Elitler Sınıfı - Cilt 5 - Bölüm 32 - Aramızdaki Fark
Cilt 5 – Bölüm 32 – Aramızdaki Fark 2
Cilt 5 – Bölüm 32 – Aramızdaki Fark : Başka Sebepler
Öğleden sonraki yarışmalar, şu sıralar başlamış olsa gerek. Yurda gidene kadar öğlen olmuş zaten molanın bitmesine de çok az kalmıştı. Sonunda aradığım kızıl saçlı çocuğu, yurdun lobisindeki koltukta otururken buldum.
“Sudou-kun.“
Korkutmamak için nazikçe bir ses tonuyla ona seslendim. Sudou-kun bana dönmeden önce geriye doğru çekilerek aramıza bir mesafe koydu.
“…Horikita?“
Beni görünce şaşırmasının sebebi muhtemelen buraya gelmemi beklemiyor olmasındandı.
“Neden buraya geldin…..? Beni ikna etmek için mi geldin yoksa?”
“Buraya kadar seni ikna etmek için gelecek bir tipe benziyor muyum?”
“Bence… benzemiyorsun. Öyleyse neden? Beni yine azarlamak için mi geldin?”
“Bilemiyorum. Ben de şaşkınım.”
“Efendim?”
Sudou-kun anlamamış gibi başını salladı.
Neden böyle cevaplar verdiğimi ben de anlamıyorum. Sudou-kun’u görünce, kelimeler çıkmadı ağzımdan. Oysa onu bulmak için kan ter içinde kaldım, etrafta yaralı ayağımla koşturup durdum.
“Eğer yarışmadan çekilirsen, D sınıfının hiçbir şansı kalmaz.”
“Tahmin edebiliyorum. Hatta, şu an başları belada, değil mi?”
“Evet. Şuan en dipteyiz ve başarılı olmamız için Tavsiye Edilen Yarışmaların hepsinde birincilik almamız şart. Hatta bu birincilikler alınsa bile, yarışmada başarı elde etmemiz imkansız gibi.”
Sınıfımızda Sudou-kun gibi atletik olan arkadaşlar vardı ancak festivalde ve antrenmanlarda kimse onun kadar iyi olamadığını kanıtlamıştı.
“D sınıfı kazansın diye elimden geleni ardıma koymadım. Lanet olsun, hele o piç Hirata…”
“Sırf seni sakinleştirdi, öfkeni dindirdi diye onu suçlayamazsın. Aksine ona minnettar olman gerekiyor. Eğer Ryuuen-kun’a el kaldırmış olsaydın, spor festivalinden çoktan diskalifiye edilmiştin.”
“Ben yalnızca kaybeden taraf olmaya dayanamadım. Asıl onun yaptığı şey kurallara aykırıydı.”
“Sorun senin konuşma tarzın ve davranışlarındı. Ama bu festival için canını dişine taktın.”
Festivalde başarılı olalım diye kendisi gibi olmadığı aşikardı. Hatta bu durum, bir bakıma mucizeydi. Deneyimi olmamasına rağmen sınıf arkadaşları için lider olmaya çabaladı, onların eksiklerini gidererek sınıfın tüm yükünü kendi omuzlarına aldı.
Her zamanki gibi kavga etmek için çok aceleci davranıyordu fakat bu durumun altında yatan tek bir sebep vardı: kazanma arzusu.
Aldığı birinciliklerden ve yarışmadığı 200 metrelik koşudan, hatta takım çalışmalarının olduğu yarışmalarda dahi, varlığıyla ezici güç olduğunu, yokluğuyla da takıma zarar verdiği oldukça açıktı.
Bu gerçeklere dayanarak Sudou-kun’u değerlendirmeli ona yardımcı olmalıydım.
“Şapkanı önüne koyup düşünmen gereken bir sürü konu var.. umarım farkındasındır. Mesela, şuan burada tek başına oturuyor olmanla başlayabilirsin.“
“Ne demek istiyorsun?”
“İnsanların güvendiği ve inandığı birisi olsaydın, benim dışımda bir çok sınıf arkadaşımız burada, yanında olurdu. Seni geri dönmeye ikna etmek için.”
Muhtemelen bu dediğim Sudou-kun’u bir kez daha kızdırdı, önündeki masaya hafifçe vurdu.
“İşte, bu tavrından bahsediyorum. D sınıfında sürekli senin sesin yükseldi. Ara sınavda, C sınıfı ile olan kavga olayında da. Saldırgan tavırların ve bu öfken yüzünden kimse arkandan gelmek istemiyor.”
“Demek öğüt vermeye geldin. Kalsın, Horikita. Çok sinirliyim, bana bulaşma.”
Gerçekleri yüzüne vurarak eleştirdiğim ve yargıladığım için, Sudou-kun huzursuzlanmaya ve sinirlenmeye başladı, öfkesini, sinirini ortaya çıkardı.
“Ben de yanlış birşeyler yaptığımın farkındayım. Ama kendimi tutamıyorum da.
İşte bu yüzden elimden bir şey gelmiyor anlasana!?”
“Bu şekilde sınıfı taşıyabileceğini düşünmen şaşırtıcı aslında.”
“Ben böyle bir şeyi istemedim, tamam mı! Onlar, bana yalvardı!“
“Ama kabul eden sensin. Aldığın işin, sorumluluğunu taşımalısın.”
“Kes sesini. Umrumda değil artık.“
“Hala çocuk gibi davranıyorsun. Bu tavırlarını ailen kabul eder ancak, farkındasın değil mi?”
“Kapa çeneni!”
Yüksek sesle bağırdı. Susayım diye çok sert bir bakış attı. Ama pes etme niyetinde değilim.
“Off… sorun ne, anlatsana?”
Eğer başka birisi olsaydı çoktan pes etmişti.
Korkmayıp çekinmediğimi gören Sudou-kun’un, sabrı tükendi ve gözlerin banai çevirdi.
“Zayıflığın, çok kolay çözülüyor olman, Sudou. Ara sınavlarda ders çalışmasaydın ne olurdu? C sınıfıyla yaşadığın tartışmada, şiddete başvurmasaydın, ne yapabilirdin? İleriyi düşünmekten yoksunsun, tam olarak sorunun bu.”
“Offf, lanet olsun! Çoktan bitti kapandı bu olaylar! Yeter, beni rahat bırak! Bunaldım, git artık!”
Kısacası, Sudou-kun ne şiş yansın ne de kebap diyordu. Ders çalışmak istemiyor ama bu okulda okumaya devam etmek istiyordu. Her şey istediği gibi gitsin istiyor, hatta şiddete bile başvuruyor, insanların kendisini kışkırtmasına müsaade ediyordu.
Bu durumun sebepleri olduğunu düşündüm. Fakat şuan için önceliğim, ona yardımcı olmaktı. Kuralları ve rutinleri öğrenmedikçe, Sudou-kun sonsuza dek bu kısır döngüde kalacaktı.
Ben de— hep yalnız kalmak istiyordum…. Şuan nefret edilmeyi göze alarak, ondan lafımı esirgemeyeceğim. Onu olduğu gibi göreceğim.
“Peki. Madem sözlerimi beğenmiyorsun, vur bana.”
“Ha? Ne diyorsun sen.. bu tür bir şey yapmama imkan yok….”
“Kadın olduğum için mi? Sana söyledim mi hatırlamıyorum ama çok güçlüyümdür. Sen yumruğunu kaldırmadan önce seni yere yapıştırırım.”
“Demek dövüşme niyetindesin…? Açıkçası, garip birisin. Evet, tıpkı dediğin gibi kimse benim peşimden gelmedi. Sen yalnızsın ve peşimden geldin.”
Kısmen Ayanokouji-kun’un beni uyarmasıyla onun peşinden gelmiştim. Fakat ikna olan taraf olarak bunu söyleme gereği hissetmiyorum….
Muhtemelen Sudou-kun bitkin olduğu için öfkesini dindirmek adına konuşmaya başladı.
“Liderliği, kabul etme sebebim atletik olduğumdan çok kolay olacağını düşünmemdi. Ve diğer sınıflardan kimseye kaybetmediğim de bir gerçek. Ama bilirsin, takım yarışmalarında doğası gereği, takımını taşımak zorundasındır. Hem bayrak kapmacada hem de süvari savaşında, o beceriksizler yüzünden kaybettik. Işte ben buna katlanamıyorum.”
Bu durumu şikayet etmesini anlayabiliyorum. Birinci sınıflar içinde Sudou-kun’un atletik yeteneği çok yüksek ve elit bir eviyede. Ona ayak uydurabilecek kabiliyette kimse de yok hatta.
“Bunları söylemesen de, olaylara bakarakta senin kaybetmekten nefret ettiğini anlayabiliyorum. Tek sebep bu mu…Doğruyu söyle?”
Eğer sporda kimseye kaybetmek istemiyorsa liderliği kabul etmeyebilirdi. Sudou-kun, yarışmalara geldiğinde takım oyunlarının zor olacağını fark etmiş olamazdı. Antrenmanlar vardı, sınıftakilerin durumunu da az çok biliyordu zaten.
Başka bir deyişle, söylemediği başka bir sebep daha vardı.
Sudou-kun sanki biraz düşünüyormuş gibi başını eğdi ama çok geçmeden cevap verdi.
“…bana saygı duyulsun ve benimle ilgilensinler diye… galiba? Kendimi sevdirebilirim diye düşündüm. Benimle dalga geçenlere….nasıl birisi olduğumu göstermek istedim…belki de…?”
Sakinleşince, hem içten içe istediği arzularını hem de hiçbirini yerine getiremediğini fark ettti, kıpkırmızı saçlarını tırnaklarıyla zorla kazımaya başladı.
“Ve hala serserinin tekiyim…? Peki…. demek ortaokuldaki bene geri döneceğim...”
“……..”
Sudou-kun’u dinlerken sessiz kaldım. Sözlerimle, bir yardımım dokundu mu bilemiyordum.
Ayanokouji-kun’la tartıştım, Ryuuen-kun’a kaybettim ve abim de beni terk etti. Onu azarlamaya ne hakkım vardı ne de öğüt vermeye gücüm.
O, her zaman kendi seviyemin altında gördüğüm birisiydi. Fakat şimdi işler değişti. Sudou, öyle görünmüyordu. Sudou-kun tavırlarının ilerde başına neler açabileceğini düşünmeyen beceriksiz, plansız birisiydi. Kontrol edilemeyen bir yapısı vardı.
Ancak—bakış açımı tek tabanca olarak kendi inandığı şeyler için çabalayan birisi olarak değiştirdiğimde, yalnız kalmasına karşın kendi inançları için savaş veren birisi olarak beliriyordu karşımda.
Yalnızlığa karşı koyma cesaretine sahip olması, onu benden çok daha üstün tutuyordu.
Sözlerimin ona ulaşmadığına dair bir kaygı hissederken içtenlikle birkaç söz söyledim. Hiç iyi konuşmayı başaramadım ama denemekten başka çarem de yoktu.
“…ilginç ama…. Ben de aynı hisleri paylaşıyorum seninle.”
“Ne? Ne demek istiyorsun?”
“Birileri tarafından saygı duyulma arzusu, kendi başına savaşmaya devam etme arzusu.… Ben de aynıyım.”
O ve ben aynıydık. İkimizde çelişkiler yaşıyor fakat yalnızlığa karşı savaşmaya devam ediyorduk.
“Geriye doğru bir düşünüyorum da... Ara sınavlarda sen de dahil olmak üzere çalışmayan öğrencilere öfke duydum. Çalışmak kadar doğal ve normal bir aktiviteyi bile yapamayan insanlara kızdım. Size yardım edip grup çalışması bile yapmak gelmedi içimden.… Fakat benim bu tavırlarıma kıyasla, sen festivalde çok iyi bir iş çıkardın. Atletik olmayan herkesi, hatta D sınıfının yükünü, omzuna yükledin ve elinden gelen her şeyi yaptın.“
Ders çalışma ve spor. Birbirlerine karşı antitez olsalar dahi, teorik olarak ikisi de aynı şey.
O günlerde Sudou-kun ve çalışma grubunda olanlara karşı hissettiğim şeyi, şu anda Sudou-kun da yaşıyordu.
“Madem benim hissettiklerimi anlıyorsun. O zaman, beni yalnız bırak.”
“Ben de seni yalnız bırakmak istiyorum. Ama seni şimdi kaybedersek, D sınıfının yenilgisi kesinleşmiş olacak.”
Bu konu, Sudou-kun’un kişisel problemlerinden ibaret değildi. Sınıfın kazanma şansı üzerinde de önemli bir etkisi olacaktı.
“Sen de çalışma grubunu terk etmedin mi? Bana ahkam kesmeye de öğüt vermeye de hakkın yok.“
Sert bir şekilde cevap veren Sudou-kun yavaşça koltuktan kalktı.
“..evet, haklısın.”
Bu doğru, haklıydı. Çünkü ben de son ana kadar Sudou-kun ile aynı şeyi düşündüm.
“Hayal kırıklığına uğradın, değil mi? Ama alışkınım ben. Kötü bir ailenin kötü çocuğu olarak doğdum, ben. Benden bir şey beklenmemeli. Armut dibine düşermiş, işte. Bu okula değişmek için gelmiştim, onlar gibi olmamak için… ama şuan yavaşça onlara benziyorum….”
Ayağa kalkarak odasına dönmeyi planlıyor sanırım. Hatta Sudou-kun her şeyden vazgeçmiş gibi bir halde sözler sarf ediyor, gözlerindeki hüzün belli oluyordu.
Bu halini görünce ne diyeceğimi bilemedim. Ama konuşup onu motive etmem gerekiyordu.
“Kötü bir ailen var diye kötü olacak değilsin. Dönüştüğün şey için, başkalarını suçlayamazsın. Kendin kararlar alıp başkasını suçluyorsun… farkında değil misin? Bu zihniyetini mantıklı bulmuyorum.”
Onun düşüncelerini değiştirmek zorundaydım. Her ne kadar haklı bulsam da. Onu böylece bırakamazdım.
“Bir dahinin kız kardeşi de dahi olursa, sence neler değişir hayatta…?”
“Ne demek istiyorsun?”
“…sen, henüz kimse değilsin. Birisi olmak sana kalmış. En azından spor alanında olağanüstü bir yeteneğin var. Tabii kaba bir tutumun var ama antrenmanlarda bir çok öğrenciye tavsiye verdin. Ne kadar yetenekli olduğunu adım kadar iyi biliyorum, çünkü hep seni izliyordum, bahsettiğin gibi umutsuz biri vaka olmadığını biliyorum. Ama şu anda, serserilik yapıyorsun. Gerçeklerden uzaksın ve kaçmaya çalışıyorsun. Böyle devam edersen, gerçekten kötü ve işe yaramaz birisi olmaktan kurtulamayacaksın.“
“Ne istersen yap. Artık umurumda değil.”
“Yani, sırf işler istediğin gibi gitmediği diye sinirlenip öfkelenecek misin… eliden tek gelen bu mu yani?”
Ona ne kadar sert söz söylediysem de ondan bir yanıt gelmedi.Belki de çoktan vazgeçip kalbini kilitledi ve ‘ben’ o kilidi açmaya yeterli değildim.
Öğle molasının bittiğini ifade eden çan sesi duyuldu. Bu da öğleden sonraki yarışmaların başlayacağına dair bir işaretti.
Yani, Sudou-kun’un çöpçü avına zamanında dönemeyeceğini kanıtıydı.
“Sen geri dön, Horikita.”
“Hayır. Seni de yanımda götürmeden geri dönmem.”
“Öyleyse ne istersen yap.”
Sudou-kun yeniden yürümeye devam etti ve asansöre girdi.
“Geri dönmen için burada bekleyeceğim. Sonsuza dek.”
“…. istediğini yap.”
Asansörün kapısı kapanana kadar gözlerimi onun üzerinden ayırmadım.
…..
Çeviren : Viztorio