Elitler Sınıfı - Cilt 11 - Bölüm 20 & 21 - Sihirli Sözcükler
Cilt 11 – Bölüm 20 – Sihirli Sözcükler
[Hey. Biraz konuşabilir miyiz, zamanın var mı?]
Akşam saat 18.00 civarıydı. Su ısıtıcısına koyduğum suyun kaynamasını beklerken, Horikita beni aradı. Telefonu açar açmaz, su fokurdamaya başladı.
[Yemek mi yapıyordun?]
“Yok, konuş sen.”
Su daha yeni kaynadığı gibi, henüz hiç hazırlık yapmamıştım.
“Eee? Ne için aradın?”
Benden yardım isteyecekse, reddedeceğim.
[Etkinliklerle ilgili yardım istemeyeceğim, bu konu farklı.]
Horikita hemen düşüncemi okumuş gibi cevap verdi.
[Eğer vaktin varsa, yüz yüze görüşebilir miyiz? Önemli bir konu. Bir saatini de almaz.]
Yüz yüze görüşmemizi gerektiren konu ne acaba? Bir saatten az deyince de fena fikir gibi gelmiyor.
“Peki. Odama gel istersen?”
[Bana göre hava hoş da.. sen son günlerde epey dikkat çekiyorsun. Istersen sen gel?]
Beklenmedik misafirlere karşı temkinli davranıyor herhalde. Horikita’nın odasına daha önce girdiğim için, reddetmeme gerek yok.
Isıtıcının altını kapatıp elimde telefonla odadan çıktım. Asansöre binip Horikita’nın odasının olduğu katta aldım soluğu.
Hava kararalı çok oldu ama hala günün erken saatlerindeyiz. Üst katlara erkek öğrencilerin çıkması garipsenmez diye düşünerek kapısının ziline bastım.
Zilin çalmasından kısa bir süre sonra içerden kapıyı açtı. Her zamanki ciddi tavrıyla beni karşılar sanıyordum ama… şaşırttı.
“Hoş geldin.”
Neşesi yerinde olan bir Horikita vardı karşımda. Bu garip değişik tavrından dolayı nedense huzursuz olan bendim.
Odanın içinde miso kokuları geliyordu.
“Ben de yemek hazırlıyordum, geç içeri.”
Yemekten sonra beni çağırabilirdi diye düşünmeden edemedim. Horikita’nın sert bakışlarıyla içeri girmekte tereddüt edip olduğum yerde kalakaldım.
Geç saatte birisi gelseydi odasına, o da gerilirdi…
Neyse, en iyisi çok fazla düşünmeden içeri girmek. İçeri adımımı atar atmaz, bir gariplik fark ettim.
Küçük bir masa kurmuş, 2 kişilik servis açmıştı.
Benimle konuştuktan sonra, birisiyle beraber yemek mi yiyecek acaba?
“Şey…”
Tam ben çekinerek sorayım derken, Horikita fırsat vermeden eliyle işaret ederek;
“Geç otur.”
Bana işaret ettiği yerde servis açılmıştı.
….iç sesim; ‘oyuna geldin kardeşim’ diyor..
“Peki, konu neydi?”
Oturmak yerine hemen konuya gireyim dedim.
“Dikelmeye devam mı edeceksin? Benim az bi işim kaldı bitsin geliyorum, sen otur?”
“Yok… ben dikeleyim daha iyi. ”
“Ne? Saçmalama da geç otur. Birimiz ayakta birimiz oturacak, öyle şey olur mu?”
Horikita’nın sert sözler sarf etmesi üzerine, oturayım bari dedim.
Uzun süredir onda bu tarz güven, inat ve mantıksız tavırları görmemiştim. Belki de uzun süredir yakın olmadığımız, aramızda mesafe olduğu için, fark edememişimdir.
Şimdilik sessizce oturalım bakalım.
Yemekte pişmek üzere. Altını kapatmasına nerden baksan bir 20 dakika vardır.
“Hey. En fazla 1 saatini alır demiştin?”
“Evet. Konuşmamız o kadar uzun sürmez.”
