Arifureta Shokugyō- Cilt 1, Bölüm 2: Sinerjist

Savaşa katılmaya karar vermelerinden sonra Hajime ve geri kalan herkes savaş sanatı öğrenmeliydi. Ne kadar gizli potansiyele sahip olduklarına bakılmaksızın onlar aslında, barışçıl Japonya’dan gelen normal lise öğrencileriydi. Büyülü canavarlar ve Şeytanlarla aniden savaşmaları imkansızdı.

Oysa bu tür bir durum, beklendiği için ayarlanmıştı. Ishtar, Hajime ile diğerlerine【Kutsal Dağ】’ın eteklerinde yer alan 【Hairihi Krallığı】’nda bir eğitim alacaklarını söyledi.

 Krallığın Azizler Kilisesi’yle çok yakın bir ilişkisi vardı. Söylentilere göre bu ülkenin kurucusu, Sharm Bryne, Koruyucu Ehit’in soyundan geliyordu.

Ülke de bu sebeple Kilise tarafından desteklenmişti, bu yüzden güçlü ilişkileri anlaşılabilirdi.

Dağdan aşağı inmek ve Hairihi Krallığı’na gitmek için, Hajime ve diğerleri, Azizler Kilisesi’nin ana kapısından dışarı çıktılar. Azizler Kilisesi, 【Kutsal Dağ】’ın zirvesinde bulunuyor gibiydi.

Azizler Kilisesi

 Görkemli Kilisenin kapıları açıldığında, bulutlar denizi onları karşıladı. Rakımla ilişkili olan nefes alma problemiyle ilgili hiçbir zorluk hissetmemişlerdi. Yani bir dakika öncesine kadar yüksek bir dağda olduklarını fark etmemişlerdi bile.

 Belki de bu tür şeyler çoktan büyü ile ayarlanmıştı. Güneşin muhteşem yansıması, görkemli bulutlar denizi ve berrak mavi gökyüzünün karşısında, kısacası bu görkemli manzaranın karşısında, Hajime ve arkadaşları büyülenmişti.

Tepkileri karşısında gururlanan Ishtar, ilerlemeleri için ısrar etti. Sonunda çitlerle çevrili beyaz bir dairesel kaide görüş alanlarına girmişti. Katedralde gördükleri malzemelerin aynısıyla yapılmış güzel bir koridordan geçtiler, kaidenin üzerine gelinceye kadar da bu şekilde ilerlemeye devam ettiler.

Kaidenin üzerine kazınmış devasa bir büyülü çember vardı. Çitin öteki tarafında bulutlar denizi olduğundan öğrencilerin çoğu ürkekçe etrafa bakarken çemberin ortasında toplandılar. Ishtar bir şeyler söylüyor gibiydi.

 「Rehberlik yolu, inananlar için açıl. ‘Semavi Yol’」

Aynı zaman zarfında, ayaklarının altındaki büyülü çember göz kamaştırıcı bir şekilde parlamaya başladı. Sonrasında, kaide bir teleferik gibi çaprazlama olarak zemine doğru hareket etti.

 Açıkçası, az önce “söylediği şey” kaide üzerine oyulmuş büyülü çemberi harekete geçirmişti. Bu tam olarak kaide şeklindeki bir teleferikti.  Öte yandan ilk kez “büyü” görmek öğrencileri heyecanlandırmıştı.

 Ayrıca, kaidenin bulutlar denizine girmesiyle bir kargaşaya neden olmuşlardı. Çok geçmeden, bulutlar denizinden geçtiler ve nihayet toprağı görebildiler.

 Altlarında büyük bir şehir vardı, hayır… gördükleri şey bir ulustu. Yamaçta duran yapı aşağıya doğru yayılan devasa bir kale şehriydi. Burası Hairihi Krallığı’nın başkentiydi.

 Kule ve imparatorluk sarayı gökyüzündeki bir koridorla birbirine bağlanmıştı. Kaide o kuleye ulaşana kadar ilerlemeye devam edecek gibiydi. Hajime, sahneledikleri alaycı ve iğneleyici performanslarına karşı güldü.

