Arifureta Shokugyō – Cilt 1, Bölüm 1: Tortus
Hajime hemen elleriyle yüzünü korudu ve iki gözü de kapalıydı ama hışırtı sesini duyduğunda gözlerini yavaşça açtı.
Etrafını şaşkınlıkla inceledi. Göze çarpan ilk şey dev duvar resmiydi. Duvar resmi, yaklaşık on metre genişliğinde olup bir ışık halkasının önünde erdişi(çift cinsiyetli), uzun altın saçlı ve soluk gülüşlü bir kişiyi betimliyordu. Arka plan, çimenli ovaları, gölleri ve dağları resmediyordu ve kişi, sanki hepsini kucaklıyormuş gibi her iki elini de uzatmıştı. Güzel bir duvar resmiydi, muhteşemdi. Ama bir sebepten dolayı Hajime, resimdeki kişiden bir soğukluk hissediyordu.
Etrafını dikkatlice inceledikten sonra devasa bir salonda olduklarını gördü. Salonun mermerden yapıldığını varsaydı. Bütün bina harika bir parıltı yayıyordu. Cilâlı beyaz taşların üst üste döşenmesiyle inşa edilen bina, ince tasarımlı devasa sütunlarla desteklenmişti ve tavanı da kubbe şeklindeydi. Bütün mekân doğal olarak bir katedrale benziyordu ve çok heybetli bir atmosfere sahipti.
Hajime ve diğerleri binanın en derin kısmına, etraflarını saran bölgedeki kaidenin en üstüne yerleştirilmiş gibiydi. Hajime etrafına baktı, görebildiği tek şey sınıf arkadaşlarının da onunkiyle aynı şaşkın ifadeyi takınmalarıydı. Görünüşe göre, o sırada sınıfta bulunan bütün öğrenciler bu duruma yakalanmıştı.
Hajime bakmak için arkasına döndü ve tahmin ettiği gibi Kaori’nin şaşırmış figürü oradaydı. Yara almış gibi değildi, bu yüzden Hajime’ye bir rahatlık geldi.
Ardından, muhtemelen açıklama arayışında olan herkes, yavaş yavaş dikkatlerini kaidenin etrafındaki insanlara yöneltti. Evet, salonda bulunanlar sadece Hajime ve sınıf arkadaşları değildi. Her iki elleri de göğüslerinde kesişmiş ve sanki dua eder gibi diz çökmüş en az otuz kişi vardı… Hepsi altın işlemeli beyaz bir cübbe giymişti ve tam yanlarında da birer asa vardı. Asaların uçları yelpaze gibi açılmış ve halkaların yerine, bu da yetmezmiş gibi birkaç parça yuvarlak disk yerleştirilmişti.
Onların arasından tahmini 70 yaşlarında yaşlı bir adam öne çıktı, kıyafetleri beyaz cüppeli grup arasında bile son derece lükstü. Gerçek bir sihirbaz şapkası gibi gözüken 30cm uzunluğunda ve ince bir şapka giyinmişti. Ancak, bu yaşlı adamın etrafında otoriter bir aura vardı, yüzündeki kırışıklıklara ve aynı şekilde sofistik gözlerine bakılırsa insanlar onun sadece 50 yaşında olduğunu söylese bile kimse bundan şüphelenmezdi.
Aynı zaman zarfında, elindeki asa “Şıngır! Şıngır!*” sesi çıkarıyordu, yaşlı adam onlarla görünüşüne uyan net ve rahatlatıcı bir sesle konuştu.(Ç.N: Tam olarak sesi veremedim kusura bakmayın, bileziklerin birbirine vurduğunda çıkan sesi hayal edin.)
“Tortus’a hoş geldiniz, Kahraman-sama ve yoldaşları. Sizi bekliyorduk. Ben, Azizler Kilisesi’nin mevcut görevlendirilmiş Papazıyım, bana Ishtar Lombard diye hitap edebilirsiniz. Şu andan itibaren iyi geçinelim, basmakalıp selamlamaları değiştirmeye gerek yok.”
