Elitler Sınıfı - Cilt 13 - Bölüm 8 - Kilit
Cilt 13 – Bölüm 8 – Kilit
Öğrenci konseyinden ayrılıp okulun girişine geçtim.
Kiriyama, Nagumo’yu devirmek için mücadele eden biriydi. Manabu’yu destekleyen birisi olarak, geçen yıl benimle iletişime geçecek kadar çaresiz bir durumdaydı. Tam havlu atmışken, Manabu’nun kız kardeşi Horikita’nın öğrenci konseyine katılacağını öğrendi. Belki harekete geçmek istemiştir.
Bugünkü sahneden, Kiriyama ve Nagumo arasındaki savaşın başlayalı epey olduğunu gözlemledim.
Aşılması imkansız bir farkın varlığını herkes hissedebilirdi bugün.
Eh… Kiriyama henüz vazgeçmediyse,eninde sonunda harekete geçecektir?
“Eh, neyse.”
Bugün daha fazla kafamı yormak istemiyorum.
Doğruca yurda geçip kalan günün keyfini çıkartacağım.
Telefonumu çıkarıp saati kontrol ettim.
[Özel bir planın yoksa… Odana gelip takılabilir miyim?]
Öğrenci konseyindeki sohbete kulak kabartırken, Kei’nin bir mesaj gönderdiğini fark etmemişim.
30 dakika geçmiş. Yeni bir mesaj atıp planını değiştirmediğine göre, hala cevabımı bekliyor olabilir.
Özel bir işim olmadığından, geç de olsa ona cevap verdim. Sevgili olsak da, hala gizli tutuyoruz.
Bu yüzden, fark edilmeden birlikte vakit geçirebileceğimiz çok sınırlı yerler vardı.
Ve yurt bile güvenli bir yer değil. Aksine, bir kez görülmemiz bile, bomba etkisi yaratabilir. Ama iş o raddeye gelirse, net bir çözüm buluruz.
“Odama hala gelmek istiyor musun?”
Ona cevap verir vermez, okundu yazısı belirdi.
Telefonuyla mı oynuyordu, tesadüf müydü yoksa başından beri cevabımı mı bekliyordu?
[Gelirim!]
Kei’den kısa bir cevap geldi.
[Şimdi gelsem olur mu!?]
Mesajlar peş peşe geldi. Şimdi yurda döneceğimi, 20 dakika sonra istediği zaman gelebileceğini söyledim.
Sonra, her zamanki önlemleri alarak odama gelebilir. Aynı katta başka biri varsa, Kei az da olsa idare edebilir.
Yurda dönmem 10 dakikamı aldı. Kapıyı açık tutup kalan zamanı odamı toparlamak için kullandım. Sonra kapıdan üç kez tık sesi geldi.
Kei ile gizli görüşmelerimiz için birkaç sinyal belirlemiştik. Daha çok zili çalmasını içeren sinyaller vardı. Acil durumlarda ise üç kez tıklatmasını istedim. Öğrenci trafiğinin çok olduğu bir yurtta, bazen kapıyı açıp kapatamadığımız durumlar oluyor.
Ve son derece acil ve tehlikeli bir durumda, sinyal vermeden içeri girebilir.
“Geliyorum!”
Kei panikle kapıdan girerken seslendi.
Sonra kapıyı sertçe kapatıp sakinleşmek için nefes aldı.
“Asansörün 4. katta durduğunu görünce ödüm koptu!!”
Panikle kalp ritmi hızlanmış olacak ki Kei, elini göğsüne bastırdı. Koridordan geçmek oldukça zor olduğundan, Kei’nin paniklemesine şaşmamalı.
“Sonsuza kadar saklayamayız, farkındasın değil mi?”
“Farkındayım..”
Kei’nin ayakkabılarını, ayakkabı dolabına koydum.
Sonra, her ihtimale karşı kapıyı kilitledim ve U şeklindeki kilidi çektim.
Biri ziyarete gelirse kapıdan içeri girmesine izin vermeden geri gönderebilirim.
Bu kadar erken u şeklinde kilit kullanmak garip olsa da Amasawa’nın emsal teşkil etmesinden dolayı böyle bir önlem alıyorum.
Yanlışlıkla birinin odaya girmesine izin verip içeride Kei ile yalnız olduğumu göstermektense, iyi bir önlem.
Acil bir durumda da ben dışarı çıkarım.
Odamın dağınık olduğunu bahane edip dışarıda bekletirken, hazırlanır çıkarım. Ben dışarı çıkıp gözden kaybolduktan sonra, Kei de sessizce odamdan sıvışabilir.
“Ohh… Rahatladım.”
Yatakta oturan Kei, göğsünü hafifçe okşadı.
“Güzel.”
Yurt, akşam okuldan yurda dönenlerle doludur.
Ama gecenin bir yarısı odaya birinin gelmesi daha büyük bir sorun. Her ne kadar geceleyin az insan girip çıksa da, gecenin bir yarısı odamda bir kız olduğunu fark edilmesi, daha ciddi bir mesele.
Tatilde gündüz vakti ya da hafta içi akşam, rahatça bir bahaneyle odada görüşebilirdik.
Oldu ki ilişkimiz açığa çıktı, kabul görürdü bu tavırlarımız.
“İçecek bir şey ister misin?”
Kei sakinleştikten sonra, sordum. Bir hışımla telaşlanarak oturma odasından mutfağa koştu.
“Ben hallederim.”
“Beni şaşırtıyorsun, bu hamaratlık nerden geliyor? Normalde yerinden kalkmazdın.”
“Sol elin yaralı, zorlanıyorsundur demi? Bak, hem ben su kaynatma bile öğrendim!”
Demek elimdeki yarayı kafasına takıyormuş.
“Peki, o zaman sen hallet…”
“Tamam. Kendime çay demleyeceğim, sen ne istersin, Kiyotaka?”
“O zaman… Ben de çay içeyim, Kei.”
Kei’nin iş yükünü hafifletmek istediğim için ona ayak uydurayım dediydim ama.. Geri tepti. Yüzünü astı.
“Bana güvenmiyorsun, değil mi?”
“… Peki, o zaman bir fincan kahve alayım.”
“Tamamdır! Şuradaki dolaptaydı, değil mi?”
Bu sözleriyle birlikte, Kei mutfak dolabını açtı. Muhtemelen bakışlarımı fark etmiş olacak ki odada beklememi rica etti. Kei’yi kızdırarak kendimi zora sokmak istemediğim için, televizyonu açıp itaatkar bir şekilde onu beklemeye koyuldum.
“Bu arada, görüşünce söyleyeyim diyordum. Kiyotaka, sorumluluğun arttı.”
Televizyon kumandasını elime alır almaz, bu sözleri söyledi.
“Bu da ne demek?”
“Matematikten tam puan aldığın için, seninle görüşmek için dışarı çıkmam zorlaşıyor.”
Ne diyecek diyordum ben de.
Dediği gibi, Kei bu sıralar birlikteliğimizi duyurursa, bazı tartışmalara neden olur…
“Şimdi çıktığımızı söylersek kim bilir neler olur, neler derler…”
“Peki, bu durum bir süre daha böyle devam edecek mi?”
“Maalesef… Çok sinir bozucu. Seninle statün yüzünden çıkıyormuşum gibi hissettiriyor.”
“Statü için biriyle çıkmak kötü bir şey mi?”
“Hayır, kötü olduğunu söylemiyorum…”
“Güzel bir kızla çıkmak, erkekler için statünün sembolü, demi? İnsanların böyle bir şeyi yapmamasını istemek.. garip değil mi?”
Tabii ki, herkesin dış görünüş tercihleri farklıdır ve hiçbir şeye kesin diyemeyiz. Genelleme yapamayız.
Bu kapsamlı ama sıradan standardın varlığını öğrendim.
Statü için çıkma konusundaki amacını çürüttüm ama cevap alamadım. Nasıl tepki vereceğini düşünüyordur derken, yavaşça yaklaşıp yüzünü mutfaktan gösterdi.
“B-ben güzel miyim?”
Ne diyeceğini düşünmüyordu galiba.
<Güzel bir kızla çıkma> kısmına takılmış…
“Güzel olmayan biriyle çıkmak ister miydin?”
Kei, üst dudağını ısırarak doğrudan gözlerimin içine bakmamak için uğraştı. Sanki bakışlarını kaçırıyor gibiydi.
Su ısıtıcısının kaynayan sesi duyuldu.
Karşı cinsten birinin güzel olduğu fikrine kapılmak için, sadece dış görünüş yeterli değildi. Mizacı, vücut tipi, sesi ve davranışları, aile geçmişi ve yetiştirilme tarzı vb büyük rol oynuyordu. Karşınızdaki insanın size güzel olduğunu hissettiren çok çeşitli faktörler bir araya gelirdi.
“Ahhh… Ben de senin süper yakışıklı olduğunu düşünüyorum, Kiyotaka.”
Ona benim hakkımda ne hissettiğini sormadığım halde, Kei bu sözleri söyleyip mutfağa geri döndü.
Su tamamen kaynadıktan sonra, kaynayan suyu bardağa doldurduğunu duyarken, anlamsızca TV kanallarını karıştırıp durdum.
İşi biten Kei’nin geri dönmesi uzun sürmedi. Gururla kahve fincanını masaya koydu.
Kei’nin az önce içeceğim dediğin siyah çay, sütlü kahveye benziyordu ama neyse.
“Teşekkürler.”
“Rica ederim.”
9.sınıfın ders kitaplarını masaya yaydık.
Defterleri ve kalemleri hazırladık, ders çalışıyormuşuz gibi görünen bir sahne ayarladık. Oldu ki beklenmedik bir durum yaşanırsa diye, çalışmak için buluşmuş gibi yapacağız.
Tabii, mümkünse böyle bir durumun yaşanmasını istemem.
Odaya girdiğimiz andan şimdiye kadar her şey, Amasawa’yı düşünerek hazırladığımız bir savunma stratejisiydi.
Bu hazırlıklardan sonra, zamanımızı havadan sudan konuşarak harcadık.
Bugün okulda yaşadıklarımdan başlayarak ve birkaç gün öncesinde olanları anımsayarak ona anlattım.
Altın Hafta’da kiminle buluştuğumuzdan ve televizyonda ne izlediğimizden bahsettik. Kei’nin çektiği fotoğraflara baktım, birlikte vakit geçirdik.
Uzun – kısa çeşitli konulardan konuşup bazen konular arası ani geçişler yaptık. Birlikte gereksiz konulardan konuşarak epey zaman geçirdik. Fena değildi.
Farkında olmadan, aşkın ne olduğunu anlamaya başladım, yavaş yavaş.
Kei’nin bazen güldüğü, bazen kızgın olduğu ve bana her türlü farklı yüz ifadesini gösterdiği, odamda bir randevu…
Yavaş yavaş her konudan bahsedip sohbet edecek konumuz azalmaya başladı. Gündelik sohbet giderek azalmaya, sessizlik artmaya başladı. Odadaki atmosferin, az öncekinden farklılaştığı, değiştiği açıktı.
Birbirimize karşı, bir şeyler hissetmeye başladık.
Bir şeyin farkındaydık..
Hatta, bir şey demek de doğru olmaz.
Ne olduğunun ben farkındaydım.
Birbirimize dokunmak istiyor, bir tepki özlemiyle duygularımız giderek beliriyordu.
Sözlerle ifade etmemize gerek olmayan bir konuydu bu.
Sadece birbirimize bakan gözlerimiz iletişim kurabilirdi.
Ama bu adımı atmak hiç kolay değil.
Karşınızdaki insanı ne kadar iyi tanıyorsanız tanıyın, yine de 1/10.000’lik riski göz önünde bulundurmanız gerekiyordu:
İki tarafın da benzer niyeti olduğunu düşünseniz dahi, o minicik olasılığını göz önünde bulundurmanız şarttı.
Reddedilirseniz, olumsuz duygular bir anda şofbenden su fışkırır gibi fışkırır; sizi yorardı psikolojik olarak.
Yine de—
Bakışlarını kaçırmaya çalışan Kei’nin gözlerinin içine bakmaya çabalıyorum.
Sen de istiyor musun?
Ama, ama… duyguları birbirine karışıyordu.
Kısa bir süre sonra, sanki durumu kabullenmiş gibi, Kei gözlerini kaçırmaktan vazgeçti.
Zaman durmuş gibi geliyorken, her anı tüm benliğimde hissediyordum.
Vücutlarımız ve yüzümüz arasındaki mesafe kısalıverdi.
Çok geçmeden, birbirimizin tenini koklayabileceğimiz, nefesini hissedebileceğimiz bir yakınlığa eriştik. Kei’nin ağzından kahve ve süt kokusu geldi.
2, hatta 1 saniye içinde dudağım dudağına değecek.
——Ding dong
İkimizin yalnız geçirdiği zaman, kapının çalmasıyla bir anda bozuluverdi. Dudaklarımızın buluşmasına, bu garip ses engel oldu. Kendimi kaptırdığım için, bilincim kapının çalmasıyla gerçeğe geri döndü.
“Ah, eh, kapı…?”
Kei panik içinde uzaklaşırken yanaklarının kızardığını gördüm. Daha yakından onu inceleyecek zamanım bile olmadı.
Evet. Zil koridordan değil, girişten geliyor.
Dahili telefonda, girişten gelen bir arama bildirimi belirdi. Ön salonun aksine, burada kamera yok, kim olduğunu kesin olarak bilmek imkansız. Odada olmadığımı sessiz kalarak saklayabilirdim. Ancak biri Kei’nin odama geldiğini gördüyse, bu hoş olmaz.
Kimin ve ne amaçla benimle görüşmek istediğini öğrenmem lazım.
“Bi bakayım.”
“Uh, tamam.”
Kei başını salladı, biraz gergindi. Amasawa ile son görüşmemiz yüzünden Kei’nin ayakkabıları kabine yerleştirmiştik. Kısaca, odada tek ben var gibi görünüyordum.
Tabii, bu yöntemin mükemmel olmadığının farkındayım.
En iyi çözüm, koridorda durup sohbet etmek olacaktır.
Ama odaya girmek isterse, şüphe çekebilir. Odama bir kız alıp ayakkabılarını saklayacak kadar önlem almak falan… Bunlar da dikkat çeker.
Her ihtimale karşı, u kilidi açıkken konuşmak en mantıklısı.
Böylece, girişten içeri bakanlar ayakkabıları göremez. Biz de kolayca kendimizi ele vermemiş olacağız.
Gelen kişiyle konuşurken kapıyı neden kilitlediğimin bahanesini de bulurum. Görüşmeyi daha sonraya erteleyebilir veya sonra gelen kişinin odasında da görüşebiliriz.
Ama odama gelen kişi kim?
Horikita mı? Yoksa çocuklardan biri mi? Kim olduğunu düşünürken, kapının deliğinden davetsiz misafirin kim olduğunu baktım.
Görüş alanıma giren ilk şey kızıl saç oldu.
“Senpai~”
Saçlarını gördükten sonra, tatlı sesi duyuldu. Sanki onu kapı deliğinden izlediğimin farkındaymış gibiydi.
“Benim.”
Kapının arkasından gelen sesinden, odada olduğuma emin gibiydi.
Gündelik kıyafetlerini giymiş bir kız gülümsüyordu.
İki eli de boştu, yanında hiçbir şey getirmemiş galiba.
Yavaşça kapının kilidini açtım.
Amasawa Ichika ile Nisan sonundan beri iletişim kurmamıştım.
Bizimle iletişime geçmediğini düşünürsek, sürpriz bir ziyaret gerçekleştiriyordu. Housen’a yardım etmek için, odamdan o bıçağı almıştı. Housen’la işbirliği yaptığını bildiğim için mesafesini koruyacaktır.
Kapıma gelen Awasawa’nın halinden, kötü bir şey yapmış gibi bir izlenim vermiyordu.
Suç ortağı olduğunu fark etmediğimi mi sanıyor acaba?
Hayır, Housen planını uygulamaya koyduğu an, Amasawa’nın suç ortağı olduğu ortaya çıkmıştı.
“Yurda nasıl girdin?”
“Yurda gelen başka bir senpai daha vardı, ben de onunla geldim. Sana bir sürpriz yapayım dedim.”
Lobideki telefonu kullansaydı, kesin kimin geldiğini anlardım.
Demek bu konuyu çözmek adına başka bir öğrenciyi kullanmış.
“Ee?”
“Elin nasıl, iyi mi? Endişelendiğim için seni görmeye geldim.”
Zeki Amasawa, plandaki rolünün fark edilmesini önemsemeden bu konuyu açtı. Hatta, konuyla ilgisi olduğunu ima etti. Sağ işaret parmağıyla kilide hafifçe dokundu.
“Şey… bu kilidi açsana, senpai?”
Şeytani gülümsemesinden ödün vermeden, girişte ayakkabı olduğundan emin oldu.
Kilitten dolayı birinin odamda olduğunu tahmin etmiş olabilir mi? Yoksa…
“Akşam oldu, yarın konuşabilir miyiz? Sebepsiz odama bir kouhai almak istemem.”
Eğer sadece elim için ziyarete geldiyse, bu sözlerimden sonra çeker gider. Ancak, Amasawa’nın gitmeye niyeti yoktu. Sol eli dudağına koyup düşünüyormuş gibi bir imaj çizerek;
“Senpai, madem yalnızsın, bana yemek yap.”
Odama girmenin bir yolunu bulmak için Amasawa aniden konuyu değiştirdi.
“Buna hakkım var, değil mi? Sudou-senpai ile partner olma sebebimi unutmadın, değil mi?”
Eğer kendini odaya zorla aldırmak istiyorsa, doğal olarak bu yöntemi kullanması beklentilerim arasındaydı.
Bu durumda, ona ayak uydurmak zorundayım.
“Kusura bakma, yemekliğim yok. Dolabım tam takır kuru bakır.”
“Eeeh—— Öyle mi—? Stok yapman lazım~”
Awasawa, hem hoşnutmuş hem de değilmiş gibi bir ifadeyle, memnuniyetsizliğini dile getirdi.
“Eğer illa bugün istiyorsan hazırlanayım, yemeklik almaya birlikte gidelim?”
Kei ile randevuma son verecek olsam da, gereksiz sorunlardan kurtulmuş olacağım.
Bodamda karşılaşıp tanıştıklarını düşünürsek, Kei ile sık sık odama çağırdığımı bilmesini istemedim.
“Demek hiç yemekliğin yok. Çok kötü bir durum~”
Amasawa eğleniyormuş gibi bir izlenim veriyor.
“Lütfen kapıyı kapatma, olur mu?”
Bu sözlerinden sonra Amasawa bir saniyeliğine görüş açımdan kayboldu.
Ardından—-koridordaki zeminine bırakılmış plastik torbayı almak için sol elini kullandı, böylece kapının boşluğunda ne tuttuğunu görebildim. Kapı deliğini kullanarak ellerinin boş olduğundan emindim ama meğer ayaklarının ucuna koymuş poşetleri. Görmesi zordu.
Görebileyim diye, bir poşet dolusu yemekliği havaya kaldırdı.
Kaçmama izin vermiyor.
Yemeklik yok diyerek onu gönderme çabam boşa çıkmış oldu.
Amasawa’nın keskin bir zekası olduğunu biliyordum, ama hayal ettiğimden çok daha fazlasını görmüş oldum.
Acaba yalan söylediğimi kabul edip başka bir çıkış yolu mu aramalıyım? Bugün moralim bozuk derim, az önce onu kibarca göndermek için yalan söylediğimi belirtirim.
Geçen sefer Amasawa’yla yaşananlardan sonra, pek çok plan yapmışken, bu planları test eden yine Amasawa oldu.
Amasawa’nın söyleyeceklerimi kabul eder mi bilemiyorum.
Diğer öğrencilere karşı kendime daha çok güveniyorum. Ama Amasawa, Kei ve benim aramdaki bağı biliyor.
“Odaya girmemi istemediğin için mi bana yalan söyledin?”
Amasawa’nın beni köşeye sıkıştırması çok kısa sürdü, sessizlik çöktü bir an.
Amasawa’nın bugünkü ziyaretinin zaman seçimi, tesadüf değil gibi geldi.
“Senpai yalnız değilsin, demi?”
“Seni böyle düşündüren nedir?”
Tahmin ettiğim gibi, Kei’nin odama girdiğinden emin olduktan sonra harekete geçmiş.
Kei’yi takip etmiş olmalı.
“Çünkü~ gördüm. Yurda döndüğünden beri, Karuizawa-senpai’den gözlerimi almadım.“
Düşüncemi kanıtlarcasına, Amasawa gerçeği söyledi. Kei’nin odama girdiğinden emin olduktan sonra yemeklik alıp gelmiştir. Lobinin otomatik kilidinin iki kez kilitleme riskini göze alarak böyle bir stratejide bulunmuş demek.
“Kız arkadaşının ayakkabılarını sakladığına göre, içerde ahlaksız şeyler mi yapıyordunuz? Doğruyu söyle senpai~~”
“Henüz çıktığımızı kimseye söylemediğimiz için, küçük bir önlem aldık.”
“Ah, demek itiraf ediyorsun? Saklamak istemenizi anlıyorum ama zaten ben biliyorum, bana yalan söylemene gerek yok ki, senpai?”
Amasawa gizlememizden duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirerek, yüzünü ekşitti.
“İyi niyetimin göstergesi olarak sır olarak sakladım ama….bilgimi başkalarıyla paylaşsam mı?”
İlişkimizi sakladığımızı bile, Amasawa araştırmış gibiydi.
Yoksa pazarlık malzemesi olarak kullanmazdı.
Başka bir deyişle, bu konuşma sadece bir formaliteden ibaretti.
Onu geri çevirirsem, boşboğazlık etme ihtimali var.
Amasawa, Kei ve benim çıktığımı ortaya çıkarırsa, ilerde Kei için sorun olabilir.
Hassas bir durum olduğu için açıklanacaksa da, ilişkimizi kendimiz söylemeliyiz. Artık bundan sonrasını kaderime bırakıyorum. Bu elverişsiz savunma koşulları altında, yenilgimi kabul ediyorum.
“Bekle, kapıyı açacağım.”
“Tammam~~”
Amasawa dürüstçe cevap verdi. Sonra kapıyı kapatıp gözlerimle huzursuz bekleyen Kei’ye sorun çıkarmayacağına dair sinyal verdim. Amasawa buraya gelecek cesareti göstermişti. Onunla doğrudan yüzleşmeliyiz. Kilidi açarak Amasawa’yı odaya aldım.
Daha önce tanıştığı Kei ile göz göze gelen Amasawa otuz iki diş sırıttı.
Kei ise sanki az önce ekşi bir şeyler yemiş gibi somurtarak oturuyordu.
“Aman Tanrım! Kilitli kapılar ardında genç bir çift~”
Enerji dolu Amasawa ayakkabılarını çıkarırken, konuştu.
“Nesi garip? Dışarıda da bir sürü çift var.”
“Eh~ o da doğru. Ama siz ikinize bakınca, az önce bir şeyler yaşanmış gibi hissediyorum.”
İnkar etmek istesem de, az önce öpüşmek üzere olduğumuzu hatırlayıp bu suçlamalarına tek kelime edemedim.
Oturma odasına girer girmez, gözlerini yatağa dikti.
“Kıyafetleriniz düzgün, yatak da bozulmamış. Hiçbir şey yapmamış gibisiniz.”
“Eh, bu normal değil mi! Neyse. Niye geldin!”
Amasawa’nın ani baskınından dolayı, uysal Kei’nin yerini öfkeli Kei aldı.
Öfkesinin yanında endişe de vardı.
Amasawa’yı sinir ederse, ilişkimizi açığa çıkaracağını biliyordur.
“Yani, dedim bunlar kesin ahlaksız işler peşinde.. mercimeği fırına vermekten bahsediyorum.”
Müstehcen bir konuşma olmasına rağmen, Amasawa konuyu uzatarak bir seviye daha üste çıkardı.
Hedef aldığı ben değildim, Kei idi.
Kei ne diyeceğini bilemedi. Yüzü kıpkırmızı oldu.
“Bu kızın ağzından çıkanı kulağı duyuyor mu?” dercesine garip bir ifadeye sahipti.
Amasawa, bizim ilişkimizi deşerken hep Kei’nin yüzüne bakıyordu.
Benden yararlı bir bilgi alamayacağını fark ettikten sonra Kei’den bilgi toplamaya başladı.
Kei’ye daha fazla yük olmasın diye, sözünü kestim ve;
“Bahsettiğin şey, okul kurallarına aykırı; yasak.”
Kei’nin huzursuzluğu azalsın diye, Amasawa’ya sakince cevap verdim.
Ama sözlerimi duymasına rağmen, Amasawa geri adım atmadı.
“Okul kuralları süs için değil mi sanki? Okulda açıkça aşk yaşayan bir sürü çift var. Markette bile prezervatifler satılıyor. Hatta almayı bile denedim, çalışanlar görmezden geldi. Eh, her şey yasaksa ve genç bir çocuk gençliğine yenilirse… partneri hamile kalır. Bu, daha büyük bir sorun değil mi?”
Bu sözlerinden sonra Amasawa, plastik poşetin içine sol elini daldırdı, küçük bir prezervatif çıkartıp masaya koydu.
Sanki gerçekten aldığını kanıtlar gibiydi.
Gerçekten de bu tarz ürünler olmadığı sürece, saf olmayan bir ilişkinin sonucu hamilelikle biter.
Okulun koyduğu yasak, gizlice yapın ve ortaya çıkmasın anlamına geliyordu.
Kei ne diyeceğini bilemeyip bir bana, bir masadaki nesneye bir de Amasawa’ya bakıp durdu.
“Benden size bir hediye olsun… Pardon, özür olarak kabul et, senpai.”
“Özür dileyecek bir şey yaptığını hatırlamıyorum.”
“Salağa yatmasana senpai. Elindeki yaraya sebep olanlardan biri de benim, değil mi? Malum, Housen’la iş birliği yapan bendim.”
Amasawa doğruyu söylemekten utanmadı.
Onu zorla iftira ettirmeme izin vermeden, kendisi itiraf etti.
“Ö-… öyle mi?”
Bu sözleri duyan Kei çok şaşırdı.
Umarım daha fazla gereksiz bir şey söylemez. Eğer kendi iyiliğini düşünüyorsa…
Kei tepkisini şaşırarak verdiği için, bir nevi konuya dair bilgisinin sınırını da belli etmiş oluyordu.
Amasawa bu tepkiden Kei’ye ne kadarını anlattığımı, Kei’nin bu bilgiyi bilecek kadar değerli birisi olup olmadığı sonucuna varabilirdi.
“Ayanokouji-senpai, sanırım beni yanlış anlıyorsun?”
“Yanlış anlama derken?”
“Ben, senin düşmanın değilim.”
“Sen de sana olan düşmanlığımın farkına varmışsındır. Yine de açıkça söyleyeyim; Sana inanmıyorum.”
“Öyle mi? Sırf Housen-kun’un kulağına biraz bilgi çıtlattım diye mi?”
Amasawa benimle iletişim kurmasaydı, bu olay tamamen farklı sonuçlanırdı.
Housen’in kendi kendini yaralaması, üstüme kalmaz; kendi kuyusunu kendisi kazmış olarak biterdi.
Hatta Housen tek başına başka yöntemler düşünebilirdi. Ama her halükarda, Amasawa’nın müdahalesiyle, planı tam bir stratejiye dönüşmüştü.
“O zaman, senpai. Senin şu anda ne düşündüğünü tahmin edeyim. Housen’in seni okuldan attırmak için yaptığı planda rol aldım, evet. Bu yüzden senin düşmanın değilim dediğim için saçma buluyorsun. Değil mi? Senpai, beni hafife alıyorsun ama.”
“Seni hafife aldığım yok. Senin doğru değerlendirdim.”
“Öyle mi? Hiç sanmıyorum.”
Şaşkına dönen Kei, Amasawa’nın sözlerini duyduktan sonra yavaş yavaş sakinleşti.
“Bi-bir saniye. Kiyotaka’yı okuldan attırmak mı dedin?… Bu da ne demek?”
Kei’ye sol elimdeki yaradan bahsettim bahsetmesine de, ona detaylarını söylemedim.
“Hee~”
Kei’nin paniklediğini gören Amasawa hınzırca gülümseyerek, bu durumdan hoşnut olduğunu belli etti.
“Ayanokouji-senpai, kız arkadaşına bundan bahsetmedin mi? Ya kellene koyulan 20 milyon puanlık ödülden de mi bahsetmedin? Vah vah!”
“N-ne? 20 milyon mu dedin?”
Amasawa konuşmayı kasıtlı olarak başlatarak Kei ile olan ilişkimin derinliğini öğrenmeye çalışıyordu.
“Erkek arkadaşın detayları sana anlatır, ona sor senpai?”
Bu sözlerinden sonra, Kei’ye durumu açıklamak zorunda kalacağım.
“Housen-kun ile beraber o bıçağı Senpai’yi okuldan attırmak için kullanalım dedik. Senpai, senin bunu fark etmenin sebebi benimle alışverişe çıkman, değil mi?”
Amasawa’yı dinlerken, fikirlerimi değiştirmeye başladım.
“Okulda mutfak aletleri satıldığını ilk kez görmeme rağmen, bıçağı hiç tereddüt etmeden elinle koymuş gibi seçtin. Çalışanlara danışıp aynı bıçağı alan birisi olup olmadığını öğrendim. Housen’in kendi kuyusunu kazmasına karşılık kendini savunabileceğimi düşündüm….. bu değil mi?”
Bu cevaba ulaşabilmemin sebebi, Amasawa’nın ardında iz bırakmasıydı.
Ama kasten silinmemiş bir izdi.
Doğru cevabın ne olduğunu anlayarak Housen’in planına karşı savunma yapabildim.
Amasawa arkasında iz bırakmadan kusursuz hareket etseydi, durum değişebilirdi.
“Ne kadar düşüncelisin.”
“Senpai, kellene ödül konduğu için, bihaber okuldan atılmana gönlüm razı gelmedi.”
Ortalama bir lise öğrencisinin, böyle bir beyne sahip olması… mümkün mü? Şüpheli.
Amasawa Ichika.
Onun düşünce tarzıyla, beyaz oda öğrencisi olsa şaşırmam.
Ama eğer durum buysa, tüm bunları sanki bana gerçek kimliğini açıklamak istediği için yapıyor?
Kimliğini şimdi açık etmesinin, ne gibi bir yararı var? Tartışılır.
Belki de Sakayanagi gibidir. Beyaz Oda’yla ilgisi olmayan bir yerde yeteneklerini geliştirmiştir.
Zekası neye bağlı olursa olsun, Amasawa’ya karşı daha ihtiyatlı olacağım.
“Ahh——Ağzım kurudu yahu~ Kahve falan mı içsem.”
Canı çekmişcesine Amasawa, evcilleştirilmiş bir kedi gibi içecek talep etti.
Sessizce onu dinleyen ve tavırlarına dikkat kesilen Kei, gözlerini devirip yüzünü ekşiterek durumdan iğrendiğini belli etti.
“Amasawa’ya bir fincan kahve yap.”
“Eh? Ben mi!?”
“İstersen ben yapayım, Amasawa’yla baş başa kalıp sen konuş.”
“…Ben hallederim.”
Ya kahve hazırlayacak ya da onunla konuşacak. Kei seçenekleri kafasında düşünüp doğru bir karar verdi.
Kei ayağa kalkıp arkasını dönüp mutfağa yöneldiği an, Amasawa bir istekte daha bulundu.
“Şekerli ve sütlü olsun, lütfen~”
“Offf! Tamam, olur!!”
Amasawa, öfkeyle nefesini tutarak yanakları şişen Kei’ye son bir uyarıda bulundu.
“Kahveme sakın tüküreyim deme, senpai.”
“Niye tüküreyim ya!”
İnsanları çileden çıkaracak şeyler söylemekten çekinmeyen Amasawa, mutlu bir şekilde güldü.
Tam küçük iblis… Hayır, belki de iblisimiz küçük değildir.
Kei görüş alanımızdan çıktıktan sonra, odada yalnız kaldık.
Amasawa ders kitaplarına ve masadaki defterlere baktı.
“Bu kitaplarını,z notlarınız çok uyduruk bir düzene sahip.”
“Algıların açık olduğu için, görebiliyorsun.”
Başından beri ne yaptığımıza dair şüpheleri olduğu için örtbas etmeye çalışmak anlamsızdı.
“Bir bakalım, hmmm? 1972’de Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü Genel Konferansı’nda kabul edilen sözleşme nedir?”
Soruyu okuduktan sonra, sol eline tükenmez bir kalem alan Amasawa, “Dünya Mirası Sözleşmesi” cevabını güzel bir el yazısıyla boş bir deftere yazdı.
“Doğru, doğru~”
Amasawa yazdığı cevap için kendini alkışladı.
“Hey… İzinsiz defterlerime yazı yazma!”
Duruma tepisini koymak için mutfaktan kafasını çıkartan Kei, Amasawa’yı not defterine izinsiz yazdığı için uyardı.
“Yazsam ne olacak? Sadece azıcık karalayacağım, senpai.”
“Olmaz diyorum!!”
Kızgın Kei, tekrar mutfağa geçti.
“Senpai, kız arkadaşının… öfke kontrolü yok sanki.”
Amasawa kulağıma fısıldadı. Kei bizi böyle görürse, kıyamet kopar.
Neyse ki, Kei bizi görmedi. Memnuniyetsizliğini göstermekten çekinmeyen Kei, süt ve şeker ilaveli bir fincan kahveyi alıp geldi.
“İşte. Sana. Kahve!”
“Teşekkür ederim, Karuizawa-senpai~”
Amasawa hafifçe gülümsedi.
Ancak, kahveyi içmek yerine ayağa kalktı.
“Eh, özür hediyemi verdiğime göre, ben kalkayım. Yemekliği istediğiniz gibi kullanabilirsiniz.”
Amasawa, diyeceğini dedikten sonra bize arkasını dönüp odadan çıkmak için hazırlık yaptı.
“Huh? Bu da ne demek? İçmiyor musun? İçmek için yaptırmadın mı kahveyi?!”
“Biraz daha kalıp odaya yayılarak rahatlamak isterim… ama ya siz hoşnut olur musunuz varlığımdan?”
“Peki.. hadi…git.”
“Ben de tam böyle düşünüyordum~ Hadi, ben kaçtım~”
Kei’ye kahveyi kasıtlı yaptırdı galiba.
Gerçek terörün ne olduğunu bilmemek böyle bir şey mi acaba? Bir çırpıda ayağa kalkıp rüzgar gibi geldi gitti.
Amasawa gittikten sonra, oda eski sessizliğine geri döndü.
Ancak, az önceki tatlı atmosferden eser yok. Nasıl kaybolduğunu bile anlayamadım. Şu anda ortamın havası çok ağırdı.
“Kiyotaka, “Bu kızın nesi var?”
“Keşke ben de bilsem.”
“… Beni öfkeden çıldırttı!”
Kei çok sinirli olmasına rağmen, Amasawa hakkında konuşmaya devam edemenin bir faydası olmadığını biliyordu.
Konuyu değiştirdi.
“Hadi anlat. 20 milyon puanlık ödül tam olarak neyin nesi? Elinin sakatlığıyla nasıl bir ilgisi var?”
Sessiz kalarak, sır saklamaya çalışmıyordum.
Kei’yi boşa endişelendirmek istememiştim. Ama şimdi bu konuda konuşmam şart oldu. Ben de Kei’ye şu anki durumdan bahsetmeye karar verdim.
★ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ★