Bilge Okuyucu - Bölüm 30 – Arazi Sahipleri (4)
Bölüm 30 – Arazi Sahipleri (4)
Dokkaebi ortadan kaybolduktan sonra da 3.hattın olduğu platformda olaylar devam etti.
- hatta şuan sadece bir oda kalmıştı.
Burada güçlü birisi olmadığı için, zayıflar aralarında yarışıp birbirlerine saldırmaya başladılar.
- “Geber! Öl!”
[3.senaryonun başlamasına 30 dakika kaldı.]
Kıyametten bir sahne izliyor gibiydim. Fakat aldırış etmeden HKY’yi okumaya devam ettim. Belki de beklediğimden daha iyi gidecekti bu senaryo. Hayatta kalmak için hiçbir detayı kaçıramazdım.
[Neyi bekliyorsun, söylesene?]
Bihyung’un sözleriyle irkilerek, takımyıldızlarından gelen mesajları da fark ettim.
[Takımyıldızı ‘Altın Taç Esiri’ ne yaptığınızı merak ediyor.]
Refleks olarak telefonumun ekranını kapatıverdim. Bu ani hareketimle aklıma bir soru takıldı. Telefonumda HKY’yi okuduğum zamanlarda, neden takımyıldızlarından hiç tepki gelmedi…!?
HYK’nin orijinal senaryosunda, Yoo Jonghyuk’un regresör olduğu ortaya çıktığı zaman takımyıldızları ‘adaletten’ bahsedip olay çıkarmışlardı.
Her yalnız kaldığımda, telefonumdan bir yazı okuyor olmam dikkatlerini çekmiştir herhalde?…
[Boş ekranla ne yaptığını anlayamıyorum! Takımyıldızları senin bu hareketlerinden dolayı çıldırıyorlar!]
…boş ekran mı?
Telefonumun ekranını geri açtım, HKY açıkken ona göstererek işaret ettim.
“Bunu mu diyorsun?”
[Evet! Bomboş ekranda neye bakıp duruyorsun? Böyle boş oturarak anca ölürsün sen ha!!! Böyle bir adama güvenip inandığıma.…]
Tüylerim diken diken oldu.
Dokkaebi ‘yazı’yı okuyamıyordu..
Tüm bu sistemi yöneten Dokkaebi’ler dahi okuyamıyorsa, takımyıldızları da okuyamıyor demektir..
Peki ya… bu yazıyı bana gönderen yazar… nasıl bir varlıktı acaba? Ya da hala burada mı?!
****
“Kuaack!”
Son çığlığında duyulmasıyla 3.hattaki son odanın sahibi belli oldu. Kafamı kaldırdım.
[Yeşil Alan 1/1]
“…yaklaşma, olduğun yerde kal.”
Bir çocuk bana elindeki bıçağı uzatarak bağırdı. Dikkatli bakınca, bize rehberlik eden çocuk olduğunu fark ettim. Hala adını bilmiyordum ama.
“Endişelenme. Odanda gözüm yok.”
Çocuğu rahatlatmak için gelişi güzel birkaç cümle kurdum.
“Gerçekten mi? Çok rahat gözüküyorsun, Ahjussi. Ölmek mi istiyorsun yoksa?”
Ses tonundan kimin konuştuğunu fark ettim.
“Ne kadar da boş vaktin varmış.”
“Kimse odama dokunamaz. Dokunanı yakarım.”
Lee Jihye elindeki kılıcıı, oyuncak tutuyor gibi döndürüp durdu.
Bu tarz güç gösterilerinde, Lee Jihye’yi geçebilecek Yoo Jonghyuk ve ittifaktan insanlar vardı. Lee Jihye, beni dikkatlice süzdükten sonra konuşmaya başladı.
“Ahjussi, senin ölmeni istemiyorum. Ustanın yanında epey etkileyiciydin.”
“Merak etme, ölmeyeceğim. Oda bulamasam bile ölmeyeceğim.”
Yalan söylemiyordum. Oda bulamasam dahi ölmem gerekmiyordu.
