Elitler Sınıfı - Cilt 8 - Bölüm 27 - Fedai Olmak
Cilt 8 – Bölüm 27 – Fedai Olmak
Bugünün sınavdan önceki son gün olmasıyla, dağ okulundaki hava da değişikti. Kafeteryadaki durum aynıydı. Sadece, insanların gülüşleri ikiye ayrılmıştı.. nasıl desem, bir kesim zoraki gülüyor bir kesim kahkahalar atıyordu. Yarının gerginliğini hissedenler olduğuna şüphe yoktu. Bundan da, herkesin kendi grubunun başarısından ve başarısızlığından farkında olduğu anlamını çıkartabiliriz.
Zoraki gülen kesim derin derin iç çekiyor, yemek yerken zorlanıyordu. Kahkaha atanlar durumdan hoşnut, tatile gelmiş gibi bir izlenim bırakıyordu.
Koridordan dışarı çıktığımda Kei’nin bir duvara yaslanmış beklediğini gördüm.
Sanki şans eseri yan yana geçiyormuşuz gibi yaptık ve elinden bir kağıt parçası aldım. Ardından Kei koridoru takip ederek kafeteryanın içine geçti. Büyük ihtimalle arkadaşlarıyla yemek yemeye geçmiştir.
Kei’nin içeri girdiğinden emin olduktan sonra, bana verdiği kağıda baktım. Elimdeki kağıdı parçalayıp en yakın çöp kutusuna attım.
Kei bu hafta iyi direndi, artık daha fazlasını kaldıramazdı. Kafeteryanın olduğu bölgeyi terk edip okulun başka bir köşesine geçtim. Kei’nin göz kulak olmasını istediğim kişi, şuan yalnız kalmak için kendisine bir köşe arıyormuş meğer.
Malum böyle bir eğitim kampında boş bir yer bulup yalnız kalmak kolay değildir. Gece tek başına kalması çok daha kolay olurdu ama yokluğu fark edildiğinde de başı belaya girebilirdi. En mantıklısı herkesin kafeteryaya koşuştuğu zamandı.
Gittiği yere geldiğimde, yere çökmüş kendisini saklar gibi bir pozisyonda olduğunu gördüm.
Ağlayıp burnunu çekmekten beni fark edemedi. Böyle bir durumda onu görünce, ben de tereddüt ettim ona seslensem mi diye.. Fakat burası küçük bir okul her an başka birisi gelebilirdi. Kendi işim fazla uzasın da istemiyorum zaten.
“Canını sıkan bir durum varsa, Manabu Horikita’ya……eski konsey başkanına akıl danışsan daha iyi olmaz mı?“
“!?“
Kafasını kaldırıp bana bakan kız, 11/A sınıfından Tachibana Akane’ydi. Salya sümük halini görmemden dolayı panikleyip kollarıyla yüzünü sildi.
“Ne istiyorsun?“
“Ben bir şey istemiyorum. Az önce söylediğimi duymadın mı?”
“Canımı sıkan bir durum yok.”
“Eğer canını sıkan bir durum olmadığı için, salya sümük ağlıyorsan şayet; bu daha ciddi bir problem demektir.”
“Ağlamıyorum ben!“
Bu sözleriyle beraber Tachibana bana çok sert bakışlar attı. Yerinden de kalkmıyordu. Hoş kalksa, ağladığı daha çok belli olacak, gözlerindeki şişlik ile yüzünün kızarıklığı kabak gibi ortaya çıkacaktı.
“Sadece yalnız kalmak istiyorum.”
“İnsanın böyle bir yerde kendine zaman ayırması zor değil mi?“
Lavabo molası en ideal zaman ama uzun süre kalmak da sıkıntılı. Zaten girip çıkanlar da oluyor… bir de, abi insan lavaboda nasıl duygusallaşsın, ağlasın ya.
“Bu arada, ben de başkan Horikita’nın tarafındanım.”
Yalan söylüyordum tabii. Kimsenin tarafını tutmuyorum ama Tachibana’yı biraz konuşmaya ısıtmak, rahatlatmak için söyledim.
“Yine de bana yardımcı olamazsın.”
Eh…..madem böyle diyor, o zaman ne diyebilirim ki? Bilgi sızdırabilirdi aksine….
“Düşman olmadığımız için kendini şanslı say.”
“Üstlerine böyle neden konuşuyorsun? Horikita-kun ordaydı diye bir şey demedim ama……“
Ona ‘Horikita-kun’ demesi bile dikkatimi çekti. Hatta ‘Başkan Horikita’ demeye de devam ediyor – ki çoktan görevinden ayrıldı. ‘Eski başkan’ falan diyebilirdi ama Tachibana ona hala aynı unvanla sesleniyor.
“…çömez olarak hayallerin vardır. Pozitif bakıyorsundur her şeye.”
“Garip konuşuyorsun. Yarınki sınav için endişeli misin yoksa?“
“Yoo.. lider falan var, grupta sorun da yaşamıyoruz. Aksine her şey tıkırında ilerliyor.”
“O zaman tenha bir köşede niye ağlayıp duruyorsun?“
“Ağlamıyorum dedim ya.”
