Elitler Sınıfı - Cilt 10 - Bölüm 5 - Altın Kurallar
Cilt 10 – Bölüm 5 – Oylamadaki Altın Kurallar
Öğlen molasında Ayanokōji grubu olarak bir kafede buluşup durum değerlendirmesi yapmaya karar verdik.
“Aman ya! böyle şey mi olurmuş? Birini okuldan atmaya zorlamak…bu nasıl okul be?”
Haruka bardağına pipeti koyarken, durumun saçmalığından yakındı.
Keisei : “Haklısın. Asıl üzücü olan da herkesin birbiriyle savaşmaya başlaması. Şimdiye kadar iş birliği gereken sınavların aksine bu tam bir bomba etkisi yarattı. Herkes birbirinin açığını kollayacak. Başlar yakında curcuna sınıfta.”
Akito : “Aynen. Şimdiye kadar zaten hep başka sınıflara karşı yarıştık. Şimdi yarış içimizde.”
“Sırf kimse okuldan atılmadı diye…olacak iş mi ya?”
Sabahtan beri herkes huzursuzdu. Sakinleşmeyi de başaramıyordu. Mantıklı bir temeli olmayan son dakika golü gibi gelen okuldan atılma garantili sınavdan dolayı, herkesin yüzü asık, mutsuz ve şaşkındı. Büyük ihtimalle tüm 9’lar bu sınavla çalkalanıyordur.
“Sınavın açığı falan var mı diye düşünmeden edemiyorum. Yukimuu, sen zekisindir.. yap bir kıyak bize de güzel bir şeyler söyle?”
“Maalesef… yok diye düşünüyorum? Horikita’nın eşit dağılım fikrini ben de düşünmüştüm. Ama Chabashira-sensei’nin dediklerine göre, imkansızmış. Ek sınav saçma olsa da okulun kurallarını çiğneyemeyiz de.”
Keisei’nin bir çıkar yol bulamaması normaldi. Hangi açıdan bakarsanız bakın, çıkış yolları mühürlenmiş, üstüne kilitler art arda sıralanmıştı.
“Ben okulun, öğrenci atılmasından yana olmadığını düşünüyordum. Meğer yanılmışım.”
“…bu durumda okul, öğrencilerinin okuldan atılmasını istiyor gibi bir anlam çıkıyor…”
Haruka, hala bir umut ışığı arıyordu ama.. acı gerçekle yüzleşti.
“Bu yüzden olumlu düşünmeye gerek yok. Acı bir gerçek bizi bekliyor ve çok az bir zamanımız var.”
Acı bir gerçek…. sınıftan biri ayrılacak. Kaçınamayacağız bir olay olacak.
“…aramızdan birinin hafta sonu okuldan atılma ihtimali bile var.”
Bir süredir tek kelime etmeyen Airi, üzülerek başını salladı. Halinden olacakları düşünmek bile istemediği anlaşılıyordu.
“Keisei. Sessizce beklemek yerine bir şeyler yapalım, olmaz mı?”
Akito gerginliğini gidermek adına fikrini öne sürdü.
Keisei bunu düşünüyormuş gibi hepimize tek tek bakıp başını salladı.
“Akito’nun dediği gibi, okuldan atılmaktan kaçınmak için bir şeyler yapmamız şart. Bir fikrim var.. birbirimize oy verelim, ne dersiniz?”
“Övgü oylarını birbirimize mi kullanalım yani?”
“Evet, zaten aramızdan kimsenin birinci olmak için yarıştığı yok. En iyisi birbirimiz için kullanıp değerlendirmek.”
Beşimizin çabasıyla herkes 3’er övgü oyu alabilirdi. Asıl önemli olan, üç şikayet oyu idi.
“A-ama olur mu ki? Sınıfa en çok katkı sağlayan kişilere övgü oyu kullanmamız gerekmiyor mu?… Sensei de oyları kontrol altına almaya çalışmamızın yararı olmayacağını söylemişti.…”
Dürüstlüğünden ödün vermeyen Airi, huzursuz olmuş bir halde fikrini söyledi.
“Bence bu grupça oy kullanımını engellemek mümkün olmayacaktır. Chabashira-sensei ve sınıftaki herkes bunun farkında. Biz yapmasak bile yapanlar olacak. Dahası, grupça tek kişiye şikayet oyu da kullanabiliriz. Beş kişinin tek bir öğrenciye şikayet oyu vermesi ezici güç sayılır bile..”
“Beş oy… Bu sınav için… yüksek bir rakam. Büyük bir grup kurduk diyelim, 10 da olur 20 de… değil mi?”
“Aynen öyle. Kısacası, sınıfta az çok söz sahibi olanlar için bu sınav çok kolay geçecek.”
Bu da sınavın kilit noktalarından biriydi.
Sınıfta ne kadar çok söz sahibi oluyorlarsa, o kadar çok övgü oyuna sahip olacak öğrenciler vardı. Sınıfta etkisi olan öğrenciler ayrıca, birini hedef alıp onun üzerine gidebilme şansını da elde edeceklerdi.
“Ben de grupça birbirimize sahip çıkmaktan yanayım. Aramızdan kimsenin okuldan ayrılmasını istemem.”
Fikrimi dile getirdim.
“B-ben de.”
Airi de hemen onayladı.
“Tamamdır, o zaman anlaştık.”
Keisei de başıyla onayladı.
“Bir dakika. Bir sorum var.”
Akito bu fikre sıcak baktığı halde kafasında bir soru olacak ki araya girdi.
“Bizimkinden büyük grup kuranlar olursa?”
“Olur, neden olmasın. Hatta yüksek ihtimal.”
Sınıftaki durumdan az çok çıkarımda bulunabiliyordu, Keisei.
Fakat Keisei, grubu büyütmek isterse, onu durduracağım. Bu sınav için doğru bir taktik değil çünkü.
“Peki, diğerlerine danışarak önlem almak gerekmez mi?”
“Yok… şuan yapmamız gereken, göze batmamak. Sınıftan kim olursa olsun, asla münakaşaya girmememiz lazım. Olur da anlaşamazsak falan, baltayı taşa vurmuş oluruz. Büyük grup işini unutalım.”
“Yani… göze batarsak, bizi hedef seçerler mi diyorsun?”
Gereksiz dikkatleri üzerimize çektiğimizde, Sudō ve Kōenji gibi kolay lokma olarak görülebilirdik.
“Dahası, böyle bir büyük gruba biz ayak uyduramayız.”
Haruka: “Bu doğru bak.”
Keisei büyük grubun zararından bahsedince, bu gruba minnettar kaldım. Sonunda uzlaşabildik. Stratejime taş koyacak bir eylemde bulunmamaları benim avantajıma oldu.
“Ama birisi özellikle başka gruba davet ederse, kabul etmekte fayda var. Şikayet oylarından kurtulmak için en mantıklısı bu.”
Övgü oylarını Ayanokōji grubuna ayırsak da, kişi başı 3 oy vardı.
Diğer gruplarla arayı sıkı tutup şikayet oylarına maruz kalmamak kullanılabilecek en iyi politika idi.
“Zor olmayacak mı? Zaten bunu yapamayacağımız için katılmayalım dedik ya.”
Haruka başka gruplarla birleşemeyeceğimiz gerçeğine dayanarak bu soruyu sordu.
Keisei bu iddiayı attığına göre, bir hal çaresini bulmuştur diye düşünüyorum.
Birimizin başka bir gruba davet alması demek, Keisei’nin tavsiyesine uymamak demekti. Doğru karar olsa da, risk de taşıyordu.
Çok öğrencili bir gruba katıldınız diyelim, arkadaş canlısı görünmektense, düşman olarak görülmek olasıydı. Dahası, sizi kolay kolay kabul edecek grup bulmanız da zordu.
“Sadece 3 oyla….garantilemiyoruz geleceğimizi, değil mi? Sınıfa bi katkım olmadı.. belki de beni yazarlar…”
Hedef seçilme ihtimali Airi’yi daha çok huzursuz ediyordu.
Bu sınavda, tüm sınıf bir kişiyi seçerek şikayet oylarını kullanırsa, ona karşı çıkmanın yolu yoktu. Belki Hirata ya da Kushida’nın diğer sınıflardan övgü puanı alarak paçayı sıyırma ihtimali vardı… ama o bile düşüktü.
Açıkçası, bu bile imkansız.
Sınavın amacı, oyları kontrol etmek adına kaç grup kurabildiğinizin temeline dayanıyordu. Kısaca, kişilerin başarısına dayalı oy değerlendirmesi nerdeyse imkansız. Yapacak belki 10 öğrenci çıkmaz.
“Endişelenme, Airi. Kendini üzerek bir şey elde edemezsin.”
“D-doğru…”
Airi’nin yüz ifadesi daha çok gerildi. Haruka ona destek çıksa da, bu ihtimal onu üzüyordu. Onun gibi çekingen olanlar için, bu sınavda şansı düşüktü de.
Haruka: “Şansımıza var ya…. hem sınıf arkadaşlarımıza düşman olacağız, hem de arkamızı kollayacağız. Böyle bir sınavın ben, neyse küfür etmeyim şimdi….”
“Haklısın ama sınav işte mecburuz.”
Haruka: “Bu kadar kolay mı kabulleniyorsun, Kiyopon?”
“İstesek de istemesek de mecburuz.. başka çaremiz yok ki.”
Mırıldanarak ‘pek de olgun’ diyen Haruka, başını sallayarak bana hak verdi. Sözlerimden etkilendi herhalde.
“Offf, bu arada… bir süredir gözüme takılıyor şu çocuk ya. ”
Haruka gözüyle, Keisei ile arkamda kalan birisini işaret etti. Kafamı çevirip baktığımda D sınıfından birisini gördüm.
Çevresiyle anlaşma gayesinde dahi olmadığı ve yalnız kurt olarak takıldığı için, Haruka hemen onu fark etmiştir.
Haruka: “Tüm bu olaylarda bir tuhaflık olduğu gibi, Ryūen-kun da normal davranmıyor.”
“Hah. Köşeye sıkıştırılıp paçası aşağı alınmadan önce kendini alemin kral sanan arkadaştan bahsediyordun, demek.”
Yardırdı resmen, Keisei.
Keisei’nin ses tonu hem soğuktu hem de iğneliyordu. Ryūen’e olan nefretinden herhalde.
Ryūen’in sınıflar arasındaki çatışmalarda kullandığı sert ve ukala tavırlarından dolayı, insanlarda böyle izlenim bırakması doğaldı.
Tabii, Ryūen şuanki durumundan dolayı ne üzülüyordur ne de endişe ediyordur.
Haruka: “Bu sınavda onun canını okuyacaklar bence.. Ryūen-kun’un atılma ihtimali var? Ya da yoktur bilemedim?”
Keisei, Haruka’nın tahminlerine karşı başını salladı.
“Canını okuma ihtimalleri yüksek bence. Hatta umutsuz vaka desek yeridir. Şimdiye kadar canı ne isterse onu yaptı. Sıra geldi ektiği kinleri şikayet oyu olarak toplamaya.”
Akito, Keisei’nin düşüncesine katıldığını başını sallayarak belirtti.
Haruka: “Ama üzücü değil mi ya? Liderlik yaptığı sınıf onu şimdi okuldan attıracak…”
“Buna rağmen çok sakin olmasına ne demeli? Gelmiş burda tek başına kitap okuyor… yerinde olsaydım şuan salya sümük ağlıyor olurdum.”
Airi, Haruka’nın düşüncesine karşı fikrini belirtti.
“Demi ya? Pes ettiğinden böyle işte. Bu sınavın doğasında var bu. Arkadaşın yoksa kolay lokma olarak görülürsün.. Büyük ihtimalle kuyruğu dik tutmaya çalışıyordur.. başka açıklaması yok. Haksız mıyım?”
Çıkarımları yersiz sayılmaz. Fakat Ryūen harekete geçerse, okuldan atılmasını engelleyebilirdi. Hala şansı var yani.
“Miyatchi, gidip konuşsana onunla. Halini hatrını sor.”
“Nasıl sorayım böyle şeyleri…”
Şuan sakin ve uysal görünüyor olması, pençeleri olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Bizim çocuk da haklı. Aniden gidip ‘n’aber’ diye sormakla bile kim bilir ne cevap verecekti.
“Çocuğa dik dik bakmayı kes ya.”
“Tammam~”
Haruka elini havada gezdirerek, Akito’nun uyarısına uydu.
“Konumuza dönelim, Kōenji’nin sınıfta dediklerine ne diyorsunuz?”
Akito, Keisei’nin fikrini almak için ortaya sordu. Keisei de bu konuyu düşünüyor olacak ki hemen fikrini dile getirdi.
“Güç, yetenek falan dedi onları mı diyorsun? Haklı ama Kōenji’nin işe yaramadığı da apaçık ortada. O çocuk sürekli sınıfa problem çıkartıyor. Gelecekte başımıza ne gelir Allah bilir.”
Keisei gibi risk almaktan hoşlanmayan birisi için, Kōenji’nin varlığı ve ne yapacağı tamamen muammaydı.
“Ayrıca… bana vicdansız diyebilirsiniz ama Kōenji’yi okuldan attırırsak, ağır bir bedel ödemeyiz. Benim için şikayet oyu kullanabileceğim öğrencilerin başında geliyor.. siz ne düşünüyorsunuz?”
“Eh, doğru ya. Şikayet oyu için birini seçeceksek, tereddüt etmeden adını yazabileceğimiz birisi olması daha mantıklı.”
“Uh… Kōenji-kun tuhaf birisi olsa da, sınavlarda çok başarılı. Sınavlarını düşünürsek, benden daha çok katkısı var bu sınıfa…”
Kendi gerginliğinin yanı sıra, Airi bir de Kōenji’yi korumaya başladı.
“Keisei-kun ile Kōenji-kun’un sınavlarda hep başarılı olduğunu düşünüyorum….”
“Yanlış düşünüyorsun, Airi. Şuan net bir karar vermezsen, ilerde sen üzülürsün, ne demek istediğimi anlıyor musun?”
“Anlıyorum ama…”
Airi, kimseye şikayet oyu atmaktan yana değil gibiydi, sessiz kalmayı tercih etti.
Haruka : “Şimdilik, Kōenji-kun’nin bir şikayet oyu bende.”
“Ben de hemfikirim.”
Haruka, Keisei’ye bakarak düşüncesini öğrenmek istedi.
“Şimdilik, evet. Zaten 3 öğrenci seçmemiz gerekiyor. Şartlara göre liste yaparız sonra.”
Kōenji böylece, Ayanokōji grubunun şikayet oyları listesine adını yazdırmış oldu.
Kōenji’nin varlığının gerekli olup olmadığı tartışılıyordu. Ben bile, Kōenji’nin potansiyeline karşın, sınıf için bir risk olduğunu düşünüyorum.
Garip tavırları sebebiyle, bize ayak bağı olacağı kesindi.
Potansiyeli gösterdiğinden fazlaydı. Sınavlara odaklanıp çaba harcasa her şeyi yapacak güce sahipti. Her ne kadar tüm yeteneklerini göremesem de, onda böyle bir kapasite olduğunu düşündürecek kadar yetenekli birisi olduğu aşikar.
“Ondan nefret ediyor değilim….ama Kōenji’nin sınıf için vazgeçilmez bir öğrenci olduğunu söylemek zor işte.”
Akito bu açıklamasıyla, neden ona şikayet oyu atabileceğini de dile getirmiş oldu.
“Daha…. Ike-kun, Yamauchi-kun, ve Sudō-kun var değil mi? Şikayet oyları için ideal isimler..?”
“Hmmm. Kōenji dahil 4 kişi… şuan için sınıftan atılmaya aday 4 kişi var. Fakat bu dörtlünün oturdukları yerden sınavı bekleyeceğini sanmıyorum. Şikayet oyu almamak için ya büyük gruplara katılırlar ya da önlem alırlar. ”
“Biz de güvende sayılmayız.”
Doğru söze ne denir.. İttifak kurup ortak düşman belirleme savaşı daha yeni başladı.
“Bu konuşmalarımıza dayanarak, sınıftaki herkesin birbiriyle dostane bir ilişkisi olmadığına kanaat getiriyorum.”
Akito başımıza gelecekleri düşünüp öfkeyle derin bir of çekti.
Haruka ise tekrar bakışlarını Ryūen’e çevirdi.
“Seçecek birkaç aday daha var. Keşke herkes, okuldan atılmaktan kurtulsa…”
C sınıfının karşı karşıya kaldığı durumdan dolayı Haruka, Ryūen’in D sınıfında yaşadığı zorluğu anlıyordu.
Kim olursa olsun, tüm sınıfın o kişiyi hedef alması demek, tehlike çanları o kişi için çalıyor demekti.
“Miyatchi, Yukimuu. Siz Ryūen-kun’un yerinde olsaydınız ne yapardınız, bir hayal edin he~?”
“Tüm sınıf bana karşıyken, bir şey yapmazdım herhalde. Pes ederdim.”
Akito hemen havlu atmayı seçerim dedi. Keisei ise biraz ciddi bir şekilde düşündükten sonra başını iki yana sallayarak:
“İmkansız.”
“İmkansız mı? Ya Ryuuen tüm sınıfı tehdit etse, övgü oyu istese falan, olmaz mı yani?”
“Anca kendisini daha çok dibe çekmiş olur.”
Ryuuen’den saldırıya geçmesini bekleyenler vardır. Sınıfa kafa tutup olay çıkartmasını bekleyenler yani.. ama bu sefer de o kişiler hiç tereddüt etmeden şikayet oyunu ona atarlar. Okuldan gitsin diye.. çok güzel bir fırsat çünkü tehditten kurtulmak için.
“Ya diğer sınıflara yalvarıp övgü oyu toplamak… işe yaramaz mı dersiniz?”
“Ryūen senden oy istese, oyunu verir misin?”
“Eh~? Vermem herhalde…”
“Aldın cevabını bak.”
Keisei, Haruka’ya cevabı kanıtlayarak verdi.
“Çoğu öğrenci senin gibi bu sonuca ulaşır anca. Çünkü herkes Ryūen’in tavırlarını biliyor. O çocuğun huyunu bile bile yardım edecek öğrenci yok denecek kadar azdır.”
“Peki…ya sınıf arkadaşlarına rüşvet vererek oy toplayamaz mı?”
“Ryūen’in çok puanı varsaysak da, yeterince oy alacağının garantisi yok. Işin garip yanı, hem çok düşmanı var hem de zorluk çıkartan bir rakip izlenimi veriyor. Puan karşılığında ona övgü oyu verecek çok az sınıf arkadaşı vardır diye düşünüyorum.”
“Ya diğer sınıflar… onlardan yana bir şansı yok mu dersin?”
“Hiç sanmam. Yani düşünsene, Ryūen’siz bir D sınıfıyla başa çıkmayı mı tercih edersin, yoksa onu okulda tutmayı mı?”
“Aah… haklısın galiba. Ne yapacağını kestiremediğimiz zamanlar epey zorlanmıştık.”
Ryūen’in başının dertte olma sebebi buydu. D sınıfını aşağı çeken, ayak bağı olan acınası bir öğrenci izlenimi olsaydı, sırf okulda kalsın diye diğer sınıflardan ona övgü oyu verirlerdi. Fakat Ryūen güçlü ve baş belası bir rakip olarak görülüp tanınıyordu. Diğer sınıflar için, onu okulda tutmak için çok az avantajlı durumlar vardı.
D sınıfında da ilerde Ryūen’in onları kurtarıp şaha kaldıracağını düşünenler vardır. Ama onların da azınlık olduğuna eminim.
Ryūen kendisine övgü oyu verecek öğrenciler buldu diyelim. Onların verdiği sözü tutacakları kesin değildi. Zaten oylar anonim olarak açıklanacakmış. Yalan söylemek için mükemmel bir ortam.
Ryūen yalan söylüyorlar beni kandırdılar deyip olay çıkartsa dahi, okuldan atılmanın eşiğine geldi mi… her şey bitti demektir.
Tabii, asıl mesele Ryūen’in kendisine yardım edecek öğrenciler bulmasında. Gönüllü çıkar mı acaba?
“Bir nevi şah-mat diyorsunuz yani…”
“Şuan sakin ve umrunda değilmiş gibi numara yapıyor ama içten içe okuldan atılmak istemiyordur. ”
“Aynen ya… ama buraların kralı gibi davranan birisi için açıkça duygularını da gösteremezdi..?”
Üzücü olan şey, Ryūen’in okuldan atılma ihtimalinin %95 olduğuydu. Gerçekten zorlansaydı, durum farklı olurdu bence. Direnmiyor mu demeli?
Burada saatlerce de konuşsak, neden ve nasıl bu halde sorusuna cevap bulamazdık. Ne düşünüyorsa, sadece kendisi biliyordu.
“Soralım işte?”
Omzuma dokunup bu cümleyi yönelten kişi, Horikita idi. Diğer elinde plastik çanta içinde sandviç vardı.
“Soralım işte derken?”
Akito sözlerinden ne demek istediğini tam anlayamamış olacak ki sordu. Daha doğrusu, lafın gittiğinden yerden huzursuzdu.
“Ne düşünüyormuş öğrenelim. Aksi halde asla öğrenemeyiz.”
“Hayır, başımıza iş açmayalım.”
Kimse, Ryūen’e bulaşmak istemiyordu.
“Peki.”
“Şuan Ryūen’e bulaşmayalım. Herkesin derdi kendine. Bizi ilgilendirmez onların iç meselesi.”
“Haklısınız ama benim için bir anlam ifade edebilir; işime yarayabilir.”
Horikita bir an duraksayıp bana baktı. Onunla gelmek istemediğimi anlayınca da, tek başına Ryuen’e doğru ilerledi.
“İşime yarayabilir derken… o ne demek ya…?”
Keisei ile Akito ne söylediğini anlayamayınca, başlarını sağa sola salladılar.
“Hey, bu iş başımıza bela olmasın? Ya Horikita-san’a bir şey yaparsa?”
“Doğru… Kiyotaka-kun?”
Haruka ile Airi, durum ciddileşebilir diye endişelenip topu bana attılar.
“…Peki, gideyim de bir bakayım.”
Bir şey olacağını sanmıyorum ama gidelim bakalım. Horikita açık sözlü birisi, geri çekilecek birisi de değil. Akito gelmek isteyince onu durdurdum. Hemen arkasından koştum.
“Ryūen ile ne konuşacaksın?”
“Bana işe yarar bilgi verebilir diye düşünüyorum.”
….işe yarar bilgi mi? Ondan ne beklediğini hala anlayamadım. Ama bu kadar harekete geçtiğine göre, kafasında bir plan var herhalde.
“Sakura-san’gil seni peşimden gönderdi değil mi?”
“Öyle sayılır.”
“Oh, sayılır demek.”
Bu küçük konuşmamıza rağmen, Horikita’nın hızı artmadı. Yavaşça ilerledi.
Ryūen’in oturduğu yere geldik. Bizi fark etmiştir ama gözlerini tuttuğu kitaptan ayırmadı. Okuduğu kitabın sayfasından, edebi bir roman okuduğu anlaşılıyordu.
“Bu ne sessizlik, Ryūen-kun.”
“Ben de kimler gelmiş diyordum. Meğer Suzune ile akılsız kuyruğuymuş.”
Kitabı aniden kapatınca kütüphanenin mührünü gördüm. Demek ordan ödünç almış.
‘akılsız kuyruğu’ diye bana diyordu, bu arada. Bana bir anlığına baktıktan sonra, bakışlarını Horikita’ya çevirdi.
“Ee, konu nedir?”
Horikita’nın Ryūen ile konuşma sevdasının sebebini merak etmiyorum değil.
“Direkt sadede giriyorum. Bu ek özel sınavda ne yapacaksın?”
“Çok seçeneğim yok. Hiçbir şey yapmayacağım.”
“Yani…. bu okuldan ayrılacağım mı diyorsun?”
Ryūen bu işe el atmadığı sürece, atılması olasıydı.
“Herkes için güzel bir hedef haline geldim. Tek başına takılan öfkeli birinin okuldan atılmasını kimse umursamaz.”
Sohbetin daha fazla sürmeyeceğini düşünerek Ryūen, kitabını tekrar açıp okumaya başladı.
“Şikayet oylarını sana atacaklar. Çoğu öğrenci bu oylardan hoşnut olmasa da, sana attıkları için vicdanen bir nebzede olsa rahat olacaklar. ”
Ryūen ciddi ciddi okuldan ayrılmayı düşünüyor galiba.
“Gerçekten okuldan ayrılmak istiyorsan, sana bir şey diyemem. A ve B’den ayrılmanı isteyenler de vardır. Zaten çok ileri gittin. Kimse sana yardımcı olmak istemez.”
…acı gerçeği yüzüne söyledi.
Bazen, insan durumun farkında olsa da başkasının dile getirmesiyle daha ağır bir acı hisseder yüreğinde.
Sözlerini kılıç darbesi yapıp Ryūen’e savurduğu halde, Ryuen sarsılmaz bir imaj çizmeye devam etti, hiçbir açık vermeden tepkisiz kaldı. Her şeyi çoktan kabullenmiş, bu işin bir an evvel bitmesi için bekliyor gibiydi.
“Haklısın, D sınıfı benim gitmemle, ayakta kalmak için son şansını da kaybetmiş olacak. Diğer sınıflara beni ezmek için mükemmel bir fırsat doğuyor.”
Durumu negatif yorumlamaktansa, pozitif yorumluyordu.
“Kendini çok yükseklerde görüyorsun. Şaşırt bir kez olsun. Hala ukalasın ve kendini kral sanıyorsun. Lider olarak C sınıfından D sınıfına düştüğünü unutmuş gibisin?”
“Kuku. Haklısın.”
D sınıfı, Ryūen’in diktatörlüğü sayesinde ilerleyebilmişti. Şimdi ise düştükleri yerden kalkamıyor, debelenip duruyorlardı. Böyle devam ederse, kalkma şansları da 0’a yakındı.
