Elitler Sınıfı - Cilt 9 - Bölüm 6 - Takip Edilmek
Cilt 9 – Bölüm 6 – Takip Edilmek
Perşembe akşamı, Ichinose’i yurda dönerken gördüm.
Ichinose her zamanki halinden farklıydı. Ne etrafında arkadaşları vardı ne de yüzü gülüyordu. Enerjik halinin yerinde, yeller esiyordu.
Yalnız kalmak mı istedi acaba diye merak ettim. Şuan okuldaki herkesin parmakla gösterdiği, arkasından dedikodusunu yaptığı kişiydi.
Kanzaki ile Hashimoto’nun konuşmasından, Ichinose’in olayın dallanıp budaklanıp daha büyük sorunlara yol açmaması için arka planda durduğunu düşünmeye başladım. Böyle bir düşünce tarzına sahip birisiydi.
Ona seslensem mi? Diye düşünürken arkamdan gelen garip sesleri duydum. Telefonumu çıkartıp kamerayı açtım. Ön kamerayı aktif ederek arkamda neler olduğunu incelemeye koyuldum.
9.sınıflardan iki kişi arkamda yurda doğru ilerliyordu. Birisi, Hashimoto’ydu.
Normal bir şekilde yürüyordu ama birkaç gün önceki tavrını düşününce, tesadüf olmasına ihtimal veremiyorum.
…beni takip ediyor olabilir mi?
Tam emin olmaya çalışırken, diğer öğrenci bana yaklaştı. Bana doğru geldiğini nahoş bakışlarından anladım. Hemen telefonumun kamerasını kapatıp cebime koydum.
“Ah, um, Ayanokouji-kun. Vaktin var mı…?”
Bana arkamdan seslenen kişi, bizim sınıftan Mei-Yu Wang’dı.
Adını telaffuz etmek zor olduğundan sınıfta ona ‘Mii-chan’ diyorlar. Her ne kadar kafamın içinde söyleyince utansam da.
“Şimdiii…. müsait misin? Sana bir konuda danışmak istiyorum.”
Danışmak mı? Bir yıldır aynı sınıftayız ve bu kızla nerdeyse hiç konuşmadım. Hatta ilk kez yüz yüze konuşuyoruz desem yalan olmazdı.
Ichinose’e dönüp baktığımda, yurda giriş yaptığını gördüm. Beni de fark etmemiş olacak ki etrafına bakınmadı. Arkasından koşmamın da manası olmadığına göre..
“Özür dilerim, meşgul müydün?…”
“Yok, yurda dönecektim zaten.”
Sözlerimi duyunca, Mii-chan sevinip rahat bir nefes aldı.
Mii-chan ile konuşurken, Hashimoto yanımızdan geçip yurda döndü. Ne bana baktı ne de selam verdi.
“Eee, ne konuda danışmak istiyordun?”
“Burada konuşmasak mı…”
Yurda dönerken konuşulacak bir konu olmadığını dile getirmeye çalıştı.
“Peki, öyle diyorsan?”
Tabii ki şöyle bir cümle kurmam mümkün değildi: ‘Yurda geldik sayılır, odamda konuşalım istersen…?’
Mii-chan’ın odasına gidelim de diyemezdim.
“Ne yapalım?”
Kararı kendim vermek yerine nereye gitmek istiyorsa, oraya gidelim diye ona sordum.
Biraz düşündükten sonra, Mii-chan bir mekan adı söyledi.
“Kafeye gidelim mi?… yolu uzatacağız ama? Olur değil mi?”
Madem kendisi gitmek istiyor, reddetmedim. Yurda 5-10 dakika geç dönmekle sorun yaşamayacağım için.
Mii-chan’ın isteği üzerine, Keyaki AVM’de bir kafeye doğru yola çıktık. Birbirimizi pek tanımadığımız için, aramıza 1-2 metre mesafe koyarak ilerledik.
☆ ★ ☆ ★
Popüler bir kafeye geldik.
Bu kafe daha çok sosyal medyada kızlar arasında popüler olan, büyük bir firmanın şubelerinden biriydi. Burası hariç, bir lise öğrencisi için kahvelerinin fiyatı epey tuzluydu. Aylık en fazla 2-3 kez gelip buradan kahve içebilecek kadar paranız olurdu, tabii part-time bir işte çalışmıyorsanız.
Bu okuldaki öğrenciler de puan adı altında ‘para’ aldıkları için, sınıf puanıyla ilgili sorun yaşamadıkları müddetçe buraya rahatlıkla gelebiliyorlardı.
Bu yüzden de bu kafe daha uğrak bir yer olmaya başlıyor, popülerliği artıyordu. Tabii, ağzına kadar dolu değildi, oturacak yerler vardı. Biz de karşılıklı oturabileceğimiz bir masaya geçtik. Mii-chan ise hiç bana bakmadı, az önce aldığım kahve bardağına gözlerini dikip bakıyordu. Airi ile ortak özellikleri var desem yalan olmaz, ha.
Ona sorular sorarak baskı kurmak istemedim ki, aklındaki neyse rahatça dökülsün. İnisiyatif almak yerine Mii-chan’ın sohbeti başlatmasını bekledim.