“Tanrı’nın Havarisi”, bulutlar denizinden geçerek cennetten aşağı iniyordu, bu tam da buna benzer bir görüntüydü.

 Buna bakarak Kilise’nin inananları, Kilise’yle kutsal varlıklar olarak ilişkisi olan kişileri takip edeceklerdi, bu sebepsiz yere değildi.

Hajime savaş öncesi Japonya’yı düşünmeden edemedi; Din ve politikanın birbirine yakından bağlandığı dönemi. Bunun yanı sıra getirdiği trajediyi…

 Sonuçta, bu dünyada başka bir dünyayı etkileyebilecek doğaüstü bir güç gerçekten vardı ve adından da anlaşılabileceği gibi bu dünya “Tanrı’nın İradesi” etrafında toplanmıştı.

Eve dönme olasılıkları ve bu dünyanın kaderi, hepsi Tanrı’nın ellerindeydi. Yavaş yavaş belirginleşmeye başlayan başkente yüksekten bakarken Hajime kalbinde hissettiği huzursuzluğu bastırdı.

Her hâlükârda elinden gelen her şeyi yapacaktı. Yumruğunu sıktı ve nefesini tuttu, sonra da kaideden inmek için bir adım attı.

 İmparatorluk Sarayı’na vardıktan sonra Hajime ve diğerleri düz bir koridorda taht odasına kadar eşlik edildiler. Koridorun Kilisedeki dekorasyonlardan aşağı kalır yanı yoktu. Yol boyunca, şövalye ve devlet memuru gibi giyinmiş kişilerle kısa görüşmeler yaptılar, ayrıca hizmetçilerin yanından da geçtiler ama hepsi onlara aynı hayranlıkla ya da saygınlıkla bakıyordu. Öyle de olmalıydı çünkü Hajime ve diğerlerinin kim olduklarıyla ilgili çoktan kesin bir bilgiye sahiptiler.

 Hajime huzursuzlandı bu yüzden grubun en arkasına doğru gizlice geriledi. Sonunda, mükemmel bir işçilikle hazırlanmış devasa ve güzel bir çift kapının önüne gelmişlerdi. Kapının iki tarafında da nöbetçi iki asker duruyordu.

 Ishtar ile Kahraman ve grubunun geldiğini yüksek sesle bildirdiler. İçeriden cevap gelmesini bile beklemeden kapıyı açtılar. Ishtar içeriye, yapılması gereken en doğal şeymiş gibi acele etmeden girmişti. Kouki ve diğer birkaç öğrenci hariç, diğer öğrenciler korkudan titreyerek kapıdan geçmişlerdi. Kapıdan içeri girdikten sonra, şaşaalı tahta kadar uzanan kırmızı bir halı gördüler. Asil ve otoriter auraya sahip olan otuz yaşlarında bir adam tahtın önünde durdu ve onları bekledi. Bu adam kral olmalıydı. Yanındaki kadının da kraliçe olduğunu düşünüyorlardı. Kraliçenin yanında on yaşında sarı saçlı ve mavi gözlü bir delikanlı vardı. Onun da yanında 14-15 yaşlarında güzel bir genç bayan duruyordu. Onlardan sonra, kırmızı halının her iki tarafına da dizilmiş yaklaşık otuz kişi görüldü. Sol tarafta askeri zırhlı insanlar, sağ tarafta devlet görevlilerine benzeyen insanlar bulunuyordu.

Ishtar, kralın yanına doğru ilerlerken Hajime ve diğerlerini tahtın yanında durdurdu.

Sonrasında Kral, Ishtar’ın elini saygıyla aldı ve hafifçe öptü.

Anlaşılan, Papaz burada daha yüksek bir mevkiye sahipti. O anda Hajime ikna olmuştu; Bu ülke “Din” etrafında merkezlenmişti.

