Elitler Sınıfı - Cilt 11.5 - Bölüm 15 - Hafızalara Kazınmak
Cilt 11.5 – Bölüm 15 – Hafızalara Kazınmak
31 mart.
Benim için özel gün, geldi çattı.
Evet, Manabu’nun bu okuldaki son, yeni hayatındaki ilk başlangıcına geçtiği ilk gün.
Öğlen görüşelim demiştik. Ben her zamanki gibi erkenden çıkıp girişe vardım.
Sözünü tutmuş. Kimseyi çağırmamış. Bir ben gelmişim erkenden.
Keyaki AVM’ye giden öğrencileri izledim, Manabu’nun gelişini beklerken.
Bir yıl önce, bu girişten bu okula gelmiştim. Etrafında gezinmek mümkün ama sık sık gelinen bir yer değil.
Kulüp etkinliği ya da özel sınavlar için arada bir otobüse binip buradan çıkıyoruz. Ama kendi isteğinizle çıkabilmeniz için ya mezun olmanız ya da okuldan atılmanız gerekiyor.
Sınıfta kalmak mümkün olmadığı için, bu iki ihtimalden biriyle bu okuldan çıkış var.
“Sürekli bunu düşünür oldum.”
Yeni dönem başlamak üzere. Tavırlarımdaki değişikliği fark ediyor; yeni biribe dönüştüğümü anlıyorum.
Anlaştığımız saatten 20 dakika önce, Manabu geldi.
Manabu beni gördükten sonra, etrafa bakındı. Ne aradığını bilmemek için aptal olmak lazım.
“Maalesef, kız kardeşin hala gelmedi.”
“Demek öyle.”
Saat daha 11:40.
Henüz geç değil ama az bir zamanı olduğunu düşünürsek, erken gelmesi hayrına olurdu.
Ichinose ile dünkü görüşmeiz aklıma geldi. Horikita’nın hali ve tavrını kafamda canlandırdım. Sanki bir işi var gibiydi.
Acaba bir sorun mu var?..
“Onu arayayım.”
Arayan ben olacağım için sorun olmaz diyordum ama Manabu…
“Yok, gerek yok.”
Manabu elimden tutarak nazikçe aramama engel oldu.
“İyi hissetmiyorsa, haber vermeliydi.”
“Belki uyuyakalmıştır.”
Imkansıza yakın olsa da, bu da bir ihtimaldi.
“O zaman hiç uyandırmayalım.”
Uyuya kaldıysa, onu görmenin manası yok demeye getirdi.
Son gününde bile tavrı değişmiyor.
“Aman! Boş verelim. Zaten zaman var.”
Abisiyle görüşeceği için son ana kadar odasında gerilerek bekliyor olabilir.
“Bunu konuşmayalım. Bu kadar erken gelmeni beklemiyordum.”
“Senin erken geleceğini düşündüm.”
Öğlen görüşelim demiştik. Otobüsünün gelmesine daha var.
Fakat vedalaşacakları için, Horikita kardeşler daha uzun konuşur diye düşünüyordum.
Manabu da 20 dakika erken geldi.
Ikimiz de bugünün kraliçesi, Horikita’nın, hala gelmemiş olmasına şaşkındık.
Neyse. Madem gelmedi, biz de önemli şeyler konuşalım.
Zaman geçsin diye beklemektense, konuşmak iyidir.
Biraz düşündükten sonra, dikkatimi çeken bir konudan bahsettim.
“Kusura bakma. Keşke sen konsey başkanıyken elimden bir şeyler gelseydi.”
Manabu, Nagumo’nun başına buyruk davranmasını engellememi tembihlemişti. Fakat, o sıralarda huzurlu bir hayat yaşamak adına isteğini yerine getirmedim.
Beni, başkan vekili Kiriyama ile tanıştırsa da, onunla da iyi bir bağ kurabilmiş değilim.
Kiriyama da hala çaba harcamıyor.
“O asıl benim sorumluluğumdu. Sana yıkan bendim. Boş ver.”
Manabu için, artık bu okul geçmişte kaldı. Okulda yaşananlar ve ilerde olacaklar için, endişelenmesine hiç gerek yoktu.
“Yine de sana son bir tavsiye vereyim. Okulun kurallarına her zaman ayak uydurdum. Başarıya dayalı olmasına rağmen, her sınıfın kazanmak için şansı var. Tabii, zor bir mücadele.”
“Yıllardır A sınıfında olduğun için, insanlara garip geliyor bence.”
“Evet, çoğu öğrenci henüz bunu fark edemedi. Okulun da geliştirmesi gereken şeyler var ama geçmişteki sınavlara bakarak düşük seviyeli sınıfların da üste çıkmak için her zaman fırsatı olduğunu görebilirsin. Mesela, sene sonu sınavı ile ıssız ada sınavı, bunlara örnek.”
Rekabet sadece yazılı sınavlarda değil, özel sınavlarda da vardı.
Issız ada sınavında, sınıf birlik sağladığı sürece A ile B’yi yenmek mümkündü.
Sene sonu sınavı da öyleydi. Şans büyük faktör oynasa da, düşük seviyeli sınıfların kazanma şansı hep vardı.
“Çömez birinci sınıflar için, sınıflarında yükselme şansları çok… ama… üst sınıfların bunları kabul etmesi zor oluyor. Bu da işin garip bir cilvesi.”
Okul, düşük seviyedeki sınıflara karşı çok inisiyatif sağlarsa, üst sınıflar hoşnut olmazdı.
2o milyon kişisel puanı kullanma metodundan bahsetmeden, okul sınıflar arası savaşları destekliyor, sıralamayı değiştirmemize izin veriyordu. Bu yapı, düşük seviyeli öğrencileri de görmezden gelmiyordu.
Hangi sınıfta olursa olsun, başarısı düşük ve yüksek başarılı öğrenciler var.
Bir yıl bu sınavlara tabii tutulan Nagumo, yeni bir fikir geliştirmiş: Güçlü olanı, kendi gücüyle ayakta tutan bir sistem.
Güçlülerin yürümeye devam ettiği, güçsüzlerin arkada kalıp yavaşça yok olduğu bir sistem.
“Belki Nagumo’nun yapmak istediği, yanlış değildir.”
Buna karşı çıkan öğrenciler olacağı gibi, destekleyenler de çok olacaktır.
- sınıfların çoğu hemfikir mesela. Tabii, hepsi canı gönülden istekli değildir.
Ortama ayak uydurmak adına kabullenenlerin sayısı az değildir diye düşünüyorum.
Herkesin güçlü yetenekleri olsaydı, sınıflar arası çok ciddi rekabetler olurdu.
“10.sınıflar arasındaki fark büyük mü? Puan açısından yani.”
“Evet. Mart ayında, Nagumo’nun sınıfı A 1491, B sınıfı 889, C sınıfı 280 ve D sınıfı 76 puan.”
Son bir yılları kaldı diye düşünürsek, A sınıfı stabil bir şekilde ilerliyor.
Bu şartlar altındayken de, Nagumo’nun düşük sınıflara yardım edecek teklif sunması da anlaşılır.
D sınıfının 76 puanla geri dönmesi imkansıza yakın.
“Onu haklı bulan çok kişi var. Sınıfça yükselemeyen başarılı öğrencilerin, kendi güçleriyle üst sınıflara çıkmasını sağlayan bir sistemi desteklemeleri doğal.”
“Evet ama Nagumo’nun yaklaşımı çoğu kişiyi zora sokuyor.”
Kendini sınıfta sivriltir, çok güçlü olursan sınıfın sana karşı tavır alır; bir anda düşmanın kesilirler.
Horikita Manabu, sınıf olarak bilinen iş birliğinin, gerekli olduğuna inanıyordu.
Geleceğin getireceği şeyleri düşününce, seçilen bir sistem tarzıydı.
“Şuanki sistemle aynı değil mi? A sınıfının altında kalan her sınıfa yazık oluyor.”
Nagumo’nun ideal sistemini hayal edebiliyoruz ancak.
Kişisel başarının ön planda tutulduğu sistem uygulanır ve başarılı olursa, 40 öğrencisi olmayan sınıflar için faydalı olabilirdi.
“Aynen. Sanki-“
Tam konuşurken, Manabu lafımı kesti.
“B, C ve D sınıfının kişisel puanlarını toplayarak, A sınıfına çıkacak kişilere kumar oynanıyor ama.”
Aynı fikirde olunca, başımı sallayarak onayladım.
Okuldan atılanları çıkartırsak, B, C ile D sınıflarında 120 öğrenci var demektir.
Kişisel puanlarını bir havuzda birleştirdiler diyelim 20 milyon çıkar.
Hatta 40 ya da 60 milyon toplamak bile mümkün.
Tabii, herkes bu kumara dahil olmayı istemez.
Şuan sistemin nasıl değiştiğini de bilmiyorum ama kısa bir süre öncesine kadar 11.sınıflar mezuniyetten önce ellerindeki puanları paraya çevirebiliyordu.
D sınıfında olup elinde bir miktar puanla para elde edebilecek olanlar varsa, okulda olanları umursamaz.
Şartları karşılayan puanları olan kişiler varsa, anca öyle katılırlar? Yetenekliyim ve puanım var, bu kumara dahil olabilirim gibi?
Sınıfın başarısı mümkün değilse, kişisel puanlarla son bir kumar oynamak fena fikir değil.
A sınıfına çıkabilecek öğrencilerin sayısını arttırır.
A ile diğer sınıflar arasında bu kadar yüksek puan farkı varken, onlara bir şans vermek gibi bir şey.
“Sizin dönemde oldu mu bu?”
“Bu fikir ortaya çıkmadı desem yalan olur. Ama yaşanmadı. A ile B ciddi bir rekabette olunca C ile D, yeterli puanı kazanamadı.”
Bu okula geldikten kısa bir süre sonra 11/D’lere denk gelmiştim ve puan konusunda epey zorluk çektiklerini anlamıştım.
Sınıf sürekli kaybettikçe, kişisel puan kazanmakta zorlaşmıştır. Aylarca 0 puanla geçinmeye çalışmak zor haliyle.
“Sadece bu kadarıyla kalsaydı, etkilemezdi ama Nagumo’nun planları kendi sınıfını bile etkileyecek. Sınıf arkadaşları bile risk altında kalacak.”
A sınıfında güçsüz olan öğrenciler arka planda kalacak dersek: Ciddi bir risk.
A sınıfında güvende olan tek kişi Nagumo ise şayet, sınıf arkadaşları bu sistemi kabul etmez.
Tüm sınıflara eşit davranılmalı; ister A olsun, ister D.
“Niyeti ne bilmiyorum ama cesaret gerektiriyor yaptığı.”
“Şuan kazanmak için elinden geleni yapmakla meşgul ama epey de sıkılmıştır. Sebebi budur. Öğrenci konseyine katılması bile zaman öldürmek içindir.”
Kimse ona hoşnutsuzluğunu dile getirme hakkına sahip değildi. Yeteneği ile böyle destek kazanabiliyordu.
“Sınıflar, aynı kaderi paylaşan bir topluluk gibidir. Bu sistemin bozulması gerektiğini düşünmüyorum. ”
“Demek Nagumo’nun yaklaşımından hoşnut değilsin.”
Manabu başını sallamasa da benimle aynı fikirdeydi.
Ne demek istediğini anlayabiliyorum ama iki taraf da haklı değil..
Fakat..
“Nagumo’nun yapacaklarını gözlemlemeyi düşünüyorum. Sınıfları, hatta okul sistemini başarı temelliye çevirirse, onu yargılamadan önce neler yapacağına bakacağım. ”
Saklamadan gelecek planlarımdan bahsettim.
“Demek öyle. Benden üst bir levele çıkacaksın yani.”
“İltifatın için teşekkürler.”
Nagumo’yu durduracağımı söylemediğim gibi, niyetim olmadığını da belli ettim.
Nagumo’yu gözlemlemekten zarar gelmez bana.
Manabu’nun, Nagumo ile olan karşılaşması da bitti zaten. Mezun oldu, bu iş kapandı.
“Düşündüğün gibi biri değilim.”
“Hiçte bile, tam da öylesin.”
Mütevazı tavrıma karşılık, sertçe inkar etti.
“Beni gözünde çok büyütüyorsun ve bu değişmeyecek gibi.”
“Değişecek olsaydı, çoktan değişirdi.”
Manabu, bir yıl boyunca fikrini değiştirmemişti.
Ne bilirse bilsin, ondaki izlenimim değişmemişti.
“Anlamıyorum ama.. neyime bakarak bana desteğini veriyorsun?”
Diğer öğrencilerden farklı olduğumu düşündüren neydi?
Manabu’un elinde giriş sınavındaki sonuçlarım ve kız kardeşiyle arasına girip küçük bir sürtüşmemizden başka bilgi yoktu.
Bir de, birlikte uzun koşuda yarıştık.
Akademik ve sportif başarımdan detaylı bilgisi yok.
“Kendi sezgi ve içgüdülerim diyelim. Rakibimi az çok anlayabiliyorum.”
Soyut bir yaklaşım oldu.
Bu tarz düşüncelerle değerlendirilmem de harika.
“Sezgilerine göre, nasıl görünüyorum? Veda hediyesi olarak cevabını duymak isterim.”
Ilginç geldiği için sormaya karar verdim.
Benim ondaki izlenimimle, benim kendi değerlendirmem yakın mı diye öğrenmek istiyorum aslında.
Manabu ciddiyetle cevaplayacaktır.
“Olur.. benim gözümde sen…”
Kısa bir duraksamadan sonra devam etti. Herhalde bir yıllık tanışmamızı gözden geçirdi.
“Hayattaki tecrübelerime dayalı önsezilerimi epey aştın. Ne kadar düşünürsem düşüneyim, stratejine dair fikir elde edemiyorum. Strateji yeteneğin dışında fiziksel olarak da güçlüsün. Şimdiye kadarki tüm rakiplerim dışında, karşılaşmak istemediğim tek kişi sensin.”
Yine abartılı bir değerlendirme.
Basit bir önsezi olsaydı doğru olurdu ama.
“Benimle kapışmaktan çekiniyor musun yani?”
“O konu farklı. İyi bir rakip karşısında, her zaman kazanmak için şans vardır.”
Manabu’nun cevabını duyunca rahatladım.
“Zaten öğrenciler sınıfça mücadele veriyor. Kişi ne kadar başarılı olursa olsun, yapacaklarının bir sınırı var.”
“Evet. Bana ilginç gelen de bu.”
“Ayanokouji, nasıl bir çevrede büyüdün? Bazı yeteneklerin aileden gelmesi imkansız. Ailen çok güzel eğitti diyelim, bu kadar yüksek seviyeye çıkmak hiç kolay değildir.”
“Sen de anormal bir ailede büyümüş sayılıyorsun ama?”
Bu okulun öğrenci konsey başkanı olmayı başaracak kadar yetenekli olduğunu düşünürsek, elit birisiydi.
“İstediğin her şeyi, tırnaklarınla kazıyıp alman gerekiyor bu hayatta. Hiç ilerleme kaydetmediğim zamanlar oldu, çok bunalıyordum. Fakat hiç vazgeçmeden devam ettim ve her şeyi aştım. Çocuklukta ya da şimdi, veya gelecekte böyle olmaya da devam edecek. ”
Tüm çabalarının meyvesini yediğini söylemeye çalıştı, Manabu.
“Teorine göre, senin çabandan daha fazlasını göstermeliyim.”
“…evet.”
Çalışkan birisini yenmek için, daha çalışkan olmak gerekiyordu.
Tabii, tüm olay bundan ibaret olmasa da, genel bir cevaptı.
Manabu Horikita telefonunu çıkartıp ekranında bir numara gösterdi. Ardından farklı bir numarayı.
“Bu numaraları ezberle. Birisi benim, diğeri Tachibana’nın. Mezuniyetten sonra sorun yaşarsan şayet, bizimle görüşebilirsin. Ezberleyemediysen, not et. Ama sonra sil mutlaka.”
Dışarıyla görüşmek yasak olduğu için, numarayı telefonumda tutmak anca bana zarar verirdi.
Hafifçe kafamı sallayıp tamam dedim ve 11 haneli 2 numarayı da ezberledim.
Bu numaralara ihtiyaç duyacağım bir günü hayal edemesem de, ezberlemekten zarar gelmez diye aklımın bir köşesine not ettim.
“Sana sorma fırsatım olmadı. Şimdiki planın ne?”
Tachibana’nın numarasını da verdiğine göre, mezuniyetten sonra görüşecekler demektir.
“O konu-”
Manabu tam konuşacakken telefonundaki saati fark etti.
“Sen mezun olduktan sonra, anlatırım.”
Öğlen olmak üzereydi. Kız kardeşiyle görüşme vakti nerdeyse gelmiş.
Fakat etrafta Horikita’dan eser yoktu.
Manabu’nun tavrı değişmese de, ben garip bir şekilde yalnız hissettim.
“Onu arayayım.”
Horikita’nın kendi düşüncelerini görmezden gelip özellikle buraya gelmemezlik yaptığını düşünmüyorum. Uyuya kalmadıysa, başına bir iş falan gelmiştir yani.
“Yok, gerek yok.”
Başına bir şey geldiyse bile, Manabu hazırlıklıyım dedi…
Kardeşinden nefret etmediğini anlayabiliyorum ama bu da biraz ağır olmadı mı ya..
“İnada gerek yok bence. Gerektiğinde ilk arayan olmanın kimseye zararı yok.”
“Bir süreliğine de olsa kardeşime duygularımı göstererek, gelişimini etkilemek istemiyorum. Başına bir iş geldiyse ya da benimle görüşmemeye karar verdiyse, benim için daha iyi. Aksi halde, buradaki tavrımla ona engel olmuş olurum. ”
“Seni görmeden gelişecek falan derken? Bu dediğini kardeşin mi düşünüyor? Ben tam anlayamadım.”
“Suzune kendisi karar verecektir.”
Bir yabancı olarak bana laf düşmeyeceğini belirtti, Manabu.
“Ona müsamaha gösterdiğini hiç görmedim.” [Ç.N: hoş görme]
“Hangi şartlarda ona müsamaha göstermem gerektiğine karar verip öyle yapıyorum diyelim.”
Doğru bir karar.
Öğleni, 1 dakika geçti.
Hemen girişe doğru gider diye düşünüyordum ama bekledi.
kardeşine müsamaha gösteriyor demek garip gelebilir ama öyle bir şey yapıyordu şuan.
“Benim de netleştirmek istediğim bir konu vardı. Bana veda hediyen olabilir.”
Manabu bana bakarak sordu. Ben de hafifçe başımı salladım.
“Net cevap vermek zorunda değilsin.”
Belki de bu konuşmadan sonra, Manabu çeker gider.
“Niye yeteneklerini gizliyorsun?”
Şaşırmadım, hatta nokta atışı yaptı denebilir.
“Dikkatleri üzerime çekmekten hoşlanmıyorum diyelim.”
“Kendi kişiliğini saklamak istesen de, başarılı olabileceğin bir konu mu sence?”
“Bu konuyu henüz düşünmedim.”
Bu okula girip sıradan bir liseli olmak istemiştim.
Fakat bu soruyu sorunca, hafiften tüylerim diken diken oldu.
“Sıradan bir liseli gibi yaşamaya karar verdim. Hayatın gerçek olduğu fikrine tutunarak kendimce sorunlarımı çözmek istedim.”
“Peki ilerde de böyle mi devam edeceksin?”
“Söylemesi biraz zor. Son zamanlarda gözler üzerimde. Çoğu konuda ciddileşmem gerekmese de, eskiye nazaran ilgilenmem gereken konular arttı.”
Açıkçası, emin olmadığım pek çok konu olduğu halde, ona düşüncelerimi açık yüreklilikle anlattım.
Bu cevabıma karşılık, ne diyecek acaba?
“Bu okulda başardıklarımı ve başaramadıklarımı düşünüyorum bir süredir.”
Bu sözleriyle beraber, Manabu gözlerini okula doğru dikti.
“Tam anlamıyla gücümü gösterebildim mi, hala kendimi geliştirebilir miydim falan… bunlarla dolu kafam.”
Kısacası, benim tersime düşüncelerle doluydu kafası.
Öğrenci konseyi başkanlığına kadar çıkmasının sebebi buydu.
“Böyle devam etmenin sana yararı olacağını düşünüyor musun peki?”
“Benim bakış açımdan bakarsan şayet, rahat bir yaşam sürmenin önemi büyük.”
“Olabilir. Fakat, bu okula kendinden bir şeyler bırakmak istemiyor musun? Ya da şöyle sorayım: böyle yaşayarak geleceğin için iyi bir adım atmış olacak mısın? Bu konuyu iyi düşün bence.”
“Kendimden bir şeyler bırakmak ha… bu cümle, senin bıraktıkların kadar havalı oldu.”
Manabu’nun düşüncesini reddettim, aynı fikirde değiliz.
“Varlığını okula kabul ettiremiyorsan, öğrencilere kabul ettir. Bu okuldaki her öğrenci, Ayanokouji Kiyotaka adını kafasına yazsın, varlığını hiç unutmasınlar.”
Adımı insanların aklına kazımak… hiç böyle bir şeyi düşünmemiştim.
“Kız kardeşime yardımlarından dolayı çok minnettarım sana. Yeteneklerini gizledin. Bir yıl boyunca, başarılarını az çok anlama fırsatı buldum. Böyle bir seviyede duracak birisi değilsin. Bu yüzden… beni hayal kırıklığına uğratma.”
Bu okulun eski konsey başkanından güçlü bir tavsiye aldım.
“Kısıtlamalara karşın kendi istediğini yapmak için çabalayacaksan, bu 3 yıl içinde herkesin adını ezberlemesini sağla.”
“Unutulmayan adam olmak ha? Bu 2 yıl içinde okuldan atılma ihtimalim varken hem de.”
“Oldu ki başına bir şeyler geldi ve okuldan atıldın, hala insanların aklında yer edinebilirsin. Geriye dönüp baktıklarında, Ayanokouji Kiyotaka harikaydı derseler, başarılı olmuşsundur demektir.”
Manabu tekrar benzer bir cümle kurunca, içime işlediğini hissettim.
“Peki… tamam. Bu sözlerini düşüneceğim.”
Şuan verebileceğim en iyi cevap buydu.
“Peki. Zaten bu konuyu düşünecek, karar verecek kişi sensin, Ayanokouji. ”
Bu okulla ilgili karar, öğrenci konsey başkanı Nagumo ya da Horikita ile ilgili olsun olmasın, karar benimdi.
Bu dünyada insanın gelişmesini sağlayacak o kadar çok kaynak var ki. Her alanda da sizin kendinizi geliştirmenizi sağlayacak hatırlatıcılar bulunuyor.
Manabu’nun durumu da buydu. Bu okulda sessizce yaşasam bile, geriye bir yaşanmışlık bırakacağım.
Ben de anılar istiyorum.
Beni mutlu edecek gelişi güzel anılar.
Başta elimdekilerle mutluydum. Bu yüzden bir yıl boyunca, sessiz bir hayat sürmek için elimden geleni yaptım.
Fakat aradığım cevap bu olmayabilir. Bu okulda, benim için önemli bir şeyler olmalı. Bu okul benim için bir anlam ifade etmeli.
Bu yüzden de…
“Off, ister istemez nasihate dönüştü sohbetimiz. Kusura bakmayacaksın artık.”
“Yok. Bir senpaiden ilk defa bu kadar güzel sözler duydum.”
Senin ayrılman beni de hafiften yalnız hissettiriyor zaten.
Bu cümleyi kurmadan ağzımı kapattım.
“Ahh… birbirimizin görmediğimiz yanlarına tanık olduk galiba.”
Aramızdaki mesafenin farkındaydık. Fakat, sözler söylenmeden de birbirimizi anlayabileceğimiz bir bağımız vardı.