Elitler Sınıfı - Kısa Hikayeler - Kış Tatilinde: İbuki, Albert, İshizaki ve Shiina
Kış Tatilinde: İbuki, Albert, İshizaki ve Shiina’gil
Bu, ikinci dönem sona erdikten sonra, kış tatilinin ilk gününde yaşandı. . Aynı zamanda, bu malum çatı kat faciasından da iki gün sonrasıydı.
Ibuki Mio için o gün son derece sıkıcı bir gündü.
***
Soğuk havanın altında, kızarmış yumruklarıma baktım ve derin bir nefes verdim.
“Ne yapıyorum ben burda be…?”
Verdiğim nefes gözlerimin önünde yavaşça dağıldı.
Kış tatilinin ilk gününde, ne düşündüm de geldim bilmiyorum…uyanır uyanmaz, okul yoluna çıkan bulvara doğru yola çıktım.
Ryuuen’i dövdükten sonra, kendimi ısıtmak için yurda dönmeliydim. Bu kadarıyla yetinirim sanıyordum.
….nedenini bilmiyordum ama hala bulvarda kalakaldım.
“Aha. Hava çok soğuk.”
Yalnız kalınca, dün olanlar hakkında düşünmeye başladım.
Tüm bu karışıklıklar çok hızlı gerçekleşti.. tek düşünebildiğim, bizi bir şeyin kontrol ettiğiydi.
Şimdiye kadar olan her şey, o olay.
Sakın bana onun her şeyi–!
….Ryuuen de dahil olmak üzere, her şey o çocuğun istediği gibi oldu. Bizi resmen parmağında oynattı.
Geriye dönüp baktığımda, bu okula girdiğimden beri, huzurlu bir gün bile olmamıştı hep bir kargaşa çıkmıştı.
C sınıfına yerleştirildikten hemen sonra, Ryuuen Kakeru sınıfı kontrol etmeye başladı. Tabii ki, sınıftaki insanlar onu ilk başta kabul etmedi ve ona karşı geldiler.
Ishizaki’yi ve Komiya’yı söylememe gerek bile yok, Kaneda bile Ryuuen’in insanları kontrol etmek için güç kullanmasını doğru bulmadı.
Ryuuen, bu tür bir tavırla… doğal olarak C sınıfı tarafından yabancılaştırılacak ve bastırılacaktı. Yani böyle olur sanıyordum.
Ancak, Ryuuen hemen karşı çıktı. Güvenlik kameralarının ve okul kurallarının varlığını bile umursamadı. Ishizaki’yi ve diğerlerini alt etti- dürüst olmak gerekirse, o anda şok oldum.
Ama Ryuuen en başından beri bu okulun sistemini kavramıştı. Sınıf içindeki çatışmalar okula bildirilemezdi. Çünkü… bu kendi ayağına sıkmaktan farksızdı.
Ryuuen bu ayrım gözetmeyen şeyleri defalarca tekrarladı ve aynı zamanda kuralların sınırlarını zorlamakla uğraştı.
Aslında, düne kadar, Ryuuen C sınıfına liderlik etmek için birçok yöntem kullanmıştı.
Bu cin fikirleriyle komploları onun başarısını arttırarak “gururlanmasını” sağladı. Kendince kural ihlalleri dahi olsa, asla kaybeden taraf o olmayacaktı.
Bu olayı başarma hissi ile yanıp tutuşuyordu ve başardı da.
Bu yenilgi C sınıfının, Ryuuen Kakeru’yu durduramamasından kaynaklanıyordu bir nevi.
Ryuuen’in başına gelenlerin benimle hiçbir ilgisi olmamasına rağmen, neden öfkelendiğimi bilmiyorum. Deli gibi sinirli ve mutsuzum.
Öfkelenmemin nedenini bilmiyorum da. Hiçbir şey düşünmesem bile, bu öfkeyi kendimden silip atamıyorum.
Rahatsız hissetmeme sebep olan ne, peki?
“Ah, gerçekten! Düşünmeyelim.”
…kış tatilini bu şeyleri düşünmek için boşa harcamayayım.
Ben düşüncelere dalmışken, gündelik kıyafetler giyen öğrencilerle dolup taşmış bulvar. Muhtemelen kış tatilinin tadını çıkarmak için Keyaki alışveriş merkezine gitmeye hazırlanıyorlardır.