Cesaretini toplasın diye de ona zaman tanımak için, kasadan şeker almaya gidiyorum dedim.
Tezgahın önünden bir paket küçük şeker aldım. Bu arada, Hashimoto’nun da arkamızdan kafeye geldiğini fark ettim. Etrafa daha fazla göz atmadan, şüphe çekmeden, sabit bir noktaya baktım.
Aniden canı kahve çekecek değildi. Hashimoto’nun beni takip ettiğine eminim artık.
Sakayanagi, bana göz kulak olmasını mı istedi acaba? Gerçi, hiç öyle değil gibi.
Sakayanagi, kimliğimden kimse haberdar olsun istemiyordu. Zaten peşime birini takacaksa, Kamuro’yu kullanırdı her zamanki gibi.. Sakayanagi, Hashimoto’nun nasıl birisi olduğunu hala çözemediyse şayet, böyle işler için en uygun eleman olduğunu da anlayamamış demektir.
Hashimoto’ya benden bahsetmek için acele etmeyeceği gibi, dikkat çekecek bir şey de yapmazdı.
…o zaman kendi iç güdüsüne dayanarak beni takip ediyor?
Eğitim kampında dikkatini çekecek hiçbir şey de yapmamıştım.
Onun için, grubundaki diğer öğrencilerden biriydim.
Ryuuen, Ishizaki, Albert, ve Ibuki. Acaba bu dörtlüden birisi mi söyledi diyeceğim ama ihtimal vermiyorum.
Eh, böyle düşünerek bir sonuca ulaşacak değilim. Er ya da geç bu konuya da sıra gelir.
Şimdilik onu görmezden gelip Mii-chan’ın derdi neymiş onu öğreneceğim. Yaklaşık 1 dakika sonra yerime geçip oturdum. Mii-chan da hemen konuya girdi.
“Hey… Hirata-kun ile ilgili konu.”
Hirata mı?
“Onunla ilgili bir şeyler söylersin diye…..…”
“Hirata ile çok samimi olmadığımı fark etmişsindir herhalde.”
Bu konuya son noktayı koyduğumu sanıyordum ama aniden bir umutla baktı bana.
“Ama… Hirata-kun, senin sınıftaki en güvenilir kişi olduğunu söyledi?”
“…Oh, öyle mi dedi?”
“Evet, sınıfımızdaki en güvenilir ve en zeki öğrencisi senmişsin. Senden çok iyi bahsediyor.”
Hirata’nın beni övmesi güzel de, böyle sözler söyledikçe dikkat çekerim.. Hirata’nın neden adımı Mii-chan’a verdiğini de az çok anladım.
C sınıfında güvenilir kişiler vardı ama karışık bir sınıf aynı zamanda. Erkekler içinde kendisinden sonra en güvenilir olarak beni tanımlaması şaşırtıcı sayılmaz.
Ama… konumuz Hirata..
Haruka’nın dediklerinden konunun nereye varacağını az çok anladım.
“Sen de duymuşsundur, Hirata-kun ile Karuizawa-san, uh… ayrıldılar ya?”
“Evet, duydum. Konumuzla alakası ne?”
Ne demeye çalıştığını anlamazdan geldim.
“E-eh, şey yani..…”
Biraz kekeledikten sonra;
“…Hi-Hirata-kun’un sevdiği birisi var mı..hiç duydun mu?”
Demek bunu merak ediyormuş… böyle bir soruya nasıl cevap vermeli ki? Ne desem diye düşünürken, genel bir cevabın en iyisi olacağına karar kıldım.
“Yoktur herhalde.”
“G-gerçekten mi!!?”
“Tabii yüzde yüz diyemem sana. Ama bildiğim kadarıyla yok. Zaten daha yeni Karuizawa’dan ayrıldı. Yeni birisini düşünmek için çok erken, değil mi?”
Bu sözlerimle beraber, Mii-chan sakinleşip rahatladı.
“Sana merakımdan bir soru sormak istiyorum, izninle?”
“O-olur.”
“Hirata’yı sevmeye ne zaman başladın?”
“Eeeeeh!?!?”
Garip bir şey mi sordum ki? Mii-chan’nın yüzü kızardı, panikledi.
“N-n-n-n-n-neden böyle garip bir şey soruyorsun?”
“Oh pardon, eğer cevaplamak istemiyorsan-”
“-Giriş töreninden sonra?”
Cevaplamana gerek yok diyecektim ki…
“Biraz… sakar biriyimdir…”
Basit bir karşılaşmayla Hirata’ya abayı yakmış demek.
Mii-chan düşüncelerini çekinmeden dile getirdi.
“…off, bilemiyorum öyle işte. ”
“Öyle mi diyorsun?”
Hala emin olamadığım konular olsa da, Hirata’nın nazik tavırlarına vurulduğundan eminim.
“Ama-”
Mii-chan, onun hakkında konuşurken kızarıp duruyordu. Fakat gerçek aklına gelince, bir anda yüzü sap sarı kesildi.
“Ben… Hirata-kun’un sevgilisi olmayı hak etmiyorum..…”
“O niyeymiş?”
Bu soruyu sormama kendim bile garipsedim, şaşırdım.
