Elitler Sınıfı - Cilt 6- Bölüm 16 - Sıfır vs Bir
Cilt 6- Bölüm 16 – Sıfır vs Bir
Okul bittikten sonra kütüphaneyi kalabalık buldum. Daha saat erkendi aslında. Kalabalık olsa da uğultu falan yoktu.
Normalde sandalyelerin yarısı boş olurdu ama şuan nerdeyse %10’u boştu.
Tabii, normal şartlarda olmadığımız için grupça sohbet edenler, kitap okuyanlar yoktu. Herkes finaller için deli gibi çalışıyordu.
“Ha, demek kütüphane bu hale gelmiş?”
Yanımdaki öğrenci mırıldandı. Evet, yanımdaki arkadaşın küçük bir problemi vardı bu konuyla ilgili…
Satō da gruba katılmaya karar vermiş meğer. Yola çıktıktan sonra birden arkamdan gelirken buldum onu.
Satō ile en son iletişim bilgilerimizi almıştık… o günden beri konuşmadığımız için, şuan çok garip hissediyordum.
“İlk defa kütüphaneye geldim ben. Ya sen, Ayanokōji-kun?”
“……birkaç kez gelmiştim.”
“Ooo. Demek çalışkansın.”
“Ders çalışmaktansa zaman öldürüyorum diyelim.”
“Ne yani, zaman öldürmek için kütüphaneye mi geliyorsun? Garip.”
Onu geçiştirmeye çalışıyordum ama birden bire ‘aklı bir karış havada’ izlenimi verdim.
Satō’nun kafası nasıl çalışıyor pek bilmediğimdendi. Ama Satō da bir kadın sonuçta. Bu kadarını anlaması gerekirdi. Onu geçiştirmeye çalıştığımı yani…
“Err… Ayanokōji-kun… seni rahatsız mı ediyorum?”
“O ne demek, Satō?”
“Hah, şey… bir anda çalışma grubuna katılacağım dedim ya.”
“Yok, rahatsız değilim ben. Horikita ile Kushida da rahatsız olmaz bence. Hatta, mutlu olurlar, haksız mıyım?”
Birinin okuldan atılması, kimsenin hoşuna gitmezdi, hatta avantaj sağlayabileceğimiz bir durum hiç değildi. Bu arada konuyu da değiştirmeye çalıştım.
“Sana sorduğum bu değil..……”
Tabii ki beklediği cevap bu değildi, bu yüzden de hafif morali bozuldu.
Fakat bulunduğumuz yer, kütüphane, biraz uygun değildi. Kimseyi rahatsız etmemek için, fısıldıyordum. Fısıldarken de ister istemez yakınlaşmak zorunda kalıyordum ona…Satō’nun nefesini hissedecek kadar yakınlaşmıştım denebilir…
Belki bu da gençliğimin önemli anlarından biridir… kim bilir..
Eğer öyleyse, yani önemli anlarımdan biriyse diyorum, içinde bulunduğum şu durum hiç hoş değildi. Gereksiz yere gerildim, Satō için de endişe etmeden duramıyorum.
Elimden geldiğince cümlelerimi seçerek kuruyordum ki onu yanlış yönlendirmeyeyim diye.
Şuan en çok istediğim şey, yurda dönmekti…
Peki.. gerçekten bunu mu istiyordum?
Kendimi sakinleştirip durumu tekrar düşündüm.
Daha önce deneyimlemediğim şeyler söz konusu olduğunda, zarardayım.
‘Aşk’ olarak sınıflandırılamayacak kadar soyut bir duyguydu bendeki ve net bir cevabım yoktu.
Geçmişteki sıfır ya da tek kişilik yaşamımı göz önünde bulundurduğumda, onu direkt reddetmem doğal bir tepkiydi.
Ama bu okula gelme sebebim, sıfır ya da birden daha fazlası için değil miydi…?
“Herkes çok ciddi..”
“Burada çalışma grupları yapmak rutin haline gelmiş bence.”
Şans eseri, Horikita, Satō’nun sözlerini duyunca cevap verdi.
Kendime çeki düzen verip düşüncelerimi toparladım. Şuan için, bu çalışma grubuna konsantre olmaya karar verdim.
Dünde burada olan Horikita, kütüphanenin şuanki haline şaşırmamıştı.
“Siz ikiniz, dünkü kargaşayı tekrarlamak yok. Bugün sadece uyarmam : kütüphaneden atılırsınız.”
