Elitler Sınıfı - Cilt 12 - Bölüm 29 - Uzlaşma (2)
Cilt 12 – Bölüm 29 – Uzlaşma (2)
Horikita karaoke barın hesabını ödedikten sonra üçümüz karaokeden birlikte ayrıldık. Bu anlaşma bitmiş gibi görünse de, Hōsen ve Nanase bizi arkadan takip etti. Aynı yönden çıkacağımız için, Sudō arada bir arkasını dönerek tehditkar bakışlar attı. Sözlü münakaşaya girmedi.
Hōsen, Sudō’yu fark ettikten sonra, şüphelenerek seslendi.
“Durun bakalım!”
“Durmak için sebebimiz kalmadı artık. Görüşme bitti dedim.”
Horikita ona kulak asmadığını belirtmesine rağmen, Hōsen üsteledi.
Horikita’nın oynadığı ‘ya hep ya hiç’ oyunu, işe yarıyor gibi.
“Peki, kabul. Haklıydın, Horikita. O gün, 10/D sınıfıyla görüşmek için sizin kata çıktım. Bu okula geldikten sonra, D sınıfının okuldaki en pısırık sınıf olduğunu anlamam uzun sürmedi. Diğer sınıfların ağzına malzeme olmaktansa, D sınıfları olarak ortak çalışalım istedim.”
Demek Hōsen, Horikita’nın tahmin ettiği gibi 10/D sınıfına iş birliği sinyalleri gönderiyormuş.
Tabii bu, Horikita’nın eşitliğe dayalı uzlaşmasından tamamen farklı bir bağ.
“Ee…?”
“Ee’si, Görüşmeye devam edelim diyorum? Senle ben yoldaşız; Aynı fikre sahip iki lideriz.”
“Saçma sapsan taleplerin olduğu sürece, anlaşma falan yok.”
“Ne yani, sınava hazırlıksız mı gireceksiniz? Cezaya göz yumup rastgele seçim mi olsun istiyorsun?”
“Evet. Cezaya da hazırlanırız, biz hallederiz.”
Üzücü bir durum olsa da, üstesinden gelemeyeceğimiz bir şey değildi.
Kushida ve birkaç kişinin çabaları sayesinde, akademik başarısı D ve E olanların bir kısmına güvenilir partnerler bulundu.
“Peki. O zaman sana farklı bir teklif sunayım?”
Horikita anlaşmayı hala reddetse de, Hōsen kendi kendine konuşup devam ettirmeye çalıştı.
“2 milyon puana bizim enayilere, sizinkilerle eşleşmesini söylerim.”
Hōsen eşit anlaşmamızı kabul etmek yerine uzlaşmayı fiyatı arttırarak tekrar açtı.
“2 milyon puan mı? Delirdin herhalde?”
“Sen ne demek istersen de. Fakat sizin sınıftakilerin paçayı kurtarmasının tek yolu 2 milyondan geçiyor. 10.sınıfların çoğu partner işini halletti. Bu cimrilikle bir bok elde edemezsiniz. Yoksa sizin sınıfın içinden geçelim mi istiyorsunuz?”
Bu arada, 9 ve 10.sınıfların yurtlarının ayrıldığı patika yola geldik.
Horikita ona cevap vermeden önce, yol ayrımına geçip önünü döndü.
“Sınıfın içinden mi geçeceksiniz? O nasıl olacak peki? Kasıtlı olarak puanlarınızı mı düşüreceksiniz? Bu ne cesaret? Yapamazsın ki. Herkes gibi sen de kurallara uymak zorundasın. Ben ve arkadaşlarımın tek yapması gereken, rastgele eşleşmelermelere rağmen, en az 501 puanı almaya odaklanmak.”
“Bu kadar uğraşmaya gerek yok, be güzelim. Sizin içinizden ben böyle de geçerim.”
Kurnazca sırıtan Hōsen yumruğunu kaldırdı.
“Şiddete başvuracaksın, ha? Demek 5 para etmez birisisin.”
“Ne düşündüğün umurumda değil. Ben işlerimi böyle yürütürüm.”
“Ne kadar güzel. O zaman, bu konu tamamen görüşmeye kapandı.”
Horikita arkasını dönüp yürümeye devam etti.
Sonuna kadar diretecek, geri adım atmayacak herhalde.
Hōsen gibi birine karşı zayıf yanlarını göstermeye göze alamıyor da diyebiliriz.
Eğer açık verirse, eşit muamele göremezdi.
“Durun.”
“Şimdi ne diyeceksin?”
“Peki. Söylediklerini düşüneceğim.”
Hōsen son anda söylemesini beklemediğim bir cümle kurdu.
“Ne demeye çalışıyorsun?”
“Son ana kadar üstünlüğü hissettirmeye çalışmak, pazarlığın doğasında var diyorum?”
Hōsen tüm bunları stratejisinin bir parçası olarak, Horikita’dan daha çok şey koparmak adına yaptığını dile getirdi.
“Yani, eşit bir uzlaşma sağlamak istediğini söylüyorsun?”
“Görüşmemiz uzadı diyelim. Etrafta izleyenler olur, başka bir yere geçip devam mı etsek, ne dersin?”
