After The Big Bang - Bölüm 8
Güneşin ilk ışıkları Babil şehrini aydınlatırken, her yer muhteşem bir parıltıyla kaplandı.
Gökyüzü, yer yüzü cennetini süslerken, insanlar hayatlarına devam ediyordu.
Geçen aylar içerisinde zamanla insanlar kıyametin gelmeyeceğine inanarak sakinleşmiş, olanları kabullenmiş ve hayata yeniden dönmek zorunda kalmışlardı.
Bu süreçte, imparatorun emriyle tren saldırısına doğrudan karıştığı düşünülen altı kişi idam edilmişti.
Eski bakan Michel ise nezarethanede tutuklu olarak bekliyordu.
Tüm bunların arasında, cıvıltılı kuşların sesleriyle bir prenses uyandı.
Her gün güneşin doğuşuyla uyanan prenses, her sabah büyük penceresini açar, perdelerini kenara çeker.
“Blanc bugün de gelmedi, acaba ne oldu?”
Güneş ışınları odasını aydınlatırken, genç prenses kocaman bir esnemeyle uykusunu deldi ve odasında duran, el işiyle yapılmış ahşap çerçeveli aynanın karşısına geçti.
Genç prenses, ipek pijamalarıyla yeni uyandığı halde o kadar güzeldi ki, geniş odasını aydınlatan yumuşak bir ışık gibiydi.
Masumiyeti yüzünden okunan genç prenses, hizmetçilerinin telaşlı ayak seslerini duymadan önce, aynanın büyülü dünyasında ipeksi saçlarını özenle taradı.
Tam o sırada, camının penceresinden tıklatma sesi duydu.
“Blanc!”
Mutlulukla parlayan gözlerle prenses, beyaz karganın yanına koşar adımlarla gitti.
“Üç gün seni görmeyince içim buruk oldu Blanc, çok özledim! Neredeydin sen böyle?”
Gak! Gak!
“Bekle sana üzüm getireyim!”
Gak!
Prenses yatağının başucundaki komodinden bir salkım üzüm alıp beyaz kargaya uzattı.
Beyaz karga, gözlerini üzümlere dikip bir bir gagasıyla koparıp afiyetle yemeye başladı.
“Sen de beni özlemiş gibi görünüyorsun.”
Prenses beyaz kargayı okşadı.
“Maalesef bugün seninle çok vakit geçiremem Blanc, babamla kahvaltı yapıp derslere gitmem gerekiyor.”
Prenses, üzümleri yiyen beyaz kargayı yalnız bırakıp, saçlarıyla ilgilendi.
“Biliyor musun Blanc, 18’ime basınca enerjim resmen patladı! Böyle giderse babamı geçip onu her şeyden koruyabilirim.”
Prenses, beyaz kargaya dönüp geniş bir gülümsemeyle yüzünü aydınlattı.
Tak! Tak! Tak!
“Hanımım, uyandınız mı?”
Gelen tıklatan prensesin dadısı Alexa’ydı.
“Uyandım Alexa! Biraz bekler misin kapıda?”
“Tabii bekliyorum hanımım.”
“Dadım geldi Blanc, Üç gündür görüşemedik ve şimdi erken ayrılmam gerekiyor üzgünüm.”
Gak!
“Yarın gelirsen belki daha fazla vakit geçiririz ne dersin?”
Gak!
Beyaz karga, kanatlarını güçlü bir şekilde çırparak prensesin odasının penceresinden uzaklaştı.
“Yarın tekrar gel!”
Prenses kapıya doğru dönerek “Girebilirsin Alexa.” diye seslendi.
Alexa kapıyı açıp prensese gülümsedi.
“Günaydın hanımım.”
“Günaydın Alexa.”
“Hanımım bugün yoğun bir gününüz olduğu için sizi hızlıca hazırlayıp kahvaltınızı yaptıralım.”
“Yapalım Alexa.”
***
Prensesin 30 dakika geçen hazırlanışıdan sonra eğitimi için sade ama şık bir kıyafet giymişti.
Beyaz uzun kollu bir gömlek, siyah korse ve dar kesim siyah pantolon tercih etmişti.
Parmakları açıkta bırakan siyah eldivenler ve uzun beyaz saçlarıyla kararlı bir duruş sergiliyordu.
Bu elbise ona hem pratiklik hem de zarafet katıyordu.
“Çok çok güzel oldunuz hanımım!!”
“Teşekkür ederim Alexa, Şimdi kahvaltıya gidebilir miyiz? çok bunaldım bundan.”
“Gidelim hanımım.”
***
Prenses, dadılarıyla birlikte odasından çıkıp kahvaltı salonuna geçti.
Güneş ışığının süzüldüğü köşedeki küçük masada, imparator tek başına oturmuş, fincanını elinde çeviriyordu.
“Baba!”
“Geldin mi Elena.”
“Hıhı, niye beni bekledin ki?”
“Sensiz yemek yemek, arabayla tekerleksiz gitmeye benziyor.”
Prenses hızla İmparator’un yanındaki sandalyeye oturdu.
“Hehe~ geldim baba şimdi yiyebilirsin!”
“İkimize afiyet olsun.”
“Bu arada baba her zamanki gibi çok yakışıklısın~”
“Hmm, öyle mi?”
İmparatorla keyifli bir sohbet eşliğinde kahvaltısını yapan prenses, daha sonra antrenman alanına geçti.
***
Prenses için yapılmış eğitim alanı geniş açık havada bir sarayın sessiz bir ormanının kenarına yapılmıştı.
Alanın tam ortasında pürüzsüz bir beton zeminle kaplı, yuvarlak bir daire belirgin bir şekilde çizilmişti.
Yüksek ağaçların gölgesi bu alanı güneşin yakıcı ışınlarından korurken, kuşların cıvıltıları ve hafif rüzgarın sesi, sakin bir huzur veriyordu.
Beton zemin büyük patlamalara dayanıklı olacak şekilde yapılmıştı ve her adımı net bir şekilde hissedebilmesi için özel olarak tasarlanmıştı.
Bu sayede prenses, eğitim yaparken her hareketinin üzerine düşünme fırsatına sahipti.
Prenses için göz kamaştırıcı bir atmosferde, yoğun çalışmalarına odaklanabileceği bir alan sunuyordu.
“Bugün çok huzurlu.”
Prenses huzurlu ortamın tadını çıkarırken, birden arkasından bir ses duydu.
“Günaydın Elena biz geldik.”
“İzak! Freya!”
Prensesin güvenliği ve eğitimi için görevlendirilen muhafız ve hocalar gelmişti.
İzak, bakımlı kahverengi gözlü ve saçlı genç bir adamdı.
Gözlerindeki sertlik, yüzündeki ciddiyetle birleşince adeta bir fırtına öncesi sessizliği andırıyordu.
Freya ise kısa, simsiyah saçlarıyla ve süt gibi beyaz teniyle dikkat çeken, genç bir kadındı.
Sürekli bir gülümseme yüzünden eksik olmasa da ciddiyet gerektiren anlarda ifadesi anında buza dönüşen birisidir.
İkisi de koyu kırmızı, askeri tip bir üniforma giymişlerdi.
Üniformaları altın düğmeler ve karmaşık altın süslemelerle bezenmişti.
Omuzlarında rütbelerini belirten altın renkli süs zincirleri bulunuyordu. Belinde siyah deri bir kemer ve kemerin sağ tarafına takılı, bir kılıç taşıyorlardı.
Freya büyük bir sevinçle, “Uzun bir aradan sonra bugün kılıçlarımız ciddi şekilde konuşacak prenses! Hazır mısın?” dedi.
Prenses biraz heyecanlı, ama kararlı bir ifadeyle cevap verdi.
“Evet, Freya hazırım. Sizinle karşılaşmayı dört gözle bekliyordum.”
İzak ciddi bir ifadeyle, “Onca eğitimden sonra gerçekten ciddi bir seviyeye geldin. Gerçek gücünü görelim.” dedi.
“İkinizle aynı anda savaşağım için heyecanlıyım!”
Prenses ve korumaları kılıçlarını kınından çekip antrenman sahasına adım attıkları anda arkalarından İmparator’un sesini duydular.
“Günaydın İzak, Freya.”
İmparatorun gelişini fark edemeyen İzak ve Freya hızla saygı duruşuna geçtiler.
“Günaydınlar Majesteleri!”
“Rahat olabilirsiniz.”
İmparatorun geldiğini gören prenses, sevinçle onun yanına doğru koşup sarıldı.
“Babacığım!”
“Sakin ol küçük hanım.”
“Ne için geldin baba?”
“Dün testlerden enerjinde bir artış olduğunu öğrendim ve bugün benimle karşılaşmanı istiyorum. Ne kadar geliştiğini görelim.”
“Benimle mi savaşacaksın?”
“Evet, seninle en son karşı karşıya geldiğimizde 16 yaşındaydın, o zamandan beri uzun zaman geçti.”
“Sonunda baba uzun zamandır bunu bekliyordum.”
“Bu seviyeye gelmeni uzun zamandır bekliyordum, küçük hanım.”
İmparator, eğitim alanının bir ucundan diğer ucuna bir anda sıçrayarak prensesin karşısında belirdi. Kılıcı kınından usulca çekilirken, prensesin soluğu kesildi.
“Alana gir Elena.”
“Dünden hazırlıklıymışsın baba.”
“Tabii ki.”
“Geliyorum baba.”
Prenses, alana ayak basar basmaz yıldırım hızında imparatorun üzerine atıldı ve kılıcını ölümcül bir hamleyle savurdu.
Ancak imparator, hızlı bir hareketle prensesin saldırısını savuşturdu.
Prenses bir an duraksamadan, aldatıcı bir adımla imparatorun sol tarafına kayarak ikinci bir hamle yaptı, bu sefer kılıcını aşağıdan yukarı doğru savurarak saldırdı.
İmparator, bu hamleyi de fark edip kılıcıyla engelleyerek prensesin saldırısını bir kez daha savuşturdu.
Hırsla dolan prenses, kılıcına yoğun enerjisini aktararak kılıcını parlattı.
Son hızla enerjiyle dolu düzinelerce saldırıyı peş peşe İmparatora yöneltti.
Her darbede İmparator, büyük bir ustalıkla prensesin saldırılarını savuşturuyor, kılıçların çarpışmasıyla ormanda yankılanan metalin sesi mücadeleyi daha da şiddetlendiriyordu.
“Elinden gelen bu mu Elena?”
Prensesin yüzünde ciddi bir ifadeyle karışık bir gülümseme belirdi.
Gözleri İmparatora dikili kararlı bir ses tonuyla, “Hayır, daha yeni başlıyorum.” dedi.
-Devam Edecek-