Tachibana’nın gözlerini işaret ettiğimde panikleyip parmak uçlarıyla göz altlarını kontrol etti ıslak mı diye. Kuru olduğunu fark edince bana öfkeyle baktı.
“Horikita-kun için endişeliyim…..ona zarar gelecek diye korkuyorum.”
Ne yalan söylüyordu ne de gerçeği. Bu derin konuya girmemeyi tercih ediyorum.
“Endişelenmek mi? O çocuk için endişelenecek bir durum var mı ki?“
“Horikita-kun…..Horikita-kun hep tek başına mücadele verdi. 10 ve 11’lere karşı bile hep yalnız savaştı. Tek tabanca olarak, tüm okula karşı savaş vermenin ne kadar zor olduğunu sen anlayamazsın.”
Anlamayı deneyebilirdim ama mümkün değildi. Öncelikle, öğrenciler arasındaki bağlantıları, nereden olayların patlak verdiğini falan öğrenmem gerekiyordu.. tabii, savaşların da detaylarını..
“Nagumo önderliğindeki 10.sınıfların ona düşman kesildiğini biliyordum ama on birinci sınıflar arasında da böyle düşmanları olduğunu bilmiyordum. Öğrenci konsey başkanlığını üstlenip görevini yerine getirmek için çırpınan birine neden düşmanlık beslensin ki?“
“Horikita-kun’u diktatör olarak mı görüyorsun sen de? Konsey başkanı olarak Nagumo-kun’un aksine yetkisini kötüye kullanmadı. Çünkü sınavlarda hiç açık yoktu.”
Böyle konuşuyor da, üst sınıfların iç meselelerine hakim değilim ki. Hele Manabu Horikita’nın yönetimi olsun, başarıları olsun hiç bilgim yok.
Ama sınavlarda hiç açık yok diyerek….
“On birinci sınıflar arasındaki sınıf çatışmaları hala devam mı ediyor yoksa?“
“En kötü ihtimali söyleyeyim…..Horikita-kun başarısız olursa, A sınıfı da yıkılır.”
“Ha…..“
….Nagumo’nun söylediği lafa geliyor bu. Hani 11/A ile 11/B arasındaki sınıf puan farkının 312 olduğunu demişti ya…A sınıfının tek güçlü silahı Horikita Manabu ise, B sınıfının içinde çok daha fazla güçlü öğrenciler var demektir.
“Yani, o da sıradan bir öğrenci… öyle mi?“
“Horikita-kun——-!…….boş ver.”
Sesini yükseltmekten çekinircesine sözünü tamamlamadı. Fakat öfkesini kusmak istercesine, yavaşça, kısık bir ses tonuyla cümle kurdu.
“A sınıfının öğrencileri hep sorun çıkarttı ona.…..defalarca sınıf puanımızı kaybettik. Hatta yeri geldi, kişisel puanlarımızdan bile olduk— sınıf arkadaşlarını korumak için her zaman kendisini feda etti.”
Tachibana’ nın söylediği doğruysa şayet, Manabu Horikita, Hirata’nın bir üst versiyonu anlamına geliyordu. Açıkçası, bana hiç öyle biri gibi gelmiyor ama…
Tabii, bu sözleri söyleyen kişi, bu okulda 3 yıl kalmış, tüm zorluklara Manabu’nun yanında göğüs germiş 11/A sınıfı öğrencisi olduğu için, az da olsa gerçeklik payı vardır diye düşüneceğim.
Belki de kendisini açığa vurmadan saman altından çok su yürütmüştür. Bilemiyorum. Böyle şeyler yaşandıysa, bunlara şahit olan, Manabu’nun arkasında duran kişi, bu kızdı.
“Yani, son yaşananlardan dolayı mı huzursuzsun?“
“Erkekler cephesinde olan durumdan haberdarım. Nagumo-kun’un ona meydan okumasından, Horikita-kun’un elinin kolunun bağlı olmasından da. Hatta bu yüzden biz de bir şey yapamıyoruz.”
“Ona yardım etmek istememek, senin isteğine bağlı değil mi?“
“Bunun ben de farkındayım.”
Gözleri dolmuş olacak ki Tachibana tekrar koluyla gözlerinin altını sildi. Manabu Horikita ile ilgili görüşleri ağlaması için sebeplerden biriydi. Ama tek sebep bu da değildi.
“Senin de canın sıkkın ayrıca, değil mi?“
“..hayır, değil.”
İnkar etmeye devam etti.
“Öyle mi gerçekten?“
“Çok ısrarcısın ama canımı sıkan bir şey yok.”
“Madem— hayır diyorsun, o zaman yanlış anladım demektir.”
“Evet, yanlış anladın. Horikita-kun’a saçma sapan laf etme lütfen.”
“Peki.”
Sertçe beni uyardıktan sonra, Tachibana kafeteryaya geri döndü. Manabu Horikita’nın gerçeği bilmesini istemiyor bence..
Fakat yanılıyorsun, Tachibana. Kendini feda ederek çözebileceğin bir mesele değil bu.
“Ben hamle yapmadan bu sınav, şah-mattan öteye gitmeyecek anlaşılan.”
Tachibana’nın değişmeyen tavırlarını fark edince, bundan daha çok emin oldum.