Pazar akşam saat 22:00 civarındaydı. Çoğu öğrencinin şimdiye kadar yurda dönmüş olması lazım. Fakat etrafta birileri varsa, kulak misafiri olabilirler.
“Bizim yurda geçemeyiz sizinle.”
Gece girişleri yurtta yasak olduğundan, görüşmeyi uzatmak için yer kalmamıştı.
Zaman azaldığı için iki taraf da uzatmak istemiyordu.
“Mekan fark etmez. Yurdun arkası da olur; hiç fark etmez. Çok uzun sürmeyecek.”
Hōsen güvenerek böyle bir güvence verince Horikita’nın onu geri çevirmek için nedeni yoktu.
Zaten az önceki havalı çıkışının meyvesini alıyordu. Hōsen’in kaçan kovalanır mantığıyla peşinden gelmesini bekliyordu.
“… iyi. Sana 10 dakika veriyorum.”
“Şuraya geçelim, o zaman.”
Hōsen bizi geçen yıl üçüncü sınıflara ait olan, 9. sınıfların yurduna götürdü.
Sonra binanın arka tarafına geçtik.
Çöp kutularını yerleştirmek için iyi bir yer olarak kullanılan bu alan, sessiz ve karanlıktı. Bu saatte kimseye denk gelmeyiz herhalde.
“Hadi, devam edelim bakalım. Şartlarımız değişmedi. Kabul ediyor musun uzlaşmayı?”
“Eh…..”
Hōsen, düşündüğünü belli edercesine kollarını birbirine doladı.
Kısa bir süre sonra kollarını açıp sağ elini kaldırıp 3 parmağını açtı.
“3 milyon. 3 milyona tavım. Ver puanı, tüm sınıf arkadaşlarınız kurtulsun.”
Ben de dahil olmak üzere, buradaki herkes onun saçma teklifine şaşırıp kaldı.
“Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?”
O kadar saçma bir şey söyledi ki… Horikita birkaç kez of çekmeden edemedi.
Hōsen’in uzlaşmak için bize yalvarması gerekiyorken, fiyatı yükseltip duruyor. Mantık sınırlarını zorluyordu.
“Sağır mısın sen, sürtük? Sana üç milyonu ver, bu iş bitsin diyorum.”
“Bizimle dalga mı geçiyorsun? Suzune sana bir puan bile vermeyeceğimizi söyledi ya lan!”
“Ben dalga geçmem. Size bu işi çözün diye şans veriyorum, daha ne yapayım?”
Sanki tüm bu görüşmeleri ayarlayan oymuş gibi konuşuyor.
“Sana bir şans daha vermek istedim ama boşa uğraşıyoruz galiba..”
Hōsen’in mantıklı bir karar vermesini beklerken, umutlarımızı yanlış kişiye bağladığımızı fark ettik.
“Durun! Bu konu burada kapanır mı sanıyorsunuz?”
Hōsen, yumruğunu yanındaki duvara hafifçe çarparak ürkütücü tavrını ortaya koydu.
“Yurdun arkasındayız diye, bu işe kendi yönteminle kavga ederek mi çözelim istiyorsun? Gerçekten bundan sıyrılabileceğini mi sanıyorsun?”
“En azından, sizin gibi pislikleri haşat etmiş olacağım. Nasıl, uyar mı?”
“Ne yaparsan yap, biz gidiyoruz.”
Başını sağa sola sallayan Horikita, ortamdan uzaklaşmak için yürüdü.
Muhtemelen Hōsen’in bu durumu üst boyuta taşıyacağını düşünmemiştir.
Ancak—
Sessizce dinleyen Nanase, kafasını çevirdi.
Sanki şu saatten itibaren ne olacağını biliyor gibiydi.
Hōsen harekete geçti.
“Suzune!!”
Sudō, Horikita’ya doğru koştuktan sonra, bağırarak ona zarar gelmesin diye kendisine doğru çekti.
Hōsen’in tekmesi, Horikita’nın daha saniyeler önce durduğu yere denk geldi.
Tabii, Hosen burada durmadı ve onların üzerlerine doğru yürüdü.
“Ne?! “Ne oluyor?”
Horikita sonunda Hōsen’in ciddi olduğunu fark etti etmesine de, bu ani durumun şaşkınlığına kapılıp dondu kaldı.
Onu korumak için Sudō, ikisi arasına girerek darbeyi kendisi aldı.
“Guh!”
“Hahaha! Bakalım ne kadar dayanabileceksin!”
“Senden korkan senin gibi olsun! Suzune’ye el kaldıran birine acıyacak değilim!”
Mutlu bir şekilde gülen Hōsen, Sudō’ya saldırmaya başladı.
Bir süredir sabrınn sınandığını düşünerek zar zor sabreden Sudō için, artık kendisini tutmasına gerek yoktu.
“Ne? Bu çocuk neyin peşinde…!?”
Horikita gözlerinin önünde, büyük bir kavganın başlamasına tepki gösterdi.
Bu bölge sessiz ve ıssız olsa da, yakalanrlarsa sorun çıkacaktır.
Okuldan atılmayabilirler ama uzaklaştırma alabilirler.
