Elitler Sınıfı - Cilt 12 - Bölüm 8 - Baskın
Cilt 12 – Bölüm 8 – Baskın
Ertesi gün, öğlen molasında işler karıştı. Herkes yemeğini yemiş, öğleden sonraki dersleri beklerken bir olay patlak verdi.
“H-hey, çömezlerden gelen varrr!”
Sınıfa seslenen kişi, sınıf arkadaşımız Miyamoto idi. Bu özel sınavın amacı, 2 dönemden öğrencileri partner yapmak olduğu için, onlardan bize gelenlerin olması doğaldı. Fakat bizim sınıfın bir kısmı bu durumu garipsiyor.
“Senpailerinin sınıfına gelecek kadar cesaretleri varmış demek.”
Tam içimden bu durumu düşünüyor, değerlendiriyorken, Yōsuke bana açıklama yaptı.
“Biz de 11’lerin sınıfına gitsek, dikkatli davranırız değil mi?”
“Evet…”
Senpailerden biriyle aramız iyi olsa, garipsemeyiz ama 9.sınıflar için durum bir tık farklı.
Çoğu öğrenci şuan, düşman sahasına giriyor gibi hissediyordur.
Bu açıdan bakarsak, birkaç kişinin bizim katta belirmesi şaşırmaya değer bir olay.
Yōsuke koridora göz atmaya çıkınca, ben de peşinden gittim.
Horikita ile Sudō da arkamızdan geldiler.
İlk fark ettiğim kişi, iri yapılı bir çocuk oldu. Göze çarpmasının birkaç sebebi var: Mesela, Sudō ile aynı boyda.
Fakat asıl onu dikkat çekici kılan şey, küstahça bir yüz ifadesiyle, kendine güvenen adımlarla 10.sınıfların koridorunda yürüyor olmasıydı.
Partner arayışında olmadığını belli eden tavırlarından dolayı, Horikita o çocuğun tam önüne geçip dikildi, yolunu kesti. Sudō da hemen arkasından gitti.
Nedense bu sahnede, o çömezlerin gözlerini diktiği kişi bendim. Oysa onları uzaktan izliyor, sesimi dahi çıkartmıyordum. Bu arada, o iri yapılı çocuğun yanında da bir kız öğrenci var.
Çok geçmeden bakışlarını çevirip Horikita ile yüzleştiler.
Dün uygulamadan ezberlediğim bilgileri aklıma getirdim.
Horikita, tahminimizden daha önce 9’larla iletişime geçti.
“Bu çıtır da kimmiş?”
“Dur bir saniye bakıyorum… Ah, buldum.”
Kız telefonunda birkaç tuşa bastıktan sonra, ekranı çocuğa gösterdi.
“10/D’den, Horikita Suzune. Akademik başarısı A-, eh?”
Kız, çocuğa göre çok daha nazik konuşuyordu. Garip bir ikiliyle karşı karşıyayız.
Çocuk, Horikita’nın yanında duran Sudō’ya bakışlarını çevirince, kız da tekrar telefonunun kurcalayıp ekranını çocuğa gösterdi.
“Sudō Ken? …Hahahahahaha!”
Sudō’nun değerlendirmesini görünce, alay ederek bir kahkaha patlattı.
“Ben, 9/D sınıfından Nanase. Yanımdaki sınıf arkadaşım H─”
“Hōsen.”
Bu ikili sadece adlarını söyleyerek kendilerini tanıttılar. Bu arada, bu cesur çocuğun tam adı: Hōsen Kazuomi. Kızınki ise, Nanase Tsubasa.
Kızın dediği gibi, ikisi de 9/D sınıfı öğrencileriydi.
Dün tanışamadığımız sınıftan öğrenciler, ayağımıza kadar gelmişler.
Beklenmedik ziyaretleri şaşırtsa da, Horikita için bu durum, hem iyi hem de kötüydü : Şuan bir anlaşma yaparak, diğer 10’ların dikkatini çekmiş olurduk, etrafta dolananlar var çünkü. Kötü olma sebebi buydu.
“Yeni öğrenci olmanıza rağmen, ikinizin bu tarz tavırları takdire şayan. Tavrınıza hayran kaldım.”
“Hah? Hayran mı kaldın? Kendini bir bok mu sanıyorsun şimdi sen?”
“Ne dedin sen? Bu boktan tavırlarını kendine sakla, seni çömez.”
Hōsen’nın Horikita’nın üzerine yürümesiyle, Sudō da gaza gelip aralarına girdi.
Aynı boyda olmalarına rağmen, Hōsen yapılı olduğu için, Sudō yanında küçük kaldı.
“Akademik başarın E+ demek… aptalsın demek, bir de gelmiş havalı havalı konuşuyorsun burda.”
“Ne dedin sen!?”
Sudō daha çok sinirlendi. Hōsen ise görmezden gelip yanından geçerek ilerledi.
“Eh, 10/D sınıfında üç beş sülük varmış sadece. Ben de umutlanmıştım.”
“O da ne demek oluyor?”
“Sizden bir bok olmaz demek oluyor. Bizim sınıfa yalvarmadığınız sürece, kendinize asla partner bulamazsınız demek oluyor. Ben de sizin gibi asalaklara yardımcı olayım diye buralara kadar geldim işte, çaktın mı şimdi?”
Hōsen, Horikita’nın sorusuna sertçe cevap verdi. Sanki onu test ediyor gibi bir hali var.
“Yani, bizimle partnerlik kurmak istediğinizi söylüyorsunuz? Ve bunu da, bu tarz bir tavırla mı dile getiriyorsunuz?”
“Yok canım, ne münasebet. Bize yalvarması gereken taraf sizsiniz. Ben, sadece buraya kadar gelerek size bir iyilik yapmış oldum, o kadar.”
Hōsen kendi bakış açısını vurgulayarak, onun sözlerini inkar etti.
“Hadi acele edin de eğilin önümüzde. Yalvarın da, bu iş bitsin.”
Sudō’nun öfkelenmesini fark edip kolundan tutarak kontrolden çıkmasını istemeyen Horikita:
“Bir yanlışın var ama. Biz eşit durumdayız.”
Kendinden emin bir şekilde, Hōsen ile arasındaki güç farkını önemseden konuştu.
“Eşit derken? Bu yanındaki koca kafayla aynı kefeye nasıl koyuyorsun bizi?”
“Sen de D sınıfındasın. Aramızda fark yok.”
“Anlamamışsın, güzelim. Biz istesek, sizi karınca gibi ezeriz. Eğer işler çığırından çıksın istemiyorsanız, yerinizi bilin ve yalvarmanız gereken yerde yalvarın.”
Anlaşılan bu Hōsen denen çocuk, bu sınavda avantajlı konumda olduklarını anlamış.
“Bize ne yapacaksınız çok merak ediyorum, neymiş bu çığırından çıkacak şeyler?”
Horikita cevabı bal gibi biliyordu. Fakat onun ağzından duymak için sordu.
“Anladın da numara yapıyorsun demi? Sizin notlarınızı kasıtlı olarak düşürebiliriz diyorum. ”
Bu sözleri duyunca Horikita, alt dudağını ısırdı.
“Huh? Bu da ne demek çömez! Sınava müdahale ederek okuldan atılırsın anca!”
“Sus artık, Sudō-kun. Kendini kaybedip durarak bize zarar veriyorsun.”
“Ama…”
Hōsen’nun agresif tavırları, Sudō’yu çileden çıkartmak içindi bence.
Hōsen haklı bu arada.
“Evet, sınavda hileye başvuranlar yakalanırsa okuldan atılıyor. Fakat, partner bulamamanın cezası farklı. Hatta bu konu sadece sizi zarara sokuyor, haksız mıyım?”
Zaman kaybedip partner bulamazsanız, rastgele bir seçim gerçekleşecek ve toplam notunuzdan 5% ceza alacaksınız.
- sınıflar okuldan atılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı için, 9’lardan daha büyük bir etkiye sahip olacak bu ceza.
“D-doğru mu diyor!?”
İnanmakta güçlük çeken Sudō, Horikita’dan cevap istercesine bir bakış attı.
Horikita ise hafifçe başını sallayarak onayladı.
“Kendi topuğunuza sıkmak çok mu hoşunuza gidiyor? Daha okul yeni başladı, kaybetmeye bu kadar aç mısınız?”
Ceza alırlarsa, 500 puan üzerine çıkma şansları da azalır.
“Bizi yıkmaz böyle şeyler… ama onlar için aynı durum söz konusu değil, dimi?”
Hōsen, yanındaki Nanase’ye dönerek onay istedi.
“Evet. Biz sadece 3 aylık puanımızdan olacağız. En fazla 240,000 puan almayız. Çok ciddi bir problem olduğunu düşünmüyorum.”
“Şimdi çaktın mı, Horikita-senpai?”
Hōsen, senpaisi olan Horikita’nın önünde, kendisi ondan üstünmüş gibi dikildi.
Bu tavrını gören Sudō, kendisini tutamadı ve…
Tabii, yumruk atmayacak kadar iradesi olduğu için, Horikita’nın önüne geçerek sert ve agresif bir tavırla Hosen’e baktı.
“Canın dayak istiyor galiba?”
Hōsen, Sudō’ya sesi dahi titremeden meydan okudu.
“Küstahın tekisin değil mi!?”
“Duruşunu bozma, Sudō-kun. Bu okulun kurallarını unutma.”
Belki çömezler bilmiyordur ama bu koridorun her yerinde kameralar var.
Kameralar sürekli açık olduğu için, okul her an kayıtları kanıt olarak kullanabilir.
“Evet…”
Horikita tarafından sürekli engellenen Sudō, bu duruma bozulsa da ses çıkartmadı.
Ani saldırgan tavırları kötü bir huyu olduğu için, Horikita’yı dinlemek mecburiyetindeydi.
Sudō kafasını çevirip son kez Hōsen’a baktığı an, Hōsen elini kaldırıp onu göğsünden ittirdi.
“Nee!?”
Sudō bu ani saldırı karşısında dengesini kaybedip yeri boyladı.
“Sende de sadece boy varmış. Dokundum lan sadece, hemen kendini yere attın!”
Olaya şahit olan 10.sınıflar da Hōsen’in bu agresif ve dikkatsiz tavırlarına şok oldu.
Çok cüretkar tavır sergilediğini düşünürsek, şiddete başvurduğu düşünülebilir.
Eğer bu okulda bu tarz tavırların hoş karşılanmadığını bilseydi, asla bu cesareti gösteremezdi.
Bu yeni öğrenciler, okulun çalışma sistemine bizim geçen yılki halimizden daha bilgiliydi.
Ryūen’in dünkü iddia ettiği gibi kapsamlı bilgiye sahip olsalardı, Hōsen’in bu tavrının ihtiyatsız olduğunu söylerdim.
Tahmin ettiğim kadar okulla ilgili bilgileri olmayabilir mi?
Hayır, öyle de değil gibi.. o zaman….
“Seni pislik!”
Tavrını tekrar korumayı başarıp ayağa kalkan Sudō, Hōsen’in kendisine yaptığını tam olarak idrak edip bir süredir içine attığı öfkesini tam püskürmek üzereydi ki….
Uzaktan durumu izleyen birisi araya girip onları durdurdu.
“Ne yapıyon lan’!?”
10/C sınıfından Ishizaki Daichi.
Hemen öfkelenip öfkesini kontrol edemeyen bir delikanlı olarak, yürekli, cesur biriydi. Sudō’yu kendisinden birisi olarak görünce, dayanamadı ve öne çıktı bence.
“Bu 10.sınıflar da hamam böceği gibi, etraftan bir anda fırlayıp duruyorlar. Hahahaha!”
Hōsen sırıtarak kendince espri yaparken yanındaki kız, Nanase istifini bozmadan, onu hemen uyardı.
“Buraya konuşmaya gelmedik mi, Hōsen-kun? Kavga edeceksen, ben gidiyorum.”
“Kavga mı? Kedi sever gibi göğsüne dokundum sadece canım! Ne abarttın, ha. Kusura bakmazsın sen de değil mi, Sudō.”
Saygı ekleri dahi kullanmadan, sanki onu ezercesine konuştu.
“Oi! Bu iğrenç tavırlarının da bir sınırı var lan, katlanacak değiliz!?”
Ishizaki, kolunu Hōsen’nin yakasından tutmak için kaldırdı. Kendisine gelen bir kol olduğunu fark eden Hōsen ise, bir yan gülüş atarak sırttı.
“Ölmek istemiyorsan, kenara çekil, Ishizaki.”
Ishizaki bu uyarıyı duyunca, eli havada asılı kaldı.
Bu uyarı, tahminimce arka planda olayı izleyen Ryūen’de geldi.
“N-neden durduruyorsun, bırak bitireyim işini, keselim şunun biletini!!?”
Ishizaki, Ryūen’in onu durdurmasına şaşırmış olacak ki hafif sert çıkışarak sordu.
“Sen niye karışıyorsun ki, Ryuen??”
Aynı sınıftan olan Ibuki de bu duruma tepkisini gösterdi.
Ryūen bu tarz kavgaları severdi. Hatta alkış bile tutardı. Kamera olsun olmasın, kavgaya tereddüt etmeden dahil bile olurdu.
İşte tam da bu yüzden, neden müdahale ettiğine şaşırdılar.
Ryūen, küçük bir el hareketiyle Ishizaki’yi seyirci tarafına gönderip Hōsen’in önüne kendisi geçti.
“Yeni rakibim sen misin? Sudō’dan daha cılız bir şeysin sen ya.”
Ryūen’in yapılı ve cüsseli olmayışından dolayı, Hōsen onu eleştirdi.
“Adını çok duydum, aslanım. Geldiğim yerde ‘Hōsen’ adı epey meşhurdu. Tabii, böyle aptal bir yüz ifadesine sahip olduğunu hiç tahmin etmiyordum, orası ayrı.”
Ryūen, Hōsen’i Sudō’yu aşağıladığı gibi aşağıladı. Klasik Ryūen tavırları işte.
Normalde düşmanımız olan Ryūen, böyle bir olayda araya girerek bize destek oluyordu.
Sudō da ortamdaki havanın değişmesiyle kendine geldi.
“Bu çocuğu tanıyor musun, Ryūen-san?”
“Ryūen mi?”
Hōsen’in yüz ifadesi Ryūen’in adını duymasıyla değişti; 32 diş sırıttı.
“Oi oi, gerçek mi bu? Aman allahım! Kaderin işine bak sen! Adını o kadar çok duymuştum ki, canımı sıkmaya başlamıştın, Ryūen.”
“Demek adımı hatırlayacak kadar zekan varmış.”
Bu ikili birbirlerini bir süredir tanıyor demek. Hōsen, büyük ihtimalle Ryūen ile aynı mahallede falan büyümüştür?
Bu arada, Ryūen’in sınıf arkadaşları Ishizaki ve Ibuki ile iletişimine bakılırsa, kendisine geldiğini söylemek mümkün. Bir süre sınıfının liderliğini bırakmışken, çabuk toparlamış, komuta ondaydı.
“Ama— ama ben seni böyle hayal etmiyordum be, Ryūen. Sıska cılız bir şeymişsin…. tam bir hayal kırıklığı yaşadım, ha. Gözümde çok büyütmüşüm seni.”
“Ah, benim tam beklediğim gibisin. Tam tahmin ettiğim gibi kas kafalı çıktın.”
“Kaç kez paçanı aşağı almak için sizin oralara geldim bir bilsen! Ne hikmetse bir kez bile karşılaşamadık. Benden saklanıyordun hep değil mi? Hatta ordan kaçıp, tüm işi ahbaplarına kitledin demi?”
“Kuku, şans hep senden yanaydı demek, Hōsen. Benimle karşılaşsaydın, şuan böyle caka satıyor olamazdın. Yenilgi nedir bilmediğine göre, çok şanslı biriymişsin demektir.”
“Ben, senin kuyruğunu sallaya sallaya kaçtığına eminim. Madem aksini iddia ediyorsun, o zaman kapanmayan meselemize burada, şimdi son verelim.”
Hōsen öz güvenini gösterircesine elini yumruk yaptı.
Hōsen, ortaokuldan Ryūen’i tanıyorsa şayet, bendeki Ryuen izleniminden farklı değildir diye düşünüyorum.. belki de Ryūen’i rakip olarak bile dikkate almamıştır?
“Kendine gel. Senin gibi bir gorillayla çıkarım olmadan kavga etmem ben.”
Kavga davetine karşılık, Ryūen kışkırtmasını reddetti.
Elbette, böyle bir mekanda kavga etmesi mümkün değildi ama…
Ishizaki’gil büyük ihtimalle mekan değiştirip kavgayı kabul edeceğini düşünmüşlerdir.
“Bu çocuk çok mu kavgacı biriymiş? Sudō’dan daha yapılı falan ama…”
“Kim bilir, belki de.”
Ryūen şuan bir cevap verme niyetinde değildi. Arkadaşlarına talimat vermeden önce hafifçe gülümsedi.
“Biz gidelim, bu kadarı yeter.”
“Bu çömezin bizi küçük görmesine izin mi vereceksin yani?”
Ibuki, Ryūen’in her şartta, kimle karşı karşıya olursa olsun, tereddüt etmeden kavga edeceğini bildiği için, meraklanıp sordu.
“Hah! İstediğimiz zaman meselemizi kapatabiliriz. Şuan olmaz.”
Ryūen, Ibuki’ye sakin ve usturuplu bir cevap verdi.
En doğru kapanış bu olacak diye düşünürken — Hōsen öne doğru ilerleyerek Ryūen ile arasındaki mesafeyi kapattı.
“Bu çıtır, senin gruptan mı?”
Ryūen’e bu soruyu sordu.
“Eh, öyle denebilir.”
“Huh? Ne? Ben öldüm mü de patronummuş gibi konuşuyorsun?”
“Ne? Bir de kıza kirli işlerini mi yaptırıyorsun? Aman, aman!”
“Sen benden farklısın sanki. Oyuncak bebeğini yanında getiren sensin?”
Benzer bir durum söz konusuydu evet. Hōsen de Nanase adında bir kızla gelmişti.
“O benim tayfadan değil. Eh, önemi yok zaten. Bu işi dışarda çözelim, Ryūen.”
“Sana hayır dedim.”
Hōsen onu kışkırtmaya devam etse de, Ryūen reddetmede ısrarcı oldu.
Niyeti olmadığını göstermek istercesine Hōsen’e sırtını döndü.
“Öyle mi? O zaman─”
Ryūen umursamazken, Hōsen bu durumdan rahatsızdı. Bir anda kolunu uzatıp Ibuki’yi yakasından tuttu. Ibuki de onun kolundan kurtulmaya çalıştı ama…
Ibuki çırpına dursun, Hōsen eline uyguladığı gücü arttırıp kızı yakasından tutarak havaya kaldırdı.
“!?”
Ibuki ne yapacağına karar veremeyip debelenmeye devam etti.
Hōsen ise, korkusuzca gülümsüyordu. Kolunu ise öyle bir tutuyordu ki sanki çelikten yapılmış…
Ryūen arkasını dönüp Ibuki’ye olanları gördü.
Ibuki, elleri ve ayaklarıyla Hōsen’den kurtulmak için elinden geleni yapsa da nafileydi.
“Haha! Devam et, kurtulmaya çalış. Sen de tüm grubunu sal üstüme. Ben gocunmam, altta da kalmam. ”
Korkusuzluktan çok, öz güven patlaması vardı sözlerinde.
Bu durumda, olaya müdahale etmek kolay bir karar değildir.
Olay büyürse, okul araya girerdi. Okulun müdahalesini düşünerek herkes geri planda kalıyor, karışmak istemiyordu hatta.
Tabii, tek bir istisnamız var: Ryūen. Şaşırtıcı bir şekilde öne çıktı. Hōsen’in tam önüne geçip yüzünü hedef aldı, ardından Ibuki’yi kurtarmak için, vücuduna darbeler salladı. Ardından Ryūen, Hōsen’e sürekli tekmeler attı. Hōsen hala Ibuki’yi bir eliyle tutuyor, darbeleri ise önemsiz gibi geçiştiriyordu.
“Seni pislik!”
O sırada Ishizaki de aralarına katıldı.
Öyle olay büyüdü ki okulun koridorunda olduğumuza inanması zordu.
“Evet… Harika! Bu okula gelmekle ne iyi etmişim be!”
Aniden ciddi bir kavga patlak verebilirdi.
Etrafı sessizce izleyen Nanase, lafa girdi.
“Lütfen dur, Hōsen-kun.”
Hōsen, Ibuki’yi bir eliyle tutarak 2 kişiyle savaş verip kuyruğu dik tutmasına rağmen, Nanase’nin seslenmesiyle şov durdu.
“Ne dedin sen?”
Ricasına itaat etmek yerine, şovuna çomak soktuğu için, hafif öfkelenmişti.
“Senpailer, kameralardan yana endişeli. Bence burada olay çıkartarak kazançlı çıkamayız.”
“Yeter. Ben de biliyorum. Bu yüzden onlarla uğraşıp duruyorum ya zaten?”
- sınıflar olarak kameralardan dolayı özgürce hareket edemediğimizin farkında olduğunu dile getirdi.
Bu durumda, Hōsen’in tavırları anlaşılmaz bir hal alıyor.
Hōsen,Nanase’nin ricasını görmezden gelerek önündeki kavgaya odaklandı tekrar. Hal böyle olunca, Nanase sert cümleler kurarak onu zorladı.
“Madem yaptığının farkındasın, durman gerekiyor demektir. Bu tarz faydasız olaylar çıkartarak zaman kaybetmeye devam edersen, işleri ben devralacağım. ‘O konudan’ burada bahsetmemi istemezsin herhalde.”
Belirsiz olarak tanımlanan ‘o konu’ sayesinde, Hōsen 2.kez duraksadı.
Sonra yüzünü asıp gözlerini devirerek elini serbest bıraktı. Ibuki kendisini yerde bulmasıyla öksürmeye başlaması bir oldu.
“Peki, Nanase. Beklentilerimi karşılamazsan şayet, senin gibi bir kıza dahi acımayacağımı unutma.”
“Zamanı gelince, konuşuruz bu konuları.”
Hōsen’in tehditkar konuşmalarına rağmen, Nanase kendine güvenerek, net bir şekilde cevap verdi.
Senpailerinin katında olmasını umursamadan, sakin ve aklı başında davranıyordu.
Hōsen denen çocuk sıradışı birine benziyor.
10.sınıflar arasında, dövüş yeteneklerine güvenen öğrenciler vardı; Ryūen, Sudō ve Albert gibi.
Çömez olmasına rağmen, Hōsen tam bir baş belası.
Onunla kapışsam belki onu kontrol altında tutamam. Şuan yapabileceklerine az çok vakıf oldum; Fakat potansiyeli ne kadar yüksek tahmin bile edemiyorum.
Ryūen’in, Ishizaki’yi dahil etmek istememesinin sebebi, büyük ihtimalle yumruk yumruğa bir kavgada dezavantaja düşeceklerini bilmesindendir.
Acımasız bir çömezle karşı karşıyayız.
“Peki. Burada şov bitsin. İşimizi de tamamladığımıza göre gidelim, Nanase.”
Ryuuen: “Evet. Doğru bir karar verdin.”
Kavga hariç yaşananlardan hoşnut olan Hōsen, sırıtarak Ryūen’e dönüp son kez baktı.
“Önümde diz çöker, bana secde edersen, seninle partner olabilirim belki, Ryūen-paisen.” [Ç.N: Paisen= samimi olduğunuz ya da eğlenerek seslenirken kullanılan senpai’ye eş değer bir kelime imiş]
“Pardon, ben insanlarla iletişim kurmaktan yanayım. Senin gibi bir gorille işim yok.”
“Çok üzüldüm be.”
Bu garip olaylar silsilesi bitmek bilmiyordu.
Hōsen ile Nanase dışında, bu olaylara seyirci kalan bir 9.sınıf öğrencisi daha vardı.
Bu çocuk onlara bakakaldığı için, Hōsen’in öfkesine maruz kaldı.
“Genel izleyici misin sen, pislik?”
“ ‘Akıllı adam, kavgadan uzak durur’ atasözünü hiç duymadın mı?”
Bu sözleriyle, kaşlarını çatmış sert bakan Hōsen’in sorusunu geçiştirmiş oldu.
“Dostane bir konuşma olsa neyse de, burada olay çıkartmanın kimseye faydası yok, Hōsen-kun. Buradan ilk gitmesi gereken sensin, haksız mıyım?”
Çocuk tavsiyesini verirken, bir yetişkin koridora girdi.
“Burada ne işin var, Hōsen?”
Öğrencilerin çıkardığı kaosu bastırmak için, takım elbiseli bir adam çıka geldi.
Adamın konuşmasıyla 10.sınıfların çoğu sınıflarına koşuşturup gözden kayboldular.
“Hōsen, yerinde duramadığını anlayabiliyorum. Fakat okulun kurallarını kulaklarınızdan kan gelecek kadar dinlemiştin.”
“Evet, evet. Peki.”
“Madem anladın, buradan uzaklaş. Koridorda kavga etme.”
“Bu saçmalık kavga bile değildi, hocam.”
Sinsice sırıttıktan sonra, Hōsen ellerini cebine koyup arkasını dönerek yürümeye başladı.
Beklenmedik bir şekilde hızlıca geri adım atınca, Nanase da geri çekildi.
“Görüşürüz, Horikita.”
Housen, arkasını dönmeden Horikita’ya seslendi… hatta, D sınıfına bir bütün olarak seslendi desem yeridir.
“Rahatsızlık için özür diliyorum.”
Nanase başını eğip bu olaya noktayı koydu.
Kafasını kaldırdığında bana son kez baktı. Ardından çekip gitti. Buraya ilk geldikleri bakışın aynısıydı. Sanki bir şeylerin peşindeymiş gibi değişik, meraklı bir bakış.
Onun bana baktığını fark edince, hemen kafasını çevirip Hōsen’in peşinden gitti.
“Sınıfım adına özür dilerim. Size zorluk çıkarttılar.”
Bir köşede durumu izleyen öğretmen, Horikita’ya dönüp özür diledi.
“Ne demek…”
“Buradayken size kendimi de tanıtayım. Ben, 9/D sınıf öğretmeni, Shiba Katsunori. Okula yeni geldiğim için, henüz tanışma fırsatımız olmadı. İlerde sizinle de tanışıp kaynaşırız.”
Kısa bir tanıtımdan sonra, Shiba-sensei arkasını dönüp öğrencileri,Hōsen ile Nanase’nin arkasından gitti.
Shiba-sensei’nin yerine , az önce Hōsen’e laf sokan 9.sınıf öğrencisi öne geçip bize selam verdi.
“Bizim dönemden Hōsen-kun, size zorluk çıkartıp sizi yordu. 9.sınıf öğrencileri adına sizden ben de özür dilemek isterim.”
Hōsen’in aksine, bu çocuk hitabet sanatından anlıyor gibiydi.
“Biz, 9.sınıflar olarak hala bu özel sınavın mantığını anlayamadık. Bize yardımcı olursanız, çok memnun oluruz.”
Kısa özründen sonra, öğrenci arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı.
Fakat o an bir şey fark etti ve durakladı. Hatta birisini fark etti demeliyim.
10 D sınıfından bir grup kız öğrenci, mola bitimine doğru dışardan gelip sınıfa doğru yaklaşıyorlardı: Matsushita, Kushida, Satō ve Mii-chan.
Aralarından Kushida’ya şaşkın bir yüz ifadesiyle bakakaldı.
“Burada bir şeyler olmuş gibi… bir sorun yoktur inşaallah, Horikita-san?”
Öğrencinin varlığını gördüğü halde Kushida, Horikita’ya neler olduğunu merakla sordu.
“Endişelenecek bir durum yok.”
“Öyle mi?”
Horikita’nın açıklamayı reddetmesine karşılık, Kushida omuz silkip sınıfa gülerek arkadaşlarıyla girmek için ilerledi.
“Uhm… Kushida-senpai?”
“Eh?”
Birinin kendisine seslendiğini duyunca, Kushida arkasını döndü.
Çocuk Kushida’nın adını biliyorsa şayet… tanıdık birisidir ama…
“Erm?”
Kushida ona şaşkın şakın bakakaldı. Aralarındaki atmosferden tanıdıklık olmadığı belli oluyordu.
“Beni tanıyamadın mı? Eh, tabi… doğru. Benim, Yagami Takuya.”
Adını duyduktan sonra, Kushida bir süre düşündükten sonra cevap verdi.
“Yamagi… Ah! O Yagami-kun!?”
“Evet, o Yagami. Görüşmeyeli uzun zaman oldu, değil mi senpai!”
“Demek sen de bu okula geldin, Yagami-kun! Ne güzel bir tesadüf!”
“Kushida-senpai, seni tekrar göreceğim aklımın ucundan geçmezdi!”
“Tanışıyor musunuz?”
Satō merakla sorunca, Kushida başını salladı.
“Evet. Pek konuşmuşluğumuz yoktu. Yagami Takuya-kun, çok zeki bir öğrenci izlenimi veriyordu bana hep. Farklı dönemlerde olduğumuz için çok görüşememiştik.”
“Bu konudan haberin var mıydı?”
Horikita’nın kulağına fısıldayarak sordum. Hemen cevap geldi.
“Eh, hayır.”
“Eski okulundan pek kimseyi tanımıyorsun galiba?”
“Evet. O sıralar etrafımda ilgilenmediğimden, kimseye vakit ayırmadım.”
Demek hatırlamıyor… daha doğrusu, kimseye dikkat kesilmemiş.
Kendi sınıfına dahi ilgi göstermediğini düşünürsek, alt sınıflardan birini tanıması daha zor tabii.
Kushida ilk çıkartamadı. Ama herhangi bir çocuk, Kushida’yı bir kez görsün, hatırlardı.
Göze batan bir hali var malum.
“Hayran olduğum bir senpai ile aynı okula gidebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum, Kushida-senpai.”
“Biraz abarttın sanki…”
Kushida utanarak cevap verdi. Yagami ile aynı okula gittiğine göre… kafamda birkaç soru işareti belirdi.
“Bu Yagami denen çocuk o inceyi biliyor mudur dersin?”
Tekrar Horikita’ya fısıldadım. ‘O inceyi’ derken, tabii ki Kushida’nın geçmişini ima ediyordum.
Kushida ortaokuldayken hani sınıfının dağılmasına sebep olmuş ya, o olay.
Aynı okulda okudukları için, Horikita’nın geçmişini bildiğini düşünerek onu düşman bellemişti. Kushida, geçmişinin açığa çıkarılacağını ve ne kadar yetenekli birisi olduğunun bilinmesinden yana dertlenip Horikita’yı okuldan attırmak istemişti.
Aynı okula gittilerse, Yagami de bu konuyu biliyordur ama..
“Bilmese şaşırırım ama hiç belli olmaz.”
O zaman, Yagami’nin varlığı da, Kushida için bir tehdit?
Aynı okuldan, aynı döneme öğrenciler geldiği gibi, alt döneme de bir öğrenci gelmişti.
“Biraz alelacele olacak ama Kushida-senpai, istersen partner olabiliriz?”
Daha yeni karşılaşmalarına rağmen, Yagami elini uzatıp gülümseyerek bir teklifte bulundu.
Geçmişini bilmediğini mi ima etmeye çalışıyordu yoksa…. ‘bildiğim halde umrunda değil’ gibi bir imaj mı çizdi?
“Benim gibi biriyle partner olmak istediğine emin misin? Benden daha başarılı biriyle partner olmalısın, Yagami-kun.”
Yagami Takuya’nin Akademik başarısı A idi. Bu sebeple, Kushida çekingen davranmıştır.
Telefonunu karıştıran Horikita kendisi için, onun öyd programındaki bilgilerine bakıyordu.
“Bu okulda tanıdığım kimse yok desem yeridir. Güvendiğim birisiyle partner olmak isterim.”
ÖYD programı size kişinin bilgilerini gösteriyor, kişiliğiyle ilgili bilgi vermiyordu.
Bu sebeple, Yagami tanıdığı birisiyle partner olarak iyi bir sonuç almak istemiştir.
“Erm, eh, biraz düşünebilir miyim…?”
Yagami’den yana endişesi mi vardı yoksa başka sebepten midir bilinmez, Kushida zaman istedi.
“Tabii. Senin cevabını bekleyeceğim, partner olmayacağım kimseyle, Kushida-senpai.”
Bu başarısıyla, hemen bir partnere ihtiyacı yoktu.
Yagami isteğini geri çevirmedi ve memnuniyetle bekleyeceğini dile getirdi.
“Aman be! Ben olsaydım, bir saniye düşünmezdim. Şansa bak… ”
E+ akademik başarısıyla Sudō, Kushida’nın istediğini seçebilme özgürlüğüne sahip olmasını kıskandı.
“O zaman daha başarılı olmak için daha çok çalış.”
“Evet, başarılı olacağım!”
Şuanki durumundan hoşnut olmadığını dile getirerek daha başarılı olmak için can attığını belli etti. Horikita’gilden biraz uzaklaşmayı tercih ettim.
Haruka’nın bulunduğu yerden sürekli bana kaş göz işareti yaparak çağırdığını fark ettim de.
Ayanokōji grubundan: Akito, Keisei ve Sakura ile birlikteydi.
“Çok korkunç biriydi, demi..?”
İlk duyduğum cümle Airi’nin, Hōsen hakkındaki düşüncesiydi.
“Sudō-kun ve Ryūen-kun gibi 9’larda da baş belası öğrenciler varmış, peh?”
Az önceki şova şahit olan Haruka, öfkeyle söylendi.
Tam yanında duran Akito da Hōsen’in gittiği yere gözlerini kitlemiş duruyordu.
“Miyachi? Ne oldu?”
“Delinin birisi gelmiş okula. İlerde fırtınalar kopar okulda. O çocuk…. Hōsen o kadar güçlü ki Sudō ile Ryūen, yanında halt etmiş.”
“Ne? Onu sen de mi tanıyorsun, Miyachi?”
“Bizzat görmemiştim ama Ryūen ile Hōsen, geldiğim yerde epey ünlü.”
Akito, Ryūen ile Hōsen’in gittiği ortaokula yakın bir yerlerde yaşıyordu.
“Okulumdaki gangster lideri kendisine çok güveniyordu. Bir gün ne olduysa aniden ortadan kayboldu. Sonra duyduk ki ondan daha küçük Hōsen adından bir çocuk onu teke tek bir mücadelede dövmüş ve hastanelik etmiş. Hem de Hosen, kendisinden 2 yaş küçüktü o zamanlar.”
“G-gangster lideri mi? Hani şu shounen mangalarındaki gibi miii! Hayalet gibiler ha.”
“Geldiğim yerde böyle delikanlılar çok.”
“Huh…”
Akito, Haruka’nun çok aşina olmadığı sözler söyleyince, kız şaşırdı.
“İşte sonra da, Hōsen peydah oldu ve yakınlardaki ortaokul öğrencilerine baskı falan yapıyordu, holiganlık gibi falan işte.”
“Ryūen-kun de ünlü değil miydi? Sanki ilk kez karşılaşmış gibiler.”
“Ben de birbirlerine hiç denk gelmediklerini hissettim.”
“Söylesene Miyachi, sen de holiganlık taslıyor muydun?”
“Ben… o işleri bıraktım. Sıradan bir öğrenciyim artık.”
“Yani holiganlık yapıyordun.”
“…orta ikiye kadar sert bir mizacım, sinirli bir yapım vardı. Sonra o sert tavırlarımı, okçuluğa yönelttim.”
“Yani holiganlık yaptım diyorsun?”
Akito, rahatsız olup saçını kaşıdı. Haruka ise ona garip sorular sormaya devam etti.
“Kötü bir şey mi sence?”
“Yok~ canım. Aksine havalı bir geçmişin varmış. Haksız mıyım?”
“Hiç havalı değil.”
Akito dövüş konusunda, iki tarafta da ye aldığı için bilgiliydi. Bize daha önce öneride bulunduğu ve çevik ve atik olduğu için, tecrübeli olduğunu anlamıştık.
“Malum eski holiganlardansın ya, Hōsen’e kafa tutsaydın, ona dünyanın kaç bucak olduğunu gösterir miydin?”
“Saçmalamasana. Biriyle dövüşeceksem, rakibimi ben seçerim. Ve o çocukla dövüşmeyi asla tercih etmem.”
Akito, daha dövüşmeden beyaz bayrağı çekti. Sözleriyle kendisini yetersiz görmüyor, Hōsen’in güçlü olduğunu vurguluyordu.
Ibuki de dövüş konusunda fena değildi. Ama Hōsen’in karşısında hiçbir şey yapamadı.
Aralarındaki fiziksel fark çok büyüktü. Dahası, çeviklik açısından da Hosen’e rakip olacak birisi değildi.