Ryūen’in planıysa, sınıflar arasındaki sıralamayla alakalı bile değildi. A olsun D olsun, kişisel puanın fazlasıyla olduğu müddetçe, kazanma şansın var demekti. Bu yüzden de onu D sınıfına düşmekle suçlamanın bir manası yoktu. Hani, hatırlıyorsanız Ryuuen’in planı, 800 milyon küsür kişisel puan biriktirerek, sınıfını A’ya yükseltmekti ya. Amacı, tamamen okulun dayattığı sıralama sisteminden farklıydı.
A sınıfı en üst sınıf olabilirdi. Ama üstünlük tanımının kendisi, onun için bir anlam ifade etmiyordu.
Ryūen’in stratejisi geleceğe odaklıydı. İlginç bir şekilde savaşıyor; çok açık veriyordu. Pozisyonunu korumak için kavga ediyor, sınıf arkadaşlarına danışmıyordu.
Geleceğe öyle odaklıydı ki yanında olanlardan bihaberdi. Şuanki haline gelip mücadelesini kaybetmesinin sebebi bunlardı.
“Biz birbirimizi anlayamayız.” dedi, Horikita.
“Galiba haklısın. Ağzının payını aldıysan gidebilirsin?”
Horikita’nın sözlerine özellikle dikkat ediyordum ama hala sondan ne öğrenmek istediğini anlayamadım…
“Bugün belki de birbirimizi son kez göreceğiz, buna binaen bir soru sorabilir miyim?”
Asıl konuya geliyor herhalde. Horikita, merak ettiği bilgiyi öğrenmek için hamle yapıyor olmalı?
“Şuan herkesten çok çaresiz bir konuma düştün. Bu sınavı ciddiye alıp kendini kurtarmak için çabalarsan şayet… okuldan atılmaktan kurtulabilir misin?”
Ona çok sert bakışlar atıp gözlerinin içine baktı. Horikita’nın, Ryūen’e hiçbir merakı olmadığı halde bu kadar kolay bir şekilde konuşabilmesinin sebebi buymuş demek.
Ryūen’in %99 okuldan atılma riski varken, bu durumdan nasıl kurtulacağını öğrenmek istemiş.
“Ne saçma soru bu. Tabii ki, istersem tereyağından kıl çeker gibi, kendimi kurtarırım.”
Ryūen tereddüt dahi etmeden cevapladı. Istediği sürece her türlü hayatta kalacağını vurgulamış oldu.
Bakışlarında ne tereddüt vardı ne de ümitsizlik.
“İşte beklediğim cevap. Blöf yapsan bile belli etmiyorsun.”
“Tatmin oldun mu, yoksa sınavı atlatmak için gizli planımdan da bahsedeyim mi?”
“Gerek yok, seninle aynı pozisyonda değilim.”
“Eh, tabii.”
“Sağ ol, sayende bir fikir oluştu kafamda.”
“Fikir derken?”
Horikita kendisini onaylarcasına kafasını salladı.
“Bu ek sınavda okuldan atılmalar olacak. Kaçınılmaz kaderimiz. Yapmamız gereken en uygun kişiyi seçip okuldan atmak. Sözlerimin altındaki yükü hissedebiliyorsundur herhalde?”
“Bu çabaların sınıfın tarafından değer görmeyebilir...”
Ryūen sorusuna net bir cevap vermeyip ona gülümsedi.
“Eğer bu kadarını bile sınıfımda yapamıyorsam, başaramıyorum demektir.”
“Ne yani, blöf mü yapıyordun sen de?”
“!…”
Horikita normal seyirde iletişim kurmasına rağmen, Ryūen sakin tavırlarının altındaki sebebi anladı.
Hatta görmekle kalmadı, maskesini de düşürdü demek daha doğru olur.
“Benimle konuşurken kendime olan güvenime bakıyorsun ama edindiğin fikirden sana bir şey çıkmaz.”
Ryūen’nin sözleri Horikita’nın yarasına tuz basmaktan ibaretti.
“Birisini kurban için seçmenin zorluğu, tüm bu büyük resmin en önemli parçası.”
“…Yaparım. Sınıfıma faydası olmayana hiç acımışlığım yok. Bunu da yaparım.”
“Hayır, yapamazsın. Yok sende o yürek.”
“Sen… beni tanımıyorsun bile, bu sabit fikre nerden kapıldın?”
“Seninle aşık atmak için epey uğraştım, ne çabuk unuttun? Seni senden iyi tanıyorum belki de. Sakladığın zayıf noktalarını bile biliyorum.”
Horikita’nın bu sözlü atışmaya karşı çıkacak gücü bile yok. Genel bir cevap olarak ‘Sağ ol, sayende bir fikir oluştu kafamda’ demesiyle, az önce ‘Yaparım’ diye tereddüt içeren bir cevap vermesi… kendisine güven duymadığını kanıtlıyordu.
Ryūen, çoğu insanın fark edemeyeceği bu detayları anında fark edecek bir yapıya sahipti. Horikita, kendisi farkında olmadan ona zayıf yanlarını gösteriyordu.
Dahası, sohbet Ryūen’in kontrolü altındaydı…
“Sınıfın seni çoktan rahata erdirdi. Şu saatten sonra senin bu tarz bir karar alacak kadar gözünü karartmanın imkanı yok. Daha ilk başta senin sınıfına ya benim gibi hükmetmen ya da Sakayanagi gibi sınıfını piyon yerine koyman gerekirdi.”
Sınıfta samimi arkadaşlıklar kurduktan sonra böyle kararlar almak zordu. Mesela, Horikita ilk başlarda hiç tereddüt etmiyor, sert davranıyordu. Hatta Sudō’yu bir sınavdan kaldı diye kaderine terk edecekti. Şimdi onun okuldan atılmasına göz yumar mısın diye sorsak, ‘asla’ der. Sınıf arkadaşlarıyla olan bağı çok değişti.
“Çok bilmiş ukala tavırlarına rağmen, kendini kurtarmanın yolunu bile bilmiyorsun değil mi?”
“Sana böyle düşündüren nedir Suzune’ciğim?”
“Sınıfına mı yenildin yoksa, sınıfının dışında birisi mi harcadı seni?….”
Horikita, Ryūen’e bakmadan önce bana sert bir bakış attı.
“…..cevabın hangisi bilmiyorum ama ezik olduğunu sessizce kabul edip okuldan atılmayı bekliyorsun, değil mi?”
Horikita onu kışkırtmak için, saldırıya geçti.
Fakat, Ryūen gözünü bile kırpmadan kabullendiğini belirtti.
“Beni alt etmek Ishizaki’nin başarısı. Ben de bunu kabullendim. Sizin ve D sınıfı için kaçırılmayacak bir fırsat çıktı. Benden kurtulacaksınız işte.”
Ryūen tekrar gülümseyip kitabına döndü.
“…Oh öyle mi? O zaman sınıf arkadaşlarıma senin gibi birisi için övgü oyu harcamamaları için uyarıda bulunacağım. Gerçi onlara tek kelime etmesem bile, senin için boşa harcamazlar oylarını.”
Horikita bu sözlerinden sonra olay yerini terk etmek için ilerledi. Ben de arkasından gittim. Ryūen’in dikkati hala kitaptaydı.
Horikita yürürken benimle konuştu. Sesi sakin ama öfke doluydu.
“Bu çocuk yalanın şekil bulmuş hali. Hiçbir şey umrunda değil. Gerçi ne kadar çabalarsa çabalasın, okuldan atılmaya mahkum.”
“Belki bir planı vardır, bilemeyiz.”
“İmkansız. Şu saatten sonra Ryūen-kun’un sınıfındakilere yalvarması bile durumu kurtarmaz. Kimse ona güvenip oy kullanmaz.”
“Doğru, böyle bir strateji ile bir yere varamaz.”
“Öğrencileri tehdit etmesi ya da rüşvet teklif etmesi de işe yaramaz. Siz de az önce bunu konuşuyordunuz sanki?”
Sohbetimizi duymuş herhalde.
“Yoksa onu kurtarmanın bir yolu var mı, düşündün mü?”
“Yok, bulamadım bir yol.”
Bir çözüm bulmaya çalışıyordum ama durumuna bakınca güvenilir bir strateji aklıma gelmiyordu.
Hala önemli bir parça eksik, onu tamamlarsam…
“O zaman işi bitti demektir.”
Horikita öfkeyle kafeden çıktı. Ben de kafamı çevirip Ryūen’e baktım.
Ryūen ile daha önce tanışsaydık, nasıl olurdu acaba diye düşünmeden edemedim.
“Anlamsız bir düşünce. En azından şimdilik.”
Birkaç gün sonra bir daha görmeyeceğim birini düşünmenin anlamı yoktu. Bu düşüncemden vazgeçip Ayanokōji grubunun yanına döndüm.
✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩
Not: Cilt 9 – Kei SS – Özel Bir Gün’ü okumak için tıklayınız.