İç çekti…

 Bundan sonrası kendini tanıtmaydı. Kralın adı Eliheid S. B. Hairihi’ydi, kraliçenin adı da muhtemelen* Luaria’ydı. Sarı saçlı genç, prens Randell’di ve prensesin adı da Liliana’ydı. Bundan sonra başbakan, şövalye komutanı ve diğer yüksek statülü insanlar da kendilerini tanıttı. Delikanlının bakışları Kaori’ye doğru yöneltilmişti. Anlaşılan Kaori’nin çekiciliği bu dünyada da etkiliydi. (Ç.N: Niye “muhtemelen” diye sormayın çünkü çeviri öyle söylüyor. Benim tahminim ismini telaffuz etmesi zor olduğundan olabilir :p)

Tanıtmalardan sonra, akşam yemeği için bir araya geldiler ve bu dünyanın mutfağının tadına varabildiler. Yemeğin dış görünüşü, kendi dünyalarındaki Batı tarzı yemeklere benziyordu. Arada pembe soslu bir yiyecek ve yedi farklı renkte parıldayan bir içecek servis edildi, çok lezzetliydi. Prens Randell, Kaori ile konuşma fırsatı yakalamaya çalışıyordu, erkek öğrencilerse bu duruma endişeyle bakıyorlardı. Hajime’ye gelince, erkelerin mızrağın ucunu Prense doğru yönelteceklerine dair içinde ufak bir beklentiye sahip olmadan edemedi, gerçi bu 10 yaşındaki bir çocuk için söz konusu olamazdı…

 İmparatorluk sarayında barınak, yiyecek ve giyecek sağlanacaktı, ayrıca askeri eğitmenleri de tanıtılmıştı. Eğitmenler, Şövalyelerden ve İmparatorluk Mahkemesi Büyücülerinden seçilmişti.

Bu, yaklaşan savaş için arkadaşlıklarını geliştirmelerine izin verecekti. Akşam yemeğinden sonra dağıldılar, her bir kişi kendi odasına götürüldü. Hajime, yatağının etrafındaki gölgeliği(örtü) hayret verici bulan tek kişi değildi. Böyle lüks bir odada kalan Hajime, yerinde duramıyordu. Çok yorucu bir gün olmuştu, sanki tüm vücudu eriyordu. Bir balık gibi yatağa sıçradıktan sonra yavaşça uykuya daldı.


Ertesi gün; eğitim ve dersler hemen başladı. İlk olarak öğrencilerin hepsine 12×7 cm’lik gümüş bir plaka verildi. Öğrenciler plakalara merak içinde baktılar.

Şövalye Komutanı Meld Loggins, bizzat açıklamaya başladı. Hajime bir anlığına “Şövalye Komutanıyla birlikte mi eğitim alacağız?” gibi bir şeyler düşündü. Görünüşe göre “Kahraman ve grubunu” acemi bir eğitmene emanet etmek ya da onun gibi bir şey söz konusu olamazdı.

Komutan Meld yürekten güldü, tüm sorumluluğu Şövalye Yardımcısına verebileceğinden içi rahattı!

Ancak Komutan Yardımcısı-san’ın bu durumla sorunu olmaması imkansızdı…

“Pekala, herkes bir tane aldı mı? Bu plakalara ‘Statü Plakaları’ denir. Adından da anlaşılacağı gibi bu plakalar durumunuzu sayısal değerlerle gösterecek. Buna sahip olduğunuz sürece kaybolmazsınız, bu yüzden bunu kaybetmemeye çalışın. Az önce bahsi geçenlerle ilgili sorusu olan var mı?”

 Meld çok kaygısız bir şekilde konuştu. Rahat ve iyi kâlpli bir doğası vardı,

 “Şu andan itibaren silah arkadaşı olacağız, saygı ifade eden sözler kullanmanın ne anlamı var ki! Normalde nasıl konuşuyorsanız diğer şövalyelerle de öyle konuşun.”

Ve böylece onlara bunun gibi tavsiyelerde bulundular. Hajime ve diğerleri için etraf daha sakin olsa daha iyi olurdu, bir büyüğün onlara kibarca hitap etmesi, onları sadece rahatsız hissettirecekti.

“Plakanın üzerine kazınmış bir büyülü çember var. Parmağınızı kanatmak için bir iğne kullanın ve kanınızı çembere damlatın. Sonrasında plakanın sahibi kayıt yapmış olacak. ‘Durumu Görüntüle’ sözcüğü çıktığında, kendi durumunuzu görebileceksiniz. Ahh, nasıl çalıştığıyla ilgili teoriyi duymak ister misiniz? Ben tam olarak bilmiyorum. Bu, Eski çağlardan kalma, bir tür kutsal eserdir.”

