Bilge Okuyucu - Bölüm 38 – Güneş Balığı (3)
Bölüm 38 – Güneş Balığı (3)
[Takımyıldızı, Gizli Entrikacı, nasıl hile yaptığınızı merak ediyor.]
[Takımyıldızları, size 200 puan bağışladı.]
Anında kazananın belli olduğu bir yarışma oldu. Gilyoung utanıp yüzü kızarırken Heewon’un yüzünde güller açıyordu. Jihye sinirlenerek yere tekme attı.
“…Saçmalık bu!”
Maalesef, Lee Gilyoung’un düşüncelerini okuyamadığım için ona 2 ampul vermek zorunda kaldım.
“Bana vermene gerek yok, abi…”
“Al.”
Bu çocuk çok sevimli ya. Başını okşadım.
Bu arada, Jung Heewon 2 dayanıklılık arttırıcı ampul kazandı. Gülümseyerek elimden aldı.
“Sağ ol. Zar zor dayanıyordum valla, iyi oldu.”
Sadece Lee Jihye, benden ampul alamadı, he he.
“20’de 18 yapmayı nasıl başarabilirsin ya? Doğruyu söyle hile mi yaptın?”
“Ben de taş-kağıt-makasta ustayım. Sadece söyleyip korkutmak istemedim.”
“Bu mudur yani? Peki bana hiç ampul vermeyecek misin?…”
“Yoo Jonghyuk ustan versin sana.”
Lee Jihye’nin serzenişlerini duymazdan gelip kalan ampulleri topladım.
Jung Heewon, Lee Jihye’nin parıldayan kılıcına bakarak onun omzuna hafifçe vurdu.
“Dünya adil olmalı, canım.”
* * *
Dudududu.
Çatıya çıkmamızla helikopterin pervanelerinden çıkan sesin kulağımızı delmesi bir oldu. Bu ne gürültü, yahu.
Lee Gilyoung uzakta kalan ormana bakıp bağırarak : “Abi, üst kata onu da yanımda götürebilir miyim?”
Lee Gilyoung’un kucağına kurulmuş oturan dev titano, birkaç değişik hareket yapıyordu. Herhalde konuşuyorlardı. Dev titano, Lee Gilyoung’un çenesine antenlerini değdirdi.
“Maalesef, yanına alamazsın onu.”
Lee Gilyoung üzülerek ilk ve son kez titanoya sarıldı.
“…Kendine iyi bak, Titany.”
Kwiiik.
Ona isim bile takmıştı demek. Fakat tiyatro ustasının oluşturduğu canavarlar, başka kata çıkamazdı.
Sadece ürünler diğer katlara çıkabiliyordu. Ampuller elimdeydi.
[Tiranozor DNA Ampulü]
Bu filmin posterinin yırtılmadığına sevindiğim tek nokta bu ampuldü. Tüketiminden 30 dakika sonra tüm istatistikleri 10 level arttıran bir üründü.
Dezavantajı ise, bu zindanda kullanım ile sınırlı olmasıydı. Fakat bu ürün olmadan da son kata kadar çıkmak nerdeyse imkansızdı.
Özellikle Yoo Jonghyuk’un şuan ölüm döşeğinde olduğunu düşünürsek, bu ampul çok işe yarayacaktı.
Gilyoung, titanoyu iki eliyle havaya doğru saldıktan sonra, gökyüzünde uçup kayboldu.
Ardından bulutlar kararmaya, gökyüzü çökmeye başladı.
[Film, tamamlandı.]
[Oyuncular: Kim Dokja, Jung Heewon, Lee Jihye, Lee Gilyoung.]
[Ödül olarak 500 puan kazandınız.]
Kısa bir süre başımız döndükten sonra gözlerimizi tekrar bulunduğumuz noktada açtık.
Filmden çıktıktan sonra, duvardaki filmin posteri yırtılmıştı. Filmi başarılı bir şekilde tamamladığımızın kanıtı buydu işte.
Lee Jihye şikayet edercesine : “Tüm katları böyle geçmek zorunda mıyız yani?”
“Yoo Jonghyuk çoğunu yırtmıştır, tahmin ettiğinden de hızlı gideriz bence.”
Merdivenlerden çıkarak 2.kata ulaştık. 2.katta alan dardı, çok büyük bir sahne olarak dizayn edilmişti.
Jung Heewon : “Burada bir değişiklik yok?”
Bir süre bekledik, fakat 2.katta hiçbir değişiklik olmadı. Ne kameralar vardı, ne de sahne ışığı belirdi.
Etrafı incelemeye koyuldum. Duvarları kontrol ettiğimde yırtılmamış poster olmadığını fark ettim.
Lee Jihye : “Sadece yırtık olmayan posterler mi filme dönüşüyor yani?”
Yırtık posterleri tek tek kontrol ettim.
Guillermo del Toro yönetmenliğinde Pacific Rim filmi…
Dev robotların filmiydi demek… kötü oldu, ya. Yırtılmamış olsaydı, ‘Sert Eldiven’ ödülünü kazanabilirdim.
Christopher Nolan yönetmenliğinde Inception filmi…
Bunun yırtık olmasına sevindim. Yoksa başımız beladaydı.
“Vay be, izleyebilseydik keşke.”
Lee Jihye’nin baktığı poster dikkatimi çekti.
“Süper kahramanları seviyorsun galiba?
“Evet.”
“Ne güzel işte. Burda nefret edecektin. Sevmeye devam edersin.”
“…Öyle mi diyorsun…”
Yırtık posterde, yeşil renkli bir canavar bize doğru kükrüyordu.
Direkt 3. kata çıktık.
“Burası da aynı.”
Buradaki tüm posterler de yırtıktı. Yoo Jonghyuk hepsini başarıyla tamamlamıştı demek. Bu katta da epey tehlikeli filmler vardı.
James Wan yönetmenliğinde Son Durak filmi…
Bunu nasıl yırttı ki? Filmin konusu katliamdı…
“Bayağı hızlı mı çıkıyoruz ne?”
Jung Heewon’un umut verici ses tonuna kıyasla, her katta içim içimi yiyordu.
Çünkü tiyatro zindanını tamamlamak için ihtiyacımız olan tek şey, şanstı.
Katlardaki bazı posterler HKY’de yer almıyordu.. Bunun tek bir anlamı vardı: YJH tüm filmleri tamamlamadı demekti.
-
-
-
-
-
-
-
- kata çıktığımızda sistem mesajı geldi.
-
-
-
-
-
-
[4.kata giriş yaptınız.]
Kata ayağımızı basar basmaz sahne ışığı üzerimizde belirince etrafa göz atma şansım olmadı.
Jung Heewon ellerini havaya açıp dua etmeye başladı.
“Hayalet filmi olmasın, n’olur, n’olur..lütfen…”
Jung Heewon’a dik dik bakınca, bana açıklama yaptı.
“Hayaletleri, kılıçla öldüremeyiz.”
…demek korkusu buydu?!
[Film başlıyor!]
Göz açıp kapayıncaya kadar, durduğumuz ortam değişti. Bir geminin pruvasında bulduk kendimizi. Yüzümüze denizden meltem esiyor, dalga sesleri kulaklarımızı deliyordu.
“Bu…?”
Deniz tuzunu ağzımda hissetmemle, rüzgara kendimi bırakmam bir oldu. Deniz manzarası beni mest etti. Manzaranın verdiği mutlulukla beraber çok uzun süredir çalışıp tatile gidemediğim aklıma geldi.
“Bu ne filmi ya?”
Uzun bir elbise giyen Heewon yanımdaydı.
Lüks geminin içerisinden dışarıya kadar keman sesi işitiliyor, alkış sesleri yükseliyordu. Bir filmden çok romantik bir sahneyi andırıyordu ancak hangisi?…
Hmm, galiba hatırladım.
Lee Jihye: “Hızla-nıyor mu?…”
Sesin geldiği yere döndüğümde Lee Jihye’nin kustuğunu gördüm. Jung Heewon hemen yanına gidip sırtına hafifçe vurdu. Ancak o kusmaya bir süre daha devam etti.
Lee Jihye : “Uh, beni deniz tutuyor.”
“Tamam… kus o zaman ne yapalım….”
…uzun süredir cevabını bulamadığım bir soru aklıma takılıyor. Sadakat ve Savaş Komutanı neden Lee Jihye’yi seçti? Sebebi neydi ki?
