Elitler Sınıfı - Cilt 12 - Bölüm 28 - Uzlaşma (1)
Cilt 12 – Bölüm 28 – Uzlaşma (1)
“Bu arada… Görüşme 9’da, değil mi? Çok erken gitmiyor muyuz?”
Sözleştiğimiz zamana daha yarım saat vardı.
“Sorun değil. Oraya erken gitmek istiyorum.”
Sudō, Horikita’nın gerekçesini tam olarak anlayamasa da daha fazla soru sormayıp peşimizden geldi.
Belki erkenden gidip etrafı kolaçan etmek istemiştir, belki de ortama girip kendisini hazırlamak istemiştir.
Sudō, karşımızdaki kişileri sadece çömez olarak düşünse de, Horikita gardını alıyor; açık kapı bırakmak istemiyordu.
Hatta aşırı temkinli davrandığını söylemek mümkün. Ancak Hōsen ile karşı karşıya olduğumuz için, abartıyor diyemem.
Oda numarasının yazılı olduğu bir fişi aldıktan sonra, Karaoke odamıza doğru ilerledik.
“Nanase-san’a geldiğimizi haber verir misin?”
“Olur.”
Nanase’ye oda numaramızla beraber gelip onları beklediğimizi yazdım.
Çok geçmeden cevap verdi. Sözleştiğimiz zamanda burada olacaklarını belirtti.
“Önce kendimize içecek söyleyelim.”
“Onları beklemeyelim mi?”
“Sorun olmaz.”
İçecek menüsünden bir şeyler seçtikten sonra, dikkatini yemek menüsüne yönlendirdi.
“Ne isterseniz söyleyin. Özellikle istediğiniz bir şey var mı?”
“O zaman patates kızartması alayım. Olur mu?”
“Olur.”
Horikita her karaoke odasında bulunan sabit telefonun başına geçerek siparişleri verdi.
Yemeğin geleceğini öğrendikten sonra rahatlayan Sudō, hafif gerilerek masadaki mikrofunu kaptı.
“Ehm, biraz boş zamanımız var ya hani… Bir iki şarkı söylesek? Eh, Suzune olmaz mı?”
“Ben almayayım.”
“İstemiyor musun?”
Horikita üçümüzü buraya erkenden getirip yemek sipariş etti.
Sudō için, karaoke barda şarkı söylemeye geçmek, bu odanın doğal akışıydı ve kim olsa kabul ederdi.
Yaşadığı hayal kırıklığı yüzünden okunuyordu. Galiba Horikita’nın şarkı söylemesini çok istiyordu.
“Sudō-kun. Tekrar hatırlatıyorum. Kesinlikle ama kesinlikle gereksiz bir şey söylemeyeceksin ve yapmayacaksın, tamam mı?”
“Tamam ama neden sadece beni uyarıyorsun. Ayanokōji’yi de tembihlesene?”
“O mecbur kalmadığı sürece ağzını bıçak açmaz. Hatta, konuşması gerektiği yerde bile konuşmaz. Öyle biri.”
Horikita beni övmek yerine, bu fırsatı değerlendirerek sitem etti.
Sudō, Horikita’nın cevabından hoşnut kalmayıp dudağını büktü.
Sözleşilen zaman gelince, Nanase odanın kapısında belirdi.
“Beklettiğimiz için özür dilerim.”
“Nanase, çekil önümden.”
Arkasından bir ses kıza çekilmesini söyledi. Tabii, bu ses Hōsen Kazuomi’ya aitti. İçeri geçti.
“Zamanında geldiniz. Geç kalacağınızı düşünüyordum.”