Daha 3 gün önce, bu istasyondan bir adam bunun mümkün olduğunu kanıtlamıştı.
Lee Jihye gözlerini kıstı.
“Ahjussi, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?”
“Evet.”
“Ahjussi, güçlü müsün sen de? Usta kadar güçlü müsün yoksa?”
Arkasında Yoo Jonghyuk belirdi.
“Hadi odana dön.”
“Ah…tamam, usta.”
Lee Jihye itaat edip hemen dönüp gitti. Yoo Jonghyuk bakışlarını bana dikerek:
“Canavarlarla mı savaşacaksın?”
Onuz silktim.
“Öleceksin. Yoldaşların da ölecekler.”
“Bekleyip göreceğiz.”
Garip bir tavırla bana baktıktan sonra çekip gitti. Yeteneğimi kullanmadım,
insan bazen ne tavırlarıyla ne de sözleriyle kendisini ifade edemezdi, öyle bir durumdaydı…
[3.senaryonun başlamasına 20 dakika kaldı.]
Merdivenlerden ayak sesleri işitildi. Lee Hyunsung, Lee Gilyoung ve Yoo Sangah…
Yüzleri soluk ve mutsuz görünüyorlardı. Karadenizde gemileri batmış gibiydi üçünün de.
Yoo Sangah : “Oda…hiç kalmamış.’’
“Sorun yok. Heewon nerde?”
“Üst katta hala anlaşma yapmaya çalışıyor.”
Yoo Sangah sözlerini tamamlamadan Jung Heewon bağırarak aşağı zıpladı.
“Bir gecelik 2,000 puan mı? Dalga mı geçiyorsunuz be?”
Sinirlenen Jung Heewon homurdanarak söylendi.
“Dokja. Yukarda ne yaptıklarını biliyor musun? Tahmin dahi―”
“Ücretleri arttırdılar, demi?”
“Eh…ne zaman öğrendin?”
Tahmin edilebilirdi aslında. 20 dakika içerisinde kiracılar yer bulamazsa, öleceklerdi.
Arazi sahiplerinin bundan faydalanması, şaşırılacak bir durum değildi.
“Dokja, sen de durumlar ne?”
“Aynı.”
“Ah…”
Tek tek yüzlerindeki umutsuzluğu gördükten sonra, seçim zamanının geldiğini anladım.
“Aslında….2 çıkar yolumuz var.”
Hepsi birden gözlerini dört açıp heyecanla bana baktılar. Çıkar yollarımın, tatmin edici olmadığını birazdan anlayacaklar, tabii.
“İlki hepimizin hayatta kalabileceği kolay bir yol.”
Jung Heewon, gözlerini kısarak bana baktı.
“Filmlerde her zaman b planını seçerler… 2.si ne?”
“2. seçeneğimiz zor: Aramızdan birileri ölebilir.”
“Eh…olmaz. O zaman ilkini seçelim.”
“Siz ne düşünüyorsunuz?”
Lee Hyunsung: “Herkes hayatta kalacaksa ilkini seçmek en mantıklısı.”
Lee Gilyoung başıyla onayladı. Yoo Sangah ise tereddüt ediyordu.
“…önce içeriğini öğrenebilir miyim?”
Başımı sallayarak onayladım, ardından onları 4.hattın merdivenlerine kadar götürdüm.
“İlk çıkar yolumuz bu.” diyerek bir bölgeyi işaret ettim.
İşaret ettiğim tarafa baktıklarında, yeşil bir alanda korkudan titreyen 5 kişilik bir grup vardı.
[Yeşil Alan 5/5]
“Yeşil alan tam 5 kişilik. Bireysel olarak çok iyi yetenekleri yok.. Açıkçası beşimiz birleşirsek…”
“Ne, Dokja yoksa―”
“Evet. Onları öldürüp odalarını almaktan bahsediyorum.”
Sakin ses tonuyla söylediğim cümlemle titremeleri bir oldu.
Jung Heewon, hayal kırıklığına uğramış gibiydi.
“…bu yöntemi bilmeyen mi var..?”
Lee Gilyoung: “Abi sen tamam dersen, ben hazırım.”
Lee Gilyoung: “Korkmuyorum. yapabilirim.”
“Hayır, Gilyoung!”
Yoo Sangah, Lee Gilyoung’un omzundan tuttu. Özellikle tavrını görmezden gelip umursamadım.
“O odayı almak için onlar da başkalarının canına kıydılar. Eğer bu duruma alışamazsak, ilerleyen senaryoları göremeyeceğimizden korkuyorum açıkçası…..”
“Dokja.” Jung Heewon sözümü kesti. “Gumho istasyonunda yaptığımdan pişman değilim. Gönüllü olarak yaptım. Fakat bu…”
Jung Heewon kendisini ifade etmekte zorlanıyor, üzüntüsünü belli ediyordu.
“Katil oldum diye… sürekli öldürmeye devam edeceğim anlamına gelmiyor, bu. Canavara dönüşmek istemiyorum.’’
“…”
“…Dokja, 2.yoldan bahsedebilir misin?”
Lee Hyunsung’un sözleriyle bir anlığına gözlerimi kapattım.
“Peki, ne düşündüğünüzü anlıyorum.”
Evet, bu kadarı yeterdi..
“2.yolu deneyelim.”
Yüzleri biraz daha iyiydi artık. Zaten baştan beri 2.yoldan gitmeyi düşünüyordum. Planda bir değişiklik olmadı.
Hayatta kalmak için katil olmak kolaydı. Fakat kolay yolu seçtiğim sürece, takımyıldızlarının dikkatini çekemezdim. Bunun farkındaydım.
Ancak 2. yolda, kararlı olmak gerekiyordu. Hepimizin aynı kararlılığa ve inanca sahip olması lazımdı. Neler düşündüklerini, ne kadar yaşamaya istekli olduklarını öğrenmem lazımdı benim de haliyle.
Jung Heewon güldü.
“…tam da düşündüğüm gibi. Zaten 2.yolu seçeceğimizi biliyorken neden ilkiyle bizi oyaladın?”
“Sizi test ediyor falan değilim. Hangi yolu seçerseniz seçin, size saygım sonsuz.”
Bana endişeli gözlerle bakan Lee Gilyoung’un başını okşadım. Yoo Sangah iç çekip söylendi.
“Dokja, bizimle eğlenmek hoşuna gidiyor galiba.”
“İyi birisi değilim, beni de böyle kabul edin.”
“İkinci yol ne, anlat hadi?”
“Kimseyi öldürmemize gerek kalmayacak fakat oldukça zor bir yol.”
Sesim ciddileşince, herkesin daha motive olduğunu görebiliyordum.
“Eğer 2.yolu seçeceksek, herkesten koşulsuz şartsız talimatlarıma uymasını talep ediyorum. Mantıklı gelmese de bana güvenip dediğimi yapın. Bir kişinin inanmaması―”
“…”
Ardından daha keskin bir ses tonuyla devam ettim: “…hepimizin sonunu getirebilir.”
Birisi yutkundu. Fakat herkes aynı anda başını sallayarak onayladı.
Lee Hyunsung : “Sana güveniyorum, Dokja. Buraya kadar sayende gelebildim.”
[3.senaryonun başlamasına 5 dakika kaldı.]
“O zaman beni takip edin.”
Hep beraber 3.metro hattının olduğu yere geldik. Kırık dökük kapıdan geçerek Euljiro-3’e giden tünele indik.
Karanlık tünelde, ‘kırmızın alan’ yazan parlak bölgeyi gördüm.
Canavarların giriş noktası burası herhalde diye düşündüm.
3.hattı alt üst ettikten sonra üst katlara, ardından yeryüzüne çıkıyorlardı.
Lee Hyunsung merakla sordu : “…canavarlarla burada mı savaşacağız?”
“Hayır, savaşmak yok. Bunu aklınızdan çıkartın. Savaşırsak, ölürüz.”
Şafak sökene kadar yeşil alanımız olmadan, o korkunç canavarlarla savaşmak imkansızdı.
Jung Heewon : “…Dongdae’ye mi kaçacağız yoksa?”
“İşe yarayacağını sanmıyorum. Senaryo aktif olduğunda, Chungmuro’dan kaçış imkansız. Hatta kaçmaya kalkarsak ölebiliriz bile. Çok daha riskli.”
“Peki ya..?”
“Yalnız bunu bireysel olarak başaramayız. Ekipçe çalışmak zorundayız. Lee Hyunsung, Yoo Sangah ve Jung Heewon. Siz, canavarlar ortaya çıkar çıkmaz, onların geldiği tarafa doğru koşun.”
“…Ne?”
“Anlaşıldı mı? Sadece onların geldiği yöne doğru koşacaksınız. Onlarla yüz yüze gelmeden sol duvara bakın. O zaman ne dediğimi anlayacaksınız.”
Ne dediğimi tam anlamadılar ancak açıklamak için yeterli zamanımız da yoktu.
“Sadece bana güvenin. Ve mutlaka sol duvara bakın.”
“Tamamdır, Dokja.” Yoo Sangah söylediğimi anladığını belirtip cevap verdi.
“Tekrar ediyorum. Canavarlar ortaya çıktıktan sonra koşmaya başlayın.”
Yerden küçüp bir taş alıp tünelin içine doğru fırlattım. Taş, bir şeye çarpmış gibi birkaç yere daha çarpıp düştü. Hyunsung ile Jung Heewon ne yaptığımı anlayıp başlarını salladı.
“Peki, ya sen Dokja?”
“Ben, Gilyoung ile birlikteyim.”
Bana güvenmeleri gerekiyordu, aksi halde başaramayız. Normal şartlarda kim canavarlara doğru koşarak intihara kalkışırdı ki?
Artık ne kadar kararlı olduklarına kaldı iş.
- Ana senaryo aktif.]
Euljiro-3’ya giden tüneli koruyan bariyer kayboldu.
“Koşun!”
Benim onlara verdiğim işaretle, koşmaya başladılar.
Grrr!
Kırmızı alanda, canavarlar belirmeye başladı: çoğu 9.dereceli farelerdi, orta dereceleli troll adı verilen bazı canavarlarda vardı.
Kuooooh!
Ayı şeklinde siyah yeleli bir canavar. Alnındaki boynuzlar, tehditkar bir hava katıyor, ürkütücü oluyorlardı.
Birebir mücadelede alt etmesi zor olmayan bir canavardı. Problem, sayı artışında idi. Dahası, bu kalabalığa ‘sürü’ demek bile doğru değildi. Bunlara denk gelmek demek ölüm demekti bizim için.
Lee Hyunsung trolleri fark eden ilk kişi oldu. Arkadan bağırdım.
“Şimdi!”
Yoo Sangah, duvarda parıldayan yeşil renkli kiremit taşlarını ilk gören kişi oldu.
“Buldum―!”
Yoo Sangah eliyle duvara dokunduğu an, beyaz ışık saçılarak sistem mesajı çıktı.
[Yeşil Alan 1/3]
Jung Heewon da çevik bir hareketle hemen arkasındaki duvara dokundu.
[Yeşil Alan 2/3]
Fakat Lee Hyunsung’un kalkanına dadanan fareler sebebiyle doğru zamanda hareket etmeyi başaramadı.
“Hyunsung! Yakala!”
Lee Hyunsung, Yoo Sangah’ın fırlattığı ipi yakaladı. İkisi birleşerek, Lee Hyunsung’i çekmeye başladılar.
[Yeşil Alan 3/3]
Güzel.
Grrrrrrr!
Canavarlar, Yeşil Alan’a girdikleri için saldırmayı başaramadılar.
“Dokja!”
Yoo Sangah bana seslendi. Fakat arkamı dönüp bakacak vakit yoktu.
Lee Gilyoung’u sırtıma alıp koşmaya başlamıştım bile.
「 …3.ana senaryoda, gizli Yeşil Alan’lar vardı. Bazı özel duvarlarda senaryo başladığında aktive olan gizli bölgelerdi… İnsanlar kendi bakış açılarına göre ‘oda’ konsepti olarak değerlendirmişlerdi, oysa <Yeşil Alan> bununla sınırlı değildi. 」
HKY’de, Yoo Jonghyuk defalarca regresyon geçirdiği için, Chungmuro’daki tüm Yeşil Alanları bulmuştu.
3.hatta, 2 gizli Yeşil Alan vardı.
Kiiiiit!
Arkamdan gelen birkaç fare kalçamdan ısırdı. Güçlü olduğum için acı hissetmiyordum fakat bu küçük ısırıklar arttıkça sorun olacaktı.
Kwack!
Lee Gilyoung elindeki kör bi bıçakla arkamı kollamaya çalışıyordu. Ama arkamızda bir sürü vardı. Troller çok da hızlıydı.
Ortalama bir on metre geride bir çocuğun, bizi dehşet içinde izlediğini fark ettim.
[Yeşil Alan 1/1]
Korkakçaydı evet ama bi anlığına kolay yolu seçmek geçti içimden.
[Hahahaha! Eğleniyor muyuz? Dünkü gibi biraz eğlence katalım mı? Cezaya ne dersin?]
Dokkaebi’nin biri böyle iddialı konuştuktan sonra sistem mesajları yağdı.
[Senaryo cezası eklendi!]
[Bazı Yeşil Alanlar geçersiz kılınacaktır.]
- “H-hayır! Lütfen, hayırrrrrr!”
Chungmuro istasyonunda çığlıklar yükseldi. En yakından gelen çığlık ise, az önceki çocuktan geliyordu.
Kwajijijik!
- “Aaah!”
Yeşil Alanın kaybolmasıyla, çocuğun küçük vücudu farelere yem oldu.
Çocuğun bana zaman kazandırmasıyla, tünelde biraz daha rahat ilerleyebildim.
Fakat yıkık dökük kapıdan gelen canavarlar yüzünden yol kapandı.
Lee Gilyoung’u arkama saklayarak Kesintisiz İnanç kılıcımı çektim.
Yıldız enerjisini de aktive ederek saldırıya geçtim.
Fakat sayıları azalmıyor aksine artıyor gibiydi.
Şafak sökene kadar canavarlarla savaşan kişi, Yoo Jonghyuk, gerçek bir canavardı.
Tüm puanlarımı istatistiklerime yatırsam bile, bu kadar direnebilir miydim acaba?… emin değildim.
Ben kafamda git gel yaşayarak mücadele ederken Lee Gilyoung bana seslendi.
“Abi.”
“Konuşturma. İşim var.”
“Beni burada bırakabilirsin.”
“…ne?”
“Neden bana, bize yardım ediyorsun? Yalnız olsan….eminim daha kolay hayatta kalırsın.”
Öleceğini düşünerek gayet sakin bir ses tonuyla konuşuyordu. Belki de… kafasında çoktan kendisini öldürmüştür..
“Evet, haklısın….”
bize yaklaşıp saldıran yer farelerini tek tek yere sererken konuşmaya devam ettim.
“….Yalnız takılmak, yaşamak, avlanmak ve hatta hayatta kalmak kolay, evet. Ama…”
Neden böyle davranıyordum? Kim sorarsa sorsun, net bir açıklamam yoktu.
Sadece emin olduğum tek şey vardı:
“….okuduğum bir romanda, tek başına savaşan birisi, hayatını böyle mahvetti.”
“Anlamadım?”
Başrol değildim. Kahraman ya da koruyucu falan da değildim. Fakat…
Lee Gilyoung’un gözleri odağını kaybetmeye başladı. Onu yine sırtıma aldım.
“Sıkı tutun.”
Lee Gilyoung’un ölmesine izin vermeyeceğim.
En azından o gün, bugün değil.