“Kutsal Eser?”

 Kutsal eser gibi yabancı bir sözcüğü duyan Kouki, bir soru sordu.

 “Kutsal eserler, modern yöntemlerle tekrar yaratılamayan güçlü araçlardır. Efsaneye göre, ilk insanların zamanından kalma olduğu söyleniyor… Statü Plakası çoğaltılabilen tek kutsal eserdir, antik çağlardan beri dünyaya sadece bu eser yayılmıştır. Normal şartlarda kutsal eser, ulusal bir hazine olarak değerlendirilir ama bu genellikle halka dağıtıldı. Çünkü bu kullanışlı bir kimlik kartı.”

 Bu durumda öğrenciler, anlayışlı ve somurtkan bir şekilde kafalarını salladılar ve parmaklarını iğneyle kanatırken kaşlarını çattılar. Sonra kanlarını büyülü çembere sürdüler. Sonuç olarak büyülü çember bir anlığına hafif bir ışıltıyla titredi. Hajime de aynısını yaptı ve kanını plakaya sürdü. Durumuna baktığındaysa sonuç ola…

görüntülendi.

 Hajime durumuna baktığında kendini oyunda bir karakter olmuş gibi hissetti*.(Ç.N: Sanırım kendini bir NPC olarak hissetmiş yani oyuncu olmayan bir karakter olarak.)

 Diğer öğrenciler de Hajime gibi Statü Plakalarından gözlerini alamadı. Komutan Meld Statü Plakaları hakkında açıklamasına devam etti.

“Herkes gördü mü? Şimdi, açıklamaya başlayayım mı? İlk olarak “Seviye” kavramının üstünden geçmeme izin verin, olur mu? Bir insan için maksimum seviye 100’dür. Başka bir deyişle seviyeyi, bir kişinin potansiyelini değerlendirmenin bir yolu olarak düşünebilirsiniz. Seviye 100 bir insanın potansiyelinin zirvesine ulaştığını gösterir. Gerçi öyle bir kişide şimdiye kadar var olmadı.”(Ç.N: O halde 100. Seviyenin son olduğunu nereden biliyorlar diyebilirsiniz çünkü bende dedim. Büyük ihtimalle Kilise sayesindedir.)

Oyunlarda olduğu gibi seviye atladıktan sonra istatistikler artmıyor gibi görünüyor.(Ç.N: Biliyorum saçma geliyor ama çeviri öyle söylüyor. Galiba istatistikler arttıkça seviye atlayabiliyorsun.)

 “Her gün antrenman yapmak doğal olarak istatistiklerinizi artıracak, ayrıca büyü ve büyülü eşyalar kullanmakta istatistiklerinizi artırabilir. Ek olarak büyü gücü yüksek olan kişilerin doğal olarak diğer istatistikleri de ortalamanın üzerinde olacak. Her ne kadar bütün detayları bilmesek de, büyü gücünün kişinin elinde olmadan vücut performansını artıracağına inanılıyor. Son bir şey daha, gelecekte kullanacağınız ekipmanları dört gözle bekleyebilirsiniz. Ne de olsa, ulusal hazine, insanlığı kurtaracak kahramanlara kapısını açacak!”

 Komutan Meld’in söylediklerine göre istatistiklerini Büyülü Canavarlarla savaşmak zorunda kalmadan birkaç kat arttırabilirlerdi. Yine de, sürekli olarak yeteneklerini parlatmaları gerekiyordu.

“Bir sonraki, ‘Sınıf’ kavramına geçelim mi? Basitçe söylemek gerekirse bu sizin ‘yeteneğiniz’, Statü Plakalarının en altında görüntülenen ‘beceriler’ ile bağlantılıdır. Sınıfların etki alanı kapsamında, beceriler eşsiz yetenekler sergileyebilir. İnsanların bir sınıfa sahip olması çok nadir görülür. Sınıflar iki kategoriye ayrılır: savaşçı ve savaşçı olmayan. Savaşçı sınıflar yalnızca sınıfı olanlar arasından bin kişide bir çıkıyor. Bazı durumlarda, binde bir bile olabiliyor. Savaşçı olmayan sınıflar ise yalnızca yüz kişiden birinde ortaya çıkıyor. Savaşçı olmayanlar arasından on kişiden biri nadir bir yeteneğe sahip olabiliyor. Savaşçı olmayanların çoğu yapım personelleridir.’’