“Tamam, tamam.”
Horikita iki küçük anaokulu çocuğunu azarladıktan sonra boş bir yer bulup oturdu. Aslında sandalyelerin yarısı boştu ama rezerveydi. Istediğimiz gibi oturma şansımız yoktu.
Nerdeyse her okulda yazılı olmayan bir kural haline geldi: üst sınıflara ait olan sandalyeler, çömez öğrencilere ayrılan sandalyeler farklılığı.
Şimdi şöyle örneklendireyim, manzaralı cam kenarlarıyla ücretsiz içeceklerin bulunduğu kafeterya taraflarındaki boş sandalyeler, otomatikman üst sınıflara ait olarak düşünülüyor.
Bu tarz bir yerleşimde, çömez takımına kalan sandalyeler girişin olduğu yerdeki gürültülü alanlar oluyor.
Neyse, bu sefer ilgilenmemiz gereken başka bir şey söz konusuydu.
Mümkün olduğunca C sınıfı öğrencilerinden uzakta bulunmak istiyorduk.
. “Horikita, ne yapacaksın?”
“Endişen buysa Ayanokōji, endişelenmene gerek yok. Çoktan önlemimi aldım.”
Çömezlerin kullandığı alanlardan birinde birisi değişiklik yaptı. Horikita’ya işaret yapan bir öğrenci ayağa kalkıp bize el sallamaya başladı. Yanına çağırıyordu.
B Sınıfından, Ichinose Honami idi. Sınıfından 8 kişiyle beraber bir masada oturuyordu.
4 kız ve 4 erkek öğrenci vardı, kendisiyle beraber toplamda 9 kişilerdi.
Horikita’nın ifadesine bakacak olursak, tesadüfi bir karşılaşma olmadığı açıktı. Yanımıza geldi.
“Sizi beklettik mi?”
“Oh tabii ki hayır. Yeni geldik zaten, değil mi arkadaşlar?”
“Dün Ichinose-san ile karşılaştım burada, ortak bir grup teklif ettim. Malum sınavda birbirimizle yarışmadığımıza göre, birbirimize yardımcı olabiliriz.”
Kendi çapında, pek çok kişiyi ilgilendiren bir karar almış demek, Horikita. Demek dün göstermek istediği şey buydu.
Işığın olduğu yerde gölge mutlaka vardır derler..
Ike ve diğerleri onlar gelmeden oturmuşlardı çoktan. Tek sorun; ruhları farklı alemlerde geziyordu.
“Ike-kun, az önce ne dedim ben?”
Horikita, Ike’n kolundan sertçe tuttu. Yılan tarafından izlenen kaplumbağa gibi korktu.
Ike’ın yüzünde güller açmasının sebebi bu muydu acaba?
B Sınıfından kızlarla beraber bir ders hayal edince, kendisinden geçip heyecanlanması doğaldı.
“Ah! Ayanokōji-kun de mi geldi?”
“Kalma ihtimalim çok yüksek. Yardımı olursanız çok mutlu olurum.”
“Olur.”
Kütüphane sakin bir yerdi. Sohbet etmek mümkündü ama kısık sesle.
Ichinose odanın köşesinde bize güzel bir yer kaptığı için, gürültü çıkarsak kimse fark etmezdi.
Dahası, odanın içindeki müzik, sesimizi duyulmaz hale getiriyordu. Beethoven’un 6. senfonisi çalıyordu: ‘Pastoral’.
Kim seçti bilmiyorum ama rahatlatıcı bir müzik olduğundan doğru seçimdi.
Horikita’nın karma grup fikrine gelirsek… beraber çalışmamız koşuluyla çok iyi sonuçlar elde edebilirdik.
Mesela sınıflar arası bilgi alışverişiyle bile, soru hazırlama konusunda aklımıza çok güzel fikirler gelebilirdi.
Fakat aynı zamanda risk altındaydık. B sınıfından, C sınıfıyla iş birliği yapabilecek insanlar çıkabilirdi.
Eminim Horikita bu kadarını fark etmiştir. Ama bardağın dolu tarafına bakıp iki grubu birleştirmeyi tercih ettiği açıktı.
Öğrenciler, boş koltukları doldurdular.
“Buraya oturalım, Ayanokōji-kun.”
“Ah, tamam.”
Satō seçtiği koltuklara çağırdı ben de isteğini yerine getirip yanına oturdum.
