Elitler Sınıfı - Cilt 11 - Bölüm 12 - 2. Toplantı
Cilt 11 – Bölüm 12 – 2. Toplantı
Sınıftaki atmosfere rağmen, zaman su gibi akıp geçiyor. Geldik yine 2.sınıf toplantısına. Tabii, katılmadığımı sayarsak 3. oluyor bu.
Sınav başlayalı 3 gün oldu dersek, artık bir şeylerin belirlenmesinin zamanı geldi demektir.
Yine Hirata kardeşimiz zil çalar çalmaz, sınıftan çıkıp gitti. Mii-chan’ın bu duruma gönlü el vermese de, onun gidişini izlemekle yetindi. Ne ileri bir adım attı ne de ona seslendi.
Bir anlığına ayağa kalkıp dikelse de, kımıldayamadı. Geri yerine oturdu. Hirata’nın kendisini reddedişi ve uzun süre etkisinden çıkamayışı aklına gelmiştir herhalde.
“Gidemez ki peşinden…”
Horikita nazikçe acı gerçeği hüzünlü bir ses tonuyla mırıldandı. Şuan Hirata ile aramıza mesafe koymamız, onu baş başa bırakmamız gerekiyordu. Horikita ve tüm sınıf, böyle yapmamız gerektiğinin bilincindeydi artık.
Eskiden Hirata’yı şikayet etmek için gelen kıskanç çocuklar olurdu. Şimdi onların da sesi kesildi. Şuan acınası bir hale düştüğü için mi onu umursamıyorlar? Yoksa Hirata diye mi ona kötü söz söylemek istemiyorlar acaba?
“Mii-chan, bugünkü toplantıdan sonra yurda beraber dönelim mi?”
Mii-chan’ın zihinsel sağlığından endişelenmiş olacak ki Kushida, ona dostça bir teklifte bulundu.
“Böyle durumlarda en güvenilir insanlardan birisi, değil mi?”
“Olabilir.”
Kushida yardıma ihtiyacı olan herkese el uzatan birisiydi. Hirata’ya yardımcı olamıyorsa, Mii-chan’a yardımcı olmak için elinden geleni yapar.
Tek amacı kendisini iyi göstermek olsa da, Mii-chan’a yardımcı olacağı da gerçek. Mii-chan, başını hafifçe sallayarak teklifi olumlu karşıladı. Kushida ise gülümseyerek kısaca cevap verdi ona.
“O zaman, çıkışta görüşürüz canım.”
Kōenji katılmaya meraklı olmadığını belli edercesine, Hirata’nın arkasından sınıftan çıkmak için hazırlandı.
Sarsılmaz bir öz güveni ve yüzsüzlüğü var bu çocuğun ya.
Sanki Horikita ona gidebilirsin diye izin vermiş. Beyimiz hemen harekete geçiyor.
Toplantı, 37 kişiyle beraber gerçekleşecek.
Horikita bakışlarını, Kōenji’ye odakladı. O çıkana kadar gözlerini ondan ayırmadı. O gider gitmez, öğretmen kürsüsüne çıktı.
Chabashira sensei ise, ona biraz dik dik baktıktan sonra, sınıftan çıktı.
“Eh, hemen başlayalım. Bakalım aklınıza orijinal ya da güzel şeyler geldi mi?”
“İzninle, Horikita-san. Toplantı başlamadan önce bir konu hakkında konuşmak istiyorum.”
Keiseie elini kaldırıp sordu.
“Buyur, Yukimura-kun?”
“Birileri sınıfımızı dinliyor diye endişeliyim.”
Kapalı kapılar ardında olmamıza rağmen, koridorda olan birisi sesimizi duyabilirdi.
“Evet. Sınıfta herhangi bir karar almayalım mı diyorsun?”
“En azından önlem alabiliriz diyorum? Belki birkaç kişi kapıda bekleyebilir. Elimiz kolumuz bağlıymış gibi, iş görelim istemem.”
“Eh, haklısın.”
Bu durumun fakrında olan Horikita, başını sallayarak onayladı.
“Fakat, kapıda birilerinin beklemesinin doğru bir hamle olacağını düşünmüyorum.”
“…Neden peki?”
“Kapıya gözcü koyarak herkesin dikkatini çekelim mi istersin? Malum koridor herkese açık bir alan. Hatta sınıflar da herkese açık. Başka sınıflardan öğrenci içeri girmek istese, engel olamayız. Bize ait bir yer değil.”
Horikita koridora girişleri yasaklamanın mantıklı olmayacağını, öğrencilerin okula şikayet edebileceğini ima ediyordu. Malum, kapıya dikeceğimiz öğrenciler etrafta volta atıp girişleri engelleyip kabadayılık taslayacak..
“Bu yüzden aramızdan birilerinin kapıda gözcü olmasını doğru bulmuyorum.”
“Yani, sınıfta konuşulan her şeyin duyulmasına razı mı geliyorsun? Tüm başarılı olduğumuz ve zorlandığımız konular duyulsun mu? Tüm alacağımız kararları, konuşmalarımızı bedavaya mı satacağız yani.”
“Bunu kullanarak halledeceğiz.”
Horikita telefonunu çıkartıp ekranını bize gösterdi.
“Bu sınav için, özel olarak büyük bir sohbet grubu açacağım. Sözlü olarak fikirlerimizi dile getirirken, önemli detayları mesajlaşarak konuşacağız. Böylece, başka sınıfların bizi dinlemesine izin vermemiş olacağız.”
Fikrini duyunca Keisei ikna olmuş gibi başını birkaç kez salladı.
“Güzel. O zaman, tamamdır.”
“O zaman herkesi ekliyorum arkadaşlar?”
Bu sefer teklif Kushida’dan çıktı. Sınıftaki herkesin numarası olan tek öğrenci oydu belki de.
“Uhmmmm-”
Mii-chan ayağa kalkıp Horikita ile Keisei’nin sohbetini böldü.
“Kusura bakmayın. Beni bugünlük affedin.. biraz işim var…”
“Hirata-kun’un peşinden mi gideceksin?”
Mii-chan, Kushida’nın sorusuna hafifçe başını sallayarak cevap verdi.
Ağır adımlarla sınıftan çıkmak için harekete geçti.
“Dur lütfen. Onun peşinden gitmen sana hiçbir şey kazandırmayacak.”
“Ne… ne demek istiyorsun?”
Mii-chan, Horikita’nın sözlerine karşı sert bir şekilde cevap verdi.
“Şuan işimize yarayacak halde olmadığı gibi, hali de hal değil. onun peşinden giderek seni de kaybetmek istemiyorum.”
“Hirata-kun’u yalnız bırakmak istemiyorum.”
“Sana onu terk edelim demiyorum zaten. Şimdilik yalnız kalmaya ihtiyacı var diyorum.”
“Peki ona ne zaman yardım edeceğiz?”
“…kendisi bize gelecektir.”
“Hayır. Sana inanmıyorum. Yalan söylüyorsun!”
Ardından Mii-chan hafif sinirli bir halde sınıftan çıkıp gitti.
“Off. Biraz zamana ihtiyacı var sadece abartmayalım.”
Onun da arkasından gitmek isteyen yoktu tabii.
“Ben de bir süreliğine çıkıyorum. Herkes içerde kalsın, çıkmasın.”
Horikita, Mii-chan’ın peşinden gidip onu geri getirmek için harekete geçiyor galiba.
Bu konuyu başka birine vermek istemedi sanırım.
“Bu ne yahu. Hirata yüzünden toplantı bile yapamıyoruz.”
Keisei’nin şikayeti yersiz değildi. Sınav başlayalı 3 gün oldu ve hiç ilerleme kaydedemedik.
Yerimden kalktım.
“Oi Ayanokōji, sen de mi peşlerinden gideceksin? Suzune bekleyin dedi.”
Sudō beni uyardı. Haklı da. Sürekli sınıftan birileri çıkarsa, bu işin ucunu tutamayız.
“Farkındayım.”
“Hiçte değilsin! Oi!”
Sudō’yu duymazdan gelip sınıftan çıktım. Koridordaki Horikita’ya seslendim.
“Horikita.”
“…sınıftan kimse çıkmasın demiştim.”
“Mii-chan’ın dönmesini istiyorsan, onu çağıran kişi sen olmamalısın. Sınıfı bir araya getirmesi gereken kişi sensin. Sana sınıfta ihtiyaç var.”
“Sen de kumandansın. Herkesin yeteneklerini inceleyip analiz etmeden başarılı olamazsın.”
“Bu konuyu sonra sen halledersin. Zaten benim yapabileceğim hiçbir şey yok.”
“Sorun bu mu gerçekten…”
“Hirata meselesini kapatabilir misin peki, Horikita?”
“Bilemiyorum…”
“O zaman şöyle diyeyim: Hirata’yı kendi haline bırakmamızı isteyen birisi olarak, arkalarından gitmesi gereken kişi sen değilsin.”
Horikita, Hirata’nın şuanki hale düşmesine sebep olan kişilerden birisiydi. Bu sebep bile, onların peşinden gitmemesi için yeterli.
“Yanii.. sen mi çözeceksin bu sorunu?”
“Sadece bana bağlı bir mesele değil ki.”
“O zaman şimdiye kadar bir şeyler yapılması gerekirdi.”
Endişelenen pek çok öğrenci vardı sadece Mii-chan değildi onunla ilgilenen.
Horikita, Mii-chan’ın tavırlarından dolayı endişeliydi çünkü şuan Hirata’ya yaklaşmak; ateşe yaklaşmak gibiydi.
“Sonra konuşuruz. Önce onları bir bulayım.”
“Çabuk dön, oyalanma sakın.”
Çocuğunu bakkala ekmek almaya gönderen anneler gibi tembihledi beni… Neyse.
Koridorun biraz ilerisinde Hashimoto ile karşılaştım.
Bu arada, pek tesadüfi bir karşılaşmaya benzemiyor. Sınıfın etrafında volta mı atıyor diye düşünmeden edemiyorum.
Horikita ile olan konuşmamızı duymuş bile olabilir.
Şaşırmadığı gibi, yüzünde hınzır bir gülümsemeyle bana seslendi. Sanki eğlenceli bir şeyler görmüş de tadını çıkarıyor gibiydi.
“Yo, Ayanokōji.”
Fakat ona ayıracak vaktim yoktur;
“Kusura bakma işim var.”
“Arkadaşının peşinden gideceksen, şu tarafa doğru koştu.”
Hafifçe başımı sallayıp teşekkür ettikten sonra Mii-chan’ın peşine düştüm.
Son iki gündür Hirata’nın tavırlarında bir değişiklik olmadı.
Okuldan kimseyle karşılaşmamak adına, direkt yurda gitmiştir diye düşünüyorum.
**
Okul binasından çıktıktan sonra uzakta Mii-chan’ı gördüm. Biraz önünde de Hirata’nın yürüdüğünü fark ettim. Tahmin ettiğim gibi yurda doğru ilerliyor.
Mii-chan peşinden gitme cesaretini gösterse de, ona seslenme cesaretini gösterememiş galiba. Uzaktan onu takip ediyordu. Biraz arkasından ona yaklaşıp:
“Ona seslenmeyecek misin?”
“…Ayanokōji-kun.”
Mii-chan beni fark edip seslendi. Ona yetiştikten sonra, yan yana yürümeye başladık.
“Bi-biraz çekiniyorum…”
Daha bu sabah ağzının payını alınca… eh, normal tabii.
“Peki sen neden peşini bırakmıyorsun bu işin? Herkes çoktan pes etti.”
“Şey… sebebini ben de bilmiyorum.”
Hirata’nın peşinden koştuğu halde tam olarak sebebini bilmiyor muymuş? Tek sebep ona aşık olduğu için değildir diye düşünüyordum ben de…
Biraz düşündükten sonra fikrini dile getirdi.
“Herkes Hirata-kun’un yalnız kalması gerektiğini söylüyor ama…. doğru olduğunu düşünmüyorum. Asıl şuan zor zamanlar geçirdiği için yardım etmemiz gerekiyor. Bu yüzden onun peşinden ayrılamıyorum galiba.”
“Ya sırf bu yüzden senden nefret ederse?”
Birkaç denemede sert tepki aldığı doğruydu ama ya daha sertleşirse? Ağza alınmayacak, çok kırıcı laflar söylerse?
Onu azarlayıp aşağılamayacağının bir garantisi yok ki.
“…Yok.”
Hirata’nın son hali zihninde canlanan Mii-chan, kafasını iki yana salladı.
“Böyle olsun istemem ama sırf onu yalnız bırakmadığım için, Hirata-kun benden nefret edecekse…. nefret edilmeye hazırım ben!”
Güçlü görünmek için çaba sarf ediyor, kuyruğu dik tutmaya çalışıyor ama bu fikre hiç sıcak bakamıyordu. Nasıl denir… diliyle kalbi farklı söylüyor?
….bu arada, bakışlarındaki kararlılığın gelip geçici olmadığını fark ettim.
“Yanlış mı düşünüyorum dersin, Ayanokōji-kun?”
“Hayır. Haklısın.”
Hirata’yı kaderine terk etmek, çözüm değil. Kendi kendine kaldıkça, kafasındaki düşüncelerle daha çok dibe batacaktır.
“Peki, gidip onunla konuşacak mısın?”
“Evet!”
Yine Mii-chan bir adım atmak için harekete geçti. Hirata’nın peşinden koşarak aradaki mesafeyi kapattı.
Horikita büyük ihtimalle bu sonuçtan hoşnut olmayacaktır. Ama şuan için yapılabilecek en doğru yaklaşım bu.
Hirata’yı köşeye sıkıştırmak için, Mii-chan’ın nazik ve içten tavırları en etkili silah.
Çok geçmeden kafası karışacak, kendisini okuldan attırma fikrinden vazgeçecektir.
Ben de geri dönüp okula geldim. Hashimoto bizim koridorda telefonuyla etrafta volta atarken benim gelişimi fark etti.
“Yo.”
“C sınıfından bilgi çalabildin mi?”
“Yok ya. Telefonda konuşma kararlarından dolayı önemli bilgi edinemedim.”
Hashimoto omuz silkip güldü. Horikita’nın planına kulak misafiri olmuş galiba..
“Ben de senin dönmeni bekliyordum. Arkadaşlarınla ne oldu? Halledebildin mi?”
“Tek geldim, gördüğün üzere.”
Mii-chan’ı geri getiremediğime vurgu yaptım.
“Herkesin birlik içinde çalışması zor demi ya?”
“Sınıfta birliği sağlamak Horikita’nın görevi. Beni ilgilendirmez.”
“Koruma puanın yüzünden mi kumandan oldun?”
Hashimoto sınıftan bilgi alamayınca, benimle gevezelik ederek az-çok dişe dokunur bilgi almaya çalışıyordu.
“A sınıfıyla yarışacağız. Başından beri şanslı da değiliz. Okuldan atılma söz konusu olduğu için, pek şansım yoktu.”
“Anladım. Haklısın, dostum.”
Hashimoto pek tatmin olmasa da edindiği bilgilerden, pes edip gitmeye kalktı.
“Bizim prenses gelmemi istemediği halde az çok bilgi edinebilirim diye gelmiştim. Salaklık ettim galiba, he?”
Hafifçe omzuma vurduktan sonra arkasını dönüp ilerlemeye başladı. Gözden kaybolana kadar onu izledim. Ardından sınıfa girdim.
Gözlerimle Horikita’ya Mii-chan’ı getiremediğimi belirttikten sonra, sırama geçip oturdum. O da bu konu hakkında bir şey söylemedi.
Grup sohbetindeki tartışmalar mantıklı bir şekilde ilerliyor, sınıfın yarısı Horikita’nın verdiği görevi yerine getirdiğini söyleyerek fikirlerini beyan ediyordu.
Kei’den edindiğim bilgilere göre, sohbet tahmin ettiğim yönde ilerliyormuş.
Öncelikli olarak, herkesin iyi olduğu etkinlikler yer alıyor: Sudō’nun basketbol başarısı, Onodera’nın yüzme yeteneği, Akito’nun okçuluk yeteneği.
Akademik başarısına güvenen Horikita ve Keisei gibi öğrenciler de, başarılı olacakları dersleri listelemişler falan.
Fakat sporun ana tema olmadığı ve kişinin belli bir alanda uzmanlaşmadığı akademik başarılarda, böyle bir etkinlik öne sürebilmek için— çok üstün bir başarı sergilenmesi gerekiyor.
“Ayanokōji-kun, koridorda başka sınıftan öğrenciler var mıydı?”
“Birisi vardı ama telefondan ilerlediğimizi öğrenince pes edip gitti.”
“Güzel. Başka çaresi yoktu zaten.”
Kimsenin dinlemediğini öğrenen Sudō hemen yüksek sesle fikrini dile getirdi.
“Basketbol! Basketbolu kesin listemize eklemeliyiz!”
Sudō özellikle Horikita’ya bakıp bağırdı.
“Yeteneğinden şüphem yok ama karşına kim gelirse gelsin, yenebileceğine emin misin?”
“Basketbolda yarışmak için bir sürü farklı yol var. Birebir yarışta, kesin kazanırım.”
Basketbol daha çok beşe beş oynanan bir oyundu.
Fakat oyunlarda değişiklik yapılabiliyor, oyuncu sayısı azaltılıp arttırılabiliyordu. Sudō’nun dediği gibi teke tek bir mücadele yapılabilir. Birkaç katı kuralla, okul reddetmeyecektir.
“Sana güveniyorum basketbol oyuncusu olarak yeteneklerinden şüphem de yok. Teke tek maçta kazanacağına inanıyorum.”
“Evvet!”
“Fakat bu sınavda işler tahmin ettiğin kadar kolay olmayabilir.”
“N-ne? Nasıl yani?”
“Tek kişilik tek bir etkinlik seçme hakkımız var.”
Bu sınavın kurallarından birisi, katılımcı sayısı aynı olan oyunları 2.kez öne süremememiz. Yani, teke tek bir oyun sunabiliriz okula.
“Teke tek yarışmalardan istediğimiz kadar seçme hakkımız yok. Bir kez etkinlik olarak sunabiliriz. Mesela, Onodera-san yüzme konusunda çok başarılı. Teke tek bir karşılaşmada onun yarışması bizim avantajımıza olur.”
Etkinliklerden birini garantilemiş oluruz kısaca.
Onodera bir erkekle yarışmak zorunda kalırsa, süreye bağlı olarak onu da halledebilir.
“İngilizce konusunda da Wang-san, çok başarılı. Teke tek yarışmalarda başarılı olabilecek birden fazla arkadaşımız var.”
Az öncesine kadar sınıfa bir garanti etkinlik getireceğini zanneden Sudō’nun bakışları değişti, kaşlarını çattı.
“Ben basketbola daha yeni başlayan birisi olarak soruyorum say. Standart bir basketbol maçı düzenlendi diyelim, 5e 5 bir oyun. 4 oyuncumuz da sportif olmayan kız öğrencilerden oluşuyor. Rakibin kim olursa olsun, yenebileceğimizin garantisini verebilir misin?”
“Açıkçası, takımımı ileri taşıyabileceğime inanıyorum…. ama deneyimli oldukları sürece… deneyimli değillerse ,garanti veremem yani.”
“Çok samimi bir cevaptı, teşekkürler. Yeteneğinle ilgili boş vaatler vermedin işte bu yüzden…”
Horikita bir örnek vermek istiyordu bu yüzden duraksadı.
“Bu yüzden biraz düşünmemiz gerekiyor. Basketbolda aramızda başarılı öğrenciler varken, vazgeçmemiz bizim zararımıza olur. Standart bir basketbol maçında kazanabileceğini düşündüğün 4 kişiyi seçebilirsin. Doğru seçimler yaparsan, etkinliğini okula vereceğim.”
“…Tamam.”
Ardından yerine oturup düşünmeye başladı. İşin zor kısmı şimdi başlıyor. Sudō, sportif bir öğrenci. Sadece basketbola değil, diğer spor oyunlarına da katılabilir.
Bu tarz sınavlarda, kullanabileceğimiz joker oyuncumuz desem abartmış olmam herhalde.
Tabii, sırf joker diye onu teke tek maçlarda kullanmak da doğru değil.
Dahası, basketbolu ana etkinliklerimiz arasına katma konusunda da ihtiyatlı olmamız şart. 5e 5 maçta yenecek kadar güçlü olabiliriz ama rakibimiz de aptal değil ki.
Basketbolu ilk 10a eklersek, A sınıfı Sudō’nun katılacağına kesin gözüyle bakar.
Sudō’nun karşısına güçlü 5 kişilik bir takım çıkartabilirler. Tabii bir ihtimal basketbolu görmezden gelip yenebilecekleri başka bir etkinlik için de yoğunlaşabilirler.
Horikita’gil bu tarz sohbetlere devam ettiler.
Telefonumu kapattım ama boş ekrana bakmaya devam ederek konuyla ilgileniyormuş gibi yaptım. Kumandan olarak, bana ne güçlü yanlarımı ne de zayıf yanlarım sorulur.
Bu toplantılara katılmam sadece formaliteden ibaret. Tüm detaylarla yine Horikita ilgilenecek.
Yaklaşık yarım saatlik bir tartışmadan sonra, Horikita toplantıyı herkesin bilgilerini toplayarak bitirdi. Galiba bundan sonra herkesi bir araya toplamak yerine birebir görüşmeler düzenleyecek.
✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