 Hajime istatistiklerine bir göz attı ve gerçekten de Sınıf bölümünde “Sinerjist” yazılıydı. Görünen o ki becerisi “Dönüşüm” idi.

 Ishtar’dan duyduklarına göre Hajime ve diğerleri daha üstün bir dünyadan geldikleri için özellikleri Tortus halkından çok daha yüksek olmalıydı. Sadece bu tür bir durum doğal olmalı. Bu şekilde düşünürken Hajime, gülümseden edemedi. Tabii kime gizli bir yeteneğin var dense, mutlu olur.

Ancak, Komutan Meld’in sözlerinin devamını duyduktan sonra neşeli hissi uçtu gitti ve sinir bozucu terler ortaya çıkmaya başladı.

“Ondan sonra… Hepinizin istatistikleri gördüğünüz gibi. Normalde, 1. Seviyedeyken istatistikler 10 civarındadır. Yanii, sizin istatistiklerinizin birkaç kat daha yüksek olması lazım! Çok kıskandırıcı! Ah, lütfen Statü Plakalarında bulunan içeriği bana bildirin. Bu sayede her birinize uygun bir eğitim programı ayarlayabiliriz.”

 Bu dünyada, seviye 1’in ortalama istatistikleri 10 civarındadır. Hajime’nin istatistikleri de harika bir 10’lar serisiydi. Can sıkıcı terini sildi ve kafası tamamen karışmıştı.

(Eh~ Nasıl bakarsan bak, bu değerler fazla ortalama… Çok güzel bir şekilde ortalama değiller mi? Hile yapıyormuş gibi olmam gerekmiyor muydu? B-ben h-h-hayır… B-benden başka h-h-herkes… Diğerleri ne alemde? B-belki de başlangıçta bu normal bir durumdur… )

Bu umuda tutunan Hajime, etrafına ürkekçe baktı, etraftan sesler yükseliyordu sürekli. Herkesin yüzü ışıl ışıl parlıyordu, hiçbiri Hajime gibi soğuk terler dökmüyordu.

Komutan Meld konuşmasını kestikten sonra, durumunu bildiren ilk kişi Kouki oldu. Onun durumu…

Hilenin vücut bulmuş haliydi.

“Hou~ tamda Kahraman-sama’ya yakışır. Seviye bir olmana rağmen üç haneli değerlere sahipsin… Birazcık şok oldum. Beceriler bile 2 ya da 3 tane değil… Bu adam standartların dışında! Çok güvenilir görünüyor.”

“Yok artık~ Ahaha…”

 Komutanın övgü dolu sözlerini karşıladıktan sonra Kouki başını mahcup bir şekilde okşadı. Bu arada Komutan, 62 seviyeydi. Ortalama istatistikleri 300 civarındaydı ve gücü bu dünyada birinci sınıf olarak kabul edildi. Bununla birlikte, Kouki sadece 1 seviyeydi ve çoktan kendi istatistikleri Komutanınkilerin üçte birine yakındı. Bu büyüme hızı ile onu kolayca geçmek sadece zamanla alakalıydı. Bu arada, beceriler doğuştan gelen bir yetenek gibiydi, onları geliştirmenin hiçbir yolu yoktu. Tek istisna “Oluştrma  Becerisi” idi. Bu beceri, uzun yıllar sonucu kullanıcısının becerisini parlatmasının sonucuydu, sözde duvarı “aştıktan” sonra kazanılabilecek bir beceriydi*.

Basit bir ifadeyle, bu daha önce sahip olmadığın bir yetenekti ama bir gün aniden becerinin özünü kavradın ve yetkinliğini arttırdın. (Ç.N: Bu beceriyi yaratıcılık olarak da düşünebilirsiniz yani sınırlarını aşıp hayal güçlerini kullanarak bu beceriyi geliştirebiliyorlar.)

Diğerlerinin gözünde Kouki özeldi, sadece hile benzeri istatistikleri yoktu, her nedense savaşçı bir sınıfa da sahipti…

Hajime Sınıf bölümünde yazılı olan “Sinerjist” e baktı, kafasını bu sınıf hakkında yorduktan sonra bile savaşçı sınıfıyla kendi sınıfını bağdaştırmadı.

 Sadece iki becerisi vardı ve dahası, bunlardan biri temel becerilerden olan “Dil Anlama ” idi.

 Başka bir deyişle, gerçekte yalnızca bir becerisi vardı. Hajime yavaş yavaş yavan bir gülümseme ortaya çıkardı.

 Sıraya göre Statü Plakasındaki içeriği Komutan Meld’e bildirme sırası ona gelmişti. Şimdiye kadar Komutan Meld, bütün istatistikleri standardın dışında gördüğü için ağzı kulaklarına varmıştı. Çok güçlü silah arkadaşları edindiği için mutluydu.

 “Huh?”

 Komutanın gülümseyen ifadesi bir inleme ile donakaldı. O esnada, “Yanlış mı görüyorum?” diye mırıldandı ve Statü Plakasına birkaç kez hafifçe tıklattı. Ardından Plakayı güneş ışığına doğru tuttu ve bir süre baktıktan sonra Hajime’ye incelikli bir ifadeyle geri verdi.

 “Ah… um… bunu nasıl söyleyebilirim, anlarsın ya… bu, Sinerjist bir zanaatkarlık mesleğidir. Demirden eşyaları dövmek için çok uygundur…”

Komutan Meld, Hajime’ye sınıfını açıklarken nutku tutulmuştu. Hajime’yi yoldaki bir diken parçası olarak gören erkekler, onunla dalga geçmek için bu fırsata balıklama atlayacaklardı. Zanaatkarlık mesleği açıkça savaşçı olmayan bir sınıftı. Bütün sınıf arkadaşlarının savaşçı sınıfı vardı ve Hajime’nin gelecek savaşlarda işe yaramaz olma olasılığı çok yüksekti. Hiyama Daisuke sırıtırken bağırdı.

 “Hey hey, Nagumo. Yoksa sen, savaşçı olmayan bir sınıf mı aldın? Zanaatkar nasıl savaşabilir ki? Meld-san bu sınıf nadir mi?”

“… Hayır, her 10 demirciden biri bu sınıfa sahip olabilir. Ülkede çalışan zanaatkarlar bu sınıfa sahip.”

“Hey hey, Nagumo~ bu şekilde nasıl savaşacaksın ki?”

 Hiyama, Hajime’nin omzuna kolunu attı, çok rahatsız ediciydi. Etrafa bakarsanız, özellikle de erkek öğrenciler yaşadığı talihsizliğe gülüyorlardı.

“K-kim bilir, Savaşmadan nasıl bilebilirim ki?”

 “Amanın! O zaman istatistiklerinizi görmemize izin verir misiniz? Sınıfınız çöp olsa bile, yine de harika istatistiklere sahip olmalısınız, değil mi~?”(Ç.N: +9 dalga geçme itemi – > Saygılı konuşma)

Hajime, şuanda Meld’in ifadesinden sonucun pek iç açıcı olmadığını tahmin edebilirdi ama Hiyama yine de ne olursa olsun Hajime’den duymak istiyordu, gerçekten çürümüş bir kişiliğe sahipti. Ayrıca üç yardakçısı da bu eğlenceye katıldı. Onlar güçlüye yaltaklık yapan güçsüze ise zorbalık eden türden alçaklardı. Aslında, Kaori, Shizuku ve diğerleri bu tür bir davranışa mutsuz bir ifadeyle baktılar.

Böyle bir şey düşünürken Statü Plakasını rastlantı sonucu olarak Hiyama’ya kaptırdı. Statü Plakasının içeriğine baktıktan sonra ise kahkahalara boğuldu. Bunu takiben, Saito ve diğerleri elden ele geçen Statü plakasındaki içeriğe baktıktan sonra Hajime ile alay etmeye başladılar.