“Ooh, Satō. Ayanokōji’nin yanından ayrılmıyorsun, maşallah.”
“Tabii zaten partneriz.”
Ichinose’in önünde beceriksiz görünmemek adına, notlarımla defterimi çıkardım. Formalite icabı da olsa ders çalışacaktım, mecburdum.
“Hey, Ayanokōji-kun. Nasıl çalışsam bilemiyorum?”
“……Horikita’ya sorman gerekiyor benim bilgim yok.”
“Siz partner değil misiniz? Birbirinize yardımcı olsanıza?”
Horikita, insanların duygularını anlamadığı için sorumsuzca bir laf etti… off.
“İkimizin de ortalaması nerdeyse aynı. Ona yardım edemem ki. Hem kendim çalışmak istiyorum.”
Ichinose tam önümde olduğu için, hemen cevap verdim ama belki işe yaramamış olabilir…
“Öyle mi? Anladım o zaman ben yardımcı olurum sana.”
Sanki söylediklerime karşı çıkar gibi cevap verdi.
“Birlikte çalışalım, Ayanokōji-kun.”
“Ah, tamam……”
En zorlayıcı çalışma grubu başlamak üzereydi. Içime doğan kötü his, buydu galiba.
“Ayanokōji-kun, hep sakin olduğun için çok olgunmuşsun gibi hissediyorum. Ortaokulda da mı böyleydin?”
Satō kafasını bana dönüp önüme doğru eğildi. Gözlerini kocaman açıp sordu. Üniformasının en üstteki birkaç düğmesi açıktı ve…. bir anda manzara ile karşılaştım. Hızlı nefes alıp veriyordu. Acaba durumunun farkında mıydı merak ettim..
“Normal bir öğrenciydim. Ne göze batan ne de varlığıyla yokluğu bir olan bir öğrenciydim. Aslında şuanki halimle aynıydım denebilir. Belki de bu yüzden kasvetli bir havam vardır?”
Satō’ya geçmişimi sıkıcı göstermeye çalışarak aramıza mesafe koymaya çalıştım.
Sorun, Satō’nun bana olan ilgisi değildi. Rahatsız edici bakışlara maruz kaldığımı biliyordum, mesele buydu zaten.
Özellikle de, Ike ve Yamauchi’nin şüpheli bakışları…
“Ayanokōji-kun sen kasvetli değilsin ki. Ah, hatta çok havalı ve çok aklı başında birisin mi desem…?”
“Havalı kelimesinin bana uzaktan yakından bir bağlantısı yok bana ama...”
“Gerçekten böyle mi düşünüyorsun? Başkasını bilmem ama bu kelime seni çok iyi tanımlıyor bence.”
Anlaşılan ne söylesem, Satō ya ilginç bulacaktı ya da olumlu yaklaşacaktı…
En iyisi, standart prosedürden konuyu değiştirmek.
“……Eh, hadi ders çalışalım. Hangi derslerde başarısızsın? Eski ara sınav notların yanında mı?”
“Evet.”
Çantasından buruşuk sınav kağıtlarını çıkarttı. Her dersten ortalama 50 almış..
Geçme notundan yüksek almış hep evet ama cevapları net değildi.
Nasıl desem, basit soruları doğru cevaplıyordu ama zor sorulardaki cevapları içler acısıydı.
Satō’nun ders çalışmadan şimdiye kadar sınavları geçmiş olması inanılmazdı.
“Nasıl? Kötü mü?”
“Evet…… nerdeyse ben de aynıyım beraber çalışmamız gerekecek……”
“Evvet!”
Satō sevinçle kafasını salladı. Keşke biraz sessiz cevaplasaydı..
“Siz ikiniz fazla samimi geldiniz ama?”
Sohbetimizi dinleyen Ike, şüpheli bakışlar atarak sordu.
“Partneriz. Beraber çalışmamız, normal?”
Bu şüphesine karşılık, Satō test notlarını elinde tutarak savundu.
“Bilmediğiniz şeyler hakkında yorum yapmayı bırakın da ders çalışın.”
Horikita ne olduğuyla ilgilenmeden Ike’i uyardı.
“Cık cık.. peki.”
Ike durumdan hiç hoşnut değildi ama hazırlıklara başladı.
Eğitimin meyvesi buydu işte…… sanki evcilleştirilmişti.
Ayanokouji’nin bahsettiği 6.senfoni.