“Çünkü rakibim çok….ve bu konulardan pek anlamıyorum…”
Gönlünü çoktan kaptırmış olmasına rağmen, açılacak cesareti yok demek.
Deneyimi olmamasının engel olduğunu düşünmesem de, etkisi olduğu kesin.
“Peki, Mii-chan… pardon, sana Mii–chan diyebilir miyim?”
“Oh tabii, olur. Herkes böyle hitap ediyor zaten. Ailem çinli olmasına rağmen, bu japonca takma adımı seviyorlar. Onlar bile Mii-chan der bana.”
Yani, melez değil miymiş?
“Yurt dışında eğitim alıyorsun o zaman?”
“Evet. Ortaokulun ilk yılında, babam japonya’ya iş için gelmiş. ”
Ailesiyle buraya taşındılar yani?
“Peki çok zorlandın mı? Dil farklılığı falan zorladı mı seni?”
“Başta çok zorlandım ama önceliği arkadaş edinmeye verdim. Gittiğim ortaokulda ingilizce bilen öğrenci çoktu. Arkadaş edinmem kolaylaştı.”
Mii-chan’ın ingilizcesi çok iyiydi, şimdi hatırladım.
İngilizce ile iletişim kurarak 3 yılda japoncayı ana dili gibi konuşur hale gelmiş demek. Çinlilerin, japonlardan daha sert bir eğitim sistemi olduğunu duymuştum. Mii-chan belki de bu ağır eğitimleri sayesinde, japon okullarına kolayca ayak uydurmuştur.
Airi gibi biraz daha iletişim konusunda çalışması yeterli olacaktır.
“Bir şansım olur mu acaba…”
“Gerçekleri konuşalım. Zaten şansın yok mu?”
“Öyle mi diyorsun?”
“Yalan söylemedim ama…”
“A-ama derkeeeen!?”
Gerilecek ama işin zor kısmını ona anlatmalıyım.
“Hirata iyi birisi değil mi?”
“Evet, tabii.”
“Sırf bu yüzden, birisiyle çıkmaya başlamadan önce etraflıca düşünüp karar vereceğini düşünmüyor musun? Sonuçta Hirata’dan bahsediyoruz. Kendisini sorumlu hissedebilir. Belki Karuizawa’yı mutlu edemediğini bile düşünüp üzülüyordur.”
Mii-chan başını hafifçe sallayarak durumdan haberdar olduğunu belli etti.
“Haklısın… hem ona bu kadar erken açılmayı…. başarabileceğimi sanmıyorum.”
“Rakiplerinin neler yapacağına az çok takılıyorsundur. Fakat acele edersen de, reddedilme ihtimalin çok yüksek.”
Onunla iyi bir bağ kurana kadar, sakin ve sabırlı olmasını tavsiye ettim.
Durumu da açılmadan cevap alamayacağı bir durumda. Yani, olumlu ya da olumsuz bir cevap vereceği belli değil.
Hirata’nın karakterine bağlı olarak bir çıkarımda bulundum, bu kadar çabuk biriyle yeni ilişkiye girecek bir tip değil. Hatta kendisine açılan her kızı reddetme ihtimali çok yüksek.
Bu tahminlerime bağlı olarak, beklemede kalıp sabırlı olan kazanacaktır diyorum.
“…seni yanlış anladım galiba, Ayanokouji-kun.”
“Anlayamadım?”
“Pek konuşmuyorsun, hep sessiz kalıyorsun falan. Bu hallerinle az çok korkutucu bir izlenim çiziyorsun. Seninle böyle yüz yüze konuşunca, cana yakın birisi olduğunu anladım… ve ne dersem ciddiyetle dinliyor cevap veriyorsun…”
Galiba beni övüyor.
Onu ciddiyetle dinlemek konusunda yanılıyor. Sadece refleks olarak sohbetin içeriğini analiz ediyorum. Sözlerinden, çıkarımda bulunup işine yarar bir şeyler söylemeye çalışıyorum.
Bu anlamı çıkardıysa, mutluluk duyarım tabii.
Acaba, biraz konuyu derinleştirsek mi? Şuan her şeyi sorabilecek bir ortam hazırladım gibi gibi.
“Oh? Mii-chan ile… Ayanokouji-kun?”
Tam bir şeyler soracaktım ki 9/D’den Hiyori Shiina görüş alanımıza girdi. Hemen ağzımı kapadım.
“Hiyori-chan. Merhaba!”
Hiyori-chan ile Mii-chan? Bu seslenmelerinden dolayı, aralarının iyi olduğu kanaatine vardım.
“Yoksa ikiniz… randevuda falan mısınız?”
“H-h-hayır! Asla öyle bir şey yok aramızda, Hiyori-chan!”
Mii-chan biçare ayağa kalkıp panikle ellerini havada sağa sola sallayarak duruma açıklık getirdi.
Bu kadar abartmasına gerek var mıydı… şuan çürük çocuk konumuna düştüğüm için üzüldüm ha.
“Peki, size katılabilir miyim?”
“Elbetteeee! …sorun olmaz değil mi?”
“Evet.”
“Çok sağ ol.”
Hiyori gülümseyerek Mii-chan’ın yanına oturdu.