Romanı okumuştum ancak cevabı bilmiyordum, ya da öğrenmek mi istemedim, bilemiyorum.
“Ama abla… bu gerçekten film mi? Gemi batıyor.”
“Öyle gözüküyor.”
“O zaman… abla, sen ‘Kate Winslet’ olabilirsin? ”
Lee Jihye, Jung Heewon’un giydiği uzun güzel elbiseye imrenerek baktıktan sonra, gözlerini bana çevirdi.
“O zaman Ahjussi de… Di Caprio?….. Yok artık ya!”
Kustuktan sonra bana bu sözleri söylemesi….nedense kendimi kötü hissetmekten alıkoyamadım.
Lee Gilyoung arkamdan koşarak gelerek: “Abi!”
Lee Gilyoung da bir takım giymişti, resmi idi. Kıyafeti tanıdık geldi… ama çıkartamadım… nerden olduğunu.
Neyse, herkes bir aradaydı yine.
“Zaman yok.”
Gemi su alıyor, yani batıyordu. Ve HKY’de bu filmin çözümünü görmemiştim. Titanikten bahsediyorduk. Etraf buzullarla çevrili okyanusun ortası idi. Denizle mi savaş vereceğiz.. nasıl bir değişiklik yapıp kendimizi kurtarabiliriz ki? Kafam karışmıştı.
Lee Jihye : “Gemi batıyor ya. Biz de batmak zorunda mıyız dersiniz..?”
“Bilemedim…”
Sinirlerim bozuldu. Filmde belirli bir düşmanın olmaması can sıkıcıydı. Filmi bitirmek için ne yapacağımı bilemiyordum.
“Kötü adamların peşinden gidelim, abi.”
Gilyoung’un fikri buydu. Bu filmde kötü bir adam olduğunu dahi bilmiyordum. Zaten aklıma başka bir fikir de gelmediği için, onun fikriyle hareket etmeye karar verdim.
“O zaman önce kötü adamı haklayalım.”
Etrafı incelemeye koyulduk. Fakat bu filmin kötü adamı kimdi ki? Titanik filmini izleyeli bayağı olmuştu…
Biz etrafı tararken beyaz bir takım giymiş adam yaklaşıp bizi seyre koyuldu.
“Jack Dawson!” diye bağırdı.
Ne? Jack Dawson… Di Caprio’nun oynadığı karakter? Ama adam bana bakmıyordu. Adamın kime dik dik baktığını gördüm.
“…ben mi?”
…Di Caprio, o muydu? Lee Gilyoung’a bakarak iç çektim.
* * *
Çok geçmeden, filmin kötü adamı olduğunu düşündüğümüz birisini kaçırmayı başardık. Fakat tiyatro zindanı ustasından hiçbir tepki gelmedi.
Demek kaçırmak yeterli değil.. offf.
Konuşmaya başlamadan önce bir süre tereddüt ettim. Ne desem bilemiyordum çünkü.
“O zaman…”
“Öldürelim gitsin.”
Lee Jihye kılıcını çekerek işaret etti. Eli kolu bağlı olan adam can havliyle çırpınmaya başladı.
“Zindan ustası, psikopat değil miydi? Onu öldürerek hızlı sonuca ulaşırız, işte?”
Ben de öyle düşünüyordum. Hatta HKY’de başka bir filme de böyle bir son getirilmişti, bu detayın aklıma gelmesiyle artık emindim.
Jung Heewon, korkudan titreyem adama bakarak : “…bu adam gerçek bir insana benziyor.”
“…Anlamadım?”
“Filmin içindeyiz evet ama bu adam gerçekten insan, ilüzyon değil gibi yani.”
Birkaç gün öncesine kadar kendinden geçip seri katile dönüşen Jung Heewon’un bu sözleri beni şaşırttı. Hatta sonrasında da ‘katil olabilirim ama canavara dönüşmek istemiyorum.’ demişti. Bazen mantıklı konuşmuyor gibi.. ya da farklı bir anlam mı taşıyordu sözleri, emin değildim.
Lee Ji-hye : “Abla, bu ne demek şimdi? Onu öldürmeyelim mi diyorsun?”