Kendisini tanıttıktan sonra Ishtar adlı yaşlı adamın yüzünde, sık sık kibar yaşlı insanlarla ilişkilendirilen bir gülümseme belirdi.
Şu anda, Hajime ve diğerlerinin hareket ettiği yer, yan yana dizilmiş on metre uzunluğunda birkaç yemek masasına sahipti. Daha önce yanından geçtikleri birkaç büyük salonda da bu tür yemek masaları vardı. Bu salonda tıpkı geriye kalanlar kadar görkemliydi, bir amatör bile anlayabilirdi; mobilyalar, dekoratif resimler, duvar resimleri ve buradaki her şey sanatçının yüce başyapıtıydı. Belki de burası yemek yemek ya da toplantı düzenlemek için kullanılıyordu. Başköşede Hatekayama Aiko-sensei ve Kouki’nin dörtlü grubu vardı. Onlardan sonra diğer öğrenciler sırayla yerlerine oturdular, Hajime en sona oturdu.
Buraya kadar rehber edildikleri için hiç kimse çok fazla rahatsızlığa neden olmadı, belki de zihinleri hâlâ gerçeğe ayak uyduramıyordu. Ishtar durumu açıklamaya başladı, herkes sakin kalmayı başardı belki de bunun nedeni karizmatik Kouki’nin varlığından dolayıydı.(Ç.N: Ne alakaysa artık dkjdjsnxjdb)
Öğrenciler tarafından etrafı sarılan Aiko-sensei’nin –öğretmene daha çok benzeyen- gözleri yaşarıyordu.
Herkes oturduğunda mükemmel bir zamanlama ile hizmetçiler servis arabalarıyla içeri girdi. Bu doğru, gerçek hizmetçiler! Bunlar her erkeğin rüyasındaki gerçek hizmetçilerdi, Bishōjo(güzel kız) hizmetçiler! Bu tür şartlar altında, erkek öğrenciler ateşli arzuları tarafından teşvik edildiler, çoğu da bakışlarını hizmetçilere sabitledi. Halbuki kızlar onlara soğuk bakışlar gönderiyorlardı.
Ayrıca Hajime de ona servis etmeye gelen hizmetçiye bakmadan edemedi… Ama bir sebepten dolayı omurgasının altına doğru bir ürperti hissetti. Hajime hızlı bir şekilde görüş hattını dosdoğru ileri olarak belirledi. Dondurucu bakışların geldiği yönde, Kaori bir sebepten dolayı çok mutlu görünen bir gülümsemeyle bakışlarını Hajime’ye yöneltiyordu. Ama tabi ki Hajime bunu fark etmedi.(Ç.N: Yandere Kaoriyle çay saati xd)
Ishtar, herkesin içeceklerini aldığından emin olduktan sonra açıklamaya başladı.
“Bu… Eminim ki hepinizin kafası karışıktır. Öncelikle durumu açıklayacağım, hepinizin sonuna kadar söyleyeceklerimi dinlemenizi rica ediyorum.”
Bundan sonra Ishtar’ın ağzından çıkan sözler gerçekten fantezi benzeriydi, kimsenin ne hakkında konuştuğuna dair hiçbir fikri yoktu. Kısaca söylemek gerekirse, ilk olarak bu dünyaya Tortus deniyordu. Sonrasında Tortus aşağı yukarı üç ana ırka bölünmüştü. İnsanlar, Şeytanlar ve Yarı-insanlar. İnsanlar kuzey bölgesinde hüküm sürmüşler. Şeytanlar güney bölgesinde hüküm sürmüşler. Yarı-insanlar ise doğudaki el değmemiş doğada sessizce yaşamışlar.
İnsanlar ve şeytanlar arasındaki savaş birkaç yüzyıldan beri devam ediyormuş. Şeytanlar, insanlara kıyasla sayıca yetersizmiş ama her bir şeytan müthiş bir güce sahipmiş, sadece bu sebeple bile çok sayıda insana karşı savaşabilmişler. Her iki taraf da son yıllarda büyük çaplı bir savaşa girişmemiş, fakat son zamanlarda anormal bir şey meydana gelmiş. Büyülü canavarlar şeytanlar tarafından mevzilendirilmiş.
Sihirli canavarların, vücutlarına büyülü güçler almadan önce vahşi hayvanlar olduklarını sonrasında dönüşüm geçirdiklerine inanıyorlarmış. Yaşayan bir varlık olarak sınıflandırılıp sınıflandırılmadıkları bilinmiyormuş. Ancak her biri güçlü ve benzersiz büyü kullanabiliyormuş ve bu haşaratlar güçlü ve yırtıcıymış.
Şimdiye kadar hep iç güdülerine güvenmişler. Onları gerçekten evcilleştirebilecek insanlar neredeyse hiç olmamış. Evcilleştirebilseler bile, evcilleştirici en fazla bir ya da iki tanesini kontrol edebilmiş… Ve bu sağduyu Şeytanlar tarafından tamamen yıkılmış. Bu, artık insanların sayıca avantaj sağlamadığını, başka bir deyişle insan ırkının, şuanda bir krizle karşı karşıya kaldığını anlattı.
“Sizi buraya çağıran kişi ‘Eht-sama’ydı. O bizim, Azizler Kilisesi’ndeki bir ve tek olan Koruyucusudur. Belki de Eht-sama çoktan fark etmişti. Bu durum devam ederse insanlar tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Siz bu sonucu önlemek için çağrıldınız. Geldiğiniz dünya bizimkinden daha üst sırada, bu dünyada hepinizin hiç şüphesiz olağanüstü güçlere sahip olması lazım. Çağrı gerçekleşmeden önce, Eht-sama nesilden nesle aktarılan bir kehanet bıraktı; Siz onun bize gönderdiği ‘Kurtuluş’sunuz. Eht-sama’nın iradesiyle doğuştan gelen güçlerinizi ortaya çıkarmalı, Şeytanları devirip insanlığı kurtarmalısınız.”
Ishtar’ın şuanda dalgın bir ifadesi vardı, belki de kehaneti duyduğu zamanı hatırlıyordu. Tıpkı Ishtar’ın dediği gibi insanların %90’dan fazlası Azizler Kilisesi’nin takipçisiydi. Her defasında kehaneti duyan kişiler şüphesiz Azizler Kilisesi’nde büyük etkiye sahip olan kişilerdi.
Koruyucunun sözlerinden hiç şüphe etmemiş, dahası sevinci de içi içine sığmıyordu. Hajime bu dünyanın makul olmayan bir şekilde çarpıtılmış ve kelimelerle ifade edilemeyecek bir kriz duygusu olduğunu hissetti. Aniden itiraz etmek için ayağa kalkmış biri belirdi.
Aiko-sensei.
“Lütfen dalga geçmeyin! Nihayetinde tek istediğiniz bu çocukların bir savaşa katılmaları! Bu tür bir şey kesinlikle söz konusu olamaz! Bir öğretmen olarak böyle bir şeye asla izin vermeyeceğim! Derhal geri dönmemize izin verin! Eminim ki aileleri onlar için endişelenmişlerdir! Şu anda yaptığınız tek şey adam kaçırma!”
(Ç.N: Light novelde resim bulamadım o yüzden mangadan koyayım dedim.)
Öfkeyle nefes nefese kalan Aiko-sensei sadece 25 yaşındaydı. Çok popüler bir sosyal bilgiler öğretmeniydi. Narin yapılı vücudu yaklaşık 1.50 metre boyundaydı, bebek yüzlüydü ve saçları bob kesim* tarzında kısaltılmıştı. (Ç.N: Bob kesim: saçlar alnı örter ve uzunluğu çene hizasına kadardır. )
Öğrencilerinin iyiliği için koşturan Aiko-sensei’yi hatırlayınca, gülümsemekten kendilerini alıkoyamadılar. Öğrencileri için ne kadar çok çabaladığını gören öğrencileri onu korumak istedi, her ne kadar çabalarının çoğu boşa olsa da. Öğrenciler sık sık ona Ai-chan diye seslenirlerdi ama eğer başka birinin önünde onu bu şekilde çağırırlarsa sinirlenirdi.
Bu seferde anlamsız bir çağırılma yüzünden sinirlenmişti ve buna karşı duruyordu.
“Ahh~ Ai-chan yine elinden geleni yapıyor…”. Birkaç öğrenci, Ishtar’a belirsiz bir duyguyla karşılık veren Aiko-sensei’ye bakıyordu. Ancak Ishtar’ın sözlerinden sonra donakaldılar.
“Nasıl hissettiğinizi anlıyorum. Fakat… Şu anda geri dönmeniz imkansız.”
Salon sessizlikle doldu. Sanki üzerlerine çöken buz gibi bir baskı vardı. Herkes Ishtar’a sorgulayıcı bir ifadeyle bakıyordu.
“İ-imkansız… N-ne dedin? Eğer bizi çağırabiliyorsanız, geri de döndürebilmeniz lazım!?”
Diye bağırdı Aiko-sensei.
“Daha önce söylediğim gibi sizi buraya çağıran Eht-sama’ydı. Biz insanlar, başka dünyalara müdahale edecek büyülere sahip değiliz. Bu nedenle geri dönüp dönmeyeceğiniz Eht-sama’nın kararına kalmıştır.”
“B-bu…”
Aiko-sensei gücünü kaybetti ve sandalyeye yığıldı. Etraftaki öğrenciler de kargaşa çıkarmaya başladı.
“Olamaz!? Sahiden artık geri dönemeyecek miyiz?”
“Hayır! Şaka deyin ne olur, geri dönmeme izin verin!”
“Savaş hakkında şaka bile yapma! Lanet olsun!”
“Neden, neden, neden…”
Öğrenciler panik yapmaya başladı. Öte yandan, Hajime oldukça sakindi, tek sebebi bir otaku olmasıydı, daha önce bu durum hakkında çok şey okumuştu. Bu olabilecek en kötü şey değildi birkaç tipik örnek görmeyi bekliyordu, bu yüzden diğer öğrencilerden çok daha sakindi. Bu arada en kötü örneklerden biri köle olarak çağırılmaktı.
Herkes zor bir durumdayken Ishtar onları sakinleştirmek için ağzını açmaya niyetlenmedi, sadece sakince izledi. Ama Hajime, bu sakin ifadenin arkasında bir küçümseme duygusu olduğunu hissedebiliyordu. Ishtar muhtemelen “Neden Eht-sama tarafından seçildikten sonra mutsuz hissediyorlar?” diye düşünüyordu. Herkes hâlâ panik halindeyken Kouki ayağa kalktı ve sert bir şekilde masaya vurdu. Bununla birlikte öğrenciler sesten dolayı afalladı ve bakışlarını Kouki’ye çevirdi. Herkesin dikkatini çektiğini doğruladıktan sonra konuşmaya başladı.
“Millet, Ishtar-san’ın önünde bu kadar sıkıntı çıkarmak anlamsız. Onun da başka seçeneği yoktu… D-demek istediğim, savaşalım! Bu dünyanın insanlarının bir krizle karşı karşıya olduğu bir gerçek. Tüm bunları bildikten sonra yardım isteklerini görmezden gelmek, ben bunu yapamam. Üstelik, madem buraya insanlığı kurtarmak için çağırıldık her şey bittikten sonra geri dönebiliriz. Bu doğru, değil mi, Ishtar-san?”
“Haklısınız. Eht-sama kurtarıcıların dileklerine kesinlikle cevap verecektir.”
“Hepimizin özel güçleri var, değil mi? Gerçekten de bu dünyaya geldiğimden beri içimi kaplayan anlayamadığım bir güç olduğunu hissettim.”
“Haklısın. Kabaca, her biriniz bu dünyanın insanlarından birkaç kat ila birkaç düzine kat daha fazla güce sahip olmalısınız.”
“Öyleyse, savaşacağım. İnsanları kurtaracağım ve sonra hepimizi eve götüreceğim. Ne olursa olsun bu dünyayı ve buradaki herkesi, her şeyi kurtaracağım!”
Kouki bu gibi bir beyanda bulunurken yumruğunu sıkıca sıktı, amaçsız bir şekilde parlak dişlerini de ortaya çıkardı. Ancak tam bu anda karizmatik liderliği etkisini gösterdi. Daha önce tüm umutlarından vazgeçen öğrenciler, yavaş yavaş sakinliklerini ve enerjilerini geri kazanmaya başladı. Kouki’ye parıldayan gözlerle bakıyorlardı, bu ifade umutsuzluk içinde umut buldukları zaman ortaya çıkaracakları bir ifadeydi. Kız öğrencilerin yarısı onu süzmeye başlamıştı bile.
“Ah lanet olsun, bir kere böyle bir şeyi ortaya attın. Tek başına gitmene izin vermek endişe verici olurdu… Ben de savaşacağım!”
“Ryutaro…”
“Buradaki tek kişi sen değilsin… Bunu daha fazla izleyemem… Ben de savaşacağım.”
“Shizuku…”
“Eh, u-um, eğer Shizuku savaşacaksa, bende elimden gelenin en iyisini yapacağım!”
“Kaori…”
Her zamanki dörtlü grup Kouki’yle aynı fikirdeydi. Onlardan sonra sınıf arkadaşlarının geri kalanı da onaylarını dile getirdiler ve olayı akışına bıraktılar. Aiko-sensei ağlamaklı gözlerle “Hayııır~” diye bağırdı ama gözyaşları Kouki’nin hazırladığı ruh haline karşı çaresizdi.
Sonuç olarak, bütün öğrenci topluluğu savaşa katılacak. Muhtemelen öğrenciler savaşa girmenin ne olduğunu gerçekten anlamadılar. Belki de gerçeklikten kaçmanın ve zihinlerinin parçalanmasını önlemenin bir yoluydu. Bu tür şeyleri düşünürken Hajime Ishtar’ı gizlice gözlemledi ve yüzünde çok rahatlamış bir ifadenin ortaya çıktığını gördü. Ayrıca Hajime Ishtar’ın koşulları açıklarken Kouki’yi gizlice gözlemlediğinin de farkındaydı.
Ishtar, Kouki’nin ne tür bir faaliyete geçeceğini öngördü. İnsanlığın başına gelen trajedi hakkında konuşurken Kouki güçlü bir adalet duygusuna sahip olduğundan dolayı ne tür bir tepki vereceğini anlamak kolaydı. Ondan sonra özellikle Şeytanların zulmünü vurguladı. Belki de Ishtar çoktan her şeyi baştan sona öngörmüştü, bu grupta en çok etkisi olan kişiyi ayırt edebilirdi.
Bu bölgenin en önemli adamlarından birisi o’ydu, ve kurnaz birisiydi.
Hajime, Ishtar’ı dikkat edilmesi gereken biri olarak aklına kazıdı.
Merhabaaa,
Bölüm geciktiği için özür dilerim. Çeviri işinde yeni olduğum için hatalarım oluyor ve birinin çeviriyi kontrol etmesine ihtiyacım var. Hikayeyi olduğunca hatasız ve güzel bir şekilde aktarmak istiyorum. Ayrıca çeviriyi telefondan yapıyorum çünkü bilgisayarım yok, bu yüzden de çeviri gecikebiliyor.
Tekrardan geciktiği için özür dilerim. Ama…
Telafi olarak gün içinde bir bölüm daha gelecektir. Umarım hoş karşılarsınız ~~
Yorum, görüş, hata ya da çeviride yanlış bir şey görüp bildirirseniz çok sevinirim ^^
~~KEYİFLİ OKUMALAR~~