Horikita arkası dönük bir şekilde konuştu.. bu tavırlarından tuzağa düştüğüme daha çok emin oldum. Içime bir öküz oturdu.
Telefonda 1 saat sürmez demişti, evet.
Yani, sohbet 1 saat sürmeyecek. Sohbet dışındaki şeyler, bu süreye dahil değil………
“Peki, tamamı ne kadar sürer?”
“Hm… belki 1.5 -2 saat?”
Tam da tahmin ettiğim gibi…
“Malum akşam saati olunca, yemeğe çağırayım dedim.”
Onun kelime oyunlarının içine düştüm sanırım.
Yemek hazırlığına başlayalı çok olduğunu anlayabiliyorum. Bir anda kalkıp gitmekle ayıp etmiş olurum. Beni ağına iyi düşürdü.. ne diyebilirim ki?
Horikita’nın ahçılığının da fena olmadığını düşünüyorum. Daha doğrusu, bir liseliye göre, epey ustaca yemek pişiriyor.
“Ailem hep çalışıyordu. Yemekleri de ben yapıyordum.”
Horikita içimden geçenleri okumuşçasına, bana cevap verdi. Ona baktığımı fark etti herhalde.
“Zaman israfı olarak görmüyor musun?”
Bazen yemek yapmak eğlenceli olabiliyor ama uzun ve zahmetli süreçler de yok değil.
“Abimin bu okula geldiğini öğrenince, daha çok yemek yapmaya başladım.”
“Bu okula gelip kendi hayatını mı yaşamak istedin?”
“Evet.”
Horikita’nın elindeki bıçağı masaya koyup miso çorbası için son dokunuşları yaptığını fark ettim.
Özel sınav hakkında konuşmayacaksak ne hakkında konuşacağız diye… içimi garip bir huzursuzluk bastı.
Hala neden buradayım bilmiyorum.
✩ ✩ ✩ ✩
Yaklaşık 15 dakika sonra…
Horikita yemek hazırlığını bitirip sofrayı kurdu. Önüme koyulan yemekler, tahmin ettiğimden daha iyi görünüyordu. Masayı öyle bir donattı ki televizyondaki yemek programlarından birindeyim sandım.
Tüm hazırlığı bitirince, karşıma geçip oturdu.
Sudō ikimizi böyle görse, bir tekme sallardı bana kesin. Yanlış anlıyorsun falan desem de kar etmezdi ona.
Tüm bu düşüncelerime rağmen, onun da böyle bir sofraya oturduğuna inanmak istiyordum.
Gerçi, ona da böyle özel muamele göstermiş olabilir. Her halükarda, sinirlenip kıskanacağı aşikar.
“Afiyet olsun.”
Horikita’nın bu çağrısına karşılık, kaşığı elime aldım. Karşılıklı bir yemek masasındaydık.
Bu arada, bir anda dejavu hissi ağır bastı bende.
Horikita’nın okulun başında bana kafeteryada yemek ısmarlayarak iş kitlediği aklıma geldi…
“Neden şüpheli yaklaşıyorsun, yesene?”
“Şey…. Sadece biraz huzursuzum.”
“İnsanların nezaketinden şüpheleniyorsan şayet, insanlığından şüphe etmen gerekiyor.”
“Bunu bana diyen sen misin?”
“Bugün özel bir gün..”
“…”
Çok düşünceli olduğu için mi bana yemek ısmarlıyor yani? … o zaman kabalık etmeyelim.
Şüphe, insanın doğasında vardır. Hatta, benim durumum için; deneyim demek daha doğru olur.
Bu sefer beni çok fena köşeye sıkıştırdı.
Horikita’nın odasına dikkatsizce adım atmamla, onun ağına düşmüş oldum.
En azından çorbanın tadına bakayım diyorum. Miso çorbasının kokusu burnumu deldi desem yeridir. Özellikle beyaz turp koyarak çorbaya sağlıklı bir hava katmış…..
“Arpa miso çorbası, huh?” [Ç.N: Barley miso diye geçiyor yemeğin adı]
Çorbadan bir yudum almamla, çorbanın tatlı tadı yoğun bir şekilde ağzıma yayıldı.
“Çok bilgilisin. Kyushu’da meşhur bir miso çorbası. Beğenir misin endişeliydim bende.”
“Çok başarılısın, maşallah.”
Özellikle onu övdüm ama oralı olmadı.
“Bu çağda yemek yapanı övmek kulağa hoş gelmiyor. Herkes internetten istediği yemeğin tarifine bakarak malzemeleri alıp yapabilir. Farkındasın değil mi?”
Sadece yemek pişirmek meseleyse, haklı. Fakat, sofrayı kuruş şekli, malzemeleri özenle doğrayıp yemeği hazırlaması, 10 dakika tarife bakarak halledilecek bir şey değil.
“Sudō’ya da böyle yemekler yaptın mı?”
Bu soruyu sorunca, çok sert bakışlar atıp gözlerini devirdi.
“Ona neden yemek pişireyim?”
“Eh… ona hep yardımcı oluyorsun ya, ders çalışmasına falan?”
“Evet, yardımcı oluyorum da… yemek ne alaka?”
Öylesine bir soru sormuştum ama Horikita hanımın itirazları bitmek bilmiyor.
“Ben ona değil de o bana yardım ediyor olsaydı, seve seve teşekkür amaçlı yemek yapardım. Ona yardımcı olan benken bir de yemek mi hazırlayacağım.”
Çok haklı olduğu için, ne diyeceğimi bilemedim fakat—
“Bazen salak mısın zeki misin anlamıyorum.”
Hop, hop!! Bunu benim sormam gerekiyordu…
Sudō’nun Horikita’ya kör kütük aşık olduğunu düşünürsek, ona yemek yapmış olabileceğini düşünmüştüm.
Demek hala duygularının farkında değil.
Belki de aşk konusunda pek fikri olmadığındandır. Bu tarz konulara meraklı değil mi desem, ilgilenmiyor mu desem bilemedim.
“Eh, hadi işimize bakalım?”
Bu sözleriyle beraber bir not defteri çıkartıp elime uzattı. Ne olduğunu sormama bile gerek yok. Birkaç gündür kafa patlattığı şu etkinliklerle alakalı listedir.
“Sınıf için en uygun planı yaptığımı düşünüyorum. Sen de bir bak.”
Ardından şu sihirli cümleleri ekledi;
“Yemeğimi yedin, değil mi?”
Tuzağa düştüğümü kesinleştiren sözlerdi bunlar…
Önce bana yemek ısmarlar, sonra da iş kitler.
Neyse, not defterini elime alıp sayfaları karıştırdım. Sınavı farklı açılardan inceleyerek bir şeyler karalamıştı.
A sınıfının seçtiği 10 etkinliği de yazmış. Tabii daha bugün öğrendiğimiz için, sadece başlıklar halinde yazılı, bilgi yok.
C sınıfının seçtiği 10 etkinlikte benziyor biraz: İngilizce, Basketbol, Okçuluk, Yüzme, Tenis, Masa Tenisi, Q klavye, Futbol, Piyano, Taş-kağıt-makas. [Ç.N: Q klavye, klavyede hızlı ve doğru yazma- daktilo gibi bir yetenek]
Sonuncuyu herhalde yedek olarak eklemiştir. Hani, iyi bir şey çıkmazsa, onu seçeriz gibisinden. Bu etkinliklerde başarılı olanları ve kazanma şanslarını da not etmiş.
Kısacası, bu not defterinde yaklaşan sınavla ilgili her bilgi yer alıyor. Tüm detayları inceleyerek okudum. Horikita ise bu halime şaşırınca….
“Ciddiye alıp okumamı beklemiyordun herhalde?”
“Ah, evet. Okumayı reddedersin diye kendimi hazırlamıştım…”
“Hazırladığın bilgiler sınav için önemli. Hiç okumadan kumandan olamam ki.”
Edindiğim bilgilerle karşılaştırdığımda, pek farklı bilgi göremedim.
