Elitler Sınıfı - Cilt 6 - Bölüm 2 - Dertler Tükenmek Bilmiyor
Cilt 6 – Bölüm 2 – Dertler Tükenmek Bilmiyor
Bir etkinlik bitimi ve öğle molasıydı. İkinci dönemin ortasındaydık.
Çevrem yavaş yavaş değişim geçiriyordu.
D sınıfı ıssız ada sınavı ile spor festivalini yavaş bir hızda iyi atlatmış, sınıfta bir bütünlük oluşmaya başlamıştı.
Küçük arkadaş grupları büyümeye başlamış, birbirine tahammül dahi edemeyen karakterler iyi anlaşır hale gelmişti.
Sınıflara karşı insanları tavırları değişip iyimser bir hal almıştı.
D sınıfının: derse geç kalma, derste uyuma ve konuşma gibi ciddi problemleri vardı. Ancak bu konuda da gelişmeler oldu özellikle de Sudō. Iyimser bir hali vardı artık. Daha iyiye gidiyordu.
Spor festivalinin üzerinden çok geçmemesine rağmen okula karşı tavrı değişti.
Derslerde hala aklı bir karış havadaydı, gerçi bu durum ağır basketbol antrenmanlarından kaynaklı olabilirdi. Ayakta uyusa bile, elinden geldiğince not tutmaya da çalışıyordu. Horikita ve sınıfın geleceği için not tutmak zorunda idi.
Horikita’nın sınıftaki varlığı, onu etkilemiş olabilirdi.
Ike ve Yamauchi’ye olan sert tavırları yumuşamış, daha nazik biri haline dönüşüvermişti.
Horikita’nın kendisiyle ilgili düşüncelerinin ne kötüleşmesini istiyor ne de kötü yanlarını fark etmesini istiyordu bence. Tahminimce, en etkili sebep budur..
Kısacası, Sudō artık olumlu gelişmeler gösteriyor, adı kötü anılmıyor daha pozitif bir itibarı oluyordu.
Bu arada sadece Sudō’nun itibarı değişmedi, benimkinde de değişiklik oldu.
Fakat iyi mi kötü mü… ayırt edip söylemek zordu.
“Yalnız mısın?”
Durum değerlendirmesi yapıyorken yanımdaki arkadaş bana seslendi.
“Yalnız olmak kötü mü?”
Sıra komşum, Horikita, kıkırdadı. Boş gözlerle ona baktım.
“Sevgili arkadaşların, Ike-kun ile Yamauchi-kun, öğle yemeğine daha az beraber gidelim diyorlar sana.”
“Öyle mi diyorsun?”
Her zaman kendi karakterinin en kötü yanlarını ortaya çıkarmakta üstüne tanımadığım insan…
“Aay, benim hatam. Öğlenleri yalnızsın… Okul bittikten sonra da öylesin ya, neyse.”
Ike ile Yamauchi’nin sınıftan bizim profesör ile ayrılmasını izledik. Büyük ihtimalle Keyaki alışveriş merkezine gidiyorlar.. (Ç.N: Hideo Sotomura’nın takma adı: profesör)
Buraya kadar sakin kalmaya çalıştığımı düşünüyordum fakat Horikita beni avucunun içi gibi biliyor galiba, ya.
Evet. Bu da benim itibarımın bir parçasıydı aslında. Spor festivalinden sonra, bana yakın iki kişinin beni aralarına almaması normal değildi… aslında nasıl desem, beni görmezden geliyorlardı.
“Sandılar ki sen işe yaramazın tekisin, boş işler müdürüsün. Ama festivalde ne görsünler aaaa? Meğer sen kendini geri çekiyor, potansiyelini gizliyormuşsun. ”
“Ne potansiyeli? Ayaklarım biraz hızlıydı. Başka bir durum yoktu ortada.”
“Demek ayakların çok hızlı… Hem de bir öğrenciye göre fazla hızlı. Bence, diğer garip tesadüfleri de fark etmeye başlamışlardır. . Insanlar kendilerinden yetenekli insanları kıskanmaya hatta nefret etmeye meyillidir bunu biliyorsun değil mi? Hatta senin durumun daha kötü. Yetenekli olduğunu bile isteye gizliyordun.”
Anlatmasına bile gerek yoktu. Her şeyin farkındaydım. Tek problem, ortalama bir öğrenci nasıl olunur bilmememdi. ‘Sadece biraz hızlı koşuyordum’ derken buna herkesten çok ben inanıyordum.
“Yalnız hayatının tadını çıkar.”
Sınıftan çıkmadan önce iğneleyici bakışlar attı.
Horikita bakışlarından sonra saçlarını savurarak sınıftan çıktı. Yalnızlığına rağmen, hafif lider tavırları takınması kendisini az çok saygı değer gösteriyordu.
Onun gidişini izlerken, hala sınıfta olan Karuizawa benden tarafa garip bir bakış attı. Göz göze geldiğimizde de doğal bir şekilde kafasını çevirdi, sanki bulunduğum tarafa bakmak hiç aklında yokmuş da dalıp gitmiş gibi bir hali vardı.
Ama bakışının altında yatan bir şeyler olduğunu hissediyordum. Horikita’nın arkasından ima ya da kaş göz işareti yapmadan gitti.
Yürüyüşünün hızıyla uçuşan eteğinin kısalığı kafama takıldı. Sanki sınıftaki diğer kızlardan daha kısa etek giyiyordu? 1-2 santimetrelik fark göze batmıyor gibi geliyor herkese, ama fark ediliyordu.
“Nasıl ya…. eh, neyse.”
“Hey, hey, Ayanokōji-kun.”
Ne yapsam diye düşünürken beklenmedik birisi önümde belirip bana seslendi.
Karuizawa gibi popüler kızlardan birisiydi: Satō… ilk adı neydi hatırlamıyorum.
Ike ileYamauchi’yle beraber sohbet grubunda çok samimilerdi.
O sohbet grubunda ben de vardım ancak ortak ilgi alanlarımız yoktu.
Aynı sınıftaydık fakat nerdeyse hiç konuşmuşluğumuz yoktu.
Kushida kadar hem erkeklerle hem de kızlarla iyi geçinmek isteyen bir kızdı. Fakat erkeklerle o kadar iyi anlaşamıyordu.
Ike, kızın fazla yılışık ve yapışkan tavırları olduğunu ileri sürerek kızı gömmüştü. Erkekler ne kadar da zorlar ya.
Bu arada, benim yanıma şimdi gelmesinin, bu zamanlamanın, kasıtlı olduğunu düşünüyorum. Yalnız kalmamı beklemiş olmalı.
Satō sınıfın içine alelacele göz attı.
“N’oldu?”
Böyle bir konumdayken, ancak böyle bir soru sorabilirdim. Telaşlı bir hali vardı çünkü.
“Eh, evet. Bir sorun var gibi.”
Net bir şey söylemediği için, ne demek istediğini anlayamadım.
Satō hakkında çok fazla bilgim olmadığını fark ettim. Birkaç söylenti ve azıcık bilgi.
“Eh, nasıl desem? Biraz zamanın var mı? Seninle konuşmam lazım.”
Garipti. Kendimi geriye çekip korumaya odaklandım. Fakat bu sözlerine karşılık onu reddedecek kadar cesur değildim. Ona hayır diyecek cesareti toplamaktansa evet diyecek cesareti kendimde daha çok buldum.
“Yalnız burada konuşmayalım. Başka bir yere gidelim, olur mu?”
Benim cevabımı beklemeden, Satō başka bir yerde konuşalım diye teklifte bulundu, herhalde teklifini geri çevirmeyeceğimi düşündü.
Ona tamam diyerek arkasından yola koyuldum.
“Ah…”
Tam sınıftan çıkacakken Sakura bir şeyler söylemek için bir ses çıkardı ancak devamını getiremediği için kafasını geri çevirdi.
Jimnastik salonuna giden koridora kadar ilerledik.
Öğle yemeğinden sonra jimnastik salonuna giden koridorlar tıklım tıklım oluyordu, çoğu öğrenci ya antrenmanlara gidiyor ya da eğlenmek için salona geliyordu.
Fakat şuan öğle arasında olduğumuz için etrafta az kişi vardı.
Konuşmak için ideal bir ortam olarak düşündüm. Hatta, Satō’nun da özellikle burayı seçtiğini düşünüyordum, kimseye denk gelmek istemiyordu.
Durup arkasını döndükten sonra konuştu.
“Sana garip bir soru soracağım şimdi… Ayanokōji-kun, sevgilin var mı?”
“Eh, anlamadım?”
“Eh, ne duyduysan o işte. Kız arkadaşın var mı?”
Ya evet ya da hayır seçenekleri arasında kalsam, hayır demekten başka tek kelime çıkmazdı ağzımdan.
Bunu söylemek de koymuyor değil. Çünkü insanlarla iletişimim ne denli olduğunu belli ediyordum.. yalan söylemek için sebebim de yoktu. Dürüst bir cevap verdim..
“Hayır..”
“Hmm, Demek öyle. Güzel. Peki bu cevabını kız arkadaşı arayışı içindesin diye düşünebilir miyim?”
Beni ne küçümsedi, ne acıdı. Aksine gülümseyerek cevap verdi.
Tam bu anda neler döndüğünü daha net anlamaya başladım.
Birisi bana tuzak mı kuruyor diye düşünmeden edemedim? Etrafa bakınarak geldim ve dikkatli davranıyordum. Yakınlarda birisinin saklandığına dair bir işaret de yoktu.
Tabii ki, sınıftan çıktıktan beri, bizi takip eden de olmamıştı.
Hmm.. bu tavırlarına karşılık, ya Satō’nun kendisi ya da arkadaşlarından birisi, benden iyi bir sevgili olacağımı düşünüyor demektir. Ama neden şimdi… bu zamanlama kafa karıştırıcıydı.
Horikita’nin fiziksel olarak güçlü olduğum sonucuna varmasıyla aynı sebepten miydi? Yeteneklerimi fark ettiler…?
“İstersen önce arkadaş olabiliriz— hmm, telefon numaranı vermek ister misin?“
Demek bir arkadaşı değil de kendisi soruyormuş…
Bir kızın bana böyle bir teklifte bulunacağı aklıma gelmemişti.
Bir ilan-ı aşk öncesiydi.
“Peki, tamam.”
Telefon numaramı istiyordu sadece, reddetmek için bir neden bulamıyordum.
Ilerde bir ilişkimizin olması, şartlara bağlı olarak değişirdi. Şuan için sadece telefon numaramı istemişti.
“Eh, tamam, olur.”
Telefonda kaydın tamamlandığını gördüm. Rehberimde kızların numarasının artması beni mutlu ediyordu.
Satō ile bu kısa telefon numarası alışverişimizden sonra, garip bir sessizlik çöktü ortama.
“Garip olacak ama…neden aniden telefon numaramı istediğini anlayamadım?”
Satō’nun yüzü kızardı ve gözlerini kapatıp bir süre gözlerini açamadı.
“Neden mi…festivaldeki son koşuda…. nasıl desem… çok karizmatiktin?
Ya da nasıl desem… sen o kadar yakınımdayken seni nasıl fark edemedim bilemiyorum..! sınıftaki en karizmatik çocuğun Hirata-kun olduğunu, onu da Karuizawa-san’ın kaptığını düşünüyordum…”
Sözlerini tamamladıktan sonra gözlerini açıp bana baktı. Kurmakta zorlandığı cümleleri tekrar düzenleyerek aktardı.
“Ah… Hirata-kun kadar yakışıklısın desem? Hatta, sana dikkatli bakınca ondan yakışıklı olduğunu fark ettim. Ayrıca daha güvenilir ve naziksin!....sebep bu!!!”
Herhalde utancı, konuşmasına yansımış olacak ki son cümlesini tam anlayamadım bile. Ardından Satō rüzgar gibi yanımdan koşarak uzaklaştı.
Az önce olanları tam sindiremediğim için, kafam karışıktı. Olduğum yerde kalakaldım.
Beklenmedik bir durumda, beklenmedik bir insanda garip bir ortamdaydım.
Gelecek insana neler getirir kimse bilmez evet…Aama bu kadarını beklemiyordum, ya.
Peki, şimdi ne yapacağım? Satō’ya karşı nötrüm, sadece sınıf arkadaşım olarak görüyordum. Bu durumda onu direkt olarak reddetmem mi gerekiyordu acaba?