Horikita, Miyamoto Musashi’nin Ganryūjima’da Sasaki Kojirō’ya karşı düellosuna geç gelmesi gibi, Hōsen’in de onu kızdırmak için kasıtlı olarak geç gelebileceğini düşündüğünü dile getirdi. [Ç.N: Japonların ünlü iki kılıç ustasıymış]
“İstediğim zaman dakik bir adamımdır. Geç kalınca olay çıkartan boş insanları da sevmem. Ya size ne demeli? Buraya erkenden gelip kurulmuşsunuz… Bekletmekten bu kadar çok ürktün mü? Bu kadar korkak olmayın, canım.”
“Çok bencilce yorum yapıyorsun. Biz sadece fırsattan istifade edip eğleniyorduk.”
Horikita, hafifçe odayı işaret ederek Hōsen’in durumu idrak etmesini istedi.
Masada yenmiş ve içilmiş boş tabak ve bardaklarla artık yiyecekler vardı.
Karaokede eğleniyormuşçasına bir izlenim veren bir düzene sahiptik.
“Öyle gibi, hmm.”
Gayri resmi olarak, ikili arasındaki savaş başlamış oldu.
“Neyse. Yakında yalan söyleyip söylemediğinizi öğreniriz.”
Hōsen kanepelerden birine yerleşip bacaklarını açtı, yaklaşık üç kişilik yer kaplıyor.
Tam bir kodaman pozisyonu aldığından, 9.sınıf öğrencisi diyemezdiniz bu haline.
“Ee…? Nanase, sınıfımın yardımını istediğinizi söyledi.”
Ses tonu ve konuşmasından, 9/D’nin tüm kontrolü onda gibi konuşuyordu.
Bu okula geleli daha iki hafta olmasına rağmen, sesinde en ufak bir belirsizlik, kararsızlık ve tereddüt yoktu.
“Durum bir tık farklı. İki sınıfın birbiriyle işbirliği yapmasını istiyoruz. Aramızda statü farkı olmaksızın, eşit olduğumuz bir işbirliği.”
“Oh öyle mi? Yani bizden bir dönem üstte olduğunuz gerçeğini gündeme getirmeyeceksiniz, yani? Senpailik taslamayacaksınız falan, ha. Akıllıca bir hareket.”
Hōsen konuşurken, Nanase fikrini belirtmeden, sessizce gözlem yapıyordu.
Arabulucu rolünü üstlendiği ve Hōsen’in tartışmaya yanında getirdiği tek kişi olarak, Nanase’nin Hōsen’in gözünde değeri olduğu ve ona güvendiğini sayabiliriz.
Onun şiddete ve tehditlerine boyun eğmeyeceğini söyleyecek kadar kendisine güvenen birisi olmasından yana mı Nanase’ye değer veriyor yoksa başka bir sebebi mi var, emin değilim. İki durumda da, Nanase’yi kendi tarafımıza çekebiliriz. Bir çıkar yolumuz var.
“Bazı 9.sınıfların kendi arkadaşlarını umursamadığının farkındayım. Ancak, bize, sınıfımıza bir göz atsanız, er ya da geç sınıf arkadaşlarınıza muhtaç olacağınız zamanların geleceğini anlarsınız.”
“Yani, sınıfça ortaklaşa çalışıp aramızdan birinin okuldan atılmasına engel mi olmalıyız? Bunu mu diyorsun?”
“Sınıfında büyük bir etkin varsa ve arkadaşlarını malın gibi görüyorsan bu işleri daha çok kolaylaştırır. Tek yapman gereken bir işaret çakmak. Arkadaşların, ne dersen onu yapar. Haksız mıyım?”
Hōsen cevap vermek yerine, sol serçe parmağını kulağına sokup kulağını karıştırdı.
Kulağını karıştırmayı bitirince serçe parmağından çıkan pisliği, Horikita’nın olduğu yere doğru üfledi.
Sudō’nun yüz ifadesi hemen sertleşse de Horikita’nın uyarısına uymaya devam edip dişini sıktı.
Yumruk yaptığı elleri titriyor, zorla kasıklarına bastırarak sakinleşmeye çalışıyordu.
Horikita, Hōsen’in bu kasıtlı kaba davranışını kabullendi.
“Durur musun?”
“Açıkçası…”
Hōsen, Horikita’nın sorusunu görmezden geldi mi bilmiyorum. Sanki aklında başka bir konu varmış gibi, söze girdi.
“10/D’nin lideri sensin, değil mi?”
Öncelikle Horikita’nın konuşmaya değer biri olduğunu doğrulayarak, ana konuya girdi.
“Öyle denebilir.”
“Horikita-senpai’nin yeteneklerine bakarsak, lider olması yersiz değil.”
Geldiğinden beri ilk kez Nanase, konuştu ve doğrudan Hōsen’e seslendi.
“O zaman bu ‘lidere’ bir uyarıda bulunayım. Bu aptal ‘eşitlik’ saçmalığınızla, işbirliği yapmaya hiç niyetim yok.”
Bize kolaylık sağlamak niyetinde değildi.
Sınıf arkadaşlarımızı ne pahasına olursa olsun korumak isteyen biz ile, sınıf arkadaşlarını umursamayan Hōsen…garip bir zıtlık söz konusuydu.
Okuldan atılma ve kişisel puansız üç ayı da göz önünde bulundurursak, dönemler arası cezalarda da dağlar kadar fark var.
“Öyle mi…? Sanırım sen de böyle bir insansın.”
“Madem bu kadarını anlayabiliyorsun, o zaman neden bu kadar boş yapıyorsun senpai? Dinliyorum teklifinizi.”
“Dinliyorum teklifinizi derken? Ne bekliyorsun? Bize yardım etmen için sana puan vereceğimizi mi sandın?”
Zor durumda olmamıza rağmen, Horikita geri adım atmadı, saldırıya devam etti.
“Bedelini ödeyeceksiniz. Bundan yana şüphem yok. Şu saatten sonra elinizi cebinize atmak zorundasınız. Nanase, su.”
Hōsen, Karaoke menüsünü eline alıp incelerken Nanase’ye emir verdi.
Bu tavrına karşılık, Nanase hafifçe başını sallayıp telefondan su sipariş etti.
“Tekrar ediyorum. Size olan teklifimiz eşitliğe dayanıyor. Bu işbirliği için; puan, mal veya başka bir şey ile size bedel ödemeyeceğiz.”
“Eğer bu saçmalığa devam edeceksen, suyun gelmesini beklememe gerek bile yok demektir.”
Ses tonunda en ufak bir tereddüt olmadan, pantolonun üzerinde olmayan tozu eliyle silkelermiş gibi yaparak birazdan kalkacağını belli etti.
“Lütfen biraz bekleyelim, Hōsen-kun. Bence Horikita-senpai’nin açıklamasını sonuna kadar dinlemelisin.”
Sessizce dinleyen Nanase onua durmasını söyledi.
“Bitirmesine izin mi vereyim? Bu saçmalığa ihtiyacımız yok.”
“Hayır, ihtiyacımız var. Böyle devam edersek, sınıfımız asla bir araya gelemeyecek.”
Horikita, aralarındaki konuşmayı gözlemledi.
“Kimin umurunda? İtaat etmeyen defolup gitsin. Boş herifleri sınıfımızda tutup ne yapacağız.”
“Yanlış düşünüyorsun.”
“Nanase, aptal mısın sen?”
Hōsen yüksek sesle of çekti, öfkelendi galiba.
“Onların koşullarını salağın teki gibi kabul edersem elime hiçbir şey geçmiyor. Benim kazancım yok, niye uzatıyorsun?”
“Ne demeye çalıştığını anlıyorum, Hōsen-kun. Haklısın. Horikita-senpai ve diğer 10.sınıf öğrencileri, sınıf arkadaşlarını korumak için bizden daha çaresiz konumdalar, evet. Arkadaşlarını korumaktan başka çareleri yok. Çünkü sınıf arkadaşları okuldan atılma riskiyle karşı karşıya. Şu anda sert davransalarda, bize mecburlar diye düşünüyorsun değil mi?”
Sözlerine bakarsak Nanase, Hōsen’in ne yapmaya çalıştığını çok iyi biliyor.
“Stratejinde bir sorun olduğunu düşünmüyorum, Hōsen-kun. Diğer sınıflar partner aramak için çabalarken, sırf üstünlük sende olsun diye sen kasıtlı olarak sınıflar arası uzlaşmadan uzak kaldın.”
Süre aşımı yaklaştıkça, partner bulamayan 10. sınıf öğrencileri, daha çok sabırsızlanacaktı.
Ve sonuç olarak, başta puan harcamaya değmeyecek öğrenciler bile, kendilerini iyi bir fiyata satacaktı.
“Madem bu kadar çok bilgilisin, o zaman Horikita denen kıza neden havlu atayım? Saçmalama lan.”
“Karşılıklı güven ilişkisi için.”
Nanase dönüp Horikita’ya doğru bir an bakınca, Horikita hafifçe başını salladı.
“Beni güldürmeyin lan. Karşılıklı güvenmiş! Bu boka yaramayan içi boş sözler kullanıyorsunuz. Beni böyle kandıramazsınız.”
“Emin misin?”
Nanase, Hōsen’e cevap vererek ona meydan okudu.
“Bu özel sınav için fazla taviz vermediğimiz doğru. Peki ya, ilerdeki sınavlar? Şimdi tüm 10.sınıfları kendine düşman edinirsen, ilerde yüksek puanlar teklif etsen de kabul edeceklerini sanmıyorum. %5’lik cezayı göze alıp hesaba katıyorsun ama ya ilerde birlikte partner olacağın kişi barajın altında kalırsa? Okuldan atılmak zorunda kalırsın. Anlatmaya çalıştıkları bu.”
“Ha! Bazı ahmakların kendilerini ateşe atacağına inanıyorsun ama?”
“Bu okulda koruma puanı olduğunu duydum.”
Bu sözleriyle beraber Nanase ilk kez, bakışlarını Hōsen’den Horikita’ya çevirdi.
Koruma puanı. Cuma günü kütüphanedeki sohbetimizde ona bahsettiğim konu.
Horikita, Nanase’nin bu konudan bahsetmesine biraz şaşırsa da, Nanase’nin ne demeye çalıştığını kavrayıp başını salladı.
“Nanase-san haklı. Koruma puanları, okuldan atılmayı engelleyen tek şey.”
Hōsen’in yüzündeki ifadeden, ilk kez duyduğu belli oluyordu.
“Bu okula yeni geldiğinizi düşünürsek, ilk kez duymanız doğal. Bu konuyu etraflıca düşünmeniz lazım. Mesela örnek veriyorum: İlerde buna benzer bir sınav oldu ve partnerin bu koruma puanına sahip….. Duruma bağlı olarak, okuldan atılan tek kişi sen olursun.”
Ne kadar çok insan kendinize düşman edinirseniz, o kadar çok başınızı belaya sokacaksınız demektir.
Yani, Hōsen’den nefret edenler arttıkça, onu attırmak için kolları sıvayacaklar da o kadar çok olacaktır.
“Bu sebeple, güven ilişkisi kurmanın önemli olduğunu söylüyoruz?”
“Anladım şimdi. Siz iki salak beni kandırmak için hileye hurdaya başvuruyorsunuz, benim de yiyeceğimi sanıyorsunuz, öyle mi?”
“Ben, 9/D öğrencisiyim ve önceliğim bizim sınıf. Hōsen-kun, sınıfımızın iyiliği için, sana ihtiyacımız olduğunu düşünerek, ufkunu açmaya, doğru yola yönlendirmeye çalışıyorum. Hata yapmanı istemiyorum.”
Horikita, Hōsen’i anlamak için çaba sarf ederek Nanase’nin desteğini alarak onunla ortaklaşa çalışıp son darbeyi vurmuştu.
Galiba, doğru bir noktadan vurdular. Kısa bir sessizlik oldu.
Hōsen’in parçaları birleştirip teklifimizi kabul edip etmeyeceğini anlayacağız.
Belki yine bedel ödememizi ister, bir bakalım fikri neymiş.
“İkinizin tüm bunları ayarlamak için zahmete girmişsiniz, tamam—- ama eşit bir işbirliğimiz olmayacak.”
Horikita ve Nanase, ona kabul ettirmek için bayağı uğraşmıştı.
Hōsen, düşünme numarası bile yapmadan teklifi geri çevirdi.
“Oi Hōsen. Biz, 10.sınıfları kendine düşman edinmeye hazırsın her—.”
Sudō’nun öfkesi alevlenmeye başlayınca Horikita sözünü tamamlamasına izin vermeden onu tuttu.
“Yeter. Henüz uzlaşma görüşmemiz bitmedi.”
“Bu çıtır haklı. Hemen bitmiş gibi davranma.”
Hōsen kanepeye yaslanarak bu işi burada kapatmayacağının, erkenden odadan çıkmayacağının, sinyalini verdi. Tavrı her zamanki gibi bencilce ve kibirliydi.
“Eee, sırada ne var? Eşit olmayan bir ilişki kurmak istemiyoruz.”
“Yok, yok. Bu konuyu geçtik. Çok cesursun ama taktir ettim.”
Horikita’yı yoğun çabaları için övüp yavaşça alkışladı.
“Zaten, bu boktan eşitlik teklifiniz, ‘eşit’ bile değil.”
“Teklifimizin eşit olduğunu kanıtlayabilirsek, bizimle işbirliği yapacağınızı mı söylüyorsun?”
“Eh, öyle de denebilir.”
“Şimdi kafam karıştı. Neden eşit olmadığını düşünüyorsun? İki sınıf da aynı şartlar altındayken.”
“Güvene dayalı deyip saçmalayıp duruyorsun ama bu kurulacak bağ, sadece tek tarafın işine geliyor. Bize bir faydası yok; hele bana hiç yok. İlerde benzer bir duruma düşebileceğimizi söyleyip duruyorsun. Gözlerimi yaşartıyor bu çabaların. Ama dönüp dolaşıp lafı yine kendinize getiriyorsun, ne yaşanabileceğinden zerre emin değilsin?”
Hōsen haklıydı.
Horikita’nın teklifi, sınıflarımızın birbirini desteklemesi üzerine kurulu bir teklifti. Şu anda yardıma muhtaç olan bizim sınıf. Anlaşmamız, 9/D’nin gelecekte başı sıkışması ve bizim yardımımıza ihtiyacı olması durumunda eşit olacaktı.
Tabiri caizse, sigorta yaptırmaya çalışıyorduk. Bu sigortaya, ihtiyaç duymayabilirler.
“Peki. Madem buraya kadar geldik, görüşüyoruz. Tam olarak ne istediğini söyle bakalım? Meraktan soruyorum, derdin neymiş öğrenelim.”
“Teminat olarak 1 milyon kişisel puan. Oldu ki ilerde biz müşkül düştük, önünüze geçip ağladık, ben de ödeme yapacağım.”
Diğer sınıflarla karşılaştırdığımızda tutar mantıklı sayılır.
Ancak bu bahsettiğimiz sigortayı kullanmazlarsa, bir milyon puanın da üzerine yatmış olacaklar.
Hatta, tüm puanlar direkt Hōsen’in cebine girecek.
“Madem güven ilişkisi diye başımızın etini yiyorsunuz, bu kadar puana da hayır demezsiniz?”
Eğer ilerde yardımımıza muhtaç kalırlarsa, teminatı geri alabileceğiz.
“İsterseniz yazıya dökelim?”
Yazılı bir anlaşmayı okul kabul görüp onaylasa da, Hōsen’in yardımımızı isteyip uygulamaya koyması durumunda kullanılabilir olacak.
Kendisi okuldan atılma riskiyle karşı karşıya kalırsa, kullanma ihtimali var. Sınıf arkadaşlarına yardım etmek için bu kadar çok puandan vazgeçmesi pek olası değil.
Bir nevi, puan verip de yazılı anlaşma yapmak tehlikeli olabilir.
Hōsen, ukala ve kaskafa diye tanımlayabileceğimiz birisi değildi. Hamlesini son derece dikkatli ve hassasiyetle yapıyordu.
Hesapçı ve zorlu bir rakipti, tıpkı Ryūen gibi.
“Söylediklerin mantıklı. Fakat şartlarını kabul edemem.”
“Öyle mi? Yazık oldu. Sana bir çıkış yolu öneriyorum sen hala işi yokuşa sürüyorsun.”
“Evet.”
Hōsen’in kendi cebine para indirmesine Horikita, olumlu bakmıyordu. Ama bu gidişat hayra alamet değil. Partnerlerimiz rastgele seçilmesine göz yumacak gibiyiz. Bu durumda, arkadaşlarımızın akademik başarısı düşük olanlarla eşleşmemesi için, varımızı yoğumuzu ortaya koyacağız demektir.
“Hahahah!”
Bir kahkaha patlattıktan sonra Hōsen, oturduğundan beri ilk kez kanepeden sırtını çekip öne doğru kendini sarkıttı.
Sonra Horikita’ya uzanıp gömleğinin yakasını tuttu.
Yanında olanları izleyen Sudō, ilk tepkiyi veren kişi oldu.
Gözlerindeki öfkeyle, Hosen’in kaslı koluna yapıştı.
“Oi, seni pislik… Kadınlara el kaldırma.”
“Oho, Buranın en büyük geri zekalısı, şov peşinde demek?”
“Sakin ol, Sudō-kun.
“Ama–!”
“Aması yok. Uzlaşmamız henüz bitmedi.”
Uzlaşma bozulduğu halde, Hōsen bunu açıkça dile getirmemişti.
“Gözlerindeki boş bakışlarında güven seziyorum. Kadınlara el kaldıramayacağımı mı düşünüyorsun? Yoksa bu sümsük kızın beni döveceğine mi inancın tam?”
“Bu devirde söylenecek söz değil bunlar. Dünyadaki tüm kadınları kendine düşman edinmek yerine ön yargılı olmayı bıraksan, nasıl olur?”
“O zaman işte sana fırsat. Kavga edelim. Beni yenersen, sizin boktan anlaşmanızı kabul ederim. Bu teklifim nasıl?”
Hōsen bize çocukça bir teklif sundu.
“O zaman seninle ben karşılaşayım. Olur mu?”
“Sen de gel. Şu boş bakan donuk surat Ayanokōji denen çocuk da gelsin. Hatta bu sümsük kız da. Üçünüz birden saldırın.”
Hōsen cesurca konuştu.
“Sorun olmaz, demi Suzune? Eğer kazanırsam, bu iş biter. Zaten bu pisliğe haddini bildirmenin zamanı geldi de geçiyor.”
Sudō, eli hala Horikita’nın yakasına yapışmış olan Hōsen’e karşı sabrının sınırlarına ulaştığını vurguladı.
“Bu uzlaşmamızın sonucuna, bir kavgayla karar vermek saçmalık. Son seçeneğimiz olsa da, kabul etmemeliyiz.”
“Neden? Bu pislik tamam dedi işte. Ne uzatıyoruz, bitsin bu iş.”
Sudō’nun itirazlarını görmezden gelen Horikita, sakince fikrini dile getirdi.
“Zeki olduğunu sanıyordum, Hōsen-kun. 10.sınıfların katında ilk karşılaştığımızda, söylediklerinden dolayı sınıflarımızın ortak çalışmasını istediğin fikrine kapılmıştı. Ben de hemfikirdim. D sınıfı öğrencileri olarak işbirliği yapmanın, iyi olacağını düşünmüştüm.”
“Eh, böyle bir şey söylemiş olabilirim.”
“Ama— yanlış anlamışım belli ki. Aslında hiç böyle düşünmedin.”
Horikita bir anlığına gözlerini kapatıp devam etmeden önce kendini sakinleştirdi.
“Bu görüşme sona erdi.”
Anlaşmayı iptal eden Hōsen değil, Horikita’nın kendisi oldu.
Kelimeler dudaklarından döküldüğü anda, Hōsen’in rahat tavırlarında bir öfkelenme sezdim.
Sonra Hōsen, Horikita’nın yakasını bıraktı. Sudō öfkesine hakim oldu. Hosen, koltuğuna tekrar kuruldu, sırtını yasladı.
Bir saniyeden daha az bir süre içinde—–
Ve… Karaoke barda, etrafa su damlaları yayılıverdi.
Hōsen eline su bardağını alıp Horikita’nın yüzüne boca etti.
Horikita’nın, böyle bir olayı önceden tahmin etmesinin imkanı yoktu.
Daha Horikita tepkisini bile koyamadan, Sudō’nun masanın üzerindeydi, Hōsen’e saldırırken harekete geçerken gördü.
“Seni şerefsiz!!!”
Sudō şimdiye kadar öfkesini kontrol altında tutmak için elinden geleni yapmıştı. Ancak bu bardağı taşıran son damladan sonra, kontrolünü tamamen kaybetti.
Böyle bir olayda soğukkanlılığını kaybettiği için onu suçlayamazdınız. Maalesef, hoşlandığı kızı gözlerinin önünde küçük düşürdüler.
Hōsen ise, her zamanki gibi kendini beğenmiş ve küçümseyici bir tavır takınmaya devam etti.
“Yeter!”
Sudō öfkeyle ona hücum edecekken Horikita sert bir sesle seslenerek onu durdurdu.
Bir saniye dahi olsa sonra seslenseydi, Sudō’nun yumruğu doğrudan Hōsen’in yanağını hedef alacaktı.
“Sudō-kun… bu tuzaklara düşme.”
“Lanet olsun, biliyorum, ama katlanamıyorum bu pisliğe!”
Horikita, ıslak saçlarını kurutmaya çalışmadan Hōsen’e dikti bakışlarını.
“Uzlaşmayı bitirmekten yana sorunun varsa, daha iyi seçenekler sunsaydın.”
Horikita ne pahasına olursa olsun, Hōsen ile işbirliği yapmak istemişti.
Tüm bu çabalarına rağmen, şu saatten itibaren bu anlaşmanın yürümeyeceğinin farkındaydı.
İkisi birbirine dik dik baktıktan sonra, Horikita görmesi gereken her şeyi gördüğünü belli ederek kafasını çevirdi.
“Gidiyoruz.”
“G-gerçekten mi?”
Sudō öfkesine rağmen, emin olmak adına sordu.
“Emin misin, Hōsen-kun?”
Nanase de nerdeyse aynı zamanda Hōsen’e emin olup olmadığını sordu.
“Evet?”
“Şahsen, Horikita-senpai ile işbirliği yapmamız gerektiğini düşünüyorum.”
“Hah! Vazgeçenler onlar. Bir de onları ben mi durduracağım?”
Böylece, görüşme Hōsen’in bu sözleriyle sona erdi. İki taraf da dağıldı.
Horikita’ya bir göz attım. Maalesef bugünkü başarısızlığımız, ilerde bize epey sorun çıkartacak.
Ama bulunduğum yerden, Horikita’nın cesaretinin kırıldığını göremiyordum.
Yüzündeki ifadeye bakılırsa, bu anlaşma henüz bitmedi.