“Bu bilgiler, sınıfın tüm potansiyelini içeriyor.”
“Bir haftalık çabamın tüm sonucu bu, sınıftan edindiğim tüm detaylı bilgiler bunda yer alıyor.”
Bu not defterine sahip olan herkesin, rahatlıkla kumandan olabileceğini söylemek abartılı olmaz, ha.
“Eklemeler yapacağım, A sınıfının seçtiği etkinliklere karşı elimizdeki en iyi kişileri de ekleyeceğim. Bu bilgilerle kumandanlık görevini rahatça yerine getirebilirsin diye düşünüyorum.”
“Evet. Sudō ve Akito gibi sınıfın değerli yetenekleri, teke tek karşılaşmalarda bize artı sağlayabilir. Onodera ise, erkek öğrenciyle yarışırsa kazanma şansı düşüyor.. şimdilik kafamızda 3.ve 4. seçenekleri de düşünüp yedekte tutabiliriz.”
Horikita yetenekli kişilerin çoklu katılımlarla daha iyi sonuç alabileceği düşüncesiyle alelacele karar vermek istemediği için, kafasını salladı.
Cilt 11 – Bölüm 21 – Kararlar
Notlarında hiçbir kusur bulamıyorum.
“Not defteri çok iyi ama bir ekleme yapabilir miyim?”
“Tabii, nedir?”
“A sınıfının seçtiği satranç etkinliği var ya?”
Suyumdan bir yudum alıp sohbetimizi farklı bir yöne çektim. Sınıfta satranç konusunda bilgi sahibi kimse olmadığı için, bu başlığın boş kalması doğaldı.
“Evet. O kısmı boş bıraktım çünkü hiç oynamadım. Sınıfta da bilgi sahibi olan tek sensin, sen de kumandansın… senin rehberliğine ihtiyacımız var.”
“Satranç için, senin oyuncu olman daha iyi olacak.”
“…Ben mi? Birisine öğretmemiz gerekecek, evet de… neden ben? Ben başarabileceğimi sanmıyorum. Yenemem yani.”
“Öğretebileceğim en uygun aday sensin çünkü.”
“Yeni biriyle iletişime geçmektense benimle işi çözmek mi istiyorsun?”
“Amacım bu değil desem yalan olur valla.”
“Olur… ama seni dinleyecek birkaç kişi çıkar bence? Hem yanlış anlama ama başka etkinlikler için kendimi daha uygun görüyorum.”
Horikita, sınıftaki çoğu öğrenciden akademik ve spor konularında başarılıydı. Yazılı ya da fiziksel olabilecek her etkinlikte, joker kartlarımızdan biri denebilir.
Ortalamanın üstünde başarı sergileyeceğine de eminim.
“Satranç için, saf yetenekler lazım. Kumandanın müdahalesi de kısıtlı hem. Sakayanagi’nin yeteneklerini geçiyorum, zaman yetmez ki. Oyunun başında da o zamanı kullanacağını sanmıyorum. Kazanmak için, oyunu baştan iyi oynamak gerekiyor bence.”
Horikita başta hatalar yaparsa, oyunu döndürmem zor olur, tabii.
“Kuralları bildiğin için özellikle satrancı ön plana çıkartmıyorsun değil mi? A sınıfının, bu etkinliği seçeceğine eminsin hatta?”
“%99 evet. Kumandanın en çok müdahalesinin olduğu tek etkinlik olması sana da garip gelmedi mi ?”
“Evet.. bir gariplik bende sezdim…. peki, sen ne dersen, öyle olsun.”
Neyse ki hemencecik kabul etti. Şimdi güzelce yemeğimi yiyebilirim.
“Peki, nasıl satranç öğreneceğim?”
“Seni biraz zorlayacağım ama geceleri internet üzerinden beraber oynayalım?”
“Olur. Hem bilgi sızdırmamış oluruz, hem de kimsenin dikkatini çekmez.”
Bir diğer avantajı ise, diğer etkinliklere hazırlığı engellemeyecek olması.
Bu konuşmanın burada bitmesini dilerdim ama maalesef. Her zaman istediğimiz şeyler olmuyor.
“Bir isteğim var, Ayanokōji-kun. Yemeğimi de yedin zaten.”
“Aynı tuzağı sürekli kullanmaktan sıkılmadın mı?”
Yemeği yarılamıştık nerdeyse. Ama şeytansı tavırları devam ediyor.
Not defterinden daha fazla iş kitleme peşinde demek.
“Bunu bana diyen sen misin? Asıl sen sıkılmadın mı aynı şeyleri yapıp durmaktan?”
“Bu da ne demek oluyor?”
“Sınıf oylaması olduğu gün.. beni oyuna getirip sınıfta olay çıkartmama sebep olan sendin, değil mi? Cevap ver.”
“Ne? Hayır ben-”
“O sıra abimden yardım aldım. Fakat onu yönlendiren kişi sendin.”
Demek nokta atışı yapıyor, tahminlerini söylemiyordu. Manabu’nun söylediğini sanmam.
“Başta fark edemedim ama parçaları birleştirince her şey ortadaymış zaten, ben görememişim.”
Demek kendi kendine öğrendi.
“Sen, her hamlemi, neyi nasıl yapacağımı bile tahmin ettin.”
“Yalanlasam bile inanmazsın şimdi.”
“Aynen öyle! Tabii, kanıtım yok. Abime sorsam söylemeyeceği gibi, ipucu bile vermez. Fakat, ben eminim.”
Horikita, epey olgunlaşmaya başladı.
Abisi de benimle hemfikirdir. Fakat Horikita’nın yeteneği, abisi ile olan bağı yumuşayınca başlıyor.
Abisi, Horikita’nın gerçek potansiyelinden benden daha fazla fikir sahibidir.
Sürekli abisinin peşinden gittiği için, bu durumdan hoşnut olmama ihtimali – dediği gibi- yüksek.
“Çok huzursuz görünüyorsun.”
“Kendimi sorguda gibi hissediyorum.”
“Boş versene. Zaten tavırlarından ağzını bıçak açmayacağı belli.”
Konuyu kestirip attı. Şu saatten itibaren Horikita’yı parmağımda oynatmam zor olacak.
“Sormak istediğim başka sorular da var. Cevap verirsen, memnun olurum.”
Bakışlarıyla benden bir cevap istiyor, bir umut bekliyordu.
“Sakayanagi-san’ı yenebilir miyiz?”
“İmkansız olduğunu düşünmüyorum. Özellikle tuttuğun notlara bakılırsa, şansımız var.”
“…Peki. Sınıfın olması gerektiği noktaya gelebilmesi için elimden geleni yapacağım.”
“Çok iyi gidiyorsun.”
Hirata’nın yokluğuna rağmen, sınıfın çoğu Horikita’nın sözlerini dinliyor, ona kulak veriyordu. Sınıfa liderlik ederek zafere ulaştırmak için hazırlıklı desem yeridir.
Açıkçası, kendi başıma yapamadığım işleri başardığı için ona teşekkür etmeliyim.
“Geriye kalan her şey sende. Senin kararlarına güveniyorum.”
“Sağ ol. Fakat kumandan rolü için kurallar ne olacak?”
“Onu da sana zahmet sen hallet.”
“…Sana hazırladığım bilgilerle bu sınavda ter mi dökeceksin yani?”
“Sınıf hakkında pek bilgim yok ki.”
“Aman Allahım… bu tavrınla A sınıfını yeneceğimize inanıyorsan şayet, kendimizi topluca kaleden atalım biz.”
“Neden olmasın ki.”
Kapıya doğru yürürken son konuşmalarımızı yapıyoruz diye düşünmeye başladım.
“Bugünkü yemek için teşekkür ederim. Fakat bir daha böyle tuzaklar kurmazsan iyi olur.”
Artık kim yemek ısmarlayayım derse, gardımızı alacağız.. bu nedir yahu.
“Tamam. Başka bir tuzak düşünürüm.”
Bunu mu dedim ben?
✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