Elitler Sınıfı - Cilt 6- Bölüm 22 - Karşı Konulamayan Radar
Cilt 6- Bölüm 22 – Karşı Konulamayan Radar
Malum hepimiz aynı yurtta kaldığımız için, hep beraber geri dönmek için yola koyulduk.
Yukimura telefonundan bugünün çalışma programını inceliyordu.
“Ders çalışmaya odaklanmayalı epey olmuş… günde 6 saat okulda, 2 saatten okul çıkışı…. toplam 8 saat. Dünyanın kaç ülkesinde bu eziyet vardır ki?”
“Ama C sınıfı öğrencileri konsantrasyonumuzu bozdular.”
“Fakat onlara boyun eğmedik. Bence güzel çalıştık denebilir.”
Birbiriyle sohbet ede ede yürüyen bu ikili, sonuçtan memnundu. Bu sohbete kulak misafiri olan Yukimura’nın ise yüzü ekşidi.
“Şaka mı yapıyorsunuz? Gelecek yıl üniversite sınavına hazırlanmak için, ders bittikten sonra en az 3 saat çalışmanız lazım. Ve tabii ki bunu her gün yapmak zorundasınız. Sınav yaklaştıkça da bu alışkanlığınızı 10 saate çıkarmanız gerekiyor..”
“Eeeh!? Yok artık! Senin gibi çalışamam ben, Yukimū.”
“Benim ablam öğretmen. Rutin olmuş ona, sürekli çalışır sınavlardan önce.”
“Ailenizin genlerinde elitlik varsa… demek ki. Yukimū, sen de mi öğretmen olmak istiyorsun yoksa?”
“Öğretmen olmanın neresi elitlik yahu. Öğretmen olmak istesem, öğretmenliğin normal okullardan çok farklı olduğu bu okula neden geleyim ki?”
Öğretmen olmak kolay sayılmazdı. Ama avukat ya da mali müşavir gibi zorlu mesleklerden okumak biraz daha zordu. Dediği gibi, bu okulda öğretmen olmaya çalışmanın bir anlamı yoktu.
Dahası, Yukimura ders çalışmaktan yakınmıyordu ve akademik başarısı ortalamanın üzerindeydi. Ne gerek vardı ki?
“Peki neden bu okula geldin?”
“……sebebi önemli değil. Herkesi sorguya mı çekeceksin, neden gelmişler buraya diye? Birisi sana sorsa sürekli, sen de anlarsın nasıl hissediliyormuş..”
Hasebe’yi iyi azarladı ancak sert çıkışı, Hasabe’nin moralini bozmadı aksine cevap verme hakkı doğurarak motive etti.
“Eh, ben… galiba okulun reklamlarına kanıp gelenlerdenim? Mezun olduktan sonrası için iş garantisi veya üniversite garantisi vermesi önemli rol oynadı. Zaten çoğu kişiyi bu motive etmemiş midir?”
“Bir de ben ekleyim. Okulun ücretsiz olması? Normalde herkes kampüs içinde yurdu çok pahalıya tutar. Ama yurda bile para vermiyoruz. Puan ödememizi bile istemiyorlar yurt odalarımız için? Mezuniyet sonrası verilen garantilerdense, bu benim daha çok hoşuma gidiyor mesela.”
“Çok abarttın. Asıl mezuniyet sonrası, istediğin yerde çalışıp okuyabilmek daha güzel.”
“Hayallerinize, final sonrası devam edin. Hasebe’nin fantazileri, A sınıfına yükselmediğimiz sürece gerçekleşmeyecek.”
“Bu okulun bonusu olacağını düşünmüyor musun? Sadece A sınıfının başarılı olacağını söylemesi ne bileyim…. bu okuldan güzelce mezun olduğumuz sürece bize de yardımcı olabilirler bence?”
“İmkansız. Öyle olsaydı, mutlaka herkes bilirdi. Ama hiç böyle bir söylenti duymadım kulüpte. Dahası, 10.ve 11. D sınıflarının hali içler acısı.”
Bir kulübe kaydolmadığım için, bu bahsettiği konuda bilgim yoktu. Ama ilk dönem 11/D’den iletişim kurduğum kişilerde hiç hırs görememiştim.
“Devletin direkt kontrolü altında bir okul olsa da, A sınıfı dışındaki hiçbir öğrenciye özel muamele yapılmadığı apaçık. Ve A sınıfından olmadığım sürece, okuldan mezun olduktan sonra, iş veya üniversite hayallerim kötü etkilenecek. Çünkü insanlar bizi A sınıfına çıkamayan yeteneksiz öğrenciler olarak değerlendirecekler. Işte bu yüzden A sınıfına yükselmeliyiz.”
“Er… İşte en kötüsü de bu.”
Prestijli ve ünlü bir okul için, ‘mezun olmanız’ ve ‘kişisel başarılarızın olması’ değerinizi artıracaktı.
Yukimura’nın dediği gibi, bu okuldan mezun olduktan sonra, A sınıfına ait olmadığını belirten bir tavsiye mektubumuz olabilirdi..
Üniversite ya da şirketlerin, böyle bir durumda okulun yaklaşımını görüp de bizden şüphelenmemeleri imkansızdı..
“Miyatchi, her toplantımıza geliyorsun. Çok çabuk vazgeçersin sanmıştım.”
“Asıl sen garip değil misin? Erkeklerle pek geçinmek istemeyen bir tipsin.”
“Eh, herhalde…. sadece üçünüz varsınız diye. ”
Hasebe’nin kendince fikirleri vardı demek. Soru sormamın zamanı geldi diye düşündüm.
“Hasebe, sana bir sorum var ama?”
“Hm?”
“Satō ile yakın mısınız?”
“Satō-san? Hayır. Yakın falan değiliz. Zaten büyük arkadaş gruplarını sevmiyorum ben ya. Satō-san’a ilgin varsa, Karuizawa-san ile konuşman gerek?”
Eğer bu mümkün olsaydı, zaten sana sormazdım, ya. Neyse.
Bu olaya dahil olan biriyle, bu konuyu konuşmak çok daha zordu.
“Ne oldu ki?” “Hmm-”
Nasıl diyeceğimi bilemiyordum. Gerçeği söyleyemezdim bu kesindi…
Yukimura durumumu fark edip konuştu:
“Anladım ben. Partnerin diye endişelisin değil mi? Onun hangi derslerde başarılı olup olmadığını bilmiyorsun bunu da kafana taktın, ha.”
“Aah, öyle mi? Demiştin sanki.”
“Direkt sormak istedim ama ortak hiçbir noktamız yok, soramadım.”
Üzüntüsünü belirtikten sonra, Hasebe iki elini birleştirdi. Yeni bir fikir bulup öneri sundu.
“Karuizawa-san’a sormak zor geliyorsa, Kyō-chan’a sor? Satō-san ile çok samimiler. Kyō-chan’a sorabilirsin değil mi?”
“Huh? Kyō-chan?”
Bu takma adı hiç duymadığım için sordum kimden bahsediyor diye.
“Kikyō-chan’ı kast ediyorum. Ayanokōji-kun, onunla konuşuyorsun ya…konuşmuyor musunuz?”
Demek Kikyō, Kyō-chan olmuş..? başta anlamadım ama şimdi oturdu.
Kushida sınıfın iç durumlarını çok iyi bilen birisi olarak uygundu bu işe.
Horikita ile yaşadığı durum olmasaydı, ona sormakta tereddüt etmezdim.
Fakat işler bu raddeye ulaştığı için ona güvenip güvenemeyeceğimi bilmiyorum.
Kushida’ya sorma fikrini duymazdan gelerek reddedince, Miyake devreye girdi.
“Karuizawa neyse de, Kushida mantıklı değil mi? Herkesle de iyi anlaşıyor, değil mi Hasebe?”
“Evet. Çoğu kızı sevmiyorum ama Kyō-chan’ın yeri ayrı. Sınıfımız için zor işleri başarıyor. Sorumluluk alıyor. Her şeye rağmen de sakinliğini ve güler yüzlülüğünü koruyor. Kyō-chan özel birisi. Dinlemeye çok istekli ve asla insanlara anlatmıyor, sırrını saklıyor.”
“Ona danışacak kadar problemin mi var?”
“Vayy, çok kabasın, Miyatchi. Yaşıtlarımızın hepsinin bir ton problemi var, hele kızların. ”
“Mesela ne?”
“Mesela…… neden söyleyeyim ya? Sonra git millete anlat, oldu. ”
“Yok, niye söyleyeyim…….neyse garanti vermeyeyim. Konuya bağlı olarak ağzımdan kaçabilir!”
Bunlarla dertlerimi paylaşamayacağım belli oldu, off..
“Endişen varsa, git Kushida ile konuş. İyi gelir.”
“Değil mi ya? Satō-san’ya aşık mısın bilemem ama kimseye anlatmayacağı kesin.”
“Ne? Satō’yu mu seviyorsun, Ayanokōji?”
“Ben böyle bir şey mi dedim… sadece Hasebe ile arkadaşlar mı onu sordum.”
“Peki, şüphelenmeyelim mi yani? Satō-san ile hiç konuştunuz mu ki..?”
“Ayanokōji, Satō ile sadece partnerler diye ilgileniyor. Nasıl unutuyorsunuz ya, az önce dedi ya çocuk?”
Miyake’nin bu sözlerine karşılık, Hasebe geri adım atmadı, düşüncesini savundu.
“Evet ama sanki başka bir şeyler var gibi gibi. Soruş tarzından bunu hissediyorum.”
Arada bir, kızların nerden geldiği belli olmayan radarları oluyor. Bunu kabul ediyorum.. haklıydı. Ve hatta böyle bir radar, karşı koyamadığım tek şeydi.
“Ah, peki. Markete uğrasak olur mu?”
Miyake’nin beklenmedik teklifiyle konu kapandı. Tam da en gerekli zamanda konu değişti, harika.
Bu arada, Kushida’nın D sınıfı için vazgeçilmez bir varlık olduğu da açıklığa kavuştu.
Şimdiye kadar olan her şeye bakınca zaten, Kushida’nın her olaya dahil olduğu görülüyordu.
Sert iddiaları yoktu, herkese yardımcı olmak için çalışan, kendini başkaları için paralayan birisi olmuştu.
Hatta, yaptığı her şey ona artı olarak dönüyordu.
Belirgin bir kişiliğe sahip, sınıfın güçlü üyelerinden birisiydi. Kimse hakkında kötü konuşmuyordu da.
Muhatap kişi olmadığı zaman, genelde insanlar arkasından kötü şeyler söylemeye meyilliydi, yüzlerine söyleyemediklerini arkasından söylerlerdi.
Ama onun arkasından sadece iyi şeyler söyleniyordu…
“Ah, olur. Geliyorum hemen.”
“Çocuk gibisin, ha.”
Yukimura böyle söyledi ama gönülsüz değildi..