“Hayır, yani nasıl desem…”
“Hayat kurtarmak güzeldir, iyidir. Ama bu adam ölmezse, biz öleceğiz. Biz canlı kanlı insanlarız ama bu adam sadece bir karakter!”
Karakterler, ha…
Lee Jihye’nin sözleri beni şaşırttı.
Jung Heewon bana dönüp sordu : “…sen ne diyorsun?”
Lee Jihye araya girip konuştu : “Bu adamın bir karakter değil insan olması, kötü karakter olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Neden öldürmeyelim ki?”
Lee Jihye haklıydı. Bu adam, bu filmin kötü karakteriydi. Onu öldürmek fena fikir değildi. İşin garip yanı, Yoo Jonghyuk’un öne sürdüğü bahaneyi konuşur olmuştuk.
Tam konuşmak için ağzımı açacakken Jihye kılıcını çekiverdi.
“Offf, neyi tartışıyoruz? Ustamın canı tehlikede!”
Kılıcını indirmesiyle, adamın göğsünde büyük bir yara açılıp kan sıçramaya başladı. Çok gerçekçi bir sahneydi. Ardından sistem mesajlarını aldık.
[Tiyatro Ustası, filmin sonunun değişmesinden memnun.]
[Geminin kıçına gidiniz, sizi üst kata çıkaracaktır.]
Lee Jihye böbürlenerek : “Bak, harika oldu. Değil mi?”
Vardığı sonuç, yanlış değildi. Zindanın ustası, çabasını beğenmiş, üst kata geçmemize izin vermişti. Hatta takımyıldızları da puan verecektir. Puanlarla, biraz daha şansımız olacak burada.
Bu dünyada hayatta kalmanın yolu da buydu işte : öldürmek.
[İkinci ‘Son Kredisi’ tamamlandı.]
[Oyuncular: Kim Dokja, Jung Heewon, Lee Jihye, Lee Gilyoung.]
[Ödül olarak 500 puan kazandınız.]
Titanikten ödül ürünü alamadık ve hemen üst kata çıkmak zorunda kaldık. Geminin batması, işleri zorlaştırıyordu. Sistem mesajlarını takip ettik.
[5.kata, Ödül odasına, giriş yaptınız.]
Merdivenleri çıktıktan sonra, ödül odası çıktı karşımıza.
“Ödül odası mı? Korku filmi… değil mi?”
“Burası sergi salonu. Filmlerde kullanılan orijinal sahne ekipmanları/malzemeleri sergileniyor.”
Aslında nasıl bir odada olduğumuzu biliyordum fakat bilmiyormuş gibi davranmayı tercih ettim.
Cam çerçevelerin içinde çeşitli malzemeler bulunuyordu. Sahne aksesuarlarından tutun, başrollerin giydiği kostümlerden ekipmanlara kadar her şey vardı…
İşin garip yanı, bizim için sahne ekipmanları olmayışı idi. Bizler için, bunlar itemdi. (ürün)
Jung Heewon bir cam çerçeveye yaklaşıp heyecanla bağırdı.
“Vay canına, şuna bakın!”
[Mikazuki Munechika – Replica] [1]
A dereceli bir kılıçtı.
Jung Heewon’un gözleri fal taşı gibi açıldı.
Başımı onaylarcasına sallayarak, “Sonunda güzel bir kılıcın oldun, Heewon.”
“Vaaay…”
Çok iyi bir kılıç olduğu ilk bakışta anlaşılıyordu. Trolden yapılma kılıçla karışlaştırmak manasızdı, Jihye’nin kılıcından da aşağı kalır bir yanı yoktu.
Jung Heewon eline alıp kılcı sağa sola sallayarak test etti.
“Harika, değil mi ya? Çok hafif ve istediğim gibi hareket ettirebiliyorum, bayıldım!”
Jung Heewon sevinçten havalara uçuyordu. Onu ilk defa bu kadar mutlu gördüm galiba.
[Karakter ‘Jung Heewon’ size minnettar hissediyor.]
Aslına bakarsanız, bu daha hiçbir şeydi.
Tiyatro zindanını hedef almamın en önemli nedeni, bu 5.kattaki ödüllerdi. Güzel ürünleri toplamak için, burdaki ürünler çok iyi ve iş görür cinstendi.