“Puhahahaha~ Bu da ne! Bu tamamen normal, sıradan bir kişi!”

 “Kyahahahahaha~ daha doğrusu, ortalama istatistikleri 10, bu bölgede yaşayan çocuklardan bile daha zayıf olabilir~”

“Hih~ hihihihih~ İmkanı yok! Bu çocuk direkt ölecek! Belki de et kalkanı olarak biraz faydalı olabilir!”

Kaori Hajime ile alay eden öğrencilere öfkeyle yaklaşıyordu. Ancak, oraya varmadan önce başka biri öfkeyle bağırdı. Aiko-sensei’ydi.

“Kora-! Siz çocuklar neye gülüyorsunuz? Sınıf arkadaşınıza gülmek benim asla izin vermeyeceğim bir şey! Kesinlikle izin vermeyeceğim! Nagumo-kun’un Statü Plakasını hemen geri verin!”

Aiko-sensei minik bedeni ile mümkün olduğu kadar öfkesini ifade etmeye çalıştı. Belki de zar zor kendinden memnun olan bu aura tarafından boyun eğdirilmişlerdi ve Statü Plakasını istemeyerek Hajime’ye geri verdiler.

 Aiko-sensei Hajime ile yüz yüze gelmek için arkasını dündü ve omuzlarını okşayarak onu neşelendirmeye çalıştı.(Ç.N: Normalde böyle bir durumda omuz yerine kafa tercih edilir ama okşayan kişi 1.50 kdbchdbd)

“Nagumo-kun, bunu kafana takma. Ben de savaşçı olmayan bir sınıftanım.’’ Bunu söylerken sesi bir anlığına titredi.

 Tıpkı sınıfım gibi istatistiklerim de ortalama. Yani Nagumo-kun, bu tür bir durumda olan tek kişiyim diye endişelenmene gerek yok!”

“İşte, bak!”

 derken, Aiko-sensei Hajime’ye Statü Plakasını gösterdi.

Hajime, Plakaya boş bakışlar atıyordu.

“Ehh~ Sorun ne? Nagumo-kun!”

 Aiko-sensei, Hajime’yi sallamak için gücünü harcarken sordu. Doğrusu genel istatistikleri düşüktü ve bir bakışta savaşçı bir sınıf olmadığını açıkça söyleyebilirdiniz ama…

Büyü gücü şimdiden Kahramanla karşılaştırılabilirdi. Ayrıca oldukça fazla becerisi vardı. Besin sağlama savaşlarda büyük bir problemdi. Hajime’nin aksine, çok çeşitli bir seviyeye sahipti.

Başka bir deyişle, Aiko-sensei hile olarak kabul edilebilecek kadar iyiydi. Böyle bir durumda tek kişi olmadığına dair azıcık bir beklentisi olan Hajime, daha derin bir yara aldı.

 “Amanın amanın, Ai-chan son darbeyi vurdu…”

 “Na-Nagumo-kun! İyi misin?”

 Hajime’nin tepkisini gören Shizuku acı bir şekilde gülümsedi. Kaori onun önüne koştu ve endişeyle ne olduğunu sordu.

“Ehh~?”

Aiko-sensei kafasını şaşkınlıkla eğdi, ancak öğrenciler ne yaptığı hakkında fikri olmayan öğretmenlerine sıcak bir şekilde baktılar.

Her neyse, zorbalığı durdurma hedefine başarıyla ulaşmıştı ama bu tür bir ilgi de güvenin en alt seviyeye düşmesine neden oldu. Hajime’nin gelecek hakkında beklentisi pek de parlak değildi, yüzü kuru bir gülümsemeyle boyanmıştı.


-Bölümle alakasız müzikler serisi-
~2~

Merhaba,

Telafi bölümle karşınızdayım biraz geç yükledim ama umarım beğenirsiniz ~~

Yorum, görüş, hata ya da çeviride yanlış bir şey görüp bildirirseniz çok sevinirim ^^

Bu arada çevirime yardım ettiği için Maruchi-sama’ya teşekkürler :p

~~KEYİFLİ OKUMALAR~~