Elitler Sınıfı - Cilt 12 - Bölüm 21 - Gariplikler
Cilt 12 – Bölüm 21 – Gariplikler
Özel sınavın beşinci günü, Cuma gününde, kesinleşen partner sayısı 81’e yükselmiş, öğrencilerin yarısından bir tık fazlası partnerlik meselesini çözmüştü. 10/D’de de partner bulan öğrenci sayısı, artmaya başlamıştı.
Aynı durum, yakın olduğum kişiler için de geçerliydi. Kei’nin durumunu dünkü konuşmamızdan dolayı öğrenmiştim. Ayanokōji Grubundan Airi ve Haruka da partner bulmuş. Bu partnerliklerin arkasındaki itici güç, Kushida idi, tahmin edebileceğiniz üzere.
Kendisiyle aynı ortaokuldan gelen Yagami ile yaptığı işbirliği sayesinde, sınıf arkadaşlarımızı 9/B öğrencileriyle tanıştırma sorumluluğunu üstlenmişti. Ancak bu yardımı, tüm sorunlarımıza mükemmel bir çözüm sunmuyor maalesef. Yagami yavaş yavaş kendi sınıfında güzel bir izlenim bırakarak iyi bir itibara kavuşsa da, lider olmaya pek sıcak bakmıyor gibi. Yani, bizimle bireysel olarak işbirliği yapıyor. 10/D’nin tüm ihtiyacını karşılayacak, partner gücünü sağlayabilmesini bekleyemeyiz ondan.
Yagami, partneri Kushida olması şartıyla, yardım edeceğini söylemişti. ÖYD Uygulamasındaki bilgilerde olduğu gibi, dün tam olarak dediği oldu. Akademik açıdan yetenekli öğrencilerimizden biri olan Kushida’yı kullanmak zorunda kaldık.
Horikita ise, faydadan çok zarara uğradığımızı düşünerek bu durumdan hoşnut değildi. Yōsuke, Keisei, Mii-chan, Matsushita ve hatta Horikita dahil, hala silah olarak kullanabileceğimiz yetenekli öğrencimiz var.
Dahası, partnerliğin kesinleşmiş olması, bu işin burada bittiği anlamına da gelmiyor.
Doğru ve düzenli bir çalışma şarttı. Hatta, sınavın partner seçimi tamamlandıktan sonra başladığını söylemek mümkün.
Sınıftakilerle çok fazla konuşmasam da, herkesin birbirine yardım etmeye başladığını, sınıfımızda bir birlik duygusunun aşılandığını hissedebiliyordum.
Geçirdiğimiz bir yıl boyunca, birbirimize güvenmek zorunda kalıp zorlu şartları birlikte atlatmamız sayesinde böyle bir bağ kurulmuştu.
Tabii, bu sınıftaki birlik ve beraberlik atmosferine rağmen, bir öğrenci sırasından kalkarak etrafında olan biteni umursamadan yurda dönmek için hazırlıklara koyuldu.
Horikita ise, onun harekete geçmesini bekliyormuş gibi, ayağa kalkıp ona seslendi.
“Henüz partner bulamadın galiba, Kōenji-kun.”
“Eee, nesi var bunun?”
Bu, sınıfımızın dış kapının dış mandalıymış gibi yaşayan üyesine, yapılan bir müdahale idi.
“Sınıf arkadaşın olarak, şu anki durumunu sorayım dedim.”
Bu konuları tek başına halleden öğrenciler bile, arkadaşlarına veya sınıfa durumu bildirir; ne yaptıklarından haberdar olurdunuz.
Ama Kōenji kimseye bir şey söylemediği için, ne yaptığını kestirmek zordu.
“Zeki olduğun için, okuldan atılma ihtimalini hiç düşünmedin, değil mi?”
“Aynen öyle.”
“Harika. Seni az çok tanıyoruz. Ike-kun gibi birisiyle eşleşsen dahi, kolayca 400 puanı alırsın. Güvendesin.”