“Horikita-senpai, bu okul eskisi gibi değildir belki?”
Olayların bu garip şekilde gelişmesini, yüzünde soğuk bir ifadeyle izleyen Nanase, Horikita’ya bir soru sordu.
“Siz üst sınıflar olarak, geçen yılki sisteme aşinasınız. Biz de 9. sınıflar olarak mevcut sistemi biliyoruz.”
“Anlayamadım?”
“Okul başladıktan kısa bir süre sonra, başkan Nagumo’dan özel bir açıklamayı dinlemek için 9.sınıfların temsilcileri öğrenci konseyi odasına çağrıldı. Bu yıldan itibaren, okulun başarı temelli bir sisteme gelebilmesi için öğrencilere bazı özgürlükler tanınacağını söyledi.”
“Yani, kavga etmenin bu özgürlüklerden birisi olduğunu mu söylüyorsun?”
“Öyle denemez. Hōsen-kun’un hareketlerine bakarak, Başkan Nagumo’nun bize söylediği şu sözleri karşılaştırabilirsin: Öğrenciler arasında kavga ve sürtüşmeler kaçınılmazdır, eskisi kadar ağır bir şekilde bu olaylara müdahale edilmeyecektir.”
Horikita’nın abisi Manabu ile karşılaştırıldığında, Nagumo kavga konusunda daha hoşgörülü bir zihniyete sahipti.
Öğrenci konseyi, öğrenciler arasındaki anlaşmazlıklarda hakem rolü üstlendiğini düşünürsek, burada yaşanan kavgaya göz yumabilirler. Tabii, söyledikleri doğruysa.
Horikita ve Nanase arasındaki konuşma ilerleye dursun, Sudō ve Hōsen arasındaki kavga tek yönlü bir eğilim almıştı.
“Oraa!”
Sudō’nun gücü ve hızlı reflekslerine karşılık, Hōsen, Sudō’yu duvara yapıştıracak kadar güçlü bir seviyedeydi.
Hōsen ardından Sudō’yu iki eliyle yakasından tutup havaya kaldırarak, Sudo’nun bacaklarının havada sallanmasına sebep oldu.
“S-seni pislik!”
Sudō yerdeki avantajını kaybederek, çaresiz bir direnişe geçti. Elinden pek bir şey gelmez artık.
Sudo’yu hareketsiz bıraktığından emin olunca Hōsen, onu duvara sıkıştırmaya çalışır gibi tutup baskı uygulamaya başladı.
“Öhööö! Pislikk!”
Sudō, Hōsen’in kollarına yapışıp dizine bir darbe salladı. Hōsen hafiften sendeledi.
Hōsen’in bu açığından yararlanıp elinden kurtulmak için kullandı. Ancak Hōsen’e gün doğunca, yere düşen Sudo’ya sert bir tekme attı. Sudō darbeye dayanmak için kendini tutarken, aldığı darbe yüzünden arkasındaki duvara çarptı.
İkili arasındaki bu düello başlamadan önce, eşit durumdaydılar. Fakat gidişatı gördükten sonra aralarındaki fark açıldı, dağlar kadar oldu.
Kendisine düşman edinme konusunda az çok uzmanlığı olan Sudō, daha önce kavga etmiştir. Bu kesin.
Atletik vücudu ve yılların basketbol oyuncusu olarak, şimdiye kadar kendisine eş birisiyle karşılaşmamıştır.
Ancak Hōsen tam olarak bir istisna. Sudō’ya kıyasla, Hōsen tahmin edemeyeceğimiz kadar çok kavgaya girmiş, zorlu mücadelelerden geçmiştir. Aralarındaki deneyim farkı gün gibi ortadaydı. İri yapısı ve güçlü kolları, aralarında sadece bir yaş fark varmış gibi hissettirmiyordu. Uzun ve cüsseli olmasına rağmen, çevikti de. Bu doğal yeteneği, görülmeye değerdi.
Ryūen’in bile, onunla karşılaşmaktan kendini alıkoymasının sebebi buydu.
Ryūen, yumruk yumruğa girdiğinde yenecekleri bir rakip olmadığının farkındaydı.
Tabii, Sudō’yu bu kadarla yıldıramadı. Sudo’nun başarıları da, 10.sınıflar arasında epey iyiydi. Fakat üstelemeye devam ederse, Hōsen’in kum torbası olarak görev alacak.
Hōsen, Sudō’ya acımadan yumruk yağmuru sallamaya devam etti.
Sudō karşılık vermek için her fırsatı değerlendirmeye çalışsa da, savunmadan öteye gidemiyordu.
Ne zaman saldırıya geçmeye çalışsa, yeni bir saldırı geliyor, savunmadan öteye geçemiyordu.
“Kavga ederek hiçbir şey elde edemeyiz!”
Horikita bağırdı ama Hōsen duymazdan geldi. Artık Hōsen’i sözle ikna etmek imkansızdı.
Ancak sesini, kafasını ona çeviren Sudō duydu.
Horikita’nın sesi, koruması gereken kızın sesi, onu tekrar gaza getirdi. Hay maşallah.
“Graaaah!!!”
Kendini feda etmeyi göze alarak, Hōsen’e saldırdı. Rakibini devirmek için elinden geleni deneyerek onu duvardan uzaklaştırdı.
“Oho. Yani ham güçle üzerime gelmeye çalışmak istiyorsun, öyle mi?”
Hōsen, Sudō’nun vücudunu tutup tekrar kaldırırken, Sudō’nun büyük cüssesinin etkisini kafa kafaya aldı.
“N-nee!?”
Daha sonra Sudō’yu yere fırlatmadan önce sol eliyle yarım daire şeklinde döndü.
“Duvara yapışmak az mı geldi sana? Delikanlı ol da üzerime gell!”
“Benimle dalga geçmeyi bırak!”
Sudō tüm gücünü tekrar toplayarak yerden kalkıp resmen kükredi.
Hōsen’de hücum etmeye hazırlanarak üstün olmak üzereydi ki….
“Oi Sudō, Horikita’nın yüzüne bir bak. Sana çok sert bakıyor be! Aman aman!”
Hōsen, Sudō’nun arkasında duran Horikita’yı işaret ederken bir eliyle de yumruk yaptı.
Tam düelloları zirveye ulaşacakken Sudou gardını düşürdü.
Sudō kendisinden geçip öfkesine kapıldığı için Horikita’nın ona kızacağını, hatta sözünü tutmadığı için onu azarlayacağını düşünmüş olmalı.
Önünde duran düşmanına arkasını dönerek eline geçen fırsatı kaçırdı.
Horikita, Sudō’nun bu kavgasından yana şikayetçi değildi. Yüz ifadesinde öfke ya da kızgınlık yoktu. Şuan ne yapacağını bilemediği için, stresliydi sadece.
Ona bağırıp arkasını dönmesini isteyebilirdi. Fakat bu da artık onun geç kalmasından dolayı, daha fazla dayak yemesine sebep olurdu.
Yanlış yaptığını fark ettiğinde artık çok geçti.
Yüzünde kurnaz bir sırıtışla Hōsen, arkası dönük Sudō’nun yanaklarına yumruk attı.
Onu sarsan bir darbe aldı. Sudō bu tarz yumruklara alışık olsa da, böyle bir darbeyi ilk kez alıyor galiba.
Bu tarz olaylara hiç karışmamış bir öğrenci olsaydı, şuan çok ağır bir sonucu olurdu bu darbenin.
Tekrar ağır bir tekme darbesi alan Sudo, öyle bir ileri uçtu ki düşüşü onu yavaşlatmadı bile.
“Guh─!?”
Sudō öyle bir acıdan bağırdı ki bayılmak üzere sanardınız.
Hile yapmadan yenme ihtimali olsa da, Hōsen özellikle ona tuzak kurarak bu işi sonlandırdı.
Sadece fiziksel olarak değil mental olarak da zarar vermek istemişti. Sudō acıdan kıvranarak yerde biraz süründü, henüz bayılmamış.
Evet, bugün gördüklerime dayanarak Hōsen Kazuomi’nin nasıl birisi olduğunu düşünmeden edemiyorum.
Bu çocuk ne düşünüyor, ne hissediyor? Onu bu uzlaşma görüşmesine getiren neydi?
Horikita, bizim kata geldiğinde bizimle iş birliği kurmak istediğini belli ettiğini söylediğinde haklıydı. Az önce kendisi de itiraf etti zaten.
Sırf bizi ikna etmek için birkaç girişimde bulundu, arkamızdan seslendi falan.
Horikita’nın boyun eğmeyeceğini fark edince, farklı bir yaklaşım denedi.
Bir şeyleri değiştirmek için, harekete geçmesi gerektiğini fark etmiştir. Fakat çıkış yolu bulmak yerine daha çok agresifleşip çılgınca tavırlar sergiledi.
Horikita’nın yüzüne su boca etti. Şimdi de Sudō ile ciddi bir düello yapıyor.
Bu okuldan uzaklaştırma alma hatta okuldan atılma ihtimali varken, nasıl bu kadar şiddet yanlısı olabilir?
Bir süredir bu soruyu kafamda cevaplamaya çalışıyorum.
Şiddete başvurarak her şeye kendisinin karar verebileceğini falan mı sanıyor?
Açıkçası, bu da doğru gelmiyor. Bu kadar salak birine benzemiyor.
O zaman bu çocuk neyin peşinde? Hōsen kavga çıkartmaya çalışarak ne kazanacak.. ne elde edecek?
“Harika. Bu boktan korumanın işi bitti. Sıra kimde?”
Hōsen bize doğru yaklaşarak Horikita ile bana bakışlarını çevirdi.
Sudō ile kapışmasına rağmen, nefes nefese bile değildi.
“Şiddete…. boyun eğeceğimizi mi sanıyorsun gerçekten?”
“Hallederiz, güzelim. Sizi bir güzel pataklar; anlaşma imzalayana kadar elimde paralarım. Yok direneceğiz derseniz, kafanızı bir güzel zeminde ezerim.”
Öğrenci konsey başkanının toleranstan kastı, bu kadar ileri gitmeye göz yumacak kadar değildir.
Hem bize bu şartlarda anlaşma imzalatması demek, ilerde anlaşmaya sadık kalmayacağı anlamına da geliyordu.
Buradan kaçmak adına Horikita belki ona itaat ediyormuş gibi yapabilir. Ama pek ihtimal vermiyorum. Hōsen’e ayak uydurmak mantıklı bir seçenek değil şuan.
“…Görelim marifetini o zaman. Seni durduran ben olayım.”
Horikita kararını verip dövüş pozisyonu aldı.
“Oooo. İlginç, ilginç! Madem sen de kendini yerde bulmak istiyorsun, o zaman gel bakalım.”
Tahminimce Hōsen, Horikita’nın dövüş sanatları konusunda deneyimi olduğunu düşünmüyordur.
Fakat bu kadar basit bir tuzağa düşecek kadar salak da değildi. Horikita bunu pek idrak edemedi bence.
Aniden, Hōsen kolunu ona salladı.
Horikita çevik bir hareketle onu es geçerek onun çenesine tek bir darbe indirerek nakavt etmeyi denedi.
Onu bayıltacak tek bir darbeye odaklamıştı kendisini.
“Ooooo?”
Fakat darbe Hōsen’e gelmeden önce, bileğini tutup onu durdurdu.
“Vaaaay! Fena değilsin, sürtük. Ama─”
Hōsen diğer elini kaldırıp sertçe Horikita’nın yüzüne tokat attı.
Horikita kendisini korumak için elinden geleni yapsa da, Hōsen’snin ezici çevikliği ve gücü karşısında tokattan kaçamadı. Sanki yumruk yemişçesine birden yere serildi.
“S-Suzune!”
Sudō zar zor konuşabiliyorken, ayağa kalkmaya çalıştı.
Fakat ayağa bile kalkmakta zorlanıyordu, bacaklarının feri kalmamıştı.
“Yo Horikita. Şu anlaşmayı yapalım işte.”
Horikita düştüğü yerden, kafasını kaldırıp Hōsen’e baktı.
“5 milyon puan. Sadece 5 milyon ile tüm sorunlarınız çözülecek?”
Fiyat o kadar çok yükseldi ki istesek de bunu ödeyemeyiz artık.
“B-bu saçmalık da neyin nesi…? Ayanokōji-kun… Öğ- öğretmenleri ara, lütfen…”
Bu durumu çözecek en iyi şey, bir yetişkinin müdahalesi olurdu.
Hatta, büyük bir kalabalığı buraya çağırırsak, Hōsen pes etmek zorunda kalır.
“Eee bu mudur yani…? Eh, elinizden ne gelir ki zaten. Beni mi ispikleyeceksiniz? Sanki siz bana el kaldırmadınız mı? Beraber mi gideceğiz güme? Birlikte mi uzaklaştırma alacağız? Derdiniz bu mu?”
Nefsi müdafaadan basit birkaç uyarı alırız sanırım.
Fakat bu olaya 3.bir tarafın müdahale etmesi yapılabilecek en iyi iş olur.
“Seni pislik!!”
“Yattığın yerden kalkma sen!”
Ayağa kalkmayı başaran Sudō, Hōsen’e doğru hareket ettiği halde, başına gelen tek şey, tekrar bir tekme yemek oldu.
Sudo’nun da işini bitirdiğini düşünen, Hosen gözlerini bana dikti.
“Daha ne kadar seyirci kalacaksın, pislik?”
“K-kaç git buradan… Ayanokōji… Kun…”
“Kaçmak mı? Aklından bile geçirme. Sen de arkadaşlarına katıl. Yeri süpürürsünüz!”
Bense, düşünüp duruyorum.
Hōsen’in bu kavgadaki çıkarı ne olacak diye.
Şartlarını kabul edelim diye bizi mi zorluyordu gerçekten?
Bu da pek gerçekçi gelmiyor.
“Horikita. Sana son bir şans veriyorum.”
“…Son mu?”
“Şartlarımı kabul edersen─ Ayanokōji’ye dokunmayacağım.”
Bu sözlerinden sonra, Hōsen cebinden bir şey çıkarttı.
Hafif karanlık olduğu için, ne olduğunu anlamak pek mümkün değildi.
Üzerindeki kağıdı kaldırınca, bir kenarı ay ışığında parıldadı.
“O ne…!?”
“Gözlerin kör mü? Küçük ve etkili bir bıçak var elimde!”
Bıçağın sivri kısmının parıldamasından, oyuncak ya da sihirbazların kullandığı sahte bıçaklardan farklı olduğu anlaşılıyordu.
“Teklifimi kabul etmezsen, Ayanokōji’ye bununla saldırıyorum.”
“Saçmalamayı kes artık!”
“Ben ciddiyim. Puan için, bu pisliği bıçaklarım, gözümü kırpmam.”
Sağ elindeki bıçağı göstererek, Hōsen yavaşça bana doğru döndü.
“Anlamıyorum lan. Senin ne özelliğin var? Kafam basmıyor.”
Gözlerini gözlerime dikerek Hōsen, öfkesini kustu.
“Lanet olsun! Bu kadar ileri gitmeme bile gerek yoktu belki de.”
Konuşma tarzından, bu saçma olaylar silsilesinin bir nedenden dolayı olduğu anlaşılıyordu. Bir beklentisi vardı.
Bana yavaş adımlarla yaklaştı.
Tam o sırada sınıf arkadaşı Nanase, onun önüne geçip kollarını açarak aramıza geçti.
“Yeter artık! Bu metodunu onaylamıyorum… Dur!”
“Çekil önümden, Nanase. Önüne geçerek kaçmasına fırsat veriyorsun. Yerini bil.”
“Sınıfımızın iyiliğini düşünerek sana gücümü kullandırdım. Stratejin ne kadar kötü olursa olsun; kendimi ikna edip iyi sonuçlanacağını düşündüm. Görüyorum ki yanılmışım.”
Hōsen ile aramda net bir şekilde durarak Horikita’ya bakışlarını dikti.
“Horikita-senpai, Hōsen-kun ile ortaklaşa çalışmanız başından beri imkansızdı. 10.sınıfların katına çıktığımızda size yem attık sadece.. Sırf işler bu raddeye kadar çıksın diye, komplo kurduk. Sizden istediği yüksek fiyatları ödeseniz bile, kaderiniz değişmeyecekti.”
Horikita’nın stresi bu gerçekleri duyduktan sonra daha da büyüdü.
Ne kadar çabalarsa çabalasın, Hōsen asla yardımcı olmayacaktı. Hatta bu, kendi çabasına bağlı bir sonuç da değildi. Böyle bir şeyin yaşanmasını hiçbirimiz beklemiyorduk.
Şimdi tüm bu yaşananları, saçma olayları düşününce, ortada belirsiz bir bilgi söz konusuydu. Hōsen ile Nanase’nin bildiği, bizim bilmediğimiz bir bilgi.
Bu sebeple, uzlaşmamız başından beri imkansızdı.
“Sızlanmandan bıktım usandım lan! Bana bu işi kitleyen de sensin. Neymiş efendim, sınıfımıza bir sürü puan gelecekmiş! ‘Ayanokōji denen çocuğun başını ezelim, olsun bitsin. Kazanacağımız avantajı düşün.’ Olan oldu artık!”
“Haklısın ama neden böyle onu hedef aldığını anlamıyorum.”
“Bu kısmı boş ver; ben dahil olmadım. Yolumdan çekil, yoksa seni de al aşağı edeceğim!”
Hōsen kendisini hazırlayarak Nanase’ye avuç içiyle kenara çekil işareti yaptı. Aynı az önce Horikita’ya yaptığı gibi.
Yalnız başıma dikilirken, önümde yaşanan sahneyi gözlemledim. Ve tek bir sonuca ulaşıyorum : tüm taşlar yerine oturdu.
“Hazır ol, Ayanokōji!”
Elinde silahla geldiği için herkes beni bıçaklamasını bekliyordu.
Gülerek bıçağı havaya kaldırdı.
Hafifçe duruşumu aşağı çekerek, daha net gördüm.
“Ayanokōji-kun─!”
Çoğu insan böyle bir durumda kaçmayı seçerken, ben ona doğru yürüdüm.
İzleyen herkes delirdiğimi düşünmüştür. Elinde bıçak olan birisine doğru yürüdüğüm için.
Özellikle de karşınızdaki insan Hōsen gibi iri yarı biriyse, kaçarsınız.
Hōsen yaklaştığımı görünce, 32 diş sırıttı. Ona yaklaşacak kadar salak birisi olduğumu düşünüyordur herhalde.
Fakat niyetim, bıçaklanmaktan kaçmak değildi.
Ben yaklaştıkça, Hōsen kolunu yavaşça indirip rüzgarı kesiyordu.
Bıçağın hedefi benim vücudum değildi─ kendi vücuduydu.
Sol elimi kullanarak bıçağın hedefine ulaşmasını engelledim.
Hōsen’in amacına ulaşmasına engel olmaya çalışmıyordum, bıçağın elimi kesmesini sağlıyordum.
“Ne─!?”
Hōsen’in benden beklentisi bu değildi. Hamlemi önceden tahmin etmesi de imkansızdı.
Kim, kasten bıçaklanmayı ister ki?
Bıçağı tutan kolunun donmasıyla, Hōsen’in yüzündeki gülümsemenin kaybolması bir oldu.
“Sen… Ayanokōji!”
Kafası karışmıştı. Tavırlarımla, kendime zarar vermiştim.
Elimde açılan yaradan kan akmaya başladı.
“Elindeki bıçak.. pardon, küçük bıçak benim aldığım bıçak, değil mi?”
“Ne diyorsun…?”
“Benim bıçağımla kendini bıçaklayıp, okula yaralandığını söyleyip beni zorla okuldan attıracaktın. Planın buydu, haksız mıyım?”
Bıçağı tutuşundan, karşısındaki kişiye saldırmayacağı aşikardı. Bıçağı ters tutarak, başkası bıçaklamış süsü verecekti. Bacağına bıçağı rahatça saplamak için kolunu bile aşağıya eğmiş, ters tutuyordu.
“Hahah! Her şeyi anladığın halde kendi kendini mi bıçaklattın? Deli misin sen?”
Hōsen biraz sarsılarak gergin bir kahkaha attı.
“Seni susturmanın en iyi yolu buydu. Zaten farklı da sayılmayız. Sen de kendini bıçaklamak için buraya kadar geldin.”
Doğru bir plan olduğunu düşünenler olsa da, kimse kendisine bu kadar ağır bir darbe vererek yaralanmak istemezdi. İşte tam da bu sebepten dolayı, böyle bir planı uygulamaya koymuştu.
“Galiba 9.sınıfların bir kısmına verilmiş, özel bir görev var. Nanase ile olan görüşmenize bakılırsa, bu görev: beni okuldan attırmak. Bunu başarabilmek için de, önce bizi köşeye sıkıştırıp sonra da zorla kavga etmeye zorladınız. Sudō ile Horikita’yı biraz patakladıktan sonra, kendimi korumak adına yanıma bıçağımı alıp seni yaraladığımı iddia ederek beni okuldan attıracaktınız. Bu absürt hikayenizin gidişatı böyle idi.”
Öğrenci konseyinin toleransı, işin içine bıçak girince ortadan kalkar; uzaklaştırma değil okuldan atılma cezası alırdım. Hatta sicilime dahi işlerdi, suçlu olarak ortada kalırdım.
“Senin önemli birisi olduğunu söylediler ama hiç öyle gözükmüyordun. Kendini bile bıçaklattın… bıçağın senin olduğunu nasıl anladın ki?”
“Ben de araştırmamı yaptım tabii ki. Daha düne kadar o küçük bıçağı tek alan kişi benim. Parçaları birleştirmem ile her şey belli oldu.”
Bıçağı elinden almak için kolunu tutabilirdim. Fakat burada ana sorunumuz çözülmeyeceği için, böyle bir hamle yapmadım. Ben engel olunca, o tekrar deneyecekti. Buna engel olmak için, elime bıçağı batırmasına izin verdim.
Hōsen bıçağı bırakmak istedi. Fakat diğer elimle tutarak bırakmasına izin vermedim.
“…Ne…? Sen de kimsin böyle…?”
Gücümü ilk elden hisseden Hōsen’in şimdiye kadarki duruşu yerle bir oldu.
“Ee, sırada ne var? Bıçağın sahibi ben olsam da, bıçaklanan benim, bıçaklayan sensin. Daha önceden bu bıçağın aynısını satın almaya çalıştığın da ortaya çıkacak. Kendini savunamazsan, okul hayatına elveda diyecek kişi sen olacaksın, Hōsen.”
Sadece benim değil, Hōsen’in de parmak izi bıçağın üzerindeydi. Bıçak elimi delmişti, bunu açıklamasını imkanı yok. Kendi stratejisiyle, onu vurdum diyebiliriz.
“Bu kadar ilerisini düşündün mü yani…!?”
Bana biraz ters ters baktıktan sonra, Hōsen bıçağı bırakıp aramıza mesafe koydu.
Böylece, artık tamamen suç üzerine kalmış oldu.
Bu arada, Horikita ile Sudō ayağa kalkarak, yavaşça kendilerine geldiler.
“İ-iyi misin, Ayanokōji-kun?”
“Ayanokōji…”
“Benim için endişelenmeyin.”
Benim için endişelenmeleri doğal olsa da, yeri ve zamanı değildi.
Şuan için en acil konu, Hōsen’e açık vermemek.
“Bu pisliklere ne anlattın…? Nanase, sen mi ispikledin beni onlara?”
“Hayır, ben hiçbir şey söylemedim.”
“Amasawa ile avm’ye gittiğimde bir gariplik sezmiştim.”
Amasawa’ın adını duyan Horikita, kendi kendine mırıldandı:
“Amasawa-san? O bu işe dahil mi yani…?”
“Evet. Mağaza çalışanının dediğine göre, Hōsen tam bıçağı alacakken, onu durdurup almasına izin vermemiş.”
Horikita’ya cevap verdikten sonra, Hōsen’e döndüm.
“Bu saçma planı kuran sensin, Amasawa ise planını mükemmelleştiren kişi. Kendi bıçağınla kendini yaralarsan, okul araştırma yapacak; başına bela olacaktı. Fakat bıçağı bana aldırınca, işler tamamen değişti.”
Amasawa ile Hōsen’in bu pahalı küçük bıçağı seçme sebebi, bıçağın bir kılıfının olmasıydı.
Kılıfı olanı alarak, işlerini kolaylaştırdılar.
Amasawa ile mağazaya girdiğimizde, etrafa dahi göz atmadan, daha önce mağazaya girdiğini belli edercesine, gidip bıçağı bulmuştu.
Kafama takılmıştı bu durum. Cuma akşamı da odama tokasını unuttuğu bahanesiyle gelerek küçük bıçağı mutfaktan aldı.
Tokasını ya oraya kendi koydu ya da kaybettiğini söyleyerek odama girdi. Kaybettiğini söylediği tokayı bulacağımı düşünerek de olabildiğince geç bir zamana bırakarak gelip aldı. Tek yapması gereken odama girip bıçağa değmeden alıp Hōsen’a teslim etmekti.
Bıçağı alamamış olsaydı, planlarını ertelemek zorunda kalacaklardı.
“Cık cık. O sürtüğe güvenmemem lazımdı. Hem de hiç.”
“Yanılıyorsun, Amasawa sayesinde doğru düzgün plan yapmışsınız. Onun yardımı olmadan, bir şey yapamazdınız.”
“Neyse artık. Şuan avantajlı duruma siz geçtiniz, değil mi Sempai? Eee?”
Şimdiye kadar olanların yanına bir de, elimden akan kanın Hōsen’in kıyafetlerine geçmesi var. Kısaca, kaçışı yok.
Bıçağı elimden alıp kendi bacağına saplasa dahi, istediği yönde ilerlemez.
Tabii, böyle bir işe kalkışırsa; onu durduran kişi ben olacağım.
Hōsen de elinde koz kalmadığının farkındadır.
Sıra geldi şimdi ne olacağa.
“Horikita, Sudō, bu gece olanları kimseye anlatmayacağınıza söz veriyor musunuz?”
“Ne diyorsun sen? Beni okuldan attırma fırsatını tepecek misin?”
“İki şartla evet.”
“İki mi?”
İlkini söyleme bile gerek kalmadan tahmin eder.
“İlki, sınıflarımız arası eşit bir iş birliği sağlamak.”
“Okuldan atılmaktansa mantıklı bir şart.. İkincisi nedir?”
“Bu sınavda partnerim olmanı istiyorum.”
Hōsen’i gördüğümden beri, istediğim birini seçecek olursam; ilk seçmem gereken kişinin o olduğunu düşünüyordum. Birkaç sebep sıralamam gerekirse; en büyük sebebi, sorunlu tavırlarından dolayı dikkat çekmek umrunda değildi. Tsukishiro’nun yerinde olsaydım, yardakçıma ön plana çıkmamasını tembihlerdim.
Horikita’nın uzlaşması işe yaramazsa, ben onunla özel olarak iş birliği için konuşmayı düşünüyordum. Bir nevi, bunca olay benim işime geldi.
“…Ciddi misin?”
“Buraya daha yeni geldin, henüz tatmadığın bir sürü şey vardır. Şimdi okuldan atılırsan, bu kampüsün keyfini hiç çıkartamazsın. Ortaokulda nasıl bir yerde büyüdün, ne yaptın bilmiyorum ama Ryūen ile eşit derecede iyiymişsin diye duydum. İnsanlar da seni öyle hatırlayacak. Ryūen’i bir yıldır tanıyorum ve gördüğüm kadarıyla şuanki halinle ona denk bile değilsin.”
“Seni pislik…!”
Bu Hōsen Kazuomi adındaki çocuğun, sarsılmaz bir gururu vardı. Çevresindeki en güçlü kişi olmasından dolayı ortaya çıkan egosundan gelen bir gurur.
Fiziksel güç konusunda Ryūen’den bir tık üstün olsa da, Ryūen’in ondan iyi olduğunu söyleyerek gururunu incitmiş oldum.
Onu üstün gördüğümü söylememe bile katlanamayacaktır.
B+ akademik başarısından dolayı sınavda havlu atmaya kalkarsa, okuldan atılacağı da kesin.
Sırf benden intikam almak için kendisini ateşe atacak bir tipe de benzemiyor.
Hōsen ne kadar masum gibi gözükse de, beyaz odadan birisi olmadığına %100 emin değilim. Yani, ne kadar çok çabalarsam çabalayayım, ondaki şüphelerimi gideremem.
Fakat bu gece kendimi korumak için iyi bir hamle yaptım. Hōsen sınavda kendisini geri plana atıp havlu attı diyelim. Elimdeki yara bir süre daha geçmeyecek.
Bu yarayı kullanarak okuldan atılmama engel olabilirim. Yara sayesinde Tsukishiro’nun bile hayır diyemeyeceği bir durum ortaya çıkıyor.
Okul, ne olduğunu araştırmaya başlayacak ve Hōsen’nin özellikle sınavdan 0 aldığı ortaya çıkacak.
Tsukishiro hile ve hurdaya başvurabilir. Bense okuldan atılma ortadan kalkana kadar elimden geleni yapacağım.
“Bu ne şimdi, Ayanokōji-sempai! Kanımı kaynatan tek rakibim sensin. Senin havlu atmanla bu iş bitmez artık. Seni eşek sudan gelene kadar dövmeliyim ki içim rahat etsin. Bu iş burada bitmeyecek, bil yani.”
Az önceki sarsılması artık yoktu. Hōsen çoktan ileriye odaklanarak, bir sonraki kavganın hesabını yapmaya başlamıştı.
“Ben burada kalıyorum. Ayanokōji-senpai’ye açıklamam gereken bir konu var.”
“Huh? Ona ne diyeceksin, Nanase?”
“9/D sınıfının yararına olabilecek bir şeyden bahsedeceğim. Ayanokōji-senpai ile Horikita-senpai, bizden yana şüpheleniyorlar. Diğer sınıflardan yana da etekleri tutuşsun istemez misin?”
“Sen bilirsin.”
Hala ne söyleyeceğini detaylı olarak bilmesek de Hōsen, Nanase’nin önerisini kabul ettikten sonra, aramızdan ayrılan ilk kişi oldu.
★ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ★