Youkoso Jitsuryoku, Cilt 2, Kısım 1, Part 4

Akşam yemeğimi bitirdikten sonra, yurda döndüm. Telefonumu çıkartıp hesabımı kontrol ettim. 8320 kişisel puanım vardı. Sabahtan beri değişiklik yoktu.

Dönem başında,  100,000 puan aldığımızı düşünürsek, bu miktar gerçekten de çok az.

Sudou’ya puan almak için çok fazla puan harcadım.

“Eğer 87 puanımızı alırsak, faydası dokunacak.”

Yen hesabından, 8700 yen’e denk geliyor. Yeterli olmasa da, yine de büyük para.

“Kurtar beni, Ayanokouji!”

Yatakta telefonumla oynarken birden kapı açıldı. Yüzü kıpkırmızı kesilmiş Sudou’ydu.

“…Neden telaşlısın? Ya da şunu sormalıyım, buraya nasıl girdin?”

İçeri girdikten sonra kapıyı kilitlediğime eminim. Unuttuğumu düşünmüyorum çünkü alışkanlık haline geldi artık. Kapıyı mı tekmeledi yoksa?

Emin olmak için, kapıyı kontrol ettim. Ama kırılmamıştı.

“Bu oda, buluşma odamız olduğu için, bir toplantı yaptık ve anahtarın yedeğini almaya karar verdik. Bilmiyor muydun? Sadece bende değil, herkeste anahtar var.”

Anahtarı elinde döndürüyordu.

“Bu önemli gerçeği daha yeni öğrendim yani…”

Nasıl olduysa artık, odam artık işgalcilere karşı güvenli değildi.

“Neyse, bu konu önemli değil. Şuan çok zor bir durumdayım! Yardım et.”

“Hayır, çok önemli. Anahtarı bana ver.”

“Ha? Niye verecekmişim? Kendi puanımla aldım bunu bir kere. Benim.”

Ne saçma bir mantık bu be? Eğer bir suç işlediysen, bu suçtur, açıklamaların bir önemi yoktur.

Arkadaş olmamız, izin vereceğim anlamına gelmez.

“Eğer bir şey için endişelendiysen, Ike veya Yamauchi’e sorsana?”

“Onlar olmaz, ikisi de salak.”

Konuşurken, yere çöküp oturdu.

“Buraya bir halı alsan. Totom acıdı.”

İçeriye harcayacak param yoktu.

Odam, buluşma yeri olarak belirlense dahi, kutlamadan sonra burada buluşmadık hiç. Halı alsam bile, tek ben oturacağım. Ne kadar boş bir düşünce bu ya.

Çay almak için ayağa kalkınca kapı zili çaldı.

Kafasının kapının önünde uzatan kişi D sınıfının Madonna’sı, Kushida idi. Ne zaman onu görsem çok güzel ya. Yerde oturan Sudou’yu gördü.

“Oh, Sudou-kun buradaymış.”

“Sadece soruyorum ama sende de yedek anahtar var mı?”

“Uh, evet? Burada buluşabilelim diye değil miydi… yoksa haberin yok muydu, Ayanokouji-kun?”

Çantasından anahtarı çıkartıp bana gösterdi. Benim anahtarımın aynısıydı. Görünüşe göre, Kushida, benim iznimle yapıldığını sanıyormuş.

“Um, bunu… geri mi vermeliyim?”

Özür diler bir halde bana verdi anahtarı.

“Önemli değil. Eğer bir tek sen vereceksen anahtarı, ne anlamı var ki. Sudou anahtarı vermek istemiyor.”

Kushida’da anahtarımın olması mantıklı bir karar mı acaba? Hayır, eh ama fantezi dünyamda, onda odamın anahtarının olması sanki kız arkadaşımmış gibi hissettiriyor. Erkekler çok hesap kitap peşinde yaratıklar..

“Kushida da geldiğine göre, sadede gelebilir miyiz artık?”

“Peki madem…söyle, sorun ne?”

Odama gelip yerleştiler çoktan, onları kaba bir şekilde gönderemezdim.

Uysal bir halde, yavaş yavaş konuşmaya başladı Sudou.

“Bugün hoca beni neden çağırdı biliyor musunuz? Şey, uh… yani… Okuldan uzaklaştırma cezası alabilirmişim, hem de uzun bir süre.”

Beklenmedik bir şeydi. Dönemin başına kıyasla, Sudou gayet iyiydi. Derslerde konuşmuyor uyuklamıyordu. Kulüp etkinliklerinde de iyi iş çıkarıyordu.

“Yoksa Sensei’yi aşağılamada ya da karalamada falan mı bulundun?”

Chiyabashira-sensei, Sudou’yu kulübe gitmesine izin vermediği zaman, Sudou üzülmüştü. Sinirlenip saçma sapan şeyler söylemiş olabilirdi.

“Hayır, söylemem öyle şeyler.”

“O zaman onun yakasına yapışıp öldüreceğim seni diye tehdit falan mı ettin?”

“Yorum yok.”

Hiç tereddütsüz, konuşmayı reddediyordu. Böyle bir şey değil o zaman?”

“Düşündüğünden daha kötü bir şey bence…”

İlk iki tahminim zaten yeterince kötüydü, eğer daha kötü bir şey ise…

“Off, işte böyle oldu, Ayanokouji-kun. Sensei’yi önce dövdüm sonra küfür edip yüzüne tükürdüm!”

“Çok zalimsin. …ya da şöyle diyeyim, bu vahşi fikirlerin çoook zalim…!”

“Ahaha, şaka ya. Tabii, o kadar ileri gitmem. Sudou-kun da gitmez.”

Sudou’nun hemen tepki göstereceğini düşünmüştüm ama Kushida’nın şakasına şaşkın şaşkın gülüverdi.

Ne kadar sarsıldığını gösteriyor bu.

“Ne oldu?”

“Aslında, C sınıfından birkaç çocuğu dün dövdüm. Sonra da, Sensei  uzaklaştırma alabileceğimi söyledi.. Bunun cezası olsa gerek.”

Sudou’nun sözlerine şaşıran Kushida farkında olmadan bana dönüverdi. Başta durumu ben de idrak edemedim. Sudou yine bir olaya karışmıştı. Endişelerimde haklı mı çıktım şimdi?

“Onları dövdün… ama, uh, neden böyle bir şey yaptın ki?”

“Bilgin olsun diye söylüyorum, hatalı değildim ben tamam mı? O veletler hatalıydı. Beni kışkırttılar ben de karşılık verdim. Sonra da beni ispiyonlamışlar.  Yalancılar.”

Sudou’nun aklı başında değil galiba, bize net bir şey söyleyemedi. Ne demeye çalıştığını anladım ama ne kavganın detaylarını ne de kavganın başlama sebebini anlamadım.

“Bir saniye, Sudou-kun. Bir daha anlatır mısın, ama yavaşça?”

Kushida sakinleşmesini için ona telkinde bulunup kavganın nasıl başladığını anlatması için ikna etmeye çalıştı.

“Özür, bazı kısımları atladım herhalde…”

Birkaç derin nefes aldıktan sonra baştan sona bir kez daha anlattı.

“Kulüp danışmanıyla, bu yazki turnuvalarda kadroda olup olamayacağımla ilgili konuşuyordum.”

Basketbolda iyi olduğunu biliyordum ama bu kadar çabuk kadroda yer alabileceğini tahmin etmiyordum.

“Bu harika bir haber değil mi, Sudou-kun!? Tebrikler!”

“Henüz kesinleşmedi. Sadece böyle bir ihtimal var.”

“Bu bile harika bir haber. Daha yeni okula başladık sonuçta.”

“Eh, evet. Aslında, kadroya geçmeye aday gösterilen tek birinci sınıf öğrencisi bendim. Ama bu durum kesin kadroda olacağım anlamına gelmiyor. Neyse işte, yurda dönerken, o çocuklar… basketbol kulübünde Kondo ve Komiya, beni özel bir binaya çağırdılar. Benimle konuşmak istedikleri bir şey varmış.  Antrenmanlarda birkaç kez onlarla tartışmıştım bu yüzden onları görmezden gelmek istemedim ve böylece aramızdaki sorunu çözeriz diye düşündüm. Böylece onlarla görüşmeye gittim, ama ne oldu dersiniz? Ishizaki denen çocuk da ordaydı. Komiya ve Kondo, bu çocukla arkadaşlarmış, sonra bu çocuk bana, D sınıfından benim gibi bir öğrencinin kadroya alınma ihtimalini kabullenemediklerini söyledi. Sonra bana, ya kulübü bırakırsın ya da acı bir deneyim yaşarsın dedi. Ben de reddedip onları dövdüm, sonra da böyle oldu işte.”

Alelacele verilmiş bir açıklamaydı. Ama olayın aslını anladım. Sudou’da yaptığı açıklamadan hoşnut gibiydi.

“Sonra da seni kötü çocuk yaptılar yani, ha.”

Bıkkın bir ifadeyle başını salladı. C sınıfındaki çocuklar kavgayı başlatmışlardı,  Sudou da basketbolu bırakmayı reddedince, şiddete başvurmuşlar… bu, zorbalık resmen. Ama Sudou gibi kavga deneyimi olan birisi, işleri tersine çevirmiş, dayak yiyen onlar olmuş. Bu duruma doğal olarak da, yaralı olan o taraftı. Ancak kanıt olmadığı için, Sudou’nun onları nedensiz dövdüğünü okula ihbar etmişler.

“Her şeyi C sınıfı başlattığı için, Sudou-kun’nun sorunu değil.”

“Dimi?  Gerçekten anlamıyorum ya. O hocaya da inanmıyorum.”

“Chiyabashira-sensei’ye olanları yarın anlatmalıyız. Sudou-kun’un hatası olmadığını söylemeliyiz.”

İşler hiçte böyle kolay değil ya. Sudou, bize az önce anlattıklarını okula da bildirmiştir çoktan. Ama iddialarına destek olacak hiç kanıtı olmadığı için, okul onu cezalandırmaya karar vermiştir.

“Okula ne zaman söyledin, ne dediler?”

“Haftaya salıya kadar, kendimi kanıtlamam için süre tanıdılar. Eğer başaramazsam, yaza kadar uzaklaştırma alacağım. Bir de en her şeyden önemlisi, sınıfın puanı da bundan etkilenecekmiş.”

Anlaşılan okul beklemeye karar vermiş. Ama sanki Sudou kadrolu oyuncu olamamaktan çok okuldan uzaklaştırma alıp puanımızın düşmesinden endişeli. Fırsatının mahvolma fikrine dayanamıyor bence.

“Ne yapmalıyım sizce?”

“Sudou-kun, öğretmenlere gerçeği dosdoğru anlatmaya çalıştın değil mi? Çok ilginç. Yanlış bir şey yapmadığın halde anlattığın hikâyeye inanmamışlar. Demi ama?”

Kushida, benden olumlu bir yanıt bekliyordu ama maalesef,  sözlerini onaylayamadım.

“Eh, endişeliyim… bu kadar basit olduğunu düşünmüyorum.”

“ ‘Endişeliyim’ de ne demek? Benden şüphen mi var?”

“En kötü ihtimali düşün, okul sana güvenmiyor değil mi?  Kushida ile ikinizin aynı fikirde olması, puanlarımızın düşmeyeceği anlamına gelmez mesela.

“Bu… bu doğru olabilir.”

Bu sefer, kavgayı kimin başlattığı kanıtlayarak sorunu çözemeyiz.

O üçü, sadece bir haftalık uzaklaştırma alabilirler mesela.

Zaten o üçü dayak yediğini söylüyor. Sağlam bir kanıt olmadığı sürece, Sudou kesin cezalandırılır. Bunun da tek bir anlamı var.

“Diğer taraf suçlu olsa dahi, Sudou suçlamaların bir kısmını kabullenmek zorunda kalabilir.”

“Ha? Nedenmiş o? Kendini savunmak yasal. Haksız mıyım!?”

Durumu idrak edemeyen Sudou, masaya yumruk attı. Kushida korkuyla sıçradı.

“Özür, biraz sinirlendim.”

Kushida’nın korkulu bakışlarını gören Sudou özür diledi.

“Şeyy… Peki neden Sudou-kun bazı suçlamaları kabullensin ki?”

“Sudou onlara vurmuş ama onlar Sudou’ya vurmamışlar. Bu en önemli sebep bence. ‘kendimi savundum’ demen için fazlasıyla garip bir durum. Üzerine bıçak veya demir sopa ile gelselerdi, işler değişebilirdi. Eğer kavga çıkarmaya gidiyorsa birileri, hazırlıklı giderler. ‘Kendini savunma’  dediğimiz şey, sana karşı yapılan ani ve tehlikeli saldırılarda kendini korumak zorunda kaldığın zaman kullanılır. Yani, bu tam olarak ‘kendini savunma’ değil.”

Şuan ki şartlara göre, düşünebildiğim en net şey buydu.

“A-anlamıyorum. Onlar 3 kişilerdi, 3. Yeterince tehlikeli bir durumdu.”

Kişi sayısı dikkate alınacaktır, ama bu durum biraz karışık. Eğer okul tahminimden daha çok kişi sayısıyla ilgilenirse, o zaman Sudou masum kabul edilebilir.

Ama böyle bir durumda, pozitif düşünmek de tehlikeli.

“Okulda karara varmanın zor olduğunu fark ettiği için, birkaç günlük zaman tanımış olmalı.”

Şuan elimizde olan tek kanıt… tek kilit noktamız, o üçlünün yaraları.

“O zaman… Sudou-kun’a ağır ceza vermeyi planlıyorlar, ha.”

“Konuyu ilk gündeme getiren grup yada kişi, üstün durumda. Kurbanların ifadesi, kanıt yerine geçer.”

“Ben hala anlamadım. Kurban benim! Bunun şakası yok. Eğer ceza alırsam, bu turnuvalarda kadroda asla yer alamam!”

C sınıfındaki çocuklar, bilerek Sudoy’ya yenilmişler, şansını kaybetsin diye. D sınıfını da beraberinde sürükleyerek, Sudou’nun kadroda yer almasını engellemeye çalışıyorlar. Böyle bir plana benziyor yaptıkları.

“C sınıfı öğrencilerinden doğruyu söylemelerini isteyelim. Eğer yanlış yaptıklarını hissederlerse, mutlaka suçluluk hissetmezler mi?”

“Onların hepsi salak. Dürüst konuşmazlar. Kahretsin… o pislikleri asla affetmeyeceğim…!”

Masadaki tükenmez kalemi eline alıp iki parçaya ayırdı. Neden sinirlendiğini anlamıyor değilim ama o kalem benimdi ya.

“eğer açıklamaya çalışmak işe yaramadıysa, o zaman gerçek kanıt bulmamız gerekiyor.”

“Evet… Sudou-kun’un hatalı olmadığını gösterecek bir kanıt olsaydı çok iyi olurdu…”

Eğer işler zaten bu kadar kolay olsaydı, şuan bu sıkıntı yaşanmazdı. Sudou inkâr bile edemedi ve durumu düşünmeye başladı.

“Belki kanıt olabilir. Belki de benim yanlış anlamamdı bilmiyorum ama… o çocuklarla kavga ederken sanki etrafta birisi varmış gibi geldi, sanki birisi bizi izliyor gibi hissettim.”

Emin olmadığı halde,  Sudou bir fikir ortaya attı.

“Yani diyorsun ki, görgü şahidi olabilir?”

“Şey, bu benim düşüncem.  Kesin bir şey yok.”

Bir görgü tanığı, ha. Eğer birisi her şeyi gördüyse, çok iyi olur. Ama bu durumda bazı sıkıntılı durumlar da olabilir, Sudou’yu daha kötü bir duruma da sürükleyebilir.
Mesela, eğer birisi Sudou kavga etmeye başladığı zamandan sonra gördüyse,  o an Sudou’nun işi biter işte.

“…ne yapacağım ben…”

Sudou iki eliyle başını kapattı.  Kushida konuştu, derin sessizlik bitti.

“Masumiyetini kanıtlamanın iki yolu var. Birincisi,  C sınıfındaki çocuklara, yalan söylediklerini kabul ettirmek.  Sudou-kun hatalı taraf olmadığına göre, bunu onlara kabul ettirmek en iyi yol olabilir.”

Bu çok ideal bir fikir değil..

“Az önce de dediğim gibi, bu imkânsız. Yalan söylediklerini kabul etmezler.”

Aynen dediği gibi, kabul etmeyeceklerdir. Eğer okula yalan söylediklerini itiraf ederlerse, onların başı derde girer ve büyük ihtimalle onlar uzaklaştırma alırlar.

“İkinci yol ise, görgü tanığını bulmak. Eğer birisi kavga ederken sizi gördüyse, gerçeği ortaya çıkarmak için daha fazla kanıt arayabiliriz.”

Eh, elimizdeki tek gerçekçi plan bu sanırım.

“Görgü tanığını nasıl bulacağız?”

“Herkese tek tek sorarak? Her sınıfa da sorabiliriz tabii.”

“Birisi direkt bize ulaşsa süper olurdu tabii, ama…”

Uzun süredir konuştuğumuzu fark ettim, odamdaki büfe/dolaba gittim, okul açıldıktan sonra marketten aldığım hazır kahve ve çay paketlerini çıkarttım.   Sudou’nun kahveyle arası iyi değil, ama. Bir şişe sıcak su hazırladıktan sonra, her şeyi masaya koydum.

“Biraz yüzsüzce olacak ama… bunu sır olarak saklayabilir misiniz?”

Masadan bardağı alıp üfledikten sonra, boynu bükük bir halde,  Sudou bize sordu.

“Eh… sır olarak mı…?”

“Eğer dedikodusu yayılırsa, basketbol kulübündekiler de duyar. Böyle bir şey olsun istemiyorum. Anlıyorsunuz değil mi?”

“Sudou, yine de—”

“Lütfen anla, Ayanokouji. Basketbol benim her şeyim, eğer o da giderse elimde hiçbir şe y kalmaz.”

Omuzlarımdan tutup yalvardı. Dedikodu çıkmasa bile, olaylar bir yerde patlak verir.
Eğer şiddete başvurduğu yayılırsa, basketbol kulübü onun kulüpte kalmasına izin bile vermeyebilir.

“C sınıfı kendisi dedikodu çıkarırsa peki? Onların avantajına olur sonuçta.”

Ben de tam bunu düşünüyordum. Onların böyle bir dedikodu çıkarması garip olmaz. “Ciddi misiniz!?”der gibi başını sallayıp elleriyle başını yine kapattı.

“Ya çoktan yayıldıysa…?”

“Hayır, en azından bugün için. Olayın haberi henüz yayılmamıştır.”

“Nasıl böyle söyleyebiliyorsun?”

“Eğer C sınığı çoktan dedikodu çıkarsaydı, bize çoktan ulaşırdı.”

Okul, Sudou’yu okuldan sonra çağırdı. Dahası, gün boyunca tek kelime edilmedi bu konuyla ilgili. En azından, geniş kitlelere ulaşmamış diyebiliriz.

“Yani şimdilik güvendeyiz?”

Ama ne kadar sürebilir ki? Bu konu hakkında konuşmama kararı çıkarılsa bile, er ya da geç söylentisi çıkar. Çok geçmeden de, herkesin öğrendiği bir konu haline gelir. Şimdilik emin olduğumuz tek şey—

“Sudou-kun, bu olaya karışmamaya çalış.”

Durumu anlayan Kushida da ona tavsiyede bulundu.

“Evet, eğer taraflar bir girişimde bulunursa, sonuçları kötü olabilir.”

Kushida’ya destek çıktım.

“Ama her şeyi size mi yıkayım—”

“Üzerimize yıkılmış bir şey olarak görmüyorum. Sana yardım etmek istiyoruz, Sudou-kun. Ne kadar ileriye gideriz bilmiyorum ama elimizden geleni yapacağız, tamam mı?”

“…Peki. Biliyorum zahmet olacak ama size bırakıyorum o zaman arkadaşlar.”

Anlaşılan, kendisini olaya dâhil etmeye çalışırsa işlerin daha çok sarpa saracağını anlamış.

“Tamam o zaman, biz odalarımıza dönüyoruz. Odana izinsiz daldığım için özür dilerim.”

“Bu sorun değil de, odamın yedek anahtarını yapmanız biraz can sıkıcı.”

“Vermiyorum” dedikten sonra, Sudou anahtarı cebine soktu. Bu saatten sonra kapıya bir de zincir takmam gerekecek ya..

“Kushida, yarın görüşürüz.”

“Görüşürüz, Sudou-kun.”

Üzgün gözüken Kushida, Sudou’yu kapıya kadar geçirip uğurladı, sadece birkaç oda ileri gidecek ama neyse.

“ Kushida, sen gitmiyor musun peki?”

“Bugün olanlarla ilgili sana birkaç soru sormak istedim. Sudou-kun’a yardım etmek için çok hevesli görünmüyorsun.”

Kushida tereddüt ederek bakıyordu.  Aniden onun elini tutasım geldi.
Kendimi geriye çekip kötü düşüncelerimden sıyrıldım.

“Hevesli olmamaktan değil, yapabileceğim çok fazla bir şey olmadığından. Ancak Sudou’nun hikâyesine cevap verebilirim. Eğer Horikita veya Hirata olsaydı, onlar benden daha iyi tavsiye verebilirlerdi.”

“Doğru diyorsun belki ama Sudou-kun senden yardım istemek için geldi. Horikita-san, Hirata-kun, ya da Ike-kun’dan çok hikayesini sana güvenip anlattı.”

“Bunun için sevinmeli miyim bilemiyorum.”

“Koo~mik.”

Kushida’nın gözlerinde bir anda soğuk bakışlar vardı, kafam karıştı.

Bundan bahsetmişken,  Kushida bir keresinde bana direkt benden nefret ettiğini söylemişti. Çok nazik bir gülüşü var, bu yüzden arada bir unutuyorum.  Eğer bu durum birkaç kez daha başıma gelirse, başım derde girebilir.

“Eğer sınıfla kaynaşmak için daha fazla çaba harcarsan iyi olur bence.”

“Eh, az çok deniyorum bir şeyler. Ama bu konudan çıkan pek bir şey yok. Bu sefer,  Sudou’ya yardım edecek cesaretim yok.”

Kimse ile öğlen yemeğe çıkamamamı dert edindiğimi düşünmüyor galiba.

Ben böyle düşünüyorum ama Kushida  da bir sorunum olduğunun farkında gibi.

“Kushida, Sudou’ya yardm edeceksin, dimi?”

“Tabii,  biz arkadaşız.  Ayanokouji-kun, sen de—ne yapıyorsun?”

“Az önce de dediğim gibi, Horikita ya da Hirata en iyi seçenek değil mi? Eh, Sudou, Hirata’dan nefret ettiğine göre, elimizdeki tek seçenek Horikita.”

Horikita’nın sorunu çözmek için iyi bir fikri olabilir mi bilemiyorum.

“Horikita-san yardım eder mi peki?”

“Bilmem. Sormak zorundayız.  Ama D sınıfının çöküşünü bir kenarda oturup izleyecek birisi değil… bilemiyorum.”

Biraz tereddütteyim,  Horikita’dan bahsediyoruz sonuçta.

“Soruya cevap vermekten kaçınmaya çalışıyorsun, farkındayım. Ama Ayanokouji-kun, sen de yardım edeceksin değil mi?”

Konuyu değiştirmeye çalışıyordum ama yine aynı konuya getiriyor ya.

“…Yardımım dokunmayacak olsa bile mi? Belki de hiç faydam dokunmayacak?”

“Olmaz öyle şey. Mutlaka bir şekilde işe yararsın.”

Nasıl faydalı olabilirim söylemedi bile ama.

“Yarın neyle başlayalım? Sudou-kun işe yaramayacağını söyledi ama bence kavga ettiği üç kişiyle gidip konuşma yine de güzel bir fikir. Zaten, Komiya-kun ve grubu ile bir dostluğum var. Belki onları ikna edebiliriz. Hmm, tehlikeli mi olur sence…?”

Kushida, onlarla konuşma seçeneğini kafasından atamamış anlaşılan.

“Risk çok yüksek. Kavgayı kimin başlattığından önce, okula bu konuyu haber veren onlar. Bu olayda, öncelik onlarda. Zaten işe de yaramaz. Kavgayı başlatan Sudou değil, onlar sonuçta.”

Onların okula yalan söylediklerini ispat etmenin kolay bir yolu yok. Ama eğer okul onların yalan söylediğini ve bu hikayeye kendilerini uydurduklarını öğrenirse, C sınıfı çok büyük bir ceza alır.

“O zaman, şahidi bulmaya bakmalıyız.”

Bu bile zor ya. Hiçbir detay olmadan, görgü tanığı aramak nerdeyse imkânsız. “Bir şey gördünüz mü?” diye soru sormak herkese, çok büyük zaman ve enerji kaybı.

Şuan bir sonuca varamam, ne kadar bu durumu düşünsem de.

Eğer bu durumla ilgili herhangi bir değişiklik meydana gelirse, belki olayların akışı az da olsa değişir..


Merhaba arkadaşlar, size bi’ haberim var. Lütfen devamını okuyup fikrinizi belirtin ^^~

Çevirilerin çoğunu ben de çevirirken okuyordum. Ama geçenlerde fark ettim ki 2.ve 3.ciltler eksik. Net bilgi vermem gerekirse, 2.ciltin çevirisi yarıda bırakılmış. 3.ciltin çevirisi de geç de olsa devam ediyor. Şuan bildiğim kadarıyla 7.cilt çoktan çıktı Japonya’da.
Durum böyle olunca ben de hikayenin kaldığı yerden devam etmek istiyorum. 4.ciltten devam ediyor diye okumuştum internette ama 4.cilte hafif bir göz attım ve hikaye ıssız adada geçen son günleri anlatıyor.
‘4.5’ diye devam eden bir cilt var. Animenin bittiği yerden, devam eden kısım diye düşünüyorum.  Hikayeyi çevirmeye başladığımda 4 ve üzeri bölümlerin çevirisinin olduğunu bilmiyordum, ya da sonradan çıktı çeviriler, bilemiyorum. Ama şuan elimde 4& 4.5 ve 5.ciltin ingilizce çevirileri mevcut.

Eğer okuyan kitle cevap verir ve fikrini belirtir ise, ona göre ya kaldığım yerden devam edeceğim ya da yeni bölümlerden. 

Not: Bu duyuruyu yayınlanacak diğer bölümlere de ekleyeceğim, daha çok kitleye ulaşmak adına. Bilginize.
Not: Mayıs ayı sonuna kadar 2.ciltten bölümler yayınlanmaya devam edecek.

Keyifli okumalar~
 

.