“Siz garip bir ikilisiniz şuan gözümde.. ne hakkında konuşuyordunuz?”
“Oh… Uuuuh…”
Mii-chan için, bu konuyu dile getirmek biraz utanç verici galiba.
“Çin’i merak ettim de, anlattıklarını dinliyordum.”
“Çin’i konuşuyordunuz yani?”
“Evet. Ziyaret etmek istediğim ülkelerden birisi. Orada yaşamış birinden orayı anlatmasını istedim.”
Mii-chan’a bir bakış atarak, bana destek çıkmasını bekledim. O da hemen kafasını 2-3 kez sallayarak koltuk çıktı.
“Çin çok güzel, değil mi? Çin seddi falan beni de etkiliyor.”
Hiyori kollarını birbirine dolayıp arkasına yaslanarak gülümsedi. Hiyori’nin konuya merak salmasını beklemiyordum.
“Çin demişken, bu konudan bahsetmemek olmaz. Pingyao Antik kentini ölmeden önce görmek isterim.”
“Pingyao Antik kenti mi?”
Hiyori’ ilk kez duyuyor olacak ki garipsediğini belli etti. Mii-chan ise, heyecanlanıp bu kenti bilmeme şaşırdı, gözlerini kocaman açtı.
“Dünya mirası listesinde var ama.. bilmene şaşırdım…”
“Adını sık duyduğum bir kent.”
“Bu arada….siz arkadaş mıydınız?”
Mii-chan, Hiyori ile çok rahat bir şekilde iletişim kurunca, şaşırıp sordu.
“Evet! İkimiz de kitap kurduyuz.”
“Eh, aynen öyle.”
“kitap kurduyuz derken…?”
Mii-chan ne demek istediğimizi anlamayarak yüzünü ekşitti. Fakat, hemen konuyu olumlu bir yere çekerek gülümsedi.
“Sınıflar arası arkadaşlık kurmak güzel değil mi?”
Karma kamptan önce farklı sınıflardan arkadaş edinememiş galiba.
“Aynen. Okulda birbirimize rakipten daha fazlası olmalıyız.”
Öğrenciler arası rekabet, bu okulun temel amaçlarından biriydi. Bu okulda, öğrencilerin çoğu kendi sınıfı dışındaki herkesi rakip olarak görme eğilimindeydi.
Fakat bu sıralar, farklı sınıflardan öğrenciler arası ilişkiler değişip arttı. Bir nevi, okulun bu amacı görmezden gelinip arka plana atıldı.
Karma kamptaki gibi kurallar da olmazdı mesela. Tabii, bunun negatif etkilerinin olma ihtimali de var. Mecburi bir karşılaşmada, bu arkadaşlık bağları kopabilir; ters tepki yapabilir.
“Çok sağ ol, Ayanokouji-kun.”
“Ne demek. Asıl bana Çin ile ilgili bilgi verdiğin için ben teşekkür ederim.”
“Ah. E-evet, evet. Rica ederim.”
Mii-chan’a teşekkür edince, utanarak yanağını kaşıdı.
“Posta kutuma bakıp odama çıkacağım.”
Mii-chan ile Hiyori asansöre binerken ben lobide kaldım.
Haftada 1-2 kez posta kutuma bakıyorum. Çoğu öğrenci de böyleydi. Genelde okuldan bildirimler atılıyor, herkes ara sıra kontrol ediyordu.
Öğrencilerin, internetten aldıkları siparişler ya da kendi aralarında hediyeleşmeleri ya da haberleşmeleri de posta kutuları sayesinde sağlanıyordu.
Ben bu sebeplerden bakmıyorum, elbette.
“Bugün de bir şey yok, huh?”
Babam bu okula geldiğinden beri, düzenli olarak posta kutuma bakarım.
Benimle iletişime geçmeye çalışacağını düşünüyorum da.
Özel bir şey göremeyince kutumda, asansöre doğru yöneldim. Ve ne göreyim… Hiyori beni bekliyormuş.
“Zamanın var mı?”
“Evet.”
Asansörün önündeki lobinin kanepesine geçtik.
“Mii-chan’ın önünde tereddüt edip soramadığım bir konu vardı da…”
Etrafını kolaçan ettikten sonra, Hiyori ağzındaki baklayı çıkarttı.
“Ichinose-san hakkında dedikodular dolaşıyor ya… duydun mu?”
“Duydun mu derken? Herkesin konuştuğunu diyorsan, kulağıma geldi, az çok öğrendim ben de.”
“Evet, onu diyorum. Kimin çıkardığını biliyor musun?”
“Hayır… bilmiyorum.”
Sakayanagi ya da Hashimoto deyip geçiştirebilirdim ama demedim.
“Açıkçası, Ichinose-san’ı böyle üzülürken görmek istemiyorum. Hiç arkadaşı olmayan benim gibi biriyle bile dost olmaya can atan birisi o.”
Yanlış hatırlamıyorsam, Hiyori ile Ichinose… karma kampta aynı gruptaydı. Aynı odada takılıp aynı masaya oturunca, aralarında bir bağ oluştu galiba.
“Ayanokouji-kun.”
Hiyori’nın gözlerinde bir kararlılık sezdim.
“Bu okula ilk geldiğimde, sırf okul istiyor diye bu okuldan kimseye zarar vermememiz gerektiğini düşündüm. Fakat şuan, gerektiği yerde, arkadaşlarımızı korumak için savaşmalıyız diye düşünüyorum.”
“Haklısın. Zaten herkesi koruma, kurtarma şansımız yok.”
“Ichinose-san ile ikimiz de rakibiz.. ama elimizden bir şey gelsin isterim. Henüz bir çare bulamadım ama… bana yardımcı olur musun?”
“Yardım, huh? Yardım istiyorsan, Horikita ile görüşmelisin.”
Onları tanıştırmak fena fikir değil.
“Horikita-san mı?”
Hiyori’nin yüz ifadesi değişmedi.
“C sınıfı, Ichinose’e yardıma gönüllü olabilir.”
Hatta, A sınıfına karşı 3 sınıf kafa tutabiliriz.
Hiyori hala istekli görünmüyor. Beğenmedi fikri sanırım.
“Sen kendin yardımcı olamaz mısın, Ayanokouji– kun?”
“C sınıfında bir etkim yok ki tepkim olsun.”
“Öyle mi?”
Bakışlarını dikerek beni sorguladı.
“Sınıfın kızları için Horikita, erkekleri için Hirata. Bu konu için, bu ikiliden yardım istemelisin.”
“Anladım…”
Hiyori’nin omuzları düştü, yüzünü hüzün kapladı.
“Hoşuna gitmedi mi?”
“Yok… ondan değil de.. Horikita-san ya da Hirata–kun ile konuşmuşluğum bile yok… Ayanokouji-kun, sen aklıma geldin…”
Yüzü daha çok asıldı. Böyle bir tepki beklemiyordum.
“Özür, elimden bir şey gelmiyor.”
“Hayır… olur mu öyle şey. Tek başıma gelin güvey olan benim, senin ne diyeceğini bile düşünmedim.”
Bu sözlerinden sonra hafifçe başını eğip özür diledi.
“İstersen onlarla aranı yaparım, yani aracı olurum?”
“Gerçekten mi? Yapar mısın bunu?”
Bir anlığına heyecanla bu sözleri kursa da, Hiyori fikrini çabuk değiştirdi.
“ Neyse, başka sefere artık. Aksine uğraşarak Ichinose’e daha çok zarar vereceğimizden korkuyorum.”
“Evet. Olabilir, ters tepki yapabilir.”
Ichinose’e savaş açan bir kesim varken… ilerde ne yapacağını kestirmek zor.
Konuyu bilmeden müdahale etmek bizi zararlı çıkarabilir. Bir de, Ichinose hakkındaki dedikoduların gerçek olma ihtimali de var.
Odama döndükten sonra, Horikita’dan mesaj geldi.
[Orda mısın?]
Cevap atmadım ama okundu yazısı belirmiştir.
[Madem okundu yazısı çıkıyor, ben yazmaya devam ediyorum. Ichinose-san bu akşam odama gelecek. Sen de gelir misin?]
Beklenmedik bir mesaj….
Başta ne yazacak diye bekleyim demiştim ama en iyisi güzel bir cevap vermek.
[Bu raddeye nasıl geldik peki?]
[B sınıfıyla ittifakımız var, zor durumlarında yardımcı olmamız çok doğal değil mi? Sadece konuyu detaylıca bilmiyoruz. Bizzat kendisinden öğrenmek istiyorum.]
Ichinose ile görüşüp özel görüşmek istedi yani.
Gayet sert bir hamle olmuş. Reddedilmesi olası bir yardım teklifi.
Horikita’ya sorsam, Ichinose’in anlattığını tekrar eder. Zaten bir şeyler öğreneceği bile meçhul.
Kanzaki bile yakın olmasına rağmen, detayları bilmiyor gibiydi.
Asıl soru, ona sorarak gerçeğe ulaşıp ulaşamayacağımız?
Odamdan dışarıya adımımı attığım anda, bu konuya dahil olacağım da cabası.
Ne yapsam ki?
Biraz düşündükten sonra, Horikita’ya cevap attım.
[Ne zaman görüşüyoruz?]
[7’de.]
Biraz geç bir saatmiş. Kimseye görünmemek için çaba harcayacağım.
[Tamam. Çıkarken haber ederim.]
Onlarla görüşmeye karar verdim.
Ardından sözleştiğimiz vakte kadar odamda pinekledim.
Saat 7’ye yaklaşırken, odamdan çıkıp Horikita’nın odasına doğru yol aldım.
Tam asansörden indim, yanımdaki asansörden de Ichinose indi.
“Ah! İyi akşamlar, Ayanokouji-kun.”
Elimi hafifçe kaldırarak selamını aldım.
“Rahatsız etmiyoruzdur inşallah.”
“Ahaha. Asıl sizi ben rahatsız ediyorum, ne demek.”
Ichinose bu cümlesinden sonra, öne geçip Horikita’nın odasına doğru ilerledi. Kapının zilini çaldı.
Çok kısa bir zaman sonra kapının kilidi açıldı.
“Buyurun.”
Görüşme zamanı 7’ydi ve nerdeyse 7 olmak üzereydi. Aynı anda gelmemizi Horikita garipsemeden bizi içeri aldı. Yere edeplice oturdum.
Horikita’nın odasına daha önce gelmiştim, pek değişiklik yok. Benim odama benziyor hala. Monoton ve basit.
“Hafta için akşam görüşmek isteyerek seni zora soktuğum için özür dilerim, Ichinose-san.”
“Zaten benim için görüşmek istemediniz mi? Hiç özre gerek yok.”
Ichinose ile böyle yüz yüze görüşünce, her zamanki halinde olduğunu fark ettim. Değişiklik yok.
“Fakat… çok uzun süre konuşmayalım da yarın geç kalmayalım. …son günlerde, hakkımda dedikodular çıkıyor. Siz de duymuşsunuzdur.”
“Evet, kimin çıkarttığını biliyor musun peki?”
Lafı evirip çevirmeden direkt sordu, Horikita. Ben de, Ichinose’n bu soruya dürüstçe cevap verip veremeyeceğini merak ediyorum.
“Kim olduğuna yüzde yüz emin değilim ama bir tahminim var, o da Sakayanagi-san.”
Beklentimi aşarak, net bir cevap verdi.
%50den aşağı emin olsaydı, net cevap veremezdi. Başkalarına sebepsiz yere suç atacak birisi değil malum.
Ben de cevabına göre bir sonuca vardım: Ichinose, kendisi hakkında dedikoduları çıkartan kişiyi tahmin edebiliyor.
“Sakayanagi-san…neden o peki?”
“Açıkçası, B sınıfına savaş ilan ettiği için derim. Başka sebebe gerek yok herhalde?”
Horikita, Sakayanagi’nin agresif ve saldırgan olduğunun farkındadır.
Katsuragi’yi yenmek için kendi sınıfı arasında olay çıkarttığını düşünürsek, B sınıfını alt etmek için de liderleri, Ichinose’i, hedef almak istemesine şaşmamalı.
“Yok. Bu sebep yeter de artar bile.”
Horikita ile aynı kafadan olduğumuz için, devamını sorgulamadı.
“Asılsız dedikodular çıkartarak, seni köşeye sıkıştırmaya mı çalışıyor peki?”
“Uhm… Nasıl desem…”
“İddiaları inkar etmeyecek misin?”
“Hayır, Horikita-san. Senle Ayanokouji-kun arkadaşımsınız fakat farklı sınıflardan olduğumuz ve er ya da geç karşı karşıya geleceğimiz için size bu konuda bilgi veremem.”
Ichinose az önce Horikita ne derse cevaplamaya hazırdı. Fakat şimdi nazikçe cevaplamayı reddetti.
Doğal bir tepki diyebiliriz.
“Seni zorlamak değil amacım… anlatmaya çalıştığım şey, sen sessiz kaldıkça, o dedikoduları aynı zamanda inkar etmemiş oluyorsun?”
“Bu fikre sahip olmak, sana ve dedikoduları duyan herkesin kendi kararı olur. Bu konuya enerji sarf etmek istemiyorum.
Sakayanagi-san’ın amacı, B sınıfını sarsmak. Ben de sessiz kalarak doğru çözüm ürettiğimi düşünüyorum.”
Ichinose hafifçe gülümseyerek, doğal bir çıkarımda bulundu.
Bu saldırılar çok ciddi sayılmazdı, özelliği de yoktu. Her yerde yaşanabilecek basit zorbalıklardan öteye gitmiyordu. Dahası, böyle bir durumda mükemmel bir çözüm bulmak da imkansızdır.
Bağırarak sertçe inkar edebilir, sessiz kalabilirsiniz. Fakat her halükarda, takdiri seyirciye bırakarak ateşi körüklemiş oluyorsunuz. Kimisi kararına saygı duyar, susar. Kimisi de üsteler; konuyu kapatmaz.
Bu sebeple de, Ichinose üzerinden zaman geçip unutulsun, sular durulsun diye sessiz kalıyordur.
“ben de bügun Horikita-san, seninle koruşup konuya karışmayın diyecektim. Ben sessiz kalırken arkadaşlarım konuya dikkat kesilirse, bu iş kapanmaz. Dahası, C sınıfının, Sakayanagi-san’a bulaşacak kadar ileri gidip bana yardım etmesine gerek yok. Ben başımın çaresine bakarım.”
Ichinose başını defalarca salladı. Yüzündeki gülümseme hiç değişmedi.
“…İradenin kuvvetli olduğunu biliyorum. Kim böyle bir duruma düşse, dedikodular gerçek olsun olmasın, zihinsel olarak darbe alırdı. Sense sadece kendini değil, etrafındaki herkesi düşünüyorsun.”
“Lanse ettiğin kadar asil biri değilim.”
Hafif utanan Ichinose ekledi:
“Horikita-san, sen ve C sınıfı, bu işe karışmasın. Ben bu işi çözerim.”
Bu sözlerinden sonra, Ichinose ayağa kalktı.
Horikita’ya karışmamasını tembihlemek için buraya gelmiş galiba.
“Kanzaki’gilin ne yaptığını biliyor musun peki?”
Gereksiz olup olmamasını düşünmeden, konuya girdim.
“Kanzaki-kun?”
“Birkaç gün önce, A sınıfından Hashimoto’ya dedikodu yaymaması için uyardı. Hatta ona uyarmak da denmez, biraz ileri gitti.”
“Anladım… Kanzaki-kun pek nazik birisidir. Ona kafasına takmamasını söyledim ve daha fazla üstelememiştim.”
“Sadece Kanzaki-kun bu durumda değildir. Sınıfından bir kesim, sana yardım etmek için çareler arıyor. Sırf iyiliğin için çabalıyorlar.”
Horikita, Kanzaki’gilin olayını ilk kez duyuyor olsa da, doğru bir çıkarımda bulundu.
“Peki, o zaman sınıfımla tekrar konuşmam gerekiyor demektir. Sohbetimize burada son verebilir miyiz?”
“Emin misin?”
Horikita, son kez ona sordu.
“Tabii.”
Ichinose ise tereddütsüz cevap verdi.
“Endişeniz için teşekkür ederim. Derdimi dert edinmişsiniz, sağ olun. Sana da çok teşekkür ederim, Ayanokouji-kun. Bu geç saatte benim için toplandınız. Sağ olun.”
“Ne demek. Ben de size katılmak istedim.”
Horikita, bu sefer ona engel olmadı.
Ichinose bize iyi geceler dileyip odadan çıktı.
“Acaba yapmamız gereken bir şey yok mu?”
“Eh, söylemesi zor.”
Ichinose’in tavırları her zamanki halinden farklı değildi.
Güçlü kalmaya çalışıyor demektense, konuya dikkatini vermiyor demek daha doğru olurdu. En azından ben böyle bir izlenim aldım.
“Sence ne yapmalıyım?”
“Fikrimi mi soruyorsun?”
“Evet, dürüst bir cevap istiyorum.”
Horikita tereddüt etmeden söyledi.
“O zaman bir şey yapmamalısın.”
“Sebep?”
“Sakayanagi, bu dedikoduların kaynağı ise, olaya karışarak onun dikkatini C sınıfına çekmiş oluruz.”
“Haklısın ama. Ya Ichinose-san’ı yenerse? Yendiği an gözlerini C sınıfına dikecek zaten?”
Sakayanagi ile er ya da geç karşılaşacağımızı dile getirdi. Ichinose’e yardım edelim, etmeyelim. Onun rakibi olacağımız gerçeği değişmeyecek.
“Er ya da geç sınıflarımız hedef haline gelecek, evet. Fakat o zaman geldiğinde, B sınıfının sorunlu liderini de alt etmiş olabak. Bence bu duruma şükretmek gerek.”
“…Yani Ichinose–san’a ne olursa olsun mu diyorsun? Çok kötü kalplisin.”
“Kötü kalpli mi? Asıl bu okula ilk geldiğin zamanlardaki tavrına ne demeli? Sınıf arkadaşlarına yardım etmek ayrı, başka sınıftan birine yardım etmek ayrı. O bizim er ya da geç yenmemiz gereken rakibimiz. Birisi yenerse, avantajımıza olur ve endişelenmemize gerek kalmaz.”
“Onunla ittifak anlaşmamız var. Sakayanagi-san ve diğerleri A’dan düşerse, o zaman B ile-”
“Fazla idealist düşüncelerin yok mu sence de?”
Bizim ittifak anlaşmamızla, A sınıfını C’ye düşürüp, B sınıfı ile kafa kafaya verip A’ya erişmek için savaşmak… bu tarz fantastik hayaller, ne bileyim? Çok fazla toz pembe. Hint dizilerinden beter.
Dış etkenlerden dolayı mı bilemiyorum ama Ichinose yardım kabul etmiyor.
Bu sohbet yılın başında gerçekleşseydi, Horikita, Ichinose’in reddetmesine aldırış etmez, sohbeti devam ettirmeye çalışırdı.
Nasıl ve neden bu raddeye kadar gelebildi?
Kushida ile muhabbetini ilerletmeye çalışıyor bir şekilde.. eh ben de bu konudan bir pay çıkartırsam şayet;
“Kendi haline bırak.”
“Haklısın…”
Horikita da doğru yolun bu olduğunu anlıyordur. Bu sebeple de üsteleyip itiraz etmemiştir.
İttifakımıza yaraşır bir şekilde, endişemizi gösterip yardım teklifinde bulunduk. Bu kadarı yeter.
C sınıfı göze batmadan diğer sınıfları yakalayıp geçebilir. Üsttekiler tahta kavgası yapa dursun, biz de alttan alttan onların dibinde bitelim. En iyi strateji bu.
Fakat, buradaki asıl mesele, benim yardım eli uzatmayacak olmam.
Bana fikrimi sordu, ben de söyledim. Horikita, sınıfımız için kararı verecek kişi.
Büyük ihtimalle, B sınıfı için bu olaya karışmayacaktır.
Zaten Ichinose istemediği sürece, durumu değiştirecek bir şey yapamaz.
“Ben de odama dönüyorum. Geç saatte bir kızın odasında uzun süre durmak yakışık almaz.”
Saat 20.00 olmak üzereydi. Kimseye görünmem umarım.
“Olur…”
Horikita düşüncelere dalıp öylesine cevap verdi.
Horikita da değişmeye başladı.
Değişimi de biraz ağır. Kendisini kaybedip etrafına odaklanması artıyor. Şimdilik, çevresiyle beraber daha çok çabalayıp olgunlaşması şart.
Bu arada, kendisine gelebilecek mi merak ediyorum.
Odadan çıktıktan sonra, asansörün önünde Ichinose’i gördüm.
Acaba beni mi bekliyor diye düşünürken bana gülümseyerek el salladı.
“Burdayım!”
Sesini hafif kısarak bana seslendi. Onunla beraber açılan asansöre bindim.
Ichinose lobi katına, zemin katın butonuna bastı. Lobiye indik.
“Biraz konuşalım mı?”
“Olur…. nereye gidiyoruz?”
“Hmm. Dışarda dolaşalım?”
Lobiye indiğimizde, etrafta kimsecikler yoktu. Hemen dışarı çıktık.
Güneş çoktan kararmıştı, etraf karanlıktı.
Okul binasının yakınlarındaki dinlenme alanlarına doğru yürüdük.
“Hava soğuk biliyorum ama…. dikkat çekmek istemiyorum.”
“Farkındayım. Iyi misin peki?”
“İyiyim. Ah… eh, tek sorun… size karşı mahcup olmam, özür dilerim.”
Cümlesini düzeltip özür diledi.
“Niye özür diliyorsun ki?”
“Size ve C sınıfına sorun çıkardığım için. Bu dedikodular yüzünden herkesi endişelendirdim. Neyse, boş ver gitsin.”
“Kanzaki’gile de böyle mi söyledin?”
“Şuan elimdeki en iyi seçenek bu. Dedikodular bitene kadar, böyle bir tavır alacağım.”
Bu sözleriyle beraber gözlerimin içine kendinden emin bir şekilde baktı.
Bu haliyle, B sınıfının onu neden dinlediyip desteklediğini anladım.
“Söylemek istediğim buydu… çok soğuk, değil mi? Geri dönelim.”
“Olur.”
Ço kısa bir süre konuştuk. Ve Ichinose, birlikte görünmeyelim diye önden beni gönderdi.
…etrafımdaki insanlar çoğaldı.
Bu duruma müdahale etmeden, onlara eşlik ederek pasif bir şekilde hayatımı yaşıyorum.
Biraz zorlansam da, beklediğim hayat da böyle bir şeydi.
İnanıyorum ki bir gün aradığım sorunun cevabını bulacağım.
Bu sırada, endişe verici bir olay patlak verdi.
Gece yarısı.
Yatağımın üzerinde bıraktığım telefonum titremeye başladı.
Saat, 01.00’ı yeni geçmişti.
Bu geç saatte kim arıyor diye baktığımda, bilinmeyen bir numara olduğunu gördüm.
Yabancı bir numaranın beni araması imkansızdı.
Okulun bize verdiği bu telefonlarda sadece belirli numaraları arayabiliyorduk. Okul bize telefonları vermeden önce de bu numaraları aramaya açık kılıyor, ve gönlümüzce istediğimiz kişiyi arayamıyorduk.
Yani telefonlar özel olarak ayarlanıyordu. Bu ayarlar değiştirilemiyordu.
Öğrencilerin dışarıyla iletişimini engellemek için kurulan bir düzenekti.
Telefonlar için özel bir uygulama gibi. Hani çocuklara yetişkinler kendi telefonlarını verdiklerinde çocuk kilidi koyar ya öyle bir şey.
Kısacası, bu numara bu kampüsten ama numarasını kaydetmediğim birine aitti.
Öğrenci mi öğretmen mi tahmin etmesi zor.
“…Alo?”
Uykumdan uyandığım halde, biraz ihtiyatlı bir şekilde telefonu açtım.
Telefonu sol kulağıma dayadım.
Karşı taraftan ses gelmedi, sessizlik hakim.
Tek duyduğum, nefis alış veriş sesleri.
Hala cevap bekliyorum, yaklaşık 30 saniye geçti.
“Konuşmazsanız, telefonu kapatıyorum.”
Telefonda sessizce beklemeye devam etmeyeceğimi söyleyerek uyardım.
“Ayanokouji Kiyotaka.”
Adımı soyadımı söyledi.
Daha önce hiç duymadığım birinin sesi.
Sesin, bir yetişkine ait olduğunu düşünmüyorum.
O zaman, bir öğrenciye ait?
“Siz kimsiniz…?”
Sormama rağmen, sessizlik sürdü.
Ardından telefonu kapattı.
“Adımı söyledi ama…”
Yanlışlıkla aradı demek mümkün değil.
“Yani, harekete geçti, öyle mi…?”
Arayan kişinin önemi yok artık.
O adamın başının altından çıktığı belli. Bana karşı hamlesini yaptığı ortada.
Garip olan kısmı, neden üzerime geldiğini bildirmeye çalıştığı.
Okuldan ayrılmamam için zorluyorsa şayet, sürpriz bir saldırı yapması daha doğru olur.
Açıkça belli etmesinin sebebi, tehdit olarak algılamamı istiyordur?
Bu adamın… ulaşamadığı yer var mı acaba?
Neyse, yakında çıkar kokusu.