Elitler Sınıfı - Cilt 14 - Bölüm 26 - Kimlik Karmaşası
Cilt 14 – Bölüm 26 – Kimlik Karmaşası
Hava karardıkça görüş açımız kötüleşiyordu. Rüzgar da sertleşti, aralıklarla yamaçtan aşağı sertçe esip savuruyordu. Tüm bu zorluklara rağmen, yolculuğumuz bitmek üzereydi.
Yapmamız gereken tek şey, hedefe güzel bir güzergahtan gitmekti.
Tabii, yürüyüşümüze dikkat etmeli, ayağımızın kaymasına izin vermemeliyiz.
“Burdan sonrasını ben hallederim….. çantamı ben taşırım.”
“Emin misin? Az önceki şeyler yaşanacaksa, boşa vakit harcamayalım.”
“Evet, eminim. Yardımın için teşekkür ederim.”
Emin olmak için tekrar baktım, gözlerinde kararlılık vardı. Çantasını geri uzattım.
Fakat sırtına almaktansa, elinde tutup çantasına bakakaldı.
“Eee? Hadi gidelim?”
Soruma cevap vermedi. Az önceki acelesinden eser yok gibiydi.
“Ayanokōji-senpai, sana sormak istediğim bir soru var.”
“Sabah çadırından çıktığından beri aklında bir şey var gibi gelmişti.”
Hayır, aksine bu garip meraklı tavrı bana eşlik etmeyi teklif ettiğinden beri vardı.
“Demek… fark ettin?”
Nanase hafifçe başını salladı, şaşırmamıştı.
“Birkaç gündür seninle takılmamın bir sebebi vardı, Ayanokōji-senpai.”
Hareket etmeden olduğu yerden konuşmaya başladı.
Aynı tabloya sahip olmaktan daha ötede bir sebebi olduğu bariz belliydi. Benim aradığım cevabı söyleyecek sanırım.
“Ama öncesinde özür dilemem gerekiyor.”
Arkasını dönüp büyük bir ağacın dibine geçerek çantasını yere koydu. Şuan arkası dönük ve çömelmiş bir şekilde duruyor.
“Bugün, E2 bölgesine ulaşabileceğini sanmıyorum, senpai.”
“Garip şeyler söylüyorsun. Şuan oraya gitmiyor muyuz sanki?”
“Dağa çıkmamızın sebebi seni buraya getirmek içindi, senpai.”
Nanase’nin hedefi E2 bölgesine ulaşmak değildi de buraya–– D3 bölgesinin kuzeyine gelmekti demek.
“Burada sadece biz varız.”
“Evet. Zaten böyle olması gerekiyordu.”
Sırt çantasından kurtulan Nanase, gözlerimin içine baktı.
“Seninle takıldığım 6 gün boyunca, çok değişik şeylere tanık oldum, Ayanokōji-senpai. Okulda epey arkadaş edinmişsin, insanların güvenini kazanmışsın. Ve yavaşça ve güvenle, potansiyelini göstermişsin. ”
Adadaki ilk haftamızı düşünerek, Nanase izlenimlerini özetlemeye başladı.
“Bana gösterdiğin fiziksel gücünden dolayı da seni takdir ediyorum.”
“Özel bir şey yaptığımı hatırlamıyorum ama.”
“O zaman bu durum seni daha da inanılmaz biri yapıyor, senpai?”
Övgü yağdırmasına rağmen, yüz ifadesi sertti.
“Ama Ayanokōji-senpai, senin bu okula ait birisi olduğunu düşünmüyorum.”
Yaydığı aurası, birkaç gündür birlikte olduğum Nanase’den farklıydı.
“Anlayamadım? Bu da ne demek oluyor?”
Nanase yavaşça başını sallayarak ayağa kalkıp gözlerini bana dikti.
“Çünkü sen beyaz odadansın.”
Uzun bir süre sonra, beyaz oda kelimesini bir öğrenciden duymak… da nasip oldu.
O yerin varlığından haberdar olan birkaç kişi vardı.
Normal şartlar altında olsaydık, Tsukishiro’nun gönderdiği infazcı olduğunu düşünürdüm.
“Tahmin edebileceğin üzere Müdür Vekili Tsukishiro’nun emirleri üzerine bu okula girdim. Ve tabii ki amacım, seni okuldan attırmak.”
Açıkça her şeyi söylemesi, onun niyetini gizleyerek arka planda uzun süredir peşimde olmadığını düşündürüyordu.
“Birkaç gündür pek çok fırsat eline geçmedi mi, neden burası? Ve neden şimdi? İnsan olmasın, gören olmasın istedin, değil mi?”
“Seni burada bayıltıp yaralayacağım. Acil durum alarmın çalacak. Öğretmenler buraya geldiğinde, diskalifiye olup okuldan atılacaksın. Böyle bir şey düşündüm.”
“Komiya ve Kinoshita’nın başına gelenler gibi yani. Yoksa onları o hale getiren sen miydin?”
“Eh, hmm… sence, senpai?”
“O kadar kısa sürede git-gel yapabileceğini sanmıyorum. Ama beyaz oda öğrencisiysen, yapmışsındır..”
Şuan, ne olduğunun önemi bile yoktu.
“Gelen öğretim görevlilerine bana saldıranın sen olduğunu söylediğimde ne olacak, peki?”
“Açıklayabileceğini sanmıyorum. Zaten gelecek kişi müdür vekili olacak.”
Kendimi savunmamın manası kalmayacak demek. Ne kanıt sunarsam sunayım, Tsukishiro, yardakçısı Nanase’nin tarafını seçecektir.
“Anladım. Sana yenilmem demek okuldan atılmam demek.”
Yavaşça sırt çantamı çıkarttım.
Bir ağacın altına yerleştirdikten sonra, Nanase’ye tekrar döndüm.
“Müdür Vekili Tsukishiro beni yenebileceğini düşünerek buraya gönderdiyse seni, o zaman ciddi bir dövüş olmayacak aramızda. Tabii, bir kıza el kaldırmak da başlı başına bir sorun ama neyse.”
Bu konu, basit ve zararsız çocuk oyunu gibi kapanmayacaktır.
Ancak ona karşılık verirsem, o zaman cezayı garanti etmeye yeter de artar bile.
Tsukishiro’nun sırf kavgaya tutuştuk diye diskalifiyeyi geçtim, bizi okuldan attırma ihtimali bile var.
Eğer güçlerimiz eşitse, olan bana olur zaten.
“Bir kaçış yolu arıyorsan senpai, o zaman tek seçeneğin çantanı bırakıp kaçmak.”
“Hmm.”
“Ama beyhude bir çaba olur.”
Sınava tablet, çadır veya erzaksız devam etmek intiharla eş değerdi.
Nanase içinse, hangi seçimi yaparsam yapayım, karşılık vermeye hazır olduğu anlamına geliyordu.
“Peki, seçimin ne, ne yapacaksın?”
“İşler madem bu raddeye geldi, yapabileceğim tek bir seçim var .”
Nanase’nin gözlerinin içine bakarak savaşa hazır olduğumu, azmimi, belli ettim.
“Yani dövüşmeyi seçiyorsun. Ama bu seçiminle kurtulacağını mı sanıyorsun? Benim kaybım senin kaybından farklı değil, Ayanokōji-senpai.”
“Belki de öyledir.”
Konuşma ilerledikçe, bir açık yaratıp bana saldırsa savunmasız kalacağımı gösterdim.
Ancak, Nanase hemen çatışmaya girmedi, onu test ettiğimin bilincinde olarak temkinliydi.
Pervasız savaşlara girecek bir tipe benzemiyordu. Aksine, rakibini köşeye sıkıştırmak için daha ortodoks bir yaklaşım benimsiyordu.
Rakibinin hızına kendisini kaptırmamak için bilinçli bir çaba sarf etmekle doğru bir seçim yapıyordu.
“O zaman hamlemi yapacağım.”
Beni önceden uyarması da, arka planda komplo kurmaktan pek hoşlanmadığının kanıtıydı.
Tabii ki, bu da basit bir aldatmacadan ibaret olabilir.
Zemin nispeten yumuşak olmasına rağmen, mücadelemize engel olmayacaktır.
“Hyaaah!!!”
Ayağını sürüyüp hızlıca üzerime geldi, Nanase.
Yumruk mu tekme mi kullanmaya odaklanır acaba?
Belki de ikisine kullanır?
Normal şartlar altında, işe rakibimin dövüş tarzını yakından analiz ederek başlardım.
Dikkatsizce karşılık verirsem, Nanase ciddi şekilde yaralanabilir..
Az önceki söylediklerine bakarsak, böyle bir durum beni daha da dezavantajlı duruma sokacaktır.
Bir sonraki adım olarak onu zorla dizginlemeye çalışabilirdim. Ama bunu da dikkate alarak hareket ediyordur diye düşünüyorum.
Ama yine de—- akıllıca bir seçim olmaz.
Nanase’nin sözleri tek başına güvenilir olmadığı gibi, bugün bütün gün peşimizde birisi vardı.
Biri ya da birileri, her kimse mesafeyi dikkatlice koruyarak bizi takip etti.
O kişi takviye kuvvet değilse, o zaman bir tabletle falan yaşananları kaydetmekle görevli olabilir.
Şuanki durumda gerçekçi tek seçeneğim…
Sol taraftan aldatmaca bir saldırı düzenledikten sonra, Nanase tüm gücünü sağ koluna vererek bana direkt saldırdı.
Yumrukla değil, avcunun içiyle saldırmayı tercih etti. Benimle başa çıkmak için boğuşma tekniğini seçmişti. [Ç.N: Grappling techinque: boğuşma teknikleri diye geçiyor]
Bu halini görünce, gecikmeli olarak Nanase’nin bir sonraki hamlesini hızlıca alt ettim.
Onun kolundan kaçınarak, kendi kolumu uzatıp yüzünü hedef aldım.
Yumruğumu güçlüce sıkıp Nanase’nin alnına temas etmeden önce durdurdum.
“!”
Kinetik görüşü sıradan bir insanınkinden çok daha iyi olduğundan, çarpma tehdidi bilinçsizce onun daha da ciddileşmesine neden oldu.
“Bu bir.”
Yumruğumu durdurmasaydım, alacağı darbe mücadelemizin sonucunu belli edecekti.
Nanase bilincini bir anda kaybedip olduğu yere yığılırdı.
“Nanase, yorgun musun? Yoksa tereddüt mü ediyorsun? Bundan daha fazlasını yapabilecek kapasitede olman lazım.”
Son birkaç gündür bana gösterdiği çabasına kıyasla, en azından bunun üstünde bir seviyede performans gösterebilmeliydi.
Beni bir köşede avlama azmi yeterince güçlü değil galiba.
“Benim karşılık vermiyorsun diye, sana yenileceğimi falan mı sandın?“
Cevap vermeden yumruğumu geri çektim. Nanase de aramıza birkaç metre mesafe koydu. Tabii kısa bir süreliğine.
Tekrar sert adımlarla üzerime doğru hızlıca geldi. Sol elini yumruk yapmış, yaralamak için hazırlanıyordu.
Bu saldırısını engelleyerek sağ yumruğumla bu sefer çenesini hedef aldım.
Yine az önceki gibi, yumruğumun değmesine izin vermedim.
“İki etti. Kendimi geri tutmasaydım, 2 kez bayıltmış olacaktım seni.”
“Ama yapmadın.”
Gözlerini yumruğuma dikmiş, etrafını umursamadan, korkmadan bakıyordu.
“Evet.”
“Gerçekten karşılık vermediğin sürece, yenme şansın yok.”
“Karşılık versem de, kazanma şansım yok ama?”
“Doğru. Peki, ne yapacaksın?”
Başından beri ciddiye almadığını belli etti, Nanase.
Beni ve hareketlerimi dikkatlice inceliyor, kendisini savunma pozisyonuna alıyordu.
“Bilemiyorum.”
“Hala ayakta durabiliyor ve konuşabiliyorken düşünsen iyi olur.”
O an bir anda sağ kolumdan tutup tüm gücüyle çekti. Beni yere sermeyi planlıyor galiba. Onun gücüne karşılık kendi kuvvetimi devreye soktum.
Dövüş sanatlarında, deneyimli ve yetenekli rakiplerinize karşı kullanabileceğiniz, sizi üstün konuma sokacak bazı saf güce dayalı teknikler vardı.
Fakat bu teknikler sadece kaba kuvvetinizin rakibinizden daha üstün olduğu durumlarda geçerliydi.
“Bu da ne─!?”
Vücudumun sertliğine şaşırmasıyla, bu açıktan faydalandım.
Kolumu çekmeye çalıştığı anda, sol yumruğumu havaya kaldırıp çenesinin altına kadar getirdim. Uyguladığım güç ve baskıdan dolayı, saçları havada süzüldü.
“!!!”
Bakışlarını yumruğuma çevirip şaşırıp kaldı.
“Fark etmedin belki diye söylüyorum. Üç etti.”
Göz göze geldik.
“Gücün söyledikleri kadar varmış, Ayanokōji-senpai…”
Şuan ciddi dövüşecek pozisyonda değilim. Nanase’nin mücadele azmini kıracak şeyler yapmalı ama ona zarar vermemeliyim : Asla zafer kazanamayacağı bir rakibi olduğunu hissettirmeliyim.
“Ne yapmaya çalıştığının farkındayım, senpai…”
Anlaşılan Nanase de bilincindeymiş.
“Böyle devam edersek, seni yenemeyeceğimi biliyorum.”
Azmini bu kadar çabuk mu kırdım acaba…? Yok, mümkün değil.
Bana bakarkenki gözleri nefret ve öfke doluydu.
“<Ben>… seni yenemeyebilirim.”
Nanase şimdiye kadarki mücadelemizde kendisini benim insafıma bırakmıştı. Ama şimdi ,konuşurken o belirsizlik kaybolmaya başladı. Daha doğrusu, sanki hiç belirsizlik yoktu tavırlarında.
Sanki tüm düşüncelerini ve duygularını birleştirip içselleştirmeye çalışıyordu.
Kısa bir sessizlikten sonra, Nanase bir kez daha yerden kuvvet alarak hızlıca üzerime geldi.
Artık durumu sakince analiz etmek için zamanım olmadığına göre, tüm dikkatimi zorlu darbelerden kaçınmaya odakladım. Hareketleri birkaç dakika öncesine kıyasla, iki kat daha hızlıydı. Onun saldırısından kaçınmak için ondan kendimi uzaklaştırdım.
Bana öyle keskin bir bakışla baktı ki, sanki adam öldürecekmiş gibi.
O kadar dramatik bir bakıştı ki, bildiğimiz Nanase mi diye düşünmeden edemedim.
Eğer onun son saldırısını doğrudan alsaydım, ağır darbe yemiş olurdum. Bir kez olsun hata yaparsam, üstünlük sağlayabilirdi.
Verdiği his, onun daha önceki hallerinden çok farklıydı.
“İşte bu yüzden…『ben』 başaracağım. Tam burada, hemen şimdi.”
Watashi’den 『Boku』’ya geçiş…
Birinci şahıs zamiri değişikliği, hareketlerini değiştirmeye yetmemeli.
Fakat bu son saldırısının, ilk üç saldırısından tamamen farklı bir seviyede olduğunu aşikardı.
“Sen kimsin?”
Bu şartlar altında, ona bu soruyu sormadan edemedim.
“『Ben』sana bir son vermek için ‘o yerden’ geri döndüm.”
“O yer derken?”
Bir an için Beyaz Odadan bahsettiğini sandım ama öyle değil gibi.
“O karanlık… kasvetli yerden…『ben』 geri döndüm.”
Neyden bahsettiğini anlamasam da dikkatsiz davranamam.
Kendisine şu an 『Boku』 ile atıfta bulunan bu yeni Nanase’nin, az önceki dövüş tarzı jiu-jitsu’ya odaklı iken, şimdi karateydi.
Üzerime sürekli hızlı, ölümcül darbeler ve yumruklarla geldi.
Tekrarlanan saldırılarından kaçınıp ritmine ayak uydurduktan sonra, neden birinci şahıs zamirini değiştirdiğini ve bunun arkasındaki gizemi düşünmeye koyuldum.
“Sonsuza kadar kaçınabileceğini mi düşünüyorsun!?”
Nanase saldırmaya devam ederse, 10-20 darbe sonunda, eninde sonunda hedefi tutturacağını düşünüyordu.
Sırf bu düşüncesinden dolayı, tüm tereddütlerini yok sayıp amansız saldırılarına devam ediyordu.
Eğer başka biri olanlara tanıklık etseydi, muhtemelen benzer düşünürdü.
Bana yönelttiği her saldırısından kaçınmamın mümkün olmayacağını, sonunda kendimi savunmak için bir noktada karşılık vereceğimi düşünürdü.
“Ha, Haaa!!!”
Nanase’nin nefes alış verişleri, saldırılarına devam ettikçe daha da ağırlaşmaya başladı.
Doğal olarak, hızlı saldırılarına sonsuza kadar ayak uydurabilmesinin imkanı yoktu.
Fakat ona karşılık verirsem, gücünü her an geri kazanabilir.
“Ouff… Haaa!!!”
Beklendiği gibi, Nanase kısa sürede nefes nefese kaldı ve nefesini kontrol altına almak için kendini uzaklaştırdı.
“Muhakkak…『ben』…seni… mağlup edeceğim…”
Budist bir keşişin tekrarladığı duası gibi, birkaç söz çıkıyordu ağzından. Bu arada bana katilmişim gibi bakıyor.
“『ben』 geri döndüm…『ben』 seni alt etmek için…”
“Geri döndüm derken? Bu ne demek oluyor?”
Nanase’ye ne olduğunu anlayamadım.
“Anlamaman doğal. Senle 『ben』 daha önce hiç tanışmadık.”
O zaman bana olan bu öfkesi mantıksız değil mi..
Beyaz oda öğrencilerinin onlarla tanışmamama rağmen, bana öfke duyabileceğini tahmin edebiliyorum.
Ama Nanase beyaz odadan mı gerçekten?
Ses tonu normalden farklıydı.
Dışarıdan kız olarak gözükse de, kişiliği bir erkeğe ait gibi hissettiriyordu.
“Karşılık vermemek senin kararın.『Ben』sen yere serilene kadar devam edeceğim─”
Saldırısına ara vereli 20 saniyeden az olmuştur. Ama enerjisini toplamak için yeterli gibiydi.
“Hyaaah!!!”
Bana olan öfkesi hiç olmadığı kadar çok artmış gibi, daha hızlı üzerime geliyor.
İnce, beyaz elini yumruk yapıp yüzümü hedef aldı. Ani bir geri çekilişle saldırısı, kahküllerimin uçlarını zar zor sıyırdı.
Dışarıdan her zamanki Nanase iken, içten başka birisi gibiydi? Bu sorunun yanıtını ararken, aklıma başka bir fikir geldi.
Bölünmüş kişilik kavramı veya kimlik bozukluğu olarak bilinen şey…
Psikologlara göre, iki veya daha fazla farklı kişiliğin tek bir bireyde yaşadığı zihinsel bir kimlik bozukluğu.
Nanase’de kimlik bozukluğu varsa, taşlar yerine oturuyor. Bu bozuklukta, basit bir kişilik değişikliğinden daha fazlası vardı.
Bana söylenene göre, kişiliklerden birinin kronik bir hastalığı olduğu nadir vakalarda, hasta başka bir kişiliğe geçtiğinde hastalık ortadan kalkıyormuş.
Aynı mantık altında düşünürsek, bu mümkün olandan daha fazlaydı.
Nanase’nin içindeki『Boku』kullanan kişi, daha güçlü fiziksel yeteneklere sahipti.
Ve eğer bu kişi bir erkekse, o zaman onunla aynı gücü bile gösterebilir.
“Artık Nanase’ye benzemiyorsun.”
Sözlerimi duyduktan sonra, Nanase bir an için saldırısını duraksattı. Yüzünde gözle görülür derecede rahatsız edici bir ifade vardı.
“Hala anlamıyorsun, değil mi?”
Kolunu öne uzatarak bana baktı; Yumrukları da sesi kadar öfkeden titriyordu.
“『 Ben 』Nanase değilim. Şu anda karşında duran… Matsuo Eiichiro.”
“Matsuo Eiichiro mu?”
Daha önce ‘Matsuo’ soyadını duymuştum ve en son duyduğumdan bu yana çok uzun geçmemişti. Bu isim, liseyi ziyarete geldiğine “o adamın ağzından” çıkmıştı. Şimdi kafamda parçaları birleştirmek daha kolay olacak.
“Babanın öldürdüğü adamın oğlu.”
Hala nereye varacağını anlayamadığımı görünce, sabrını tamamen yitirerek bir kez daha konuştu.
“Bu vücudu ödünç aldım. 『Ben』seni alt etmek için buradayım.”
“Ödünç mü? Ne komik bir şaka.”
Birinin, başka bir insanın kişiliğini üstlenmesi mümkün değildi.
“Eğer şaka yaptığımı düşünüyorsan, hodri meydan.”
Nanase, tekrar yere tepik attı. Kolları şiddetli bir şekilde titriyordu.
Şimdiye kadar kullandığı geleneksel, ortodoks saldırı tarzı yavaş yavaş çok daha kaba bir şeye dönüşmeye başladı.
“『ben』 buraya… senin sonunu görmek için geldim!”
Sadece saldırı tarzı değil. Hareketleri kararlı ve kontrollü olmaktan çıkıyor, vahşi ve şiddetli oluyordu.
Amacı beni hız ve güçle ezmeye çalışmaktı. Ancak hareketlerinin verimliliği azalıyordu.
Hedefi, bana bir şekilde zarar vermek olduğu için, gerisini pek umursamıyordu.
“『Ben』 cezanı çekmeni sağlayacağım!”
Dövüş azmi artıp daha çok sertleşse de, bu kadar kolay darbe almayacağım. Nanase de bunun farkında olmalı.
Sakin ve dingin gözükse de, sırtı duvara dönük olan oydu, ben değil.
Dayanıklılığını geri kazanmak için ne kadar kısa mola verirse versin, omuzlarının tir tir titremesi, potansiyelinin sınırına ulaştığını belli ediyordu.
Onun enerjisinin son damlasını tüketmesini beklemek mantıklı değildi. Zaten ne zaman geri adım atar meçhul. Dahası, kanının son damlasına kadar bana meydan okuyacak gibi de bir hali var. Onun dövüşme azmini kırmaktan başka çarem yok.
“İlk defa『benim 』 darbelerimden bu kadar çok kaçınabilen bir rakip gördüm…. Ama bunu sonsuza kadar sürdüremezsin. Rakibin 『benim』.. 『ben』 seni yenerim!”
Onun iradesine arada bir takılsam da elinden geleni ardına koymuyor, saldırmaya devam ediyordu.
“Sanırım ne söylemeye çalıştığını anlıyorum.”
Durumun tam detaylarını bilmesem de, bu süreçte tespit ettiğim bir şey vardı.
Birkaç dakika kafamda düşüncelerimi topladıktan sonra, konuşmaya başladım.
“Nanase, ne senin kişilik bozukluğun var, ne başkası kişiliğini ele geçirdi.”
“Dediğim gibi, eğer 『benim』 şaka yaptığımı düşünüyorsan, hodri meydan. Ama şu bir gerçek ki, önündeki kişi『benim』.”
Ayaklarını yere basıp inkar ederken sesini yükseltti. Ama bu bir kanıt değil ki.
“Hayır, sana inanmıyorum. Eğer bu alternatif kişiliğin, başka bir insan olmasaydı, sana inanabilirdim. Ama başka bir yerde var olan ‘Matsuo Eiichiro’nun senin vücudunu ödünç aldığını söylüyorsun. Hiç gerçekçi değil.”
“Eğer inanmıyorsan… O zaman 『benim』varlığımı nasıl açıklıyorsun!?”
Cevap üzerine çok fazla düşünmeme gerek yok; Karmaşık değil.
“Kendi içinde başka bir kişilik hayal ediyorsun. Kasıtlı olarak ‘Watashi’ yerine 『Boku』yu kullanarak aslında bunu kendine hatırlatıyor, kendini telkin ediyorsun.”
Nanase temelde şiddette meyilli birisi değildi.
Rakiplerinin kendisine boyun eğmesi için şiddet ve güç kullanma düşüncesinden hoşlanmıyordu.
Dövüşmek zorunda olduğu için, onun yerine dövüşecek bir kişilik uydurmuştu.
Ya da daha basit bir ifadeyle, bu kişiliği ‘oynamaktan’ başka seçeneği yoktu.
“Bu güç, bu kuvvet『benim』 gerçekliğime kanıt!”
Bu sözleriyle beraber, yumruğunu bana doğru havalandırdı. Değişimden sonraki yumrukları daha güçlü ve hızlıydı.
“Bana her zaman sahip olduğun güçten başka bir şey göstermiyorsun ki, Nanase.”
Nanase’nin yüzü soldu, sarsılmış gibiydi.
“Y-yanılıyorsun!『ben』…『ben』 Matsuo‘yum!”
“Eğer gerçekten ‘Matsuo’ sensen, o zaman bu kadar üzülmezdin.”
Matsuo olarak, bu mantığıma gülebilirdi.
“Birinci şahıs zamirini değiştirirken konuşma şeklinde bir gariplik vardı. Kendini kandırıyorsun diyorum.”
『Boku』 zamirini, kendini daha agresif bir insana dönüştürmek adına deklanşör olarak kullanıyor…
“Hayır!!!”
“Matsuo’nun kişiliğinin içinde olduğuna inanmak istiyorsun… Hayır, hatta içten içe sen bile buna inanmıyorsundur.”
Umutsuzca kendini kandırma kisvesini benimsemeye çalışıyordu ama yapamıyordu.
“AAAAAAAAHHHHHHHHHHHHHHHHHHHHHH!!!”
Sözlerimi bir saniye bile dinleyemeyen Nanase, çığlığı bastıktan sonra kendisini üzerime attı.
Az önceki sergilediği hız ve keskinlik artık görünürde yoktu. Öyle bir noktaya gelmişti ki, gözlerim kapalı saldırısından kaçınabilirim.
“Nanase, pes etme vakti geldi. Beni yenemezsin.”
“Ama 『ben』 yenerim! 『Ben』 yenmek zorundayım!”
Sol kolunu uzatıp formamın yakasını tuttu.
Ve sonra, beklediği şansın bu olduğunu düşünüp sağ yumruğunu kaldırdı.
Kolay bir hedeftim şuan. Genellikle, birinin benim pozisyonumdan kaçmasının bir yolu yoktu.
Hareketlerim yakamdan tutmasıyla sınırlı olmasına rağmen, yumruğunun yüzüme doğru gelmesinden ustaca kaçındım.
“Tsk!”
Hemen ardından bir yumruk daha salladı. Yine ustaca atlattım.
“Neden!? Neden 『ben』sana vuramıyorum!?!? Neden!?!?”
Üçüncü, dördüncü ve beşinci yumruk uçarak geldi gelmesine ama ne kadar denerse denesin, her girişimi aynı sonla bitiyordu.
Yumruklarının boşa gitmesinden bıkarak zorla saçımı tutmaya çalıştı.
Kafamı hareket ettirmemi engelleyebilirse sonunda bana vurabileceğini düşünmüştür.
Yeterince yaklaşınca, onu bileğinden yakaladım.
“Bırak!”
“Bıraksam bile sonuç değişmeyecek.”
“Bırak 『beni』!!!”
Zorla elini kurtarıp tüm bu anlamsız döngüyü tekrarladı.
Yumruğu bana sallarken, bir yumruk daha hazır ediyordu. Bu sahneyi kaç kez yaşadık bilemiyorum.
“Haa! Haa! Haaaa…!”
Sonunda hem fiziksel hem de zihinsel olarak sınırına ulaştı.
“Neden… Neden…『ben』 bu kadar yaklaşmışken… tekrar…!”
Nanase’nin kendini üzerime atmaya devam etme azmi çoktan bitmişti.
Dövüşmek istese de dizlerinin bağı çözüldü, titreyerek olduğu yere yığıldı.
“En başından beri, sürekli saldırarak eninde sonunda bana vurabileceğini düşünmekle hata ettin. Senin seviyende birisi, kanının son damlasına kadar saldırmaya devam etse dahi, bir kez bile olsun darbe indiremez.”
Tabii ki, blöf yapıyordum.
Kimse sonsuza kadar savunmasını mükemmel bir şekilde sürdüremezdi, ben bile.
Ancak Nanase, bana tek bir kez bile vuramamasıyla yüzleşmek zorunda.
“Gerçekten okuldan atılmamı istiyorsan, en iyi seçeneğin burada mağduru oynamak. Üstünü başını bozman bile, beni köşeye sıkıştırmaya yeter.”
Burada düşmana yardım ediyormuşum gibi görünse de Nanase’nin böyle bir şey yapmayacağını biliyordum.
Beni gerçekten okuldan attırmak istediğini düşünmüyorum.
“『Ben』…『ben』!!!”
Dizleri de sonunda pes edip yere yığılırken ağlamaya başladı.
Tüm mücadele ruhu kırılmışken, yorgunluğa direnmeye çalışıyordu.
✩ ✩ ✩ ✩