Karabasan - Bölüm 4
Tuhaf bir hisle gözlerimi açtım.
Etraf çok karanlık ve sessizdi. Bunun bir rüya olmadığını duyularımın çok net bir şekilde
çalıştığından dolayı anladım.
Bedenim olayları anlamaya çalışırken ruhum zaten ne olacağını biliyor gibi ürküyordu.
Hareket etmeye çalıştığımda üzerimde müthiş bir baskı olduğunu hissettim fakat bu
öncekilerden farklıydı. Bu sefer biraz zorlayınca ayağa doğru doğrulabildim.
Hareket edebiliyordum. Elimi kaldırıp sağ sola oynattım.
Sanki elimde elli kilo ağırlıklar varmışta onları kaldırıyormuşum gibi zorlanıyordum.
Odamın içinde biraz göz gezdirdim. Bir değişiklik yoktu. Kapım önceden bıraktığım gibi hala
aralık bir şekilde duruyordu. O aralığa baktığımda koridor yerine saf karanlıktan başka bir
şey görmüyordum.
Dikkatimi kapıdan çekip açık olan pencereme verdim.
Bu kasvetli ve karanlık hava da içeri çok soğuk rüzgarlar esiyordu. Bulutlar tam anlamıyla gri
rengini almıştı. Gecenin güzelliği kasvetten başka bir şeye dönüşmemişti.
Aklımda bir şey dolaşıyordu, onu yeni fark ettim.
Ben camı ne zaman açmıştım?
Odayı dolduran soğuğa karşı gidip pencereyi kapatmak istedim. Pencereye doğru bir adım
atmaya çalıştığımda ise üstümdeki ağırlıktan dolayı ilk adımı düzgün bir şekilde atamayıp
tökezledim.
Düşmeden önce yatağa tutundum. Biraz daha dikkatli adımlarla pencereye doğru yürümeye
başladım. Attığım her adımda adımlarım yavaş yavaş iyileşmeye başlıyordu. Son adımı da
attıktan sonra pencereye ulaşmıştım.
Tekrardan tökezlemeden önce bir elimle pencerenin kenarına diğer elimle de kenara itilmiş
olan perdeyi tuttum. Perdenin düşmemesi için ağırlığın çoğunu pencerenin kenarını tutmuş
olan elime veriyordum.
Perdeden elimi çekip pencerenin koluna doğru attım ve pencereyi kapadım.
İçeri giren soğuklar bir anda kesilmişti fakat odanın içerisi hala soğuktu.
Dışarıdaki havayı izlemeye başladım. Yakından baktığımda da hava hala aynı kasvetini
koruyordu.
Gökyüzüne bakmayı kesip evlerin olduğu bölgeye bakmaya başladım. Evlerin bir tanesinde
bile ışık yanmıyordu. Çok garipti yani herkes uyuyor olamazdı değil mi?
Bazı evlerinin çatılarında garip siyah figürler vardı. Onların ne olduğunu anlamak için
pencereye iyice yaklaşıp daha net görebilmek için gözlerimi kıstım. Fakat ne olduklarını
anlayamadım.
Bunların haricinde o anda aklıma annem ve babam geldi. Acaba evdeler mi?
Herhangi bir canlıyı görmek için camdan dışarıyı izlemeye devam ediyordum. Herhangi bir
araba, yaya ya da uçan bir kuş bile yoktu. Tabi ki şu çatılardaki siyah figürleri saymazsak,
onların canlı olup olamadıkların tam olarak anlayamamıştım ama içimden bir ses bana
onların canlı ve hiçte güvenilir şeyler olmadıklarını söylüyordu.
Dışarıda birilerini aramak yerine ailem evde mi değil mi onu kontrol etmeliydim. Sonuçta
bunu yapmak soru işaretlerini daha çabuk çözecekti.
Odadan çıkmak için arkamı yavaşça döndüm. Yüzüm odamın kapısına bakıyordu. Bakışlarım
bir süre oraya dikildikten sonra bir anda içimi bir dehşet sardı.
Artık ağırlığın yükünü üzerimde daha fazla hissediyordum ayakta durmamda aşırı şekilde
zorlaşmıştı fakat güç bela hala ayakta durabiliyordum.
Bir şeyin geldiğini ruhum bana bağıra bağıra söylüyordu. Sanki ruhumun bana yapmış
olduğu bağrışları kulaklarımda duyabiliyordum.
Bu hissettiğim şey baskıydı.
Mantıklı düşünme yetimi üç veya dört saniyeliğine kaybetmiştim. Kendime geldiğimde
saklanmam gerektiğini anlayıp hemen yanımdaki kıyafet dolabımın içine girmem gerektiğini
düşündüm.
İki elimi bir anda pencere kenarından çekip dolabın kapağına attım. Hızlıca dolabın iki
kapağını da açıp kendimi kıyafetlerin arasına attım. Tam kapakları kapatırken aralıktan odaya
siyah bir figürün girdiğini görür gibi oldum.
Odada bir şeyin olduğunun doğruluğunu ölçmek için zamanım yoktu, kendimi içeri attığım
gibi kapakları kapadım. Sadece odanın içini görmek için çok ufak bir aralık bırakmıştım.
Dolabın baktığı yerin sol çaprazından benim yatağım gözüküyordu.
Kulağıma yavaştan adım sesleri gelmeye başlamıştı. Korkudan beynim bana oyun mu
oynuyor yoksa gerçekten bir şeyler mi geliyor anlayamıyordum.
Soğuk terler saç diplerimden başlayıp vücudumun aşağısına doğru iniyorlardı.
Kapının önünde bir şey vardı. Kapağın aralığından onu görebiliyordum.
Siyah bir gölge.
Oda karanlık olduğu için tam olarak ne olduğunu seçemiyordum.
Yavaş yavaş yatağıma doğru ilerlemeye başladı. Dolabın önünden geçerken kalbim deli gibi
atıyordu. Beni duymaması için nefes alış ve verişlerimi kontrol etmeye çalıştım fakat
beceremedim.
Tam yatağımın başucuna gelip birkaç saniye öylece durdu. Sanki bir şeyi arıyormuş gibi bir
hali vardı.
Ah salak kafam tabi ki de beni arayacak başka ne olacaktı ki.
Yatağımda beni bulamayınca sanki sinirlenir gibi olmuştu. Bunu nasıl açıklayacağım
bilemiyorum fakat sinirlendiğini iliklerime kadar hissettim.
O sinirlendikten sonra üzerime normal bir insanı kusturacak şekilde bir baskı çöktü. Artık
neredeyse kalkamayacak kadar ağırlık vardı üzerimde. Ellerimi bile neredeyse
kaldıramıyordum.
Siyah gölge, yatağımın başından ayrılıp giysi dolabıma doğru geldi.
Bana doğru geldiği her an nefes alışlarım daha da hızlanıyordu.
Giysi dolabının önünde durdu. Yüzünü hala seçemiyordum.
Dolabın kapaklarını açtı, parmakları yerine uzun sivri pençeye benzeyen elleriyle beni tuttu
ve oradan çıkarttı.
Beni bulmasıyla siniri geçmişe benziyordu, üzerimdeki baskı kalkmıştı artık rahatça hareket
edebiliyordum.
Bağırmak istiyordum fakat boynumu sıkıca tuttuğu için ses çıkaramıyordum. Çırpınmaya
başladım. Boynumu tuttuğu pençelerinden kurtulmak için elimi onun pençelerine attım fakat
oraya dokunduğum gibi elim kanamaya başladı.
Elimi hemen geri çektim. Avucumun içinden başlayıp parmaklarıma kadar tutunan sonrada
yere damlayan kanı gördüm. Siyah gölgede bunu fark etmiş olacak ki o da elime baktı.
Ardından göz göze geldik.
Fakat onun gözleri yoktu…
Adeta hiçliğin içine bakıyormuşum gibi hissediyordum.
Gözleri olmamasına rağmen onun ruhumun derinliklerine baktığını hissediyordum. Üzerimde
bir baskı olmasa bile onu görmenin dehşetiyle hareketsiz kaldım.
Elimdeki kana tekrar baktı.
Sonrasında kulaklarımda bir fısıltı duydum. Bir fısıltı olmasına karşın sanki odanın her
tarafında yankılanıyordu.
“Tekrar görüşeceğiz.”
Gözlerimi açtım ve kendimi giysi dolabımın önünde yatarken buldum.
…
Gün batımı neredeyse bitmiş akşam olmaya yaklaşıyordu. Ayağa kalkmak için hareket
etmeye çalıştım. Kalkmaya çalıştığımda boynumun çok feci bir şekilde ağrıdığını hissettim.
Yerden kalkmak için ellerimi yere dayadım fakat ellerimle yere kuvvet uygulayınca sağ elimi
ani bir acı yüzünden hemen çektim.
Sol elim yerden destek alırken dizlerimin üstünde sağ elimin içine baktım.
Derin olmasa bile büyükçe bir kesik vardı.
Ben elimdeki yaraya bakarken diğer tarafta anahtarla beraber dış kapının açılma sesi geldi.
Annem gelmişti.
“Rumi, uyuyor musun?” Koridordan yankılanıp odama gelen sesi gittikçe yaklaşıyordu.
Beni bu halde görürse endişelenip bin bir türlü soru soracaktı, eh tabi haklı kadın.
Acıya dayanarak kendimi hemen ayağa kaldırdım.
Gidebildiğim kadar hızlı bir şekilde yatağıma gittim ve üstüme yorganı attım.
Tam ben üstüme yorganı attığım sırada annem kapıyı çalıp odama girdi.
“Uyuyor muydun tatlım.”
Dünyanın en kötü oyunculuğuyla yeni uyanmış numarası yaptım.
“İyi misin Rumi solgun görünüyorsun.”
Halsizliğimi fark edip yanım geldi ve ateşimi ölçmek için elini başımın üzerine koydu.
Annemin elinin hafifliği içimdeki endişeleri bir anlığına yok etti.
“Ateşin var gibi gözükmüyor ama istersen yarın okula gitme seni doktora götürürüm.
Yemeğini yedin mi? Hala açsan sana yemek yapabilirim. Hatta bekle tatlım ben sana seni
iyileştirecek bir çorba yapayım. Yatağından sakın kalkma.”
Ben daha bir şey demeden annem hemen mutfağa doğru koşturmaya başlamıştı zaten.
Annem böyle durumlarda her zaman çok panik yapan bir insandı.
Tam odanın kapısından çıkarken arkasını döndü ve açık olan pencereye doğru gitti.
“Pencere açık bir şekilde yatarsan tabi ki hasta olursun Rumi.” Dedi açık pencereyi
kapataraktan.
Ben pencereyi kapatmamış mıydım?
Annem pencereyi kapattıktan sonra aşağı indi.
Annem aşağı indikten sonra ben yorganı üzerimden çekip ayağa kalkmaya çalıştım. O
ağırlıkları tekrar vücudumda hissedeceğim sanıyordum fakat rahat bir şekilde ayağı
kalkabildim.
Pencerenin yanına gittim ve herhangi bir iz var mı diye camı iyice inceledim, fakat hiçbir şey
yoktu.
Bakışlarımı dışarıya çevirdim.
Bulutlar o an ki kadar kasvetli olmasa da yine kararmışlardı. Yağmur yağacak gibiydi.
Evlere baktığımdaysa evlerin çoğunun ışıklarının yandığını gördüm. En azından bunlar içimi
biraz olsun rahatlatmıştı.
Evlerin ışıklarına bakarken gözüm bir anda çatılara gitti. Bir çatıdan diğer çatıya doğru süratli
bir şekilde giden çok hızlı bir cisim vardı.
O rüyadan önce, rüya mı değil mi emin bile değilim, bir karga sanabilirdim onu fakat o bir
karga değildi.
Siyah bir gölge.
Neredeyse beş saniye gözüktükten sonra görüş alanımdan çıktı.
Kafam karışmıştı.
Aklımda bir sürü soru vardı.
İçimde de büyük bir korku vardı.
O fısıltı hala kulaklarımın içine doğru sesleniyor gibiydi.
“Tekrar görüşeceğiz.”