Açıkçası, Kōenji sınıftaki akademik başarısı en iyi olan öğrencilerden birisi olarak, kullanıma hazır durumda.
Horikita’nın ona seslenmesindeki amaç onu oyuna dahil etmektir ama..
“Fufufu. Bu sınavda benden hayır beklemeyin. Partnerim 150 puan aldı mı, bu iş bitmiştir. Partnerim bu işi başarsın, gerisi bende.”
Chabashira sensei’nin söylediğine göre, herkes sınavdan en az 150 puan alabilecek durumdaydı. Tabii, benim yerimde değilseniz ve beyaz odadan gelen infazcısıyla partnerlik kurmadıysanız, birinin sizi kasıtlı olarak aşağı çekmesini düşünmek, aptallık olur.
Fakat, partnerinize güvenmek zorundasınız. O güveni, partneriniz vermeli. Siz de ona hissettirmelisiniz.
Bu arada kime sorarsanız sorun, sınavdan en az bir puan alacağının garantisini veren birisini bulamazsınız. Tüm 9 ve 10.sınıflar, partnerlerinin en az 150 puan alacağı varsayımıyla ilerlemek zorundalar. Ancak bu 150 puan alma olayı, yüzde yüz garanti değildi.
Bu garantiyi sağlayabilmek adına okul, sınav puanı ile ÖYD uygulamasınına göre öğrencinin akademik başarısını karşılaştırmayı, özellikle düşük puan aldığı tespit edilen öğrencileri okuldan attırma kuralını getirmişti. Ve tam da bu sebepten dolayı, Kōenji kendine güvenerek bu işin üstesinden geleceğini düşünüyordu.
Tartışmalara katılma ya da yeni öğrencilerle ilişki kurma zahmetine girmek zorunda hissetmiyordu kendisini.
“Yani, kiminle partner olacağının önemi olmadığını söylüyorsun, değil mi? O zaman, ben sana partner bulabilir miyim? Kiminle partner olursan ol, iyi iş çıkaracağına eminim. Ama zaman aşımından sonra, % 5’lik cezadan kaçınman için, partnerini kendin seçmen lazım.”
Horikita, bu işi kendisine bırakması gerektiğini öne sürerek bir teklifte bulundu.
“Haklısın ama reddediyorum.”
“… neden? Sebep söyler misin?”
“Sebebi gayet açık : ben böyleyim.”
Kısaca, Horikita’nın kollarına kendisini bırakmak istemediğini, yani kullanılmak istemediğini belirtti.
Kōenji’yi böyle durumlarda nasıl tanımlıyorduk: aynı tas, aynı hamam.
Eğer zirveye çıkmak adına Kōenji’den faydalanmam gereken bir pozisyona düşersem şayet, bu düşüşü engellemek adına elimden geleni ardıma koymamam gerekiyor demekti. Güvenilmez birisi.
“Tatmin olduysan, bana müsaade?”
Bu sorudan sonra, Horikita’ya pek laf düşmüyor.
Kōenji, kendi avantajına kullanmak adına, zorla harekete geçirebileceği bir rakibi değildi. Boşa zaman harcamasına gerek yok.
“Evet. Şimdilik bu konuları kapatabiliriz. Hep böyle tek tabanca takılamazsın; haberin olsun. Olur da sınıfça hareket etmemiz gereken durumlar çıkarsa, kendi payına düşeni yapacaksın.”
Bu özel sınava vurgu yapmıyordu. Aksine, bundan sonraki sınavlara odaklanarak, gelecekte gerçekleşecek sınavlara dair ihtarını dile getiriyordu.
Horikita özellikle bu konudan bahsederek, hatırlatmış oldu.
“Neden benim gibi mükemmel ve kusursuz birine güvenmek istediğini anlıyorum, tatlım. Ama ben böyle oyunlara gelemem. İstediğiniz hiçbir şeye de katılacağımı sanmıyorum.”
Horikita’ya daha fazla kulak asmak istemediğini belirten Kōenji, sınıftan çıkarak kayıplara karıştı.
“Kōenji zor birisi, değil mi… hatta imkansız?”
Refleks olarak düşüncemi bir anda ağzımdan kaçırdım, olaylara yorum yapmış oldum.
“Canımı sıkan şey, bu çocuk bize destek olsa, sınıf şuan epey güçlü olurdu.”
Kontrol edemediğiniz gizli bir silaha sahip olmaktan daha sinir bozucu bir şey yoktur.
Ondan beklenen performansı sergilememesi, ona olan umutlarını da yıkıyordu.
“Ben olsaydım, ona hiç güvenmezdim.”
Geleceği düşünerek, Kōenji’yi bir istisna olarak görüp onu hesaba katmaması, hayrına olur.
“Pes etmeyeceğim.”
“Ciddisin yani..?”
Sürekli benzer cevaplar alarak suratına kapıların çarpılmasına rağmen, motivasyonu yüksekti.
✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩
Kütüphaneye adım attığımız andan itibaren, geçen güne göre bambaşka bir atmosferin hakim olduğunu fark ettim. 9. ve 10. sınıflardan pek çok öğrenci içeriye gruplar halinde toplanmış, önlerinde defterler ve tabletler ile masaları doldurmuşlardı.
Çoğu öğrenci partner bulduktan sonra rahatlamamış, aksine hemen harekete geçmeye başlamış. Kolları sıvayıp ders çalışmaya odaklanmış…
Nedense, geçen yıl bizim sınıfın çalışma grubu düzenlediği zamanlar aklıma geldi.
“Eh, olmadı bu. O kadar çok kişi var ki, göze batmamız an meselesi.”
“O zaman ortama uyum sağlamaya çalışalım.”
Neyse ki, dün kütüphanenin arka tarafında kalan, kullandığımız masa hala boştu.
Burası dolu olsa şaşırmazdım diyerek diğer bir uca göz attım.
Hiyori’nin bakışlarımı fark etmesiyle bize yaklaşırken yüzünde hafif bir gülümsemeyle bana el sallaması bir oldu.
“Ayanokōji-kun ve Horikita-san’ın bugün buraya geleceğinizi düşünerek, bu masayı size ayırttım.”
“Sorun olmaz mı peki?”
“Kütüphane tam dolu olsaydı, izin vermezlerdi. Ama tam dolu olmadığı için, sorun etmediler. Endişelenmeyin.”
Kütüphanenin büyüklüğünü düşünürsek, herkese yer var diyebiliriz. Bu nazik düşüncesi çok hoştu.
“Lütfen, istediğiniz kadar kullanın, işinizi halledin.”
Bu sözlerinin ardından Hiyori, daha fazla oyalanmamak adına yanımızdan ayrıldı.
“Çok fazla nazik birisi, değil mi? Sence dünkü konuşmalarımıza kulak misafiri olmuş mudur?”
“Bilemiyorum. Mesafeye bakarak, kulak kabartmış olması zor gibi.”
Bizim için ayrılan, dünkü masamıza oturduk.
Tüm çalışma notlarımızı çantalarımızdan çıkarıp çalışmak için buraya gelmişiz gibi davranmaya başladık.
….bekle bekle yorulduk. Nanase gelmek bilmiyor.
“Nanase-san, geç kaldı.”
Buluşma saati okuldan sonra 16:30’da idi. Şuan saat 17.00’i geçti.
Ona defalarca mesaj göndermeme rağmen, henüz okundu yazısı çıkmadı. Bizzat gidip onu kontrol etmek zorunda kalacağız gibi ama nerde olduğunu da bilmiyoruz.
“9’ların sınıflarına gidip göz atalım mı…?”
Tam onu aramak için ayaklanmışken, Nanase kütüphanenin girişine geldi, telaşlı bir hali vardı.
Bizi görünce nefes nefese masamıza yaklaştı.
“Ö-özür dilerim. Sizi uzun süre beklettim…!”
“Sorun değil. Yolda başına bir şey geldiğini düşünüp endişelendik.”
“Hōsen-kun’u ikna etmekle meşguldüm, buraya getirmek için çabalıyordum da.”