Dahası, Heewon’un güçlenmesine yardımcı olacak bir kılıç da vardı. Bir taşla iki kuş mu vurdum demeliyim? He he.
[Ödül ürünleri, kişi başına 2 adet ile sınırlıdır.]
Bir ‘Yıldız hatırası’ değildi ancak film aksesuarıydı. Replica versiyonu, orijinalinin benzer karakteristik özelliklerini yansıtıyordu. HKY’nin başlarındaki A dereceli ürünler genelde sahte olurdu.
Bu arada Yoo Jonghyuk’un bu kattan geçtiğinden de emin olmuştum. 2 ürün kayıptı.
“Hadi ürünlerimizi seçelim. Herkes en fazla 2 tane alabileceğine göre, dikkatli seçmekte fayda var.”
Heewon’a, Yoo Sangah’ın kullanabileceği bir ürün seçmesini rica ettim. Ben de Lee Hyunsung için uygun bir ürün aramaya koyuldum.
[Hercules Kalkanı– Replica]
A dereceli kalkan.
Güzel… Eski demir kalkana kıyasla harika bir üründü. Hyunsung’un kalkanı gördüğünü hayalettim, sevinci ile minnettarlığı gözümde canlandı. Mutlu oldum.
Süper kahramanları sevdiğini iddia eden Lee Jihye, bir köşede beğendiği bi ürünü kan ter içinde çekmeye çalışıyordu.
“Offf, bunu neden çekemiyorum ben?”
Yaklaşıp neyi çekmeye çalıştığına baktım.
[Mjolnir – Replica]
A derece körelmiş bir silah.
Yıldırım tanrısının çekici, Thor.
Yıldız hatırası olsaydı, efsane bir ürün olurdu… Replikanın, orijinaline kıyasla kalitesi fena olmadığı için performansı da fena değildi. Gayet iyi bir seçim yapıyordu. Lee Jihye söylenerek hareket dahi etmeyen çekici çekmeye çabaladı.
“Bu ürünü sadece özel insanlar kullanamıyor muydu?”
“Ne yani, ben özel değil miyim? Güçlü değil miyim?”
Jihye söylenirken Lee Gilyoung arkasından dolanıp Mjolnir’u tuttu.
“Hey, çocuk! O benim…”
Mjolnir’i hafifçe çekip aldı, Lee Gilyoung. Ardından etrafa sallayarak kullanımını kontrol etti.
“Abi, alabilir miyim bunu?”
“Tabii, çok yakıştı eline.”
Lee Jihye yine şaşkına dönüp sersemledi.
“Niye sadece ben.. mutsuzum…”
Onu görmezden gelip kalan diğer ürünlere göz gezdirdim. Bakalım neler varmış.
[Dış Takviyeli Kostüm– Replica]
A derece koruyucu bir elbise.
Ilerde ne olur bilemediğim için savunmamı arttırmak iyi fikirdi. Takımı giyer giymez, tüm vücudumu sardı.
[Dışarıdan gelen saldırılara karşı, dayanıklılığınız 10% arttırıldı.]
[Düşman hassasiyeti arttırıldı.]
[Artık daha hızlı hareket edebiliyorsunuz.]
Bunaltıcıydı fakat savunmasız olmaktan iyidir diye düşündüm. Dahası, bu işin sonunda bizi büyük bir savaş bekliyordu. Kendimi giymeye devam etmek için motive ediyordum…
Hazırlıklarım tamamlanmıştı böylece.
Zindanda gözle görülür bir değişiklik olmadığına göre, Yoo Jonghyuk hala hayatta demekti. Eğer 6.kata hızlıca çıkabilirsek, 7.katta karşılaşma ihtimalimiz bile olabilirdi.
En kötü ihtimalde de, 8.katta patron ile savaşıyor olurdu. Bu da hala hayatta olduğuna işaretti. En azından iyi düşünmek zorundaydım.
Şimdi, gidip başı boş regresörümüzü geri getirme zamanıydı.
******************************************************************
[1]: Replika : Orijinalinin kopyası
DÜŞÜNCE VE GÖRÜŞLERİNİZİ YORUM YAPARAK ÇEVİRMEN VE EDİTÖR ARKADAŞLARIMIZI CESARETLENDİRİNİZ 🙂