Bu tatilin benim için pek önemi yok desem yeridir.. Çünkü arkadaşım diyebileceğim kimse yoktu.
“Çok yavaş be…”
Zaten 30 dakikadır bekliyorum. Sabrım taşmak üzere. Görüşeceğim kişiyi sıkıştırmak için telefonumu çıkardım.
“Yo, Ibuki. Seni beklettim.”
Onu aramadan önce, Ishizaki bana seslendi. Yanında Albert de vardı.
“Daha ne kadar beklemem gerekiyordu?”
“Özür dilerim. Biz de gelirken birkaç şeyle uğraşmak zorunda kaldık.”
“Hmm.. Öyle mi?”
“Her neyse, bunu bir başarı olarak kabul edilebiliriz. Ama Ryuuen-san çok kızgın.”
“Güzel. Yaraların da artmış, maşallah.”
Ishizaki’nin yüzüne güçlü bir şekilde vurulmuş olmalı, çok acı verici görünüyordu ve kızarık yüzünü okşadı. Ancak, yüzünde ne öfke ne de pişmanlıktan eser vardı. Tam tersi çok neşeli görünüyordu.
“Dövüldün ve yine de çok memnun görünüyorsun, mazoşist filan mısın?”
“Dalga geçme. Sadece çok mutluyum, hepsi bu.”
Mazoşistin kelime anlamı zaten bu, değil mi be?
Bunu düşünmeme rağmen, Ishizaki’nin gözlerinin içi gülüyordu, halinden de memnundu.
“Şimdiye kadar Ryuuen tarafından baskı altındaydınız, ona karşı kırgın olmanız gerekmiyor mu?”
Ona hissettiğim şüpheli durumu sordum.
Ishizaki, Ryuuen’in diktatörlüğü altındaki yaptığı hatalar için sürekli olarak suçlanmıştı. Ceza olarak da bir de dayak yiyordu. Hatta en çok dövülen kişi Ishizaki’ydi.
“Gerçeği söylemek gerekirse, ben memnun sayılmam..… ama.”
“Ne?”
“Yok bir şey. Onu kabullenmiştim, ya da ona saygı duyuyorum demeliyim.”
O kadar çok dövüldü ki beyni mi eridi bunun? Bu tür bir insanı kabullenmek ve ona saygı duymak mı?… şaka mı?
“Benim gözümde o sadece başkasının sırtından geçinen bir ezik.”
“Ryuuen-san hakkında böyle şeyler söyleme.”
Uwa, çok iğrenç. Muhtemelen çok fazla dövüldü ve beyni eridi.
Ama Ishizaki’nin arkasında duran Albert’den de benzer şeyleri hissediyordum.
“Yok artık, sen de mi onunla aynı fikirdesin?”
Ona sormak için Albert’ın yüzüne baktım ve hiçbir şey söylemeden başını hafifçe salladı.
“Haa. Anlayamıyorum. Bu çocuğun neresi iyi?”
Sorsam bile, Albert bana cevap vermedi.
“Eğer ciddiye alsaydın, rakip Ryuuen olsa bile, sen de kazanabilirdin.”
Normal bir kavga olsaydı, Albert’in ezici bir avantajı olurdu.
Aslında, Albert geçmişte üç kapışmanın üçünde de zafer kazandı.
Sadece benim farkında olmadığım bir ara, bu ikisi arasında nasıl bir kavga yaşandıysa artık Albert Ryuuen’in generallerinden biri olup çıktı. Durumu bir dereceye kadar anladım ama …yine de gerçekten akıl almaz bir durum?…
Ishizaki Albert’i anlıyor gibiydi.
“Albert kavgalardan nefret ediyormuş.”
Erkekler arasında bir şey söz konusu olacak ki — Ishizaki, Albert’in belini dürterek güldü.
“Bu cüsseyle kavgalardan nefret mi ediyorsun yani?”
“Ryuuen-san’ın verdiği talimatlar dışında, Albert’in birini dövdüğünü gördün mü hiç?”
“…Galiba hayır. O zaman başka sebepler var ortada demektir?”
Madem kavga sevmiyor, Ryuuen’e itaat etmesin o zaman. Böylece kimseyle kavga etmesine de gerek yok ki.
“Ryuuen-san, ona erkekliğin ne olduğunu deneyimlemesine izin verdi.”
Nedenini anlayamadığım bir cümle kurdu, Ishizaki. Ardından gülerek Albert’in sırtına vurdu.
