Elitler Sınıfı - Cilt 14 - Bölüm 27 - Sırlar
Cilt 14 – Bölüm 27 -Açığa Çıkan Sırlar
Sert rüzgarın sesi, iki kişinin izlerini sürmeye çalışırken ormanın her yerinde yankılanıyordu.
Bu sabah, D3 bölgesine ulaşmak için ne kadar çabalamam gerekti…?
Biraz daha direnmeliyim… ilerlerken kendime bunu söyleyip durdum ama attığım her adımda bacaklarım titriyor.
Eğer peşlerinden gittiğimi öğrenirlerse, o zaman şimdiye kadarki tüm çabalarım, onca uğraşım,.. boşa gider.
Birini takip ederken izini kaybetmemek adına, o kişiyi her zaman görüş alanınızda tutmak gerekir.
Bu, karşı tarafın da sizi görebileceği anlamına geliyor, tabii. Böyle bir hamlenin, kaçınılmaz riskleri var…
Ama karşı tarafta kim olursa olsun, ne yaptığımı anlamalarına imkan yok. Ben bile hedefim olan Ayanokōji’yi şu an bulunduğum yerden göremiyorum.
Bunun sebebi; formamın cebine gizlenmiş bir telsizdi.
Bu telsiz sayesinde, Ayanokōji’nin yerini tam olarak tespit etmeme yardımcı olan belirli bir kişiyle iletişim kurabiliyordum.
Altıncı günden bu yana, tabletlerimizdeki ‘GPS Arama’ özelliğini 1 puan karşılığında kullanarak herkesin nerede olduğunu öğrenebiliyoruz.
İşte böyle, suç ortağım ve benim, Ayanokōji’nin konumu hakkında kabaca bir fikir edinmemiz mümkün oldu.
Daha kötüsü olsa dahi, onu bulmak için kendi puanlarımı sonuna kadar seve seve kullanırdım.
Yöntem ne olursa olsun, elde etmem gereken tek bir şey var: Kesin ve net kanıtlar.
Öyle ya da böyle, Ayanokōji’yi okuldan attırmak için yeterli kanıt lazım.
Başka seçeneğim yok artık. Horikita’nın okulda atılmasına öncelik vermemem gerekiyordu.
Gerçek potansiyeline dair hep belli belirsiz bir fikrim olmasına rağmen, görmezden geldiğim için kendimden utanıyorum.
Ryūen’in, D sınıfında ‘X’ aramayı bıraktığı anda şüphelenmeliydim. Ayanokōji’nin, o zamanlar yaşanan her şeyde parmağı vardı.
Göz göre göre inanmakta zorlanıyordum, hala bile. Sıradan, önemsiz, göze batmayan bir liseli çocuk gibiydi.
Telsizimden ses geldi. Kablosuz kulaklık takarak durmak zorunda kalmadan dinleyebiliyordum.
[Lütfen biraz bekle, Kushida-senpai. İkisi şu anki konumundan çok ileride durmamışlar.]
“Haa, haa… gerçekten mi? Sonunda mola mı vermişler…?”
Aldığım bilgiye göre, minnetle durdum.
Böylece, az da olsa dinlenme fırsatım oldu.
[Yorgun olduğunu biliyorum ama lütfen biraz daha dayan. Gerçek yakında ortaya çıkar. Yoluna taş koyan kalmayacak.]
Suç ortağım, iletim düğmesine basılı tutmadığımdan söylediklerimi duyamamıştır. Ama anladığım kadarıyla, şu anki durumumu çok net anlıyordu.
“peki, tamam…”
Yine de sinirlenmeden edemiyorum. Sanki bir havuç gözlerimin önünde yeşerip salınıyor ve engel olamıyorum.
Güneş doğduğundan beri, tek başıma yollarda kendimi tehlikeden tehlikeye atıyorken, bir de bu iş bittikten sonra yapmam gereken tonlarca şey var…
Telsizden gelen yeni talimatla hak ettiğim mola sadece beş dakikacık sürdü.
[Hareket etmiyorlar. İkisi de durmuş. Varlığını gizleyip yavaşça kuzeybatıya doğru git. Tabletinle kayıt almayı da unutma.]
Suç ortağıımın kibar ve aynı zamanda aptalca açıklamaları beni kızdırsa da, önceliğim bu işi halletmek olacak.
Koşma dürtümü bastırarak, tabletimi sırt çantamdan çıkardım ve kuzeybatıya doğru ilerledim. Çok geçmeden, iki kişinin silüetini uzaktan da olsa gördüm.
Nanase’nin donuk bir halde hafifçe kafasını çevirip Ayanokōji’ye bir şeyler söylediğine şahit oldum.
İkisi de sırt çantası takmıyordu. Mola verip vermediklerinden emin olmalıyım.
Tabletimdeki kamera uygulamasını açıp kayıt modunu başlattım.
Ardından kendimi açığa çıkarmadan mümkün olduğunca yakınlarına inip ağaçların arasında dikkatlice saklandım. Ama ne kadar konsantre olursam olayım, rüzgarın şiddetinden ne konuştuklarını doğru dürüst anlayamıyorum.
Damarlarımda bir sabırsızlık dalgası vardı.
Kanım, onların kavgasını arzuluyordu.
Ne konuştuklarını duyabilseydim, ne durumda olduklarına dair bir fikir edinebilirdim. Ama çok tehlikeli olur.
Daha fazla yaklaşırsam, şuan bile kafasını çeviren Nanase’nin beni fark etmesi an meselesi olur.
Şimdilik duygularımı dizginlemeliyim. Biraz riskli olsa da, şuan için tek seçeneğim sakinleşip daha iyi ve daha güvenli bir açı bulmak.
Sessizce hareket etmeye başlamamla nefesimi tutmam bir oldu.
Onlardan biraz uzaklaştıktan sonra, planım çevreyi dolaşıp-
“N-!?!”
Burada yalnız olmam gerekirken, bir el aniden belirip omzumdan tuttu.
Tam şok ile sesimi yükseltmek üzereyken, ağzımı kapatmak için hemen diğer bir el uzandı.
Beklenmedik bir olayla karşı karşıya kalınca, panik yapmaya başladım.
Tam paniklerken, parlak ve çekici dudaklarını kulağıma yaklaştırdı.
“Şiii~ Şaşır tamam da, sessiz olmalısın Kushida-senpai. Ayanokōji-senpai ve Nanase-chan seni yakalarsa çok kötü olur, değil mi ama?”
O boğucu dudaklardan sanki ruhumu delen bir ses geldi.
Bu kişi, 9/A’dan Amasawa Ichika’dan başkası değildi. Aslında, onunla ilk kez karşılaşıyorduk.
Ama Amasawa beni tanıyor, adımı biliyordu.
Ayanokōji ve Nanase’nin bulunduğu yerden uzaklaştırıldıktan sonra, Amasawa sonunda beni bıraktı.
“Uhm… Neden buradasın, Amasawa-san?”
Ona hitap ederken soğukkanlılığımı geri kazandım.
Ben onunla vakit harcarken kavga çıkarsa her şey mahvolur.
Tansiyonumun yükseldiğini hissedebiliyordum ama… burada soğukkanlılığımı kaybetmeyi göze alamam.
“Seni sinsi sinsi ilerlerken tesadüfen gördüm, senpai.”
“Sinsi davranmıyordum. Ben sadece… tek başıma yürüyüşe çıkmıştım, hepsi bu.”
Bunun kötü bir bahane olduğunun farkındaydım. Grubumdan ayrı, bağımsız hareket ediyorum sonuçta.
Herkes garip bir durum olduğunu anlardı. Dahası, Amasawa’nın kendisi, Ayanokōji ve Nanase ne yaptığımı öğrenirse, kötü olacağını söylemişti.
Yani, neyin peşinde olduğumu biliyordu.
Gerçi, öğrendiğim kadarıyla 9.sınıflardan seçilmiş bir kısım beni artık tanıyor.
“Hmmm….öyle mi…”
Amasawa şüpheli bir bakışla bana yaklaştı.
Aklıma gelmişken, bu Amasawa denen kız, ne tablet taşıyor ne sırt çantası. Buraya kadar gelmeyi nasıl başar───
Şak!!!
Kuru ve yersiz bir ses tüm ormanda yankılandı. Tabii ki, rüzgarın dayanılmaz sesiyle araya kaynadığına şüphe yoktu.
Tam sesin nereden geldiğini merak ettiğim an, sağ yanağımda keskin ve sert bir ağrı hissettim. Elimi refleks olarak yanağıma götürdüm.
“N─ne!?”
“Dağa ne demeye geldin, senpai? Yani, senin burada burnunu sokacak ne gibi bir işin olabilir?”
“Ne demek istiyorsun? Bu da ne demek oluyor, Amasawa-san!?”
“Ne oldu senpai? Bu sahte maskenin arkasında daha ne kadar saklanabileceğini merak ediyorum~”
Bir kez daha bana doğru eğilince, aniden suratıma tokat attığı için dehşet ve korkuya kapıldım.
“D-dur!”
“Daha yeni başladık, aptal~”
Bu sözlerinin ardından, avuç içini havaya kaldırdı.
Hemen geri çekilip kendimi korumaya çalıştım, ama nafile.
Şak!!!
Bu sefer diğer yanağıma sertçe vurdu.
Engelleme çabalarıma rağmen, onun ezici hızına ayak uyduramadım.
“Ne yaptığının farkında mısın!? Bana bunu yapamazsın!”
“Sana karşı oldukça naziğim ama sen farkında değilsin, senpai. Çok acıtmaması lazım.”
“Neden ama!? Yaptıkların hiç mantıklı değil!”
“Yani anlamadın, öyle mi~? Peki, o zaman. Yumruklamaya başlasam, parçaları birleştirecek misin acaba? Bunu deneyelim mi bir de~ “
“Ne?”
Bir yandan onun söylediklerini idrak etmeye çalışırken, bir yandan görüş açım aniden bozulmaya, gözüm kararmaya, başladı.
Ardından bir şaplak sesi daha duymamla bir anda kendimi bulutlu gökyüzüne bakarken bulmam bir oldu.
Ben… az önce yumruk mu yedim…?
Yüzümde bir sıcaklık hissettim, sanki kan yavaşça derimin altında birikiyormuş gibiydi.
Yanağım yanmaya ve şişmeye başladı, acıdan ağrıyordu.
“… Ne, ah… Ah!!”
“Azıcık acıdı, demi senpai~? Genelde böyle dayak yemiyorsundur sen şimdi, dimi?”
Anlam veremiyorum. Bu kız bir anda damdan düşer gibi yanıma gelip neden beni dövmeye başladı??
Bu kadar şiddet yanlısı olması da, durumu iyice anlamsızlaştırıyor.
“Eee, diğer yanağın öksüz kalmasın demi ama?”
Bu sözleriyle birlikte, Amasawa bana tekrar yaklaşmaya başladı.
Şu anda emin olduğum tek şey, bunun bir şaka olmadığıydı.
Ne pahasına olursa olsun, daha fazla dayak yemek istemiyorum.
Amasawa’nın uzanan elini, tutup ittim.
“Ah, uh,… Seni ittiğim için özür dilerim ama birden bana vurduğun için…”
“Hala iyi melek ayaklarına yatmaya devam ediyorsun, ha? Ben senin gerçek halini, ASIL Kushida-senpai‘yi avucumun içi gibi biliyorum. Sen kendini o tatlı yüzüne kaptırmış, aşağılık bir kızsın. İnsanların gizlediği sırlarıyla eğlenir, başın belaya girerse, herkesi de peşinden sürüklemekten çekinmezsin. Çok çetin cevizsin, tamam ama çok da boktan birisin kabul et bunu?”
“Amasawa-san, ne konuştuğunu gerçekten anlamıyorum… A-ama sınavda şiddete… izin verilmiyordu, değil mi?”
“O zaman, okula gidip ağla? Hatta beni okuldan attırabilirsin. Ama unutmadan söyleyeyim: Beni okuldan attırırsan, sana güzel bir bir ayrılık hediyesi bırakacağım, tammam mı? Sır olarak saklamaya çalıştığın o ortaokul anılarını anlatıp kirli çarşaflarını bir~ bir~ okula ifşa edeceğim.”
“Nasıl…?”
Amasawa’nın elinde bir şişe su dahi olmadan aniden ortaya çıkması bir tesadüf değildi… Hayır… Burada bir şeyler dönüyor.
“Sırrını nereden mi biliyorum? Yüzündeki ifadeye bakarsak, bunu Ayanokōji-senpai’den duyduğumu düşünüyorsun?”
Bana içimi okuyormuş gibi baktı.
“Ama bu doğru değil ki~ Bu dünyada böyle şeyler benim gözümden kaçmaz. Eh, ne de olsa ben özel bir varlığım.”
“Bu dünyada böyle şeyler…”
“Sana bir örnek vereyim mi? Öğrenci Konsey Başkanı Nagumo’ya yaranmak için uğraşmana rağmen, konseyin kapısından bile içeri giremediğin zamana ne dersin? Eh, açıkçası o gün konseye girebilseydin bile, sonuç senin için pek parlak olmazdı ki~ Malum, Horikita-senpai konseye katıldı, Nagumo seni niye desteklesin?“
“Nasıl… Bunu nereden biliyorsun–?”
“Ah canım ya! Evet, nası biliyorum ben bunları~?”
Amasawa bana sanki onun oyuncağıymışım gibi sırıtınca, sabrım taştı.
“Kim… Sana hangi pislik söyledi!?!?”
“Ooo, sonunda rengini belli ettin! Ama senin sessiz olman lazım be, senpai? Ada çok büyük, kocaman hatta! Ama gel gör ki, her an bir yerlerden öğrenciler fırlayabiliyor.”
Amasawa çömelip alaycı bir şekilde işaret parmağıyla burnuma dokundu. Bana nazik ve küçümseyici bir uyarıda bulundu.
Onun bu kokuşmuş, kendini beğenmiş, küçümseyici tavrı beni öfkeden deliye döndürdü.
“Kes şunu, seni pislik ucube!”
Kontrol edemediğim bir öfkeyle, kalbimin derinliklerinden bir ses çıkmış oldu.
Eğer ‘Kushida Kikyō’ adlı kızın dışa dönük maskesini gördüyseniz, o zaman şu anki sözlerim şaşırtıcı olmuştur.
Ama Amasawa hiç şaşırmadı. Aksine, avazı çıktığı kadar kahkaha attı.
“Ahahahaha! Mmm, İşte bu! Bu tavır sana daha çok yakışıyor, Kushida- senpai~!”
Bu kız benim hakkımda ve yaptığım şeyler hakkında her şeyi biliyordu.
Ayanokōji ve Horikita’nın aksine çok çok daha fazlasını biliyordu…
“Sen… Sen neyin peşindesin!?”
“Böyle bir soruya nasıl cevap vereceğimden emin değilim ama. Ben… Ben Ayanokōji-senpai’yi kurtarmaya geldim diyelim.”
“Kurtarmak mı? Ha?”
“Saklamaya çalışmasana, Kushida-senpai. İçini ayna gibi görebiliyorum. Onu okuldan attırmak için şu ileride düşürdüğün tabletinle Ayanokōji-senpai’nin açığını yakalamaya çalışacaktın, değil mi?”
“Ne demek istediğini anlamıyorum. Tabletimle onun neyini yakalayacakmışım? Ha?”
Kahretsin.
Bu kız zaten her şeyi anlamış… Bir yanım artık direnmeye çalışmanın anlamsız olduğunun farkındaydı. Ama sonuna kadar inkar etmeye devam etmekten başka çare göremiyordum.
“Onunla bir yılı aşkın süredir aynı sınıftasınız ve hala her şeyden bihabersin, değil mi? Ayanokōji-senpai, bu kadar sığ bir tehdide boyun eğmez, kendisini tehdit altında dahi hissetmez.”
Amasawa bakışlarını Ayanokōji ve Nanase’nin olduğu yere çevirdi.
“Aaah, gerçekten arkama yaslanıp ön sıradan izlemek isterdim gösteriyi. Nanase-chan’ı ona zarar vermeden yeneceğine adım kadar eminim. Offf!! İzlemek istiyorum ama~”
Kendi kendine birkaç kelime mırıldandıktan sonra, tekrar bana döndü.
“Seni bu duruma kim soktu bilmiyorum ama seni kullanmışlar, Kushida-senpai? Nanase-chan ne durumdalar bilmem ama Ayanokōji-senpai, senin saman altından su yürütmeye çalıştığını fark etmiştir. Hele ki senin kadar aptal bir amatörü fark etmemesi imkansız.”
“A- ama aramıza çok mesafe koydum…!”
“Eh? Çok mesafe mi, hmmmm? Az önce onu takip ettiğini itiraf ettin, farkıda mısın?”
“E-eh… B-ben o ikisinin birlikte takılmasını biraz garipsedim o kadar…”
“Yani, onları meraktan takip ettin? Bu zorlu dağ patikasında tek başına?”
Bahane üretmeyi bırakıp ona dürüstçe cevap vermeliydim ama kaçma dürtüm ağır basıyordu. Amasawa’yı zorlu bir düşman olarak kabul edeceğim, buna mecburum.
“Bu konu seni ilgilendirmez.”
“Evet, içimden bir ses hala yardımcı olmaya yanaşmadığını söylüyor. Ama olay şu ki, bu konu beni doğrudan ilgilendiriyor. Ayanokōji-senpai benim için çok özel bir insan.”
“Ha? Ne…? Ondan hoşlanıyor musun?”
“Böyle kabaca bir sonuca varmamanı tercih ederdim~ Ona romantik !duygular’ beslediğimden değil, daha çok onu ‘sevdiğimden’ Off, bu da tam olmadı…? Hayır, sanırım çok çok daha fazlası söz konusu… Aşktan öte, hem de çok ötesine geçen bir duygu.”
“Ne?”
“Dediğimi duydun. Her neyse, seninle çene çalarak vakit kaybettim. Hava her an kötüleşebilir. Geri dönmek için son şansın olacak bence.”
“… Benimle dalga geçme!”
Elime bir yığın ıslak toprak alıp Amasawa’ya attım.
“Ayanokōji’ye çamur atıp ne pahasına olursa olsun onu bu okuldan attıracağım…!”
“Onu okuldan attırsan bile, bu hiçbir şeyi çözmez. Farkında değilsin sanki.”
Bunca yolu hırsımın kazandığını görmek için gelmiştim.
Bir çömez yüzünden elim boş, geri dönecek değilim.
“Tekrar ediyorum. Ayanokōji-senpai benim için çok özel bir insan. Senin gibi bir yabancı tarafından atılmasına asla izin vermem.”
Amasawa elini uzatıp sert ve acımadan kaküllerimi tuttu, göz göze gelelim diye saçımdan tutup kafamı kaldırdı.
“Ah!!! Bırak saçımı!”
“Niye bırakayım saçını?”
Amasawa’nın renkli gözlerinin içi boştu. Gerçekle bağını koparmış bir insan gibi, boş gözlerle bakıyordu.
İçgüdülerim kaçmamı söyledikçe vücudum titremeye başladı. İç sesim kaçmam için yalvarıyordu.
“Seni ucube! Sen normal değilsin…!”
“Ooo senpai~! Senden küçük bir kızdan korkarak titremeye başladığını görmek herkese nasip olmaz ama! Sen bu harika duyguya sahip çık, aklının bir köşesinde hep dursun, tammam mı Kushida-senpai~”
Amasawa benim bu alışılmadık garip tavrımdan aşağılayıcı bir şekilde bahsetti.
Cevap olarak söyleyeceklerimi duymaya tenezzül etmeden devam etti:
“Herkesten daha güzelim! Herkesten daha zekiyim! En iyisi benim! diyorsun ya hani… kendine aşıksın, değil mi Kushida-senpai? Ağzından çıkan her söz kendini övmek için. Başkalarının sırlarını öğrenmek için yanıp tutuşuyorsun. Sürekli arzuladığın kontrolü kaybetme düşüncesinden bile nefret ediyorsun, sırlarını bilenleri hiç affetmiyorsun. Şahsen, bu çirkef kişiliğin umrumda değil.”
Karşılık verme dürtümü tutarak gidişata odaklandım.
Açıkçası, bu kız… Bu pislik ucube, benim hakkımda her şeyi biliyordu.
Şimdilik , ‘nasıl’ ve ‘neden’ gibi soruları bir kenara bırakacağım.
Küt küt atan kalbimi sakinleştirip ayağa kalktım.
“Az önce… Tam olarak ne demeye çalıştın?”
Düşüncelerimi bastırıp sonunda soğukkanlılığımı geri kazandım.
Duygularımın beni ele geçirmesine izin verdikçe, onun sözlerine kapılıp gidiyorum.
“Buraya kadar tek başına ilerleyebilmen bile taktire şayan, inanılmaz. Tabletin ve sana yardım eden biri var ama bu, buraya kendi bacaklarınla geldiğin gerçeğini değiştirmez.Grup üyelerine yalan söylemek için de zorlanmışsındır. Grubundan ayrılmak büyük bir risk sonuçta, değil mi? Puanlarınız düşerse, okuldan atılma riskin—“
Bir kez daha, Amasawa beni itti. Ve bana tepeden bakmaya devam etti.
“Ama sevimli küçük Kushida-senpai bu kadar basit bir şeyi atlamaz, değil mi? Hareketlerin yüzünden grubunun sıralamasını riske atsan ve grupça batsanız dahi, kendini kurtaracak kişisel puanın vardır senin, demi~“
Varsayımı tam da dediği gibiydi, tam isabet.
Bu kadar pervasızca davranmamın sebebi, tehlikeye karşı kendime iki milyon puan ayırmış olmamdı.
1.3 milyon puan kendi birikimim, kalanıysa ‘o çocuktan’ gelmişti.
“Asla kaybetmeyeceğim… Ne olursa olsun, sonuna kadar asla pes etmem…”
“O zaman nasıl başarmayı planlıyorsun~ Hani, şuan avcumun içinde dans ediyorsun ya, senpai.”
Amasawa’nın söyledikleri doğruydu, ama…
“Ne olmuş yani? Benimle uğraşabildiğin doğru ama ne zaman kaybettim ben?”
İçimde yanan kararlılık alevleri bu kadar önemsiz bir şey yüzünden asla söndürülemez.
Sarsılmak yerine, yavaş yavaş duygularımı bastırıp kendimi toplamaya başladım.
Paniğe gerek yoktu. Bu, Amasawa’dan da kurtulmam gerektiği anlamına geliyordu sadece. Yoluma çıkan herkesten kurtulacağım.
Ama tek sorun bu değildi.
“Oh…? Düşündüğümden fena çıktın. Çok kötü bir pisliksin, Kushida-senpai. Ama bir tavrına da hayranım şimdi. Yiğidi öldür hakkını yeme demişler~ Senin gücün, zihinsel direnişin, taktire şayan. Korkudan ziyade, nefretle dolup taşıyorsun. Ve bu sadece bana değil, geçmişini öğrenen herkese duyduğun bir nefret.”
Formamdaki kir ve çamurun silkeleyip, tekrar ayağa kalktım.
Gerekirse, Amasawa’yı burada yere sererim.
“Enerjini boşa harcama. Elim kolum bağlı olsa bile, bana karşı hiç şansın yok, Kushida-senpai~”
Tam olarak ne planladığımı biliyormuş gibi konuştu. Onun üzerine atlamam için güzel bir fırsat sunarcasına arkasını döndü.
Aklımda onu itip yere indirmekten başka bir şey geçmiyordu. Ve düşündüğümü yaptım, var gücümle onu arkadan itmek için öne atıldım.
Ancak, hamlemi tahmin etmiş olacak ki, zamanında hareket ederek emek harcamadan kenara çekildi.
Bir saniye bile geçmeden, kendimi yine yere çakılırken buldum. Bugün o kadar çok yere yapıştım ki, kaç kez yaşadığımı bile bilmiyorum.
“G-gah…! Lanet olsun!”
“Çok iyi anlaşamıyoruz, değil mi senpai? İstediğini elde etmek için başkalarının sırlarına silah gibi kullandığını biliyorum. Ama bana bunlar işlemez. Beni şiddete başvurarak tehdit etmeye çalışamazsın da. Çoğu erkekten daha güçlüyüm. Ayrıca kimseyle yakın değilim, bu yüzden rehine almak da işe yaramaz. Sanırım Ayanokōji-senpai zayıflığım sayılabilir ama… Senin gibi biri ne beni ne onu döver. Şimdi kafan basıyor mu dediklerime?”
Boktan bir öğretmenin kullanacağı küçümseyici bir tonla zırvalayıp durdu.
“Pes et gitsin, nasıl fikir? Benim, Ayanokōji-senpai’yi görmem gerek.”
“… ne yapacaksın onu görüp? Onu takip ettiğimi mi söyleyeceksin?”
“Hayır, hayır. Sana demedim mi ben? Zaten farkında diye, aptal~ Ama kim bilir, belki de işler tam istediğin gibi gider, Kushida-senpai. Belki Nanase ile olan bu küçük atışması, Ayanokōji-senpai’nin okuldan atılmasına sebep olur. Hayalin gerçek olur falan.”
“… Ayankōji gittikten sonra sıra sana gelecek… Seni ezeceğim.”
“Oooooo, Kushida-senpai~ Çok tatlısın ama düellomuzun sonucu daha başlamadan belli. Sırrını bilenlerin okuldan atılmasının kendini korumanın tek yolu olduğunu anlıyorum ama bu sadece Ayanokōji-senpai gibi herkese doğruyu söylemeyen beyefendilerde işe yarar. Ben olsaydım, okuldan ayrılmadan önce sırrını herkes duysun diye elimden geleni ardıma koymazdım… kişiliğimden az çok anlamışsındır zaten bu kadarını?”
“Hah…! Güldürme beni. Senin gibi boktan bir veledin ağzından çıkana kim inanır? Okuldan atılmadan önce boş konuşan birisi olarak görürler seni.”
“Eh, tabii? Söylediğim her şeye inanacaklarından ben de şüpheliyim. Ancak, o mükemmel ‘Kushida Kikyō‘ imajını zedeleyeceğine eminim. Bu kadarı yetmez mi dersin?”
Söylemek istediği her şeyi söyleyen Amasawa, Ayanokōji ve Nanase’nin bulunduğu yere doğru ormanda kayboldu.
Onun peşinden koşabilirim ama… Acımadan sert davranacağı kesin.
Sırlarımı en ufak bir tereddüt etmeden yayardı.
Ve bu, beni mahveder.
Ormanda tek başıma gökyüzüne bakarak oturdum. Bir yanım uyuştu.
Hafif yağmur damlaları sık ağaçların yapraklardan süzülüp düşmeye başladı.
Yağmur damlaları… yanaklarıma düştü. Ensemden aşağı doğru aktı.
“Ben… Ben ne yapıyorum…?”
Ruhsuz sözlerimle kendi kendime söylendim. Her şey boş geliyordu. Öyle boş hissediyordum ki, kızamıyordum bile.
Önce Ayanokōji, şimdi de Amasawa… Sakin ve huzurlu hayatımı bozmakla tehdit eden insanlar birbiri ardına ortaya çıkıp duruyorlar.
Hayır… Sadece o ikisi de değil.
Bugün dizlerimin çamura batmasının, etrafta sürünmek zorunda kalmamın tek sebebi onlar değildi.
Tüm bu olaylar dizisinin, nerede başladığını hatırladım… Bu hale düşmemin sebebini…
✩ ✩ ✩ ✩