Bir saniye hayır. Beni sevdiğini veya benimle birlikte olmak istediğini söylemedi.
Sadece sevgilim olup olmadığını sorduktan sonra telefon numaramı istedi.
Duygularından ve tavırlarından yola çıkarak ona böyle bir cevap verirsem, yanlış anladığımı ileri sürüp olay çıkartabilirdi. Çok utanç verici bir konuma düşme ihtimalim vardı.
Birine açılmak ya da iki kişinin ilişkisine seyirci olmak çok daha kolaydı. Ama birinin sana açılması, yani hedefteki insan olmak apayrıydı; ne yapacağına karar vermek zordu.
Sakura’nın, Yamauchi’yle yaşadığı zor anları şimdi daha iyi anlıyordum.
*******
Sınıfa geri dönüş yolumda kafamda olanları ölçüp biçerken A sınıfından, Katsuragi ile Yahiko’ye denk geldim.
Konuşmamıza gerek olmadığını düşünüyorken Katsuragi durup arkadaşından,Yahiko’dan, müsaade istedi.
“Müsaadenle ben biraz geç geleceğim. Ayanokōji-kun ile konuşmam gerekiyor.”
Yahiko bir adım geri çekildi. Katsuragi’nin söylediklerini yerine getirmek için başıyla onayladıktan sonra yanımızdan ayrıldı.
“Horikita ile beraber değilsiniz.”
“Her zaman birlikte takılmıyoruz.“
Nasıl desem, kızlarla konuşmaktansa, erkeklerle konuşmak daha rahat geliyordu. Bu düşünce kafamda dolaşırken, arkadaş edinme konusunda yaşadığım sıkıntılar aklıma geldi. Evet, şimdi de kendimi salak gibi hissediyordum.
“Haklısın…. Açıkçası, festivaldeki son koşuda çok şaşırdım. Galiba okulda bu performansı kimse senden beklememiştir.”
Tabii ki konu buraya gelecekti. Şaşırmadığım ve beklediğim bir soru olduğu için, ilgisiz bir tavırla karşılık verdim.
“D sınıfı her zaman ezikler sınıfı olarak kalacak değil ya.”
“Tabii. Ama sınıf arkadaşların da şaşkındı. Hepsinin tepkisine bakınca, ne kadar az kişinin senin hızlı koştuğunu fark etmemek mümkün değildi.”
Katsuragi yetenekliydi. Keskin bakışlarıyla o kargaşanın içinde etrafı iyi gözlemlemiş, maşallah.
Çoğu insan bana ve okul konsey başkanına odaklanmışken o kendi sınıf arkadaşlarını hatta bizim sınıfı bile incelemiş, gözlemlemişti.
“Ne düşünmek istersen, düşün. Sana açıklama falan yapmayacağım..”
“Yanlış anlama, senden bilgi almaya çalışmıyorum.“
“Düşmanın hakkında, ne kadar çok bilgi edinsen kar, kar değil mi? Yoksa sırf A sınıfındasın diye, D sınıfını rakip olarak görmüyor musun?”
Katsuragi biraz bunalmış bir haldeydi birkaç adım atıp pencerenin önünde durdu. Gözlerini dışarıya odaklayarak konuştu.
“Şu sıralar, çeşit çeşit hilelerle uğraşmaktan bitap düşmek üzereyim. Başka sınıflara dikkat edecek ne vaktim var ne de böyle bir lüksüm. “
“Horikita’ya, Ryūen’e karşı dikkatli olmasını söyle…..” durakladıktan sonra:
“…….O çocuk sırf kazanmak uğruna, imajını hiç düşünmeden hareket ediyor. Birinci olmak için elinden geleni ardına koymuyor. Ne gözdağı vermekten ne de şiddete başvurmaktan çekiniyor.“ ekledi.
Katsuragi’nin unuttuğu bir gerçek vardı. Ryūen tehlikeli olan tek kişi değildi.
A sınıfını, kendisine karşı kışkırtan bir iç düşmanı vardı : Sakayanagi.
Fakat bundan özellikle bahsetmedim.
Benim geçmişimi bilen ve gizemlerle dolu bir kızdı, Sakayanagi. Durumu kontrol altında tutmadığım sürece, tuzağa düşer, kurda kuşa yem olurdum.
Katsuragi’ye sadece haberdar olduğum bilgilerden bahsettim.
“Gözdağı ve şiddet mi? Okul öğrenirse, başı belaya girer.”
“Saman altından su yürüten bir insan o. Horikita’yi mutlaka uyar, onun gibi birini görmezlikten gelmesin. Garip gelmesin bu çocuk neden uyarıyor diye. Ryūen, A, B ve D sınıfının ortak düşmanı.”
C sınıfının tüm sınıflara karşı saldırdığı aşikardı.
Katsuragi ile Ryūen’nin daha önce elele verip bir şeyler karıştırdıklarını bildiğim için, ona şartsız koşulsuz güvenebilir miydim… emin değilim.
Tam bunları düşünürken, Katsuragi’nin ona güvenmediğimi hissettiğini anladım.
“Bana inanmıyor musun?”
Tavrımı önemsemesine binaen, ne kadar bildiğini öğrenmek için bana bir fırsat vermiş oldu.
“Açıkçası, sana %100 inanmıyorum. Horikita’ya söylediklerini iletmekte kararsızım. Senin daha önce Ryūen ile işbirliği yaptığına dair dedikodular dönüyor. Peki, bunlar dedikodudan mı ibaret?”
“…Nerden duydun bunu? Hayır… bu konuyu düşünmen bile gereksiz. “
Katsuragi hemen birşeyler düşündü, tavrını bozmadı, değiştirmedi de. Sözlerine devam etti.
“Şuan çok pişmanım. Ekstra vaktimin olmamasıyla anlık aldığım bir karardı ancak böyle bir riski alarak o çocuğa bulaşmamalıydım. İşte ben de bu yüzden sana bu tavsiyeyi veriyorum. O çocuğa bulaşırsan, sen de çok zarar görürsün.”
Ryuen ile anlaşma yaparken onun için ne kadar artı ve eksiler vardı bilmiyorum
ama Katsuragi bizzat kendisi yaşayarak deneyimledi. Ryueen’in sözlerinin güvenilirliği az ancak verdiği teklifler ikna edici oluyordu.
“Baştan beri o çocukla elele vermenin riskli olduğunu biliyordum...”
“Peki, ona karşı savaşmak için seninle işbirliği yapmamızın bize faydası ne?“
Katsuragi kendi kendine güldü.
Gereksiz bir hareket diye düşündüm ama yüzünden sakin olmadığı anlaşılıyordu.
Sorduğum sorudan dolayı üzülmesine ya da gerilmesine gerek yoktu. Daha çok bilgi alma isteği uyandırdı ben de.
“Ryūen’i durdurmak için çabaladığının farkındayım ama bu mesele sizin ve B sınıfının meselesi. Ekimde sınıfların puan sıralamasını gördüm.”
Katsuragi ağzını açmadı. Bu konuda ilgisiz bir tavrı vardı.
Issız ada sınavından sonra A sınıfının puanı 1,124’ye yükselmişti. Gayet güzel bir puandı ama 2.özel sınav ve spor festivalinde fark azaldı, puanlarında gözle görülür düşüş vardı.
A sınıfı, 874 puanken B sınıfı 753 puanla yakındaydı. Şuan için aralarındaki fark kapanmak üzereydi.
Bir de C sınıfı şuan 542 puandayken D sınıfı 262 idi.
“A sınıfının bulunduğu konumun iyi olmadığını ben de kabul ediyorum. Okulun sistemi, beni de aldattı. Sınıflara neye göre puan dağıtıldığını anlayamamam da benim yeteneksizliğimden kaynaklanıyor. “
Sakayanagi konusundan özellikle bahsetmiyordu.
Sakayanagi dışında, Katsuragi’nin dediği gibi, okulun puan sistemi konusunda öğrencileri yanlış yönlendirdiği de bir gerçekti.
Sistem ilk bakışta basit görünse de, anlaşılması zor bir sürü bilinmeyenler çıkıyor, belirsiz puanlarla öğrenciler ya ödüllendiriliyor ya da cezalandırılıyordu.
Aslında geçmişle kıyasladığımızda, puan sistemini çözmek kolaydı. Çünkü dersler başlar başlamaz, okul öğrencilerin derse geç kalmasından, derse katılmayışlarından sınıf içi tavırlara kadar her şeyden puan kırmıştı. Hatta bizim sınıf, o kadar çok etkilendi ki tüm puanlarımızı 1 ayda kaybetmiştik.
.
…bu durumu hala unutamıyorum, hafızamda hala taze.
Fakat şimdiyse, sınıf içindeki tavırlar veyahut bizden puan kırılmasına sebep olduğunu düşündüğüm tavırların hepsi, puanlarımızın artışında ya da azalmasında çok az etkili oluyordu.
Tabii, tüm öğrencilerin dersleri ciddiye alıp katılmasının da etkisi vardı. Ancak puan düşüş cezalarının tamamen kaldırıldığına inanmıyordum.
Şimdi bu konuyu düşününce de, belki de asıl ‘özel sınav’ buydu.
“Kırsal bir yerde doğdum büyüdüm. Devlet okuluna gittim. Burası, hayal ettiğim bir liseden çok farklı.“
Katsuragi bu sözlerinin ardından hayal kırıklığını dile getirdi.
“Hepimizin bildiği gibi, bu okul anlaşılması zor ve belirli bir temele dayandırılmış bir sisteme sahip. Fakat aynı yaştaki öğrencilerin birbirilerine karşı arkadaş canlısı olmasını ve kendilerini rakip olarak görmemesi gerektiğini düşünmeden edemiyorum.“
Bu okulun, normal bir liseden farklı olduğuna şüphe yoktu. Okulda, öğrencilerin birbirleriyle iyi anlaşmasına engel olacak bir sistem mevcuttu. Hatta benzetmek gerekirse, okul bir yarışma sistemi üzerine kurulmuştu.
Duruma göre, ortak nefretlerin, tartışmalara yol açacağı günler gelecekti. Işte, böyle garip bir okuldaydık.
Hatta bu sistemde, sınıflar kendi içlerinde birlik olup güçlerini arttırabilirdi.
Tabii, bu sınıf içi dayanışma, birlik ve beraberliği B sınıfından başka sınıfta görebilir miyiz, ayrı bir tartışma konusu.
D sınıfındaysa, sınıfın birlik ve beraberliğine engel olacak bir takım olaylar yaşandı. C sınıfı, diktatörlük ile etkili bir yönetim biçimine sahipti. A sınıfıysa, güç savaşları veriyordu.
Kısacası, sınıf içi birlik gerçekleştirilmesi zor bir kavramdı.
“Sen bu okulda bocalamıyor musun, Ayanokōji-kun?”
“Açıkçası, hayır. Bu okulun ne kadar iyi ya da kötü olduğuna dair fikrimi değiştirmiyor. Eğer A sınıfına ulaşma zorunluluğunu bir kenara bırakırsak, bu okul çok güzel ve her açıdan yeterli. Çok az bir çabayla, öğrenciler ne yemek ne de giyecek derdine düşüyor. Okul biz eğlenelim diye puan bile veriyor. Okuldaki her şey, kusursuz bir şekilde iyi düşünülerek hazırlanmış.”
Bu fikri benim gibi burada yaşayan tüm öğrenciler paylaşıyordu. Kimsenin yükseklerde gözü olmasaydı, şuanki zorlukların hiçbiri yaşanmazdı.
Katsuragi de bu düşüncemi reddetmedi.
“Haklısın. Şikayet edilecek bir durum varsa, o da buranın çok ama çok iyi olduğudur. Yani, böyle bir hayatı bir lise öğrencisinin yaşaması mantıklı değil. Bu okuldaki hiçbir öğrenci zorlu bir testten de geçmedi… her şey şaka gibi….. Neyse, lütfen Horikita’ya Ryūen tehdidi ile ilgili bilgi ver.”
Tekrar bu ketum çocuk beni uyardı ve ben de onunla konuşacağıma dair söz verdim.
Aslında D sınıfını alt etmek için Ryūen çoktan atağa geçmişti.
“Sen de huzur içinde yaşamak istiyorsun demek? Ama dertler bitmek tükenmek bilmiyor işte…ne sen kurtulabiliyorsun, ne de ben.”
Mırıldanmadan edemedim.
***