 sayfa arası ciltleri, sırf okunsun diye karşılık beklemeden çevirenler varsa, söyleyin siteyi o kişi ya da kişilere devredelim. Herkes huzur bulsun.
Son olarak, yorumlar biz motive olalım diyedir. Moralimizin içine edin diye değildir.
Kelime anlamını bilmeyen arkadaşlar için;