“Peki. Boş verin, sormadım sayın. Ciddi bir sebep beklememeliydim.”
Kısaca, durumu Ishizaki’nin sözlerinden anladım ve daha fazla eşelememem gereken bir konu olduğuna karar kıldım. Yurda dönmenin zamanı gelmiş zaten.
Bugün saatlerce dışarıda durdum, biraz daha kalırsam donarak öleceğim.
“Ben yurda dönüyorum.”
Bu sözlerim üzerine Ishizaki neden bana ciddi bir yüzle baktı anlamadım.
Ona uçan tekme atma isteğim ağır basıyor ama kendimi dizginledim.
“Ibuki, vaktin varsa, çay içmeye gel?”
“…Ne?”
O az önce ne dedi?
Onun sözlerini anlayamadım, bu yüzden kaskatı kesildim. Ishizaki tekrar sordu.
“Hadi gidip çay içelim.”
Aptal Ishizaki beni çaya mı davet ediyor…?
Ben bunu düşünürken, Ishizaki panikle art niyeti olmadığını belirtti.
“Yani… peşin peşin söyleyeyim, garip düşüncelerim yok. Çok normalim, daha çok Ryuuen-san için endişeleniyorum? Böyle söylersem daha da garipleşiyor, off. Kısacası, düşündüğün gibi değil. Albert da bizimle geliyor.”
Bu nasıl bir açıklama be?
Ama sözleri yalan gibi durmuyordu.
Ishizaki kaba ve şiddet yanlısı olmasına rağmen (başkaları hakkında bu şekilde söyleme hakkım olmamasına rağmen), dürüst bir insandı.
Albert’ın de benimle çay içmek istediğini anladım, ancak neden benimle çay içmek istediklerini bilmiyorum.
….şimdiye kadar hiç böyle davetler olmamıştı, nereden geldi bu ani istek?
Yoksa dünkü olaylar, onlara derin bir izlenim falan mı bıraktı?
“Eğer bu işin içinde bir bit yeniği varsa, ikinizi de bayıltırım.”
“Söylüyorum ya, art niyetim yok. Kesinlikle sana karşı bu tür düşüncelere sahip olmayacağım. İmkânı yok.”
Ben neden ortada fol yok yumurta yokken reddedildim ya?
Nedense garip hissettim.
“Kısaca, bize biraz eşlik edeceksin. Sonuçta, kış tatili için planlanın falan yok, değil mi?”
“…Anladım.”
Hayatımda etkinlik olsun istesem de, kış tatili için programım tamamen boştu.
Dahası, dışarıda bu kadar uzun süre ayakta durduğumdan, ellerim donmak üzereydi.
“Eğer gelmek istiyorsan, acele edelim.”
“Albert, sen de geliyorsun değil mi?”
Albert sakince başıyla onayladı.
Kış tatilinin ilk gününde, Keyaki alışveriş merkezinin hemen her yerinde öğrenci vardı.
Buraya gelmekte çok aceleci davrandığım için oldukça pişmanım.
“Ana konuya dönersek, bizim tarafımızda kalmanı beklemiyordum.”
“Ne demeye çalışıyorsun?”
“Ryuuen-san’ın meselesinden bahsediyorum. Ondan nefret ettiğini sanıyordum.”
“Ha? Ondan nefret ettiğim çok açık.”
Ne tür bir yanlış anlama onu Ryuuen’den nefret etmediğim sonucuna götürdü ki?
“O zaman neden bugün bizimle iletişime geçtin?”
“Bu—“
Ryuuen’in kimseye bir şey demeden sıvışmaya çalışması… beni kötü bir ruh haline soktu o kadar. Ama Ishizaki ve diğerleri kesinlikle hissettiklerimi anlayamazlar.
Bu okula girdiğimden beri, Ryuuen’i hiç sevmedim. Sadece yeteneklerini bir dereceye kadar kabullendim o kadar.
Ama son 2 gün içinde yaşananlar yüzünden kötü hissettim hepsi bu.
“Her neyse, sizinle ilgisi yok bu konunun.”
“Evet, bu doğru.”
Ishizaki daha fazla soru sormayı düşünmüyordu.
Ishizaki, içinde bol miktarda gomme şurubu bulunan buzlu kahvesini içerken buz küplerini hart hurt çiğniyor…
“Bu havada neden buzlu kahve içiyorsun?”
“Tuhaf bir durum yok ki. Hava çok soğuk olduğu için, soğuk içecekler içmek daha lezzetli oluyor.”
Elbette, Albert ve ben sıcak içecekler söyledik.
“Eee, üçüncü dönem başladığında ne olacak? Iya, buz gibiymiş.”
Ishizaki inisiyatif alarak konuşmaya başladı. İçeceğini bitirdikten sonra vücudu titriyordu. Buz küpleri çok soğuktu herhalde. Bu çocuk gerçekten aptalın teki.
“Bu tür şeyleri nasıl bilebilirim.”
“Ama … bunun hakkında düşünmeliyiz, değil mi?”
Ishizaki tam olarak ne dememi istiyor?
…her şey kabak gibi ortadaydı zaten.
“Düşünmemizin ne manası var? Ryuuen’in kararı değişmeyecek. Kendi kendine endişelenmekte özgürsün, ancak zamanını boşa harcayacaksın bu konuları kafana takarak.”
“Ah…”
Sert bir şekilde konuştum.
Muhtemelen ona yardımcı olmamı istiyordu ama zaman kaybından öteye gitmeyecek ki.
Beyhude bir çabaydı onlarınki.
“Ama—-”
“Aması yok.”
“Ryuuen-san’ın düşüncesi şu şekilde, D sınıfı–“
“Yeter.”
Bugün Ishizaki’yi durdurmak için kullandığım en basit tonu kullandım ve ona doğru baktım.
“Beni dikkatlice dinle. “Onlar” ile ilgili herhangi bir konuyu yasaklıyorum. Eğer buna saygı gösteremezsen, ben gidiyorum.”
Bunu söylediyince, Ishizaki’nin yenilgiyi kabul etmekten
başka seçeneği kalmadı.
“Anlıyorum. Gerçekten anlıyorum.”
Ishizaki panik içinde, beni yatıştırmak için konuşmaya başladı.
Zaten bu konuları neden bu ikisiyle tartışmak zorunda olduğumu bile bilmiyorum.
“Bunu bitirdikten sonra gidiyorum.”
Hala kahvemin yarısı kalmıştı. Biraz daha hızlı içmeliyim.
“Bu konu hakkında konuşmayacağım tamam ama… bu konunun açılmasından gerçekten nefret mi ediyor musun?”
“Evet nefret ediyorum. Dünden bu yana, nefret ettiğim insan sayısı 2’ye yükseldi.”
Olay bundan ibaretti.
“Günaydın, Ibuki-san.”
Az muhabbetli geçen kahve-çay görüşmemize, Shiina da katıldı.
Bizi görünce seslendi hemen. Sırtında okul çantası ve elinde bir içecek vardı.
“Efendim?”
Ona şaşkın bir şekilde cevap verince, Shiina gülümsedi ve;
“Sizi bir arada görünce, size selam vermeden gitmeyeyim dedim. Bugün güneş batıdan doğdu herhalde.” dedi.
“Öyle mi? Sık sık birlikteyiz aslında.”
“Yalan söylüyor.”
Başkaları tarafından “her zaman Ishizaki ile birlikteyim” diye düşünülmek hiç hoşuma gitmedi, bu yüzden hemen yalanladım.
“Size katılabilir miyim?”
Zeka kullanmanın gerekli olduğu sınavlarda, Shiina C sınıfının hazinesi olarak kabul edilebilir. Ryuuen’in birkaç kez Shiina ve Kaneda‘dan yardım istemişliği bile vardı. Ama normalde bizimle hiç iletişim kurmazdı.
“Onun katılmasında bir sıkıntı yok, değil mi?”
Ryuuen’in kabul ettiği bir öğrenci olduğu için, Ishizaki ve Albert onu kolayca kabullendi.
“Teşekkürler, rahatsız ettiğim için özür dilerim.”
“Okul üniformanı giyerek nereye gittin?”
“Çay seremonisi kulübünden geliyorum. Kış tatillerinde de kulüp faaliyetlerine devam etmek zorundayız.”
“Çay seremonisi kulübü … orada ne yapıyorsun?”
“Birçok şey yapıyoruz. Görgü kuralları, malzemeleri nasıl kullanmalıyız, misafir ağırlama falan.”
“Ha, yani hala bu tür şeyleri yapmak isteyen insanlar var.”
Ishizaki, Shiina ile olan konuşmasını kesintiye uğrattı ve sıkılmış bir şekilde bunları söyledi.
Çok dikkatli dinlemiyordum ama, Shiina’dan çay seremonisi kulübünde çok az üye olduğunu duymuştum.
“Eğer istekliysen, kulübe katıl?”
“Hayır. Kulüp etkinliklerinden nefret ederim.”
Ishizaki, fincandaki buz küplerinin kalan yarısını dişiyle kırarak yemeye başladı.
“Konuyu değiştiriyorum, izninizle… ben, bu sabah Ryuuen-kun’u gördüm.”
Shiina da Ryuuen’den bahsetti.
“Okul üniformasını giydiği için biraz endişelendim.”
“Endişelenme, hiçbir sıkıntı yok.”
“Ha öyle mi? Bunu duyduğuma sevindim.”
Bu grupta, eğer Ryuuen burada değilse, onun hakkında konuşmaları gayet doğaldı..
Sessizce gitmeyi planlıyordum ama Albert omzumdan tuttu.
“Ne yapıyorsun, yurda döneceğim. Ekstra söylenecek bir şey kalmadı zaten.”
Bu sözlerime karşılık Albert sessizce içecekleri işaret etti.
“…İçeceğimi bitirene kadar gitme mi istiyorsun?”
İçeceğimi bitirdikten sonra ayrılacağımı söylediğimden, sözümden dönmüş konumuna düşüyordum. Bitireceğim mecbur.
Konu tekrar açıldığı için canım sıkıldı, bu yüzden sadece bitirmeye odaklandım.
“Çok sıcak.”
“Aman dikkat, kendini zorlama. Ibuki-san’ın sıcakla pek arası yoktu, değil mi?”
“Çok konuşuyorsun. Sıcak içerim içmem sana ne ki.”
“Ama biz sınıf arkadaşıyız.”
Sınıf arkadaşı olsak bile, ne alaka?
Şu anda, C sınıfından böyle şeyler beklemek saçmalık.
“Üçüncü dönemden başlayarak D sınıfına düşeceğiz. Savaş çoktan sona erdi.”
“Alakası yok, C sınıfı kesinlikle tekrar yükselecek.”
Shiina, insanları rahatsız eden kelimeleri ciddi bir ifadeyle söyledi.
“Bu ne demek? Herhangi bir dayanağın var mı? Yoksa sınıfa liderlik etmek mi istiyorsun?”
“Tabii ki sınıfa yardım edeceğim. Ondan sonra herkesin gücünü tek çatı altında toplayacağız.”
Bu kızın kafasında birkaç tahta eksik olduğunu biliyordum da bu kadarını beklemiyordum.
C sınıfının en çok eksik olduğu şey birlikti- yani yardımlaşmak.
Bu, Ryuuen’in liderliğindeki C sınıfında bulunmayan bir şeydi.
Shiina bile bunları anlamış olmalı.
“Diğerlerine kıyasla çok geç kalmış olabiliriz. Ama sırf bu sebepten ötürü bile, artık üst sınıflara terfi etmek için birbirimize yardım etmeliyiz, haksız mıyım?”
“Anladım. O zaman elinden geleni yap. Ama ben bu işin içinde yokum.”
Buradan çekip gitmek istiyorum ama hala kahvemi bitiremedim.
Böyle olacağını bilseydim, sıcak bir içecek sipariş etmezdim onun yerine soğuk bir içecek alırdım.
“Neden bu kadar sinirlisin? Genel tavrın bu olsa bile…”
“Sen de mi benimle tartışmak istiyorsun?”
“Böyle bir şey düşünmüyorum.”
“Bu arada Iwasaki-kun, yüzün gözün yara bere içinde, fazla yaralanmışsın.”
“Yeni mi fark ettin. Ayrıca benim adım Iwasaki değil, Ishizaki.”
“Haha, sadece şaka yapıyorum. Tüm sınıftakilerin isimlerini gayet iyi hatırlıyorum.”
Genellikle bizimle iletişime girmeyen Shiina’nın, bize yaklaşmasının temel sebebi herhalde Ryuuen’in burada olmamasıydı? Bir de, Ishizaki ve Albert’in yaralarını gördü ve olayın detayları merak etti.
“Bu yaralar nasıl oldu?”
“Eh, bir şeyler oldu işte.”
“Bir şeyler derken?”
“Aslında, dün–”
Ishizaki’nin saçma sapan şeyler söyleyeceğini düşündüm, bu yüzden istemeden de olsa sohbete katıldım.
“Ryuuen ile C sınıfının yönetimi hakkında farklı düşünüyorlardı ve bir anda kavga patlak verdi. Ondan sonra da dayak yemiş.”
Öyle değil mi? dercesine Ishizaki’ye baktım ve o da kafasını salladı.
“… vay be duy da inanma.”
Ishizaki genellikle Ryuuen ile birlikte takıldığından, bu şeylerin gerçekleştiğini hayal etmek zordu.
“Yoksa Ryuuen-kun ile kavga mı ettin?”
Ryuuen hazır burada yokken arkasından sallıyorduk.
Albert ne demek istediğimi anladı, Shiina ile göz göze geldi ve başıyla onayladı.
“Bazen kavga etmenin iyi olduğunu düşünüyorum, ama lütfen mümkün olan en kısa sürede bu sorunu halledin. İhtiyaç olursa, sana yardım edebilirim.”
“Ne yapabilirsin ki?”
“Ryuuen-kun’a “lütfen kavga etmeyi bırak” diyeceğim.”
Ben de bir şeyler yapacak sandım ha. Meğer doğrudan Ryuuen’le konuşmaktan bahsediyormuş. Bu haliyle, şimdiye kadar Ryuuen tarafından dövülmediği için gerçekten şanslıydı.
Shiina sporda iyi değildi ve şiddetten hoşlanmıyordu, bu yüzden Ryuuen onu kâle bile almazdı.
Zaten Ryuuen’in politikalarına aykırı bir şey yapmıyordu.
“Fu, içeceğimi bitirdim. Görüşürüz.”
“Şimdi yurda mı dönüyorsun?”
“Bu zamana kadar size eşlik ettim, yeter artık.”
“Ah, bu arada, Ibuki-san. Yakında ilginç filmlerin piyasaya sürüleceğini duydum. Sakıncası yoksa, birlikte sinemaya gidelim, ister misin?”
“Teşekkürler, ben almayım.”
Gitmek istesem bile yalnız giderim.
“Peki… yazık oldu.”
Boş bardağımı aldım ve oradan ayrıldım.
Bunlarla takılmaya devam edersem, sinirlerim bozulacaktı.
Dahası–
Şu ana kadar kendime hiç bu kadar kızmamıştım.
…son iki gün içinde neden bu kadar sinirlendiğimi fark ettim.
Ryuuen’in suçu değildi, Ishizaki ve Albert’in suçu da değildi. Ve tabii ki, tesadüfen ortaya çıkan Shiina ile ilgili de değildi.
Kendimi affedemiyordum.
İşte sinirimin, öfkemin sebebi buydu.
Biraz daha güvenilir biri olsaydım, işler… C sınıfını bu kadar kötü bir durumda bırakacak şekilde gelişmezdi. Ryuuen Kakeru da lider olarak böyle bir hata yapmazdı.
Vardığım sonuç buydu.
Burda kalmaya devam edersem, kendimi tutamayabilirim. Bu yüzden acele edip yalnız kalmak istedim.
“Bi dakika, Ibuki.”
Ishizaki, arkamdan bana seslendi.
“Ne istiyorsun??”
“Her şeyi tek başına omuzlama. Biz varız.”
“Ha…?”
Yanlışlıkla kuru bir kahkaha çıktı ağzımdan.
“Şaka yapıyorsun herhalde. Sana niye danışayım, sana niye dert yanayım, sana niye güveneyim? Konuşacak bir şey de yok zaten.”
Normalde çok aptal olan bir grup, neden sadece bu gibi zamanlarda bu kadar ciddileşiyor?
“Ibuki-san, tekrar görüşüp konuşalım.”
Shiina da bunu söyledi ve Albert de sessizce bana baktı.
Bu 3 kişi sırf beni neşelendirmek için, <biz varız> havası vermeye çalışıyorlardı.
Biraz düşününce… beni çay içmeye davet eden Ishizaki, Albert ya da grubu gördükten sonra gelen Shiina olsun, konuştukları ilk kişi bendim.
Bu ne demek oluyor şimdi?
Bu tür şeyler hiç aklımda yoktu.
Bu sahneye dayanamadığım için yürümeye başladım.
Böyle sıcak bir ortam beklemiyordum.
Bugün son derece sıkıcı bir gün, aynı zamanda çaresizlik günüydü.
Ancak, asıl çaresizlik birazdan başlayacak.
Çeviren: Darkmatter