“Öyle mi… Pek başarılı olamamışsın sanki.”
Yalnız geldiğini düşünürsek, bu görüşmeye başka katılan olmayacak.
“Fakat, bizimle görüşmene engel olmamış?”
“Evet. Onun izni olmadan karara varamayacağımızı düşünmüyordur.”
Yani, Nanase’nin çabası beyhudeydi. Son söz, Hōsen’e aitti.
Kendine olan güvenini düşünürsek, Nanase’nin yapmak istediklerini umursamıyordur.
“O zaman, onunla zoraki bir görüşme ayarlayacağız.”
“Şey….”
“İşlerin kolay çözülmeyeceğini zaten biliyordum. Bizzat görüşmeden de anca olduğumuz yerde dönüp dururuz, bu labirentten asla çıkamayız.”
Horikita, daha fazla boşa kürek çekmek istemiyordu.
“Haklısınız… Ama…”
Nanase, bir an tereddüt edip net cevap veremese de, kararını değiştirip devam etti:
“Horikita-senpai, tek isteğin 9/D ile eşit şartlarda olduğumuz, işbirliğine dayalı bir bağ kurmak istiyorsun, değil mi? Yoksa ben mi yanlış anlıyorum?”
“Evet. Düşündüğün gibi.”
“O zaman… benim bir teklifim var, onu dinlemek ister misin?”
Ses tonu ve tavırlarından, Nanase’nin buraya farklı birkaç fikirler geldiği belli oldu.
“Hōsen-kun’a eşit, işbirlikçi bir ilişkiye girmemizi önermemin bir manası yok. Reddedip duruyor. Horikita-senpai, sen onunla bizzat görüşsen de hiçbir şey değişmeyecektir. Hal böyleyken, biz gizlice uzlaşmaya çalışsak nasıl olur?”
“Gizlice uzlaşmak… Sınıf arkadaşların, Hōsen-kun’un izni olmadan yardım ederler mi diyorsun?”
“Evet. Henüz lider olarak öne çıkmadığım için, mümkün.”
Nanase’den beklenmedik bir teklif geldi.
“Hōsen-kun’un bu kafa yapısıyla devam edersek, sınıfımın uzun süre bu duruma katlanamayacağından emin oldum. Onun tehlikeli ideallerini, sınıfa aşılayıp D sınıfını daha çok dibe çekmeden, D sınıfının lideri olmayı planlıyorum. Ve bu liderliğe giden ilk basamak olarak, 10/D ile bir bağımız olsun isterim.”
Horikita’yla beraber, böyle bir teklifi hiç beklemiyorduk.
Nanase Tsubasa’nın, Hōsen’i nasıl yeneceğinin ve sınıfının yeni lideri olma hikayesi.. Hmm.
Eğer bu gerçekleşirse, Horikita’nın eşit işbirliği hayali, bir hayal olmaktan çıkar.
“Hanginizin lider olmaya uygun olduğuna dair fikir sahibi değiliz. Şuan bu konuda yorum yapabilecek durumda değiliz kısacası. Tek diyebileceğim, zamanımızın daraldığı.”
Özel sınav hızla yaklaşırken, şu anda onların liderlik kavgasına dahil olamazdık.
“Sınıf arkadaşlarımın çoğu, Hōsen-kun’un bu baskın tavırlarından hoşlanmıyor. Hatta, birkaç gündür konuyu gündeme getirdikçe, 7 arkadaşımın desteğini almayı başardım.”
“Umarım akademik başarısı düşük olan öğrenciler değildir hepsi?”
“Evet. Uzlaşmaya gönüllü olan arkadaşlarımdan üçü B- ve üzeri başarıya sahip.”
“… Peki.”
Horikita bir süre bu konuyu düşünmeye başladı. Üç kişi yeterli değil, tabii. Ama bu sayı biraz daha artarsa, denemeye değerdi. Nanase ile işbirliği kurmak fena sayılmaz.
“Hōsen-kun neyin peşinde olduğumuzu anlarsa, ne olur sence?”
“Söylememize bile gerek yok: Felaket olur. Bu sebeple partner seçimini sınav gününün sonuna bırakarak bu işi gizli tutmalıyız. Başvuruları son dakikaya bırakırsak, ruhu duymaz.”
“Ama o zamana kadar başarılı öğrencileri kendi safımıza çekmek, zor olmaz mı?”
Akademik başarısı yüksek olan öğrencilerin, karşılık olarak puan istemeleri konusunda henüz bir değişiklik de yok.
“Sınıfımız bunu size telafi edecektir. Derslerinde başarılı olmayanlar, sizin sınıf sayesinde üç aylık harçlık cezadan kurtulacak. Başka bir deyişle, kayıplarınızı desteklemek için üç aylık puana sahip olacaklar. Başarılı öğrencilerimiz için 200.000 puan ödemenizle, bizim başarısı kötü olan öğrenciler sizin başarılı öğrencilerinize puan ödemesi yapacak. Hōsen-kun’un peşinde olduğu kişi başına 500.000 puandan daha az bir puana, sınıf arkadaşlarımın tav olup kabul edeceğini düşünüyorum.”
Kısaca; al gülüm ver gülüm?
Başta başarılı öğrencilerini puanla ikna etmek zorunda kalan bizken bu taktikle, başarısı düşük olan 9/D öğrencileri, sınıf arkadaşları için kendi puanlarını kullanacaklar.
“Bu şekilde, sizin sınıfınız için sorun teşkil eden bir durum olmayacak. Tabii ki, Hōsen-kun yaptıklarımızı öğrendiğinde sinirlenecektir. Bense, tüm sorumluluğu üstlenerek sınıfıma zarar gelmesine izin vermeyeceğim. Ne düşünüyorsunuz?”
“Şey… Sınıfının lideri olmayı ne kadar isteklisin bilemiyorum fakat, bu teklif sana fazlasıyla yük olup ağır sorumluluk veriyor. Haksız mıyım?”
“Haklısın.. Fakat, bize yardım eli uzatmanız ve bana gösterdiğiniz güveninizi ve sunduğunuz fırsatı kaçırmak istemiyorum.”
Nanase, sınıf arkadaşlarını kurtarmak için, bu bedeli ödemeye hazır olduğunu ima ediyordu.
“Ayrıca, sınıfım lider olarak beni kabul etmese dahi, bu sınavda sınıfınıza yardım etmiş olacağım.”
Kârı göz önüne alırsak, Nanase’nin teklifi fena sayılmayabilir.
Horikita’nın bu teklife nasıl cevap vereceğini merak ediyordum.
“Bu sözlerinden sonra, artık 9/D ile işbirliği sağlama kararımdan daha çok emin oldum.”
“Yani, bu teklifimi kabul ettiğiniz anlamına mı geliyor?”
“Hayır, teklifini kabul edemem.”
“Ama başka yolu yok…”
“Hōsen-kun’u kendi tarafına çeksen, 9/D’nin tüm sorunları çözülecek. Sınıf lideri olmak için can attığına inanmıyorum zaten. Sadece, Hōsen-kun’un liderliğinden hoşnut değilsin, haksız mıyım? Hōsen uzlaşmayı kabul ederse, partnerliğe hemen onay verecek bir sürü de öğrenci çıkacak, değil mi?”
“Şey… evet, doğrudur. Dediğin gibi olur.”
“Ayrıca, Hōsen-kun ile yaşadığınız bu çatışma, 9/D’yi birleştirmez, ikiye ayırır. Bunun olmasına ben nasıl izin vereyim? Benim sana teklifim, Hosen’in fikrini değiştirmek için benim devreye girmem. Nasıl fikir?
Anlaşılan Nanase’nin bu ilginç teklifinden Horikita bir şeyler kapmış, düğümü çözmek istiyor:Hōsen’i kendi safımıza çektiğimiz an, tüm sorunlarımız çözülecek.
“Riski yüksek bir kumar. Başarısız olursak, ilerde 9/D ile 10/D’nin birlikte çalışması mümkün olmayabilir.”
“Buna değer… Hatta, Sınıflarımızın ortak çalışma ihtimali çok yüksek. Bu düşünceye sadece ben sahip değilim. Hōsen-kun’un da hemfikir olduğuna eminim.”
“Dün telefonda sana o kadar kaba konuşmasına rağmen mi? Emin misin senpai?”
“Ona bizzat tsundere’lik yaptığını söyleyeceğim. Şimdilik bu konuyu kapatabiliriz.”
Horikita’nın ne söylemeye çalıştığını anlayan Nanase, aynı fikirde olduğunu belli etmek için başını salladı.
“Bugün Horikita-senpai ve Ayanokōji-senpai ile tekrar buluşmak için zaman ayırmakla iyi etmişim. Doğru düşünmüşüm.”
“Bu da ne demek, anlayamadım? Teklifini reddettim?”
“Hayır, reddetmedin. Başından beri aynı fikirdeydik.”
“Şey… Yani, bunca zamandır onu ikna etmeyi düşündüğün anlamına mı geliyor?”
“Evet.”
Anlaşılan, Nanase’nin sınıfının lideri olmak için öne sürdüğü teklif, bir nevi testten ibaretti.
Horikita’ya kısa vadede hızlı kara karşılık, 9/D’nin geleceğini hafife almayı sunarak, garip bir teklif sunmuştu. Eğer Horikita teklifini kabul etseydi, bizimle daha fazla işbirliği yapmak istemezdi.
“Horikita-senpai’nin az önce söylediği gibi, zamanımız daralıyor. İkinizi aynı masaya oturtmadan, bu konuyu çözemeyiz. İkiniz için de bu işi en kısa sürede halletmek istiyorum. Ama zamana ihtiyacım var, senpai? Hōsen-kun ile bizzat sizi yarından sonraki gün, yani pazar günü görüştüreceğim.”
Horikita’ya başını epey bir eğerek, Nanase bu sefer ciddiyetini belli etti.
Pazar gününe kadar bekleyerek, kalan süremizden olacağımız da aşikar.
Horikita bu cevaba karşılık bana dönüp baktı, gözlerindeki tereddütten bir onaylanma ihtiyacı hissediyordu.
Risk almanın zarar getirmeyeceğini düşünerek başını salladım. Yüz ifadesi ve bakışlarındaki kararsızlık kayboluverdi.
“Sana inanıyorum. O gün Hōsen-kun ile görüşmemizi bekliyor olacağım.”
“Evet… Teşekkürler. Ancak, mümkünse herkese açık bir bir yerde görüşmeyelim. Hōsen-kun’un kendisine mukayyet olamamasından yana endişeliyim de.”
“Olur. O zaman karaoke barda görüşelim mi? Eğer sizin için de uygunsa, geç saatlerde de görülebiliriz.”
Pazar günü gece yarısı buluşarak, görünme riskimiz önemli ölçüde azaltacaktır.
“Evet. Ona bu fikrinden de bahsedeceğim.”
Tam konuşmayı toparlamışken, Horikita’nın cep telefonu titredi.
Gelen mesaja baktıktan sonra derin bir of çekti.
“Ne oldu?”
“Çalışma grubundan. Bana ihtiyaçları varmış.”
Saate bir baktım, 17.30’du.
“Bu sohbetimizi böylece tamamladık diyorum. Gerisini sana bırakıyorum, Ayanokōji-kun?”
“Tamamdır.”
Nanase’ye hafif başıyla selam verdikten sonra Horikita eşyalarını toplayıp çalışma grubuna yetişmek için yanımızdan ayrıldı.
Horikita, tüm sınıfı organize etmekle sorumlu olduğu için, sürekli hareket halindeydi.
“Horikita-senpai çok meşgulmüş.”
“Sınıfı yönetmek için gerekeni yapıyor.”
“Umarım, bir yıl sonra onun gibi harika bir öğrenci olabilirim…”
“Horikita’nın sana sorma fırsatı olmadı ama Hōsen’i nasıl ikna edeceksin?”
“Şey… Eh, buna cevap verebilirim ama bana biraz kendinden bahseder misin, Ayanokōji-senpai?”
“… Kendimden mi bahsedeyim?”
Güneş batmaya başlamış, dışarıyı turuncunun hoş tonlarından birisi kaplamıştı.
“Horikita-senpai sınıfınızın lideri ama sen farklısın, değil mi?”
Anladım şimdi. Nanase, burada olmamın uygun olup olmadığından emin değildi. Sınıftaki statümü sorguluyor?
Horikita’nın beni yanında zorla gezdirdiğini söylemek, onu susturmaya yeter diye düşünüyorum.
“Senpai… Sen nasıl birisin?”
Cevap vermeyince, Nanase yüzünün bir kısmını gizlemek adına kolunu masaya yaslayıp yüzünü masaya dayadı.
Benden başka kimsenin yüzünü göremesin diye aldığı bir savunma pozisyonu gibi.
“Cevap vermeyecek misin?”
“Horikita ile olan ilişkimi öğrenmeye meraklı değilsin sanki?”
Sınıftaki statümü sorguluyor gibi gelmedi bana. Nasıl bir insan olduğumu sormaya çalışıyordu.
“Evet. Senpai, senin kötü ve kurnaz bir insan olduğunu düşünüyorum. Yani, senden aldığım izlenim bu yönde.”
Ağır sözlerini direkt söyledi. Bu netliğine rağmen, Nanase dürüst ve güven dolu gözlerle bakıyordu. Bana böyle bakmasına sebep olacak ne yaptım bilemiyorum. Şu ana kadarki tüm iletişimimizi göz önünde bulundurunca, benim hakkımda bilgi edinmesi mümkün değil. Aramızda muhteşem bir uyum olmasa da, bana “kötü” demesini gerektirecek bir şey söylediğimi hatırlamıyorum.
Nanase Tsubasa, belki de aradığım beyaz oda yardakçısıdır.
Bu şüphelerim yersiz değil.
Beyaz Oda öğrencisi için okuldan atılmam öncelikli amaç olsa da, muhtemelen onun için bu görev, daha fazla bir anlam ifade ediyordur.
Ayanokōji Kiyotaka olarak bilinen kişiyi, gözlemlemeye önem vererek benimle iletişime geçmeye odaklanacaktır. En azından ben böyle düşünüyorum. Sadece okuldan atılmamla ilgilenmiyor; Benden daha iyi olduğunu kanıtlamak istiyordur. Eğer aksi söz konusu ise, ‘o adam’ onu asla kabul etmez; başarılı saymaz.
Ayanokōji Kiyotaka’yı okuldan attırmakla görevli ben olsaydım muhtemelen bu düşünceye sahip olurdum. Ancak, Beyaz Odadan biri için, sözleri yersiz kalıyor.
“Seninle böyle birlikteyiz ya, sıradan biri gibi geliyorsun.”
“Yani, sana normalde anormal gibi mi geliyorum?”
“… Yok. Öyle demek istemedim.”
Nanase inkar etse de, gerçekten böyle mi düşünüyor merak ettim doğrusu.
Nanase ile toplam dört kez görüşmüşlüğüm var ve her seferinde onun garip bakışı kafamı kurcalıyor. Nereden geldiğini öğrenmek için elime tam fırsat geçti derken, bu şansta elimden kayıp gitti.
“Özür dilerim, sorduklarımı unut lütfen, senpai. Şu an en önemli şey, sınıflarımızın ortak işini çözmek olmalı.”
Beraber yerimizden kalkıp kütüphaneden ayrılmak için çıkışa doğru ilerledik.
Tam ayrılırken, ona sormak istediğim bir soru aklıma geldi.
“Şimdi aklıma geldi. Sizinle ilk tanıştığımız zaman, üç aylık harçlığımızı kaybedersek en fazla 240.000 puandan oluruz, demiştin. Bunu tam anlayamadım?”
Nanase’nin yüz ifadesi her zamanki haline döndü, az önceki halinden eser yok.
“Nasıl anlayamadın? Sınıfımızın 800 sınıf puanını üç ay boyunca koruyacağını düşünerek, bir kişinin 240.000 puan kayıp yaşayacağını hesapladım…”
Nanase, sorduğum için şaşkındı.
Anlaşılan, 9.sınıflar bizimkinden farklı bir sınıf puanı ile okula başlamış.
“Geçen yılın başında bize verilen sınıf puanı 1000’di.”
Eh? Yani, 200 puan fark olduğunu mu söylüyorsun?”
“Evet, fark var. 9/A ile 9/B’nin durumu ne acaba?”
“Onların da 800 puanı olduğunu düşünüyorum. Shiba-sensei bize böyle demişti.”
Peki, neden resmi bir duyuru yok? Önceki yıllara göre, kendilerine daha az sınıf puanı verildiğini öğrenirse, kendilerine haksızlık yapıldığını düşünür sanmıştım.
Ayda 80.000 puanı çok görerek, farkı önemsemedi mi? Hayır, eğer durum böyle olsaydı, okul bunu en başından onlara haber verirdi. Okulun, bu durumu saklamaya çalışması veya bu duruma bir neden sunmaktansa, okulun başında bir açıklama yapılmış olması daha mantıklı geliyor.
Muhtemelen geçen seneden farklı olan ve hala bilmediğim birkaç bilgi daha vardır.
“Yaşam tarzınızın, sınıf puanlarınızı etkilediğini biliyor muydunuz, peki?”
9/D’nin sınıf öğretmeni Shiba-sensei, 10. sınıfların katında çıkan olayda, şöyle bir şeyden bahsetmişti: ‘okulun kurallarını kulaklarınızdan kan gelecek kadar dinlemiştiniz.’
“Evet. Bize, derse geç kalmak, devamsızlık ve derste konuşmanın sınıf puanlarımızı etkileyebileceği söylendi.”
Okul, kuralları yılın başında onlara açıkladıkları için, verilen ilk sınıf puanı miktarını düşürmüş olabilir mi?
Fakat okul bunu gizlemeye çalışsa bile, 9.sınıflar ÖYD uygulamasındaki topluluk katkısı kategorisini inceleyerek de kurallara uymanın önemini fark ederdi.
Bu mantık çerçevesinde ilerleyen düşüncelerimi anlamlandırsam da, Nanase’nin kafası karışıktı.
Ardından, aklına bir şey gelmiş gibi bir harekette bulundu ama hemencecik üslubunu değiştirdi.
Çok kurnazca davranıyor. Son birkaç gündür onunla görüştüğümden tavırlarını anlamlandırabiliyorum.
Ancak, Nanase bir şey söylemeye niyetli değilse, ben de sormayacağım.
Birlikte yürümeye devam ederek okulun girişine vardık.
“Eh, senpai. Ben burada ayrılıyorum.”
“Nanase, Bana sınıf puanınızdan bahsettiğin için, teşekkür etmek amaçlı yapmıyorum ama bilgi içerikli bir şey soracağım. Hiç koruma puanı diye bir şey duydun mu?”
Yollarımızı ayırmak üzereyken, ona seslendim.
“Koruma puanı mı? Hayır, bunu ilk kez duydum.”
“Bir öğrencinin, kendisini okuldan atılmaktan korumak için kullanabileceği bir puan sistemi. Tabii, 10.sınıflar arasında sadece birkaç öğrencide olduğu için, duymamış olman şaşırtıcı gelmedi.”
“Anladım. Öğrendiğim iyi oldu… Ama bana neden söylediğini anlayamadım, senpai?”
“Bana bilgi verdiğin için, Karşılığını ödeyeyim dedim.”
Daha fazla bilgi vermeden yollarımızı ayırdım.
Bu arada, Nanase’yi test etmeye karar verdim. Ona verdiğim bilgiyi en iyi şekilde kullanabilecek yeteneğinin olup olmadığını görelim, bakalım.
★ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ★