Elitler Sınıfı - Cilt 14 - Bölüm 14 - Sevmek Dediğin
Cilt 14 – Bölüm 14 – Sevmek Dediğin
İyi şansımız uzun sürmedi. I4 bölgesine vardığımızda -tahmin edebileceğiniz gibi- erkenci bonusunu alamadık. Olası görevlere de rastlamadık.
Başka yapacak işimiz de kalmayınca, sınavın üçüncü günü de böylece final vermiş oldu.
“Nehre doğru yürümeye devam etmeli miyiz?”
“Evet. Etraftaki arazi çok iyi değil ve geceyi geçirmek için de uygun yer pek yok. Devam edelim.”
“Tamam!”
Ormanın güneyinde bir yol ayrımına girerek nehrin kenarına doğru ilerledik.
20 dakika sonra nihayet hedefimize ulaştık.
“Burada kamp yapmak ister misin?”
“Benim için sorun değil.”
Tam ikimiz burada kamp yapmak için anlaşmışken uzaklardan bir tanıdık ses duydum.
“Heeey-! Ayanokōji-!”
Nehrin diğer tarafından bana seslenen tanıdık bir ses.
Kollarında bir sürü çalı ile duran Ike’ı gördüm.
“Ayanokōji-! Nanase-! Siz ikiniz olduğunu biliyordum. Demek buradaydınız-!”
Nehre yaklaşıp inci gibi beyaz dişleriyle gülümsedi.
“Ne hoş tesadüf-! Bu gece burada kamp mı yapacaksınız, Ike-senpai-!?”
Konuşurken önümüzden akan nehrin sesini bastırmak adına sesimizi yükseltmeye çalıştık. Bir süre böyle bağırıp çağırdıktan sonra, Ike diğer tarafa onlara katılmamız için el işareti yaptı. Onun talimatıyla, Nanase ve ben nehrin akıntısını takip ettik.
Çok geçmeden, H4’ün güney tarafına yakın bir köprüye rastladık. Ike ile buluştuk.
Sudō ve Hondō da oradaydı, sesimizi duyduktan sonra onlar da geldiler.
“Bir saniye, bugün son gittiğiniz alan neresiydi…?”
“I4.”
Sudō, grup üyeleriyle göz göze gelerek cevabıma şaşırdı. Anlaşılan onların da son bölgesi I4’tü.
“Şansa bak, ahbap!”
Bu sabah, hepimiz aynı yerde başladık ve şaşırtıcı bir şekilde, günü aynı yerde bitirdik. Sudō’ya birkaç kez rastladığım düşünülürse, tablolarımız farklı olmasına rağmen bizi aynı yerlere götüren farklı bir eğilimi olabilirdi.
Dün olduğu gibi yine birlikte kamp yapmaya karar verdik.
Günün geri kalanında istediğimizi yapmakta özgür olduğumuz için, herkes bir süre kendi işleriyle uğraştı.
Tabii ki, hepimiz aynı kamp alanını kullandığımız için gerektiğinde birlikte çalıştık.
Nanase’ye yürüyüşe çıkacağımı söyleyip tek başıma ormana girdim. Özel bir nedenim yoktu. Etrafa bir göz atmaya çıktım diyebilirim. Nanase’nin grubu hariç, hala benimle aynı tabloya sahip olan başka birine rastlamamıştım.
Yarım saat sonra kamp alanına döndüğümde, Ike’ın bir süredir uğraştığı kamp ateşini yakışına denk geldim.
“Oldukça beceriklisin.”
“Eh, ne yapacağını bilip yardımcı olmak lazım. Issız adada neler olacağını bize söylediler ya zaten? Eminim çoğu insan bazı şeyleri önceden araştırıp gelmiştir buraya.”
Gözlerini kamp ateşine odaklayan Ike, devam etti:
“Eh, tabii deneyim ile bilgi arasında fark vardır, değil mi? Nasıl desem… Yapabildiği bir şeyi yapmak zor gelmez insana.”
Okuduğun ve izlediğin birkaç video ile birebir deneyimlemek farklı şeyler.
Bizzat deneyimleyerek herhangi bir alanda ne kadar başarılı olduğunuzu, ne kadar iyi yapabildiğinizi görebilirsiniz.
“Ah, gelmişsin, Ayanokōji-senpai.”
“Ne oldu?”
“Gideli çok olunca, seni aramaya çıkmıştım.”
Nanase bakışlarını ormana dikerek sordu.
Söylediklerine bakılırsa, birbirimize denk gelememişiz.
“Hadi gençler. Sıra geldi midemizi doyurmaya.”
“Hadi.”
Ike sırıtarak çadırının yanına gidip bir kova çıkarttı.
İçini bize gururla gösterdi.
“Vay, harika…!”
Kovanın içinde Ike’n yakaladığı birkaç balık vardı.
“Bizimkiler okyanus kenarındayken boş zamanım oldu. Bu fırsatı kaçırmadım ben de! Balık tuttum, hadi pişirelim!”
Acele edercesine Ike akşam yemeğini hazırlamaya koyuldu.
İlk bakışta gayet enerjik sanarsınız ama içten içe rol kestiğini anlamak mümkündü.
Doğrusu, tahmin ettiğimin ötesinde bir ciddiyetle ıssız ada sınavında mücadele veriyor. Endişelenecek bir durum yok gibi geldi.
“Bu ne güzel koku böyle—”
Ike’n ateşte pişirdiği balık kokusunu duyan, tahminimce etraftan geçen 3 kişilik bir gruptan birisi fikrini belirtti. Nehrin kenarında açık bir alanda kamp yaptığımız için bizi görmeleri şaşırtıcı değildi.
Beklenmedik olan ise, bu üçlü gruptan birisinin kim olduğuydu.
“Ah-!”
Bize yaklaşan ikinci kişi, kız öğrenci, benimle göz göze gelir gelmez istemsizce tepki verdi.
“Ne oldu, Karuizawa-san?”
“Oh, yok bir şey. Balık ızgarası yapmalarına şaşırdım falan.”
Benimle olan bu tesadüfi karşılaşmasına verdiği tepkiyi farklı bir konuyla bastırmaya çalıştı, Kei.
Üç gündür süren bu sınavda ilk kez Kei ile karşılaşıyorum. Şuanki haliyle epey iyi gibi.
Grup arkadaşlarının ikisi de 10/A sınıfından, akademik başarısı yüksek olan: Shimazaki Ikkei ile Fukuyama Shinobu idi.
Grupları bir bütün olarak fiziksel güç ve dayanıklılıktan yana düşük olsalarda, görevlerde çıkabilecek her türlü akademik başarıya dayalı testlerin üstesinden gelecek güce sahiptiler.
“Hey, biz de burada kamp yapalım? Ike-kun’un bize de yemekten pay vereceğini düşünüyorum.”
“Haah!? Sana niye yemek vereyim!?”
“Hadi ama! Sanki balıklar mı bitecek.”
“Siz de katılırsanız bize az pay düşecek! Asla olmaz!”
Ike, Kei’yi sevmediği için açıkça reddetti. Fakat Sudō, onu kenara çekerek kulağına fısıldadı:
“Kanka, deli misin? Kei, Shinohara’nın durumunu ya biliyorsa?”
Bu sözlerin ardından Ike bir süre sessiz kaldı.
Adada Shinohara ile henüz rastlaşamamıştı.
Kei, sınıf arkadaşını gördüyse hatırlardı. Bunu düşünerek..
“P-peki! Üç kişilik daha yemek hazırlayayım madem!”
“Gerçekten mi? Harikasın! Nazikçe sormakla akıllılık etmişim.”
Kei öylesine sorduğu sorusuna karşılık olumlu cevap alınca, grubunu buraya bağlamış oldu.
Fakat yemek hazırlamak zaman alacaktır. Üç tane daha balığı ateşte kızartmak Ike’a biraz zaman kaybettirecek.
Ben ormana gideceğimi söyleyip yola koyuldum. Kei de çok geçmeden aynısını söyler.
Çok geçmeden peşimden geldi.
Tabii, kaybolmamak için ormanda çok ileri gitmedik; etraftan bizi kimsenin göremeyeceği kadar uzaklaştık sadece.
Büyük bir ağacın altına geçip sırtımızı ağaca yaslayarak yan yana oturduk.
“Güzel ilerliyor gibisin.”
Kei’nin grubu üç günde 37 puan kazanmış. Şimdilik fena değillerdi.
“Daha çok gruptaki diğer iki kişiye bel bağladım desem yeridir. Ya sen, Kiyotaka?”
“Ben iyiyim.”
“Eh, senden bahsediyoruz. İyisindir.”
Kei esnedi.
“Off, bu sınav bitsin artık ya… daha 11 günümüz olduğuna bile inanamıyorum..”
Kalan süreyi düşünürsek, daha sınavın başındaydık.
“Bu arada, son birkaç gündür hareketlilik oldu mu?”
“Yani『o kişinin』harekete geçip geçmediğinden bahsediyorsun, değil mi? Hmm, yok. Aklıma bir şey gelmiyor.”
Sınav başlamadan önce Kei’den birisini kontrol etmesini istedim.
Beyaz oda öğrencisinin, Kei ile iletişime geçme ihtimalini düşünerek böyle bir istekte bulunmuştum.
Fakat kayda değer bir şey olmamış gibi.
“Her ihtimale karşı, iletişim kurduğum herkesi tabletime not ettim.”
Tabletteki not uygulamasını açarak bana, son birkaç günde görüştüğü kişi ve grupları gösterdi.
- sınıf öğrencilerini içeren bir listeydi. Ne 9.sınıf ne de 11.sınıflardan isim yoktu.
Tam beklendiği gibi, kendisini açığa vermek istemiyor.
“BU ARADA.”
“Hmm?”
Kafasını yüzüme yaklaştırıp gözlerimin içine baktı.
“Kamptaki 9.sınıf kız öğrenci seninle yolculuk ediyormuş, Kiyotaka.”
“Yerin kulağı var herhalde.”
“Ike-kun’a sorar sormaz, söyledi!! Eh, konumuz bu değil ama!”
Aşk konusunda cahil olan ben bile, bu tarz bir durumda karşı tarafın öfkeleneceğini anlayabiliyordum. Düşünsenize, erkek arkadaşınız bir kızla kendi isteğiyle seyahat ediyor..
Bu kararımın ardındaki sebepleri sıralasam bile, onu ikna edemeyeceğime de adım gibi eminim.
Nanase’nin beni okuldan attırma planına nasıl dahil olabileceğinden ya da Beyaz Oda ile nasıl bir bağlantısı olabileceğinden bahsedebilirdim, ama…
Kei için, böyle şeylerin bir önemi olmazdı.
Onca açıklamalarıma rağmen, başka bir kızla birlikte hareket ettiğim için mutsuz ve üzgün olurdu.
Elini sıkıca tutarken ona doğru eğilerek yakınlaştım.
“Endişeleniyor musun? Bütün zamanımı başka bir kızla yalnız geçirdiğim için?”
“N-neeee? Ne? Ben mi endişeleniyormuşum?…. Tabii ki endişeleniyorum!”
Kei ilk başta sert kız tavırlarını denedi ama çabucak pes edip itiraf etti.
“Özel sınavı başarıyla geçmek için Nanase ile birlikte seyahat ediyorum. Hepsi bu kadar.”
“… Gerçekten mi?”
“Evet. Onunla başka bir niyetim falan yok. Söylememe bile gerek yok ama yine de bil diye söylüyorum.”
“Sana inanıyorum, ama… seninle yalnız olduğunu düşündükçe… ister istemez hoşuma gitmiyor bu fikir.”
Nanase ile aramda hiçbir şey olmamasına rağmen, kız arkadaşım olarak, Kei’nin bu konuda endişelenmesi doğaldı.
Bu durumda, hiçbir konuşma onu rahatlatamazdı.
“Kei.”
Adıyla ona hitap edince, dönüp bana baktı. Dudaklarını hafifçe bükerek somurtuyordu.
Bu açıktan yararlanıp biraz daha eğilip dudaklarımı onunkine değdirerek somurtmasını bastırdım.
Nerdeyse bir saniyeden kısa bir süre onu öptüm denebilir.
Dudaklarının bende bıraktığı his, ilk öpücüğüm, hayal ettiğimden çok daha yumuşaktı.
“Ha… h?”
Zihni az önce yaşanana odaklandığı için, ağzından karmakarışık bir ses çıktı.
Bir süre daha anın tadını çıkarmak isterdim, ama şu anda ıssız bir adada özel bir sınavın ortasındaydık.
Biz burada otururken birinin yakınımızdan geçmesi şaşırtıcı olmazdı.
“Ne oldu? Ha? Ben, A-az önce… Öpücük mü, ne? Ha? Eh!?”
“Bana güven ve şimdilik bekle olur mu?”
Kei, robot bebek gibi başını salladı.
Nanase ile birlikte seyahat etmeme kafasını takıyorsa, bu konuyu unutturacak, ona düşünmesi için daha farklı bir konu sunmak en iyi seçeneğimdi.
“Çok uzun süre kalırsak, şüphelenirler. Geri dönmelisin.”
Bu sözlerimden sonra, şaşkın Kei’yi kamp alanına geri gönderdim.
✩ ✩ ✩