Arifureta Shokugyō – Cilt 1, Bölüm 9: Ruhsal Çöküş
Damlar…
Damlar…
Yanağına damlayan ve ağzına akan suyun verdiği hissi algılayan Hajime, yavaş yavaş kendine geldi. Hayatta kalmasının imkansız olduğunu düşünürken yavaşça gözlerini açtı.
(… Ben hayattayım?… Kurtuldum mu?)
Şüpheyle ayağa kalkarken kafasını deliğin alçak tavanına çarptı.
“Ah!?”
Anca şimdi açtığı deliğin yaklaşık 50 cm yüksekliğinde olduğunu hatırlayabildi. Hajime tavana doğru elini kaldırdı, yüksekliği artırmak için dönüşüm becerisini kullanmayı planlıyorken fark ettiği tek şey, görüş açısına giren kesik sol koluydu.
Hajime biraz afalladı, kısa bir süre sonra da sol kolunu nasıl kaybettiğini hatırladı. O anda var olmayan kolunda dayanılmaz bir acı hissetti. Ama bu sadece bir halüsinasyondu…
Hajime kederli bir şekilde kafasını eğdi ve sağ eliyle sol koluna bastırdı. Her nasılsa kolunun kesildiği yerdeki yaranın üzerinde herhangi bir et parçası ya da kan olmadığını fark etti, aksine çoktan iyileşmişti.
“N-neden? …Çok fazla kanıyordu… İyileşmiş olması imkansız…”
Karanlıkta görülemese de Hajime şu anda bir kan denizinde olduğuna emindi. Bu kadar fazla kan kaybeden herkes normalde ölürdü. Etrafını yoklamak için sağ elini kullanırken kayganlık hissi ona kanın henüz kurumadığını gösterdi.
Henüz kurumayan kanın ona ait olduğundan emin oldu. Bu kan, aynı zamanda uzun süredir burada baygın yatmadığının kanıtıydı.
Hajime yarasının nasıl iyileştiği hakkında düşünürken yanağına başka bir su damlası damladı ve ardından ağzına aktı.
Ağzına girdiği anda gücünün hafifçe yerine geldiğini fark etti.
“…Mümkün değil… yoksa bu muydu?”
Hajime fantom acıya katlanırken sağ elini suyun damladığı yere doğru kaldırdı ve dönüşüm becerisini kullandı. Kararsız bir şekilde dönüşümünü yaptı ve daha da derine ilerletti. Beklenmeyen bir olay oldu, görünüşe göre kayaların arasından sızan sıvı büyü gücünü bile yenileyebiliyordu çünkü Hajime ne kadar dönüşüm yaparsa yapsın büyü gücü tükenmiyordu.
Hajime dinlenmedi,- su kaynağını bulmak için dönüşüm yapmaya devam ederken çok terliyordu. Çok geçmeden gizemli sıvının akış hızında önemli bir artış oldu, damlacıklar sonunda çeşmeden akar gibi akmaya başlamıştı. Hajime daha da ilerleyerek suyun kaynağına ulaştı.
“Bu… bu da ne…”
Mavimsi beyaz bir ışık yayan basketbol topu büyüklüğünde bir kristal gördü. Kristal kendisini çevreleyen kayaların arasına gömülüydü ve tabanından su damlıyordu. Gizemli ama büyüleyici bir kristaldi.
Akuamarinden daha koyu bir parlaklık yaydığını söylemek en doğru ifade olurdu. Hajime anında acısını unutup büyülenmişti.
Kristale doğru uzandı ve ağzını doğrudan üzerine koydu, bunu yapmasının nedeni bağımlılık veya çekiciliğinden dolayı olabilirdi.
Vücudundaki donuk acı ve zihnindeki belirsizlikten arındı, yorgunluğu bile kaybolmuştu. Tahmin edilebileceği gibi Hajime’nin hayatta kalmasının arkasındaki sebep kristalden çıkan sıvının etkisiydi.
Sıvı iyileştirici özelliklere sahip gibiydi. fantom ağrı dışında diğer tüm acılar göz açıp kapayıncaya kadar iyileşmişti.
Hajime’nin bilmediği şey bu kristalin tarihte 【Tanrı Kristali】 olarak bilinen ve ‘’efsanevi bir mineral olarak tanınan’’ hazine olmasıydı.
Tanrı Kristalleri dünyada tesadüfen biriken büyü gücünün akışından oluşurdu, daha basite indirgemek gerekirse büyü gücünün kendisini kristalleştirmesiydi.
Kristalleşmesinden sonra çapı 30 ila 40cm arasında değişirdi, sonrasında ise büyülü güç, doygunluğa ulaşır ve sıvı halde taşmaya başlardı. Fakat bunun için bir yüz yıl daha gerekirdi. Bu sıvı 【Kutsal Su】 olarak adlandırılır onu içmenin her türlü yaralanmayı ve hastalığı iyileştireceği söylenirdi.
Kayıp vücut kısımlarını yeniden oluşturma yeteneğine sahip olmasa da sürekli içmenin sonsuz yaşam vereceği söylentiler arasındaydı. Gerçekten ölümsüzlük ilacı olarak adlandırılabilirdi. Ehit’in insanları iyileştirmek için kutsal suyu kullandığını söyleyen birçok antik hikaye de yaygın olarak biliniyordu.
Bu ölümcül uçurumdan geri dönmenin imkansız olduğunu şahsen tecrübe eden Hajime, vücudunu duvara yaslamak için bıkkınlıkla sürükledi.
Kan denizinde sürünürken kıyafetleri yapış yapış oldu. Dizlerine sarılıp yüzünü içine gömerken ölüm korkusu onu sardı ve tüm vücudunun titremesine neden oldu. Hem kalbi hem de bedeni tamamıyla tükenmişti, artık kaçacak hiçbir enerjisi yoktu.
Şu anda ona yönelen şey düşmanlık veya kötülük değil de bir yardım eli olursa hâlâ kendini geri kazanabilme şansı olurdu. Birisinin onu çaresiz görmesini ve yardım etmesini istiyordu.
Ancak Pençeli Ayının onu bu şekilde görmesi söz konusu bile değildi, avcı gözleriyle onu sadece bir yemek olarak görüyordu. Zaten besin zincirinin tepesindeydi, insanları tehdit olarak görmüyordu.
O bakışları ile kolunu yemiş olması gerçeğiyle birleşince Hajime’nin ruhu paramparça oldu ve cesareti kırıldı.
(Biri… beni kurtarsın…)
Burada, uçurumun dibinde, Hajime’nin sözleri asla kimseye ulaşmadı…
Bir süre sonra Hajime zemine doğru yan yattı ve fetüs pozisyonundaki gibi kıvrıldı.
Hajime’nin çöküşünden bu yana dört gün geçti.
Bunca zaman boyunca Hajime hayatta kalabilmek için kendini zorlayarak kutsal suyun damlayan akıntısından içmişti. Ancak kutsal su içmenin de bir sınırı vardı, hayatta kalmasına kalıyordu fakat açlığını dindirmiyordu.
Ölmesi olası değildi ama Hajime şuan açlıktan kıvranıyor, kayıp sol kolundaki fantom ağrı yüzünden acı çekiyordu.
(Nasıl bu hâle düştüm?)
Bu soru geçen birkaç gün boyunca aklından sayısız kez geçti. Kutsal suyu içmek için uğraşı, fantom ağrısı ve açlığından dolayı uyuyamaması.. ancak farklı bir sorunu vardı.
Her iyileştikten sonra yeni bir ağrı ve açlık hissi yaşıyordu. Tekrar ve tekrar kendini uyumaya zorluyor, uykuya dalıyor ya da bilincini yitiriyordu. Fakat açlık ve ağrı yüzünden uyanıyor, sonrasında gerçeklikten kaçmak için tekrardan kutsal sudan içiyordu. Vücudu ıstırap içinde çıkmaza girmişti. Kaç kez uykusu ve uyanışı arasında yinelenme olmuştu?
Farkına varmadan Hajime kutsal suyu içmeyi bırakmıştı. Bilinçsiz bir şekilde acılarını sonlandırmanın en kolay yolunu seçmişti.
(Bu şekilde acı çekmeye devam etmek zorunda kalırsam… O zaman ben…)
En içten düşünceleri, bilinci, tekrardan karanlığa teslim olduğu için mırıldandı.
Üç gün daha geçmişti ve bir zamanlar bastırmayı başardığı açlığı yeniden boy gösterdi. Fantom ağrı durmaksızın ona işkence ediyor, ruhunu emiyordu. Dayanılmaz acı hissi tıpkı birisi yarasına tuz basıyormuş gibiydi.
(Neden… henüz ölmedim… Ah, daha hızlı, daha hızlı… ölmek istemiyorum, ölmek istiyorum, ölmek istemiyorum, ölmek istiyorum, ölmek istemiyorum, ölmek istiyorum, ölmek istemiyorum…)
Çelişkili ölmek ve yaşama arzusu ile parçalara ayrılan Hajime artık net bir şekilde düşünemiyor, çılgınca mırıldanıyordu.
Üç gün daha geçti. En son içtiği kutsal suyun etkileri çoktan geçmişti. Hiç su içmemiş, hiçbir şey yememişti. Muhtemelen iki gün sonra dayanamayacaktı.
Ancak kısa bir süre önce, sekizinci günde, Hajime’nin aklı değişimlere uğramaya başlamıştı. Ölmek ile yaşamak arasında gidip gelen düşünceleri arasında, bu işkencenin bir an evvel son bulması ön plana çıkıyordu. Taşların arasından çıkan o suyun, tüm bu içine düştüğü acı ve korkunun sebebi olduğunu düşünüyordu ve bu Hajime’nin tüm benliğini sarsıyordu.
(Neden acı çekmek zorundayım… bunları hak edecek ne yaptım…)
(Neden böyle bir iyileştirme aldım… ne sebeple…)
(Tanrı beni buraya hapsetti…)
(Sınıf arkadaşım bana ihanet etti…)
(Bir tavşan beni küçümsedi…)
(Ayı kolumu yedi…)
(Bana verilen söz tutulmadı…)
Hajime’nin düşünceleri giderek daha da karardı. Beyaz tuval üzerine mürekkep damlaması gibi, bir zamanlar saf olan Hajime de lekelenmişti.
Bu kimin suçuydu? Bütün bu mantıksız olayları yaşamaya onu kim zorladı? Kim? Ona zarar veren kimdi… bilinçsizce bir düşman arıyordu. Yoğun acı ve açlığın yanı sıra onu kuşatan karanlık Hajime’nin ruhunu yıpratarak bu karanlık duyguları daha da hızlandırdı.
(Neden kimse yardıma gelmedi…)
(Kimse yardımcı olmazsa o zaman ne yapacağım?)
(Açlığımı dindirmek için ne yapmalıyım… lanet olsun…)
(Bu acının kaybolması için ne yapmalıyım?)
9. Gün
Hajime bilinçsizce şu anki durumu çözmenin yolunu aradı. Çaresizce yoğun acıdan kurtulmak isteyen Hajime, öfke ve nefret gibi tüm gereksiz duygularını görmezden gelmeye başladı. Şu anda bu duygulara kapılmanın sırası değildi. Yaşadığı acı kalbinin kararmasıyla bir miktar bile azalmıyordu.
Bu anlamsız durumdan kurtulmak için gereksiz duygulardan arınması gerekiyordu.
(Ben ne istiyorum?)
(Ben… ‘’yaşamak’’ istiyorum.)
(Bunu kim engelliyor?)
(Düşman yoluma çıkıyor.)
(Düşman kim?)
(Yoluma çıkanlar ve beni bu anlamsız duruma sokanlar.)
(Ama ne yapmalıyım?)
(Ben…, Ben…)
10. Gün
Hajime’nin aklında artık öfke veya nefret yoktu. Anlamsız Tanrı, sınıf arkadaşının ihaneti, canavarların düşmanlığı… onu koruyacağını söylediği zaman yüzünde gülümseme oluşan kişi… artık bunların hiçbiri önemli değildi.
Yaşamak için, hayatta kalmak için diğer her şey önemsizdi artık.
Düşüncelerini sağlamlaştırmak için bir çözüm buldu. Kırılmaz, keskin ve güçlü, var olan her şeyi parçalayan bir kılıç gibi olacaktı. Diğer bir deyişle…
(ÖLDÜRMEK!)
Düşmanlık, kin veya kötülük için değil. Hayatta kalmak için saf niyetle öldürmek.
(HAYATTA KALMAMI TEHDİT EDEN HERKES DÜŞMANIMDIR VE BEN DÜŞMANLARIMI…)
(ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRECEĞİM, )
Bu açlıktan kurtulmak için,
(ÖLDÜRÜP YİYECEĞİM!)
Karşılaştığı problemleri, dürüst ve nazik yollarla çözüme kavuşturan, Kaori’nin güçlü olduğunu söylediği Nagumo Hajime, artık tamamen değişmiş, farklı biri olmuştu.
Ve hayatta kalmak için tüm engelleri acımasızca ortadan kaldıracak olan yeni bir Nagumo Hajime doğdu.
Parçalara bölünmüş zihni tekrardan bir araya gelmeye başladı ancak tam olarak bir araya gelme değildi bu, yara izleriyle dolu bir şekilde onarılmıştı. Acı ve çaresizlikle eritilen uçurumun karanlığında zihni içgüdüsel olarak her zamankinden daha da güçlüydü.
Hajime, tamamen zayıf düşmüş olan vücudunu hareket ettirmek için çabaladı, geçen birkaç gün boyunca biriken kutsal suyu bir köpek gibi içti. Açlık ve fantom ağrısını tedavi edemese de vücuduna canlılığını geri getirmişti.
Hajime kıvılcım gibi parlayan gözleriyle ıslak ağzını kabaca sildi ve köpek dişlerini açığa çıkararak yüzünde korkusuz bir gülümseme ortaya çıkardı. Ani değişimin kusursuz bir göstergesiydi. Hajime ayağa kalktı, dönüşüm yaparken bir kez daha mırıldandı.
“ÖLDÜRECEĞİM…”
Labirent içindeki bir bölge de, bir ikiz-kuyruklu kurt sürüsü vardı. İkiz-kuyruklu kurtlar dört ila altı üyeyle sürü oluştururlardı. Bunun sebebi bireysel olarak bu seviyedeki en güçsüz canavar olmalarıydı, bu yüzden sürüler halinde çalışarak birbirlerine destek olmak zorundaydılar. Bu ikiz-kuyruklu kurt sürüsü de istisna değildi, dört tane üyesi bulunuyordu.
Çevrelerine karşı temkinli ve kaya duvarları siper olarak kullanarak kendilerine iyi bir avlanma yeri arıyorlardı. İkiz-kuyruklu Kurtlar için temel avlanma metodu pusuydu. Bir süre gezindikten sonra ikiz-kuyruklu kurtlar iyi bir avlanma yeri buldular ve her biri farklı kaya duvarlarının gölgesinin ardına saklandı. Sonrası ise avı beklemekti. İçlerinden biri varlığını gizlemek için kaya ve duvar arasına kaydı, avın gelmesini beklerken aniden huzursuzlandı.
İkiz-kuyruklu kurtların hayatta kalabilmesi için iş birliği gerekli olduğundan kendilerine özgü iletişim biçimleri vardı. Etkin bir şekilde iletişim kuramıyorlardı, fakat en azından konumlarından bağımsız olarak birbirlerinin niyetlerini anlayabiliyorlardı
Bir şeylerin ters gittiğini hissediyordu, dört kişilik bir sürü olmaları gerekiyordu ama sadece kendisiyle birlikte üçü kişinin varlığını hissediyordu. Duvarın karşısında bekliyor olması gereken kurt bir anda ortadan kaybolmuştu.
Neler oluyor…? Bu tür bir kuşkuya sarılmaya devam eden kurt tam çömelmiş olan vücudunu kaldırmak üzereyken diğer bir kurdun çığlığını duydu. İlk kurdun kaybolduğu duvar tarafında diğer kurt hüsrana uğramış gibiydi, bir şeye yakalanmış gibiydi ve kurtulmaya çalışıyordu fakat kurtulamıyordu. Geriye kalan ikisi ona yardım etmek üzereyken ikinci kurdun varlığı da kayboldu.
Kafaları karışmıştı ve duvarın diğer tarafını kontrol etmek için acele etmişlerdi fakat hiçbir şey bulamamışlardı. Kalan iki kurt şaşkınlığa uğradı ve burunlarını kaybolan kurtların daha önce tam olarak nerede saklandıklarını ortaya çıkarmak için kullanmaya başladılar. O anda zemin aniden çöktü ve duvar sanki onları yutmak istiyormuş gibi üzerlerine çullandı.
Aniden kaçmak için zıpladılar ama zıpladıkları yere indiklerinde iki kurdun da ayağı yere saplandı ve hareket edemediler. Zemini parçalayıp kaçmak onlar için çocuk oyuncağı olacaktı ancak ilk kez yakalandıkları gibi daha önce hiç görmedikleri anormal olaylar karşısında kalmalarından dolayı şaşırdılar. Saldırganlık arzusuyla ele geçirilen kurtların verdiği şans ile, bir anlık kaosa sebep oldu.
“Guruua!?”
Kurtların çığlıkları duvar tarafından yutuldu ve geriye hiçbir şey kalmadı.
İkiz-kuyruklu kurt sürüsünü yakalayan kişi tabii ki de Hajime’ydi. Misilleme yapmaya karar verdiği günden beri Hajime açlığını ve fantom ağrısını bastırmaya çalışıyordu. Hayatta kalmak için kutsal su içerken defalarca kez tükenmeyen büyü gücüyle dönüşüm büyüsünü geliştiriyordu. Daha hızlı, daha kusursuz ve daha kapsamlı…
Dışarı çıksaydı hemen ölürdü, eğitim sahası olan Tanrı Kristali’nin bulunduğu küçük delikte silahını yavaş yavaş geliştirdi. Söylemeye gerek bile yok, silahı tabii ki de dönüşümdü.
Burada gizlenmesi demek, rastgele gelen acılara katlanması anlamına geliyordu.
Hajime bu açlığa ve fantom ağrıya direnmek için sonuna kadar konsantre olmak zorundaydı. Eğitiminin sonucu olarak hızı ve hassasiyeti şimdi birkaç kat daha yüksekti ve dönüşüm menzilini üç metreye çıkartmıştı. Ancak toprak büyüsü gibi bir saldırı gücü her zaman olduğu gibi yeterli değildi.
Kutsal suyu depolamak için işlenmiş küçük taş kapları kullanan Hajime, labirenti keşfederken kaybolmamak için dönüşüm büyüsüyle ardında iz bırakarak ilerliyordu.
Tam o sırada da ikiz-kuyruklu kurt sürüsüyle karşılaşmıştı. İkiz-kuyruklu kurt sürüsünü takip ederken neredeyse yakalandığı birkaç an vardı fakat her seferinde dönüşüm büyüsünü kullanarak duvarların arkasına saklanıyordu. Dört kurdun pusu için ayrıldıkları zamanı kollayan Hajime, duvarı dönüştürdü ve bu sayede tuzağı başarıyla kuruldu.
“Ne, hâlâ hayatta mısınız? Yani, bu dönüşüm becerimin sıfır öldürme gücüne sahip. Demek ki dönüştürdüğüm taş kazıklar bile bu seviyedeki canavarları öldürmek için yeterli değil.’’
Hajime ışıltılı gözlerle küçük deliğe ayaklarıyla şöyle bir göz gezdirdi. İkiz-kuyruklu kurtlar tam anlamıyla ‘’duvarın içinde’’ idiler, her tarafları kayalarla çevriliydi. Zar zor hareket edebiliyorlar, öfkelerini alçak bir inlemeyle gösterebiliyorlardı.
Aslında büyülü canavarların ayaklarının yakınını dönüştürerek taş kazıklarla onlara saldırmayı denemişti fakat taş kazık gücü ve hızı onları delmek için kesinlikle eksikti, pratik kullanım için yeterince verimli değildi.
Ancak, toprak büyüsünün doğası buydu. Dönüşüm büyüsü, pür bir büyü türüydü. Böyle bir büyüde, öldürme gücünün olması mantıksızdı. Onlara karşı koyabilmesi bile, onun elinden gelen en iyi savunmaydı.
“Onları bu şekilde boğmak iyi hoş… ama daha fazla bekleyemeyeceğim.”
Hajime’nin yüzünde hınzır bir gülüş vardı, Bakışları değişmişti, avını gören yırtıcı hayvanlara benziyordu.
Sağ elini duvara bastırdı ve dönüşüm büyüsünü kullanmaya başladı. Kayaları keserek ve net bir zihinsel imaja odaklanarak yavaş yavaş çalışmaya devam etti. Sonunda tamamladı ve ortaya çıkardığı ürün spiral bir mızraktı ama ek parçalar ekleyerek mızrağı daha da geliştirdi ve tekerleğe benzer bir şeyi mızrağın ucuna tutturdu.
“İşte başlıyorum~ Hop al bakayım mızrağı içine!”
Hajime, mızrağı yer altına sıkışmış ikiz-kuyruklu kurtlara sapladı. Ancak mızrak ucu kurtların sert ciltleri ve kürkleri tarafından engellendi.
“Beklendiği gibi. Delip geçemedi.”
Neden bir bıçak ya da kılıç kullanmıyordu. Temel olarak büyülü canavarlar ne kadar güçlüyse yapacağı iş o kadar zor olacaktı. Elbette farklı türlerin benzersiz özelliklerine bağlı olarak birçok istisna da vardı.
Yetersizliğini telafi etmek için kendini çalışmaya ve öğrenmeye vermişti. Sıradan bıçak ve kılıçların bu seviyedeki büyülü canavarlara karşı işe yaramayacağını çoktan tahmin edebiliyordu.
Bu yüzden Hajime, mızrağın ucuna tutturduğu tekerleğin kolunu çevirdi. Spiral mızrak ucu daire çizerek dönmeye başladı. Evet, her şeyi hesaba katmıştı. Bu, büyülü canavarların sert derisini delip geçmek için yapılmış olan bir matkaptı.
Vücudunun ağırlığını üzerine koyarken çaresizce kolu çeviriyordu. Mızrak ucu azar azar ikiz-kuyruklu kurdun derisini delmeye başladı.
“Guruaaa!?”
İkiz-kuyruklu kurt feryat ediyordu.
“Acı veriyor mu? Yoksa özür dilememi mi istiyorsun? Bunu hayatta kalmak için yapıyorum. Elinizde olsa siz de beni yemez miydiniz? Aynıyız işte.”
Bunu söyledikten sonra vücut ağırlığını daha fazla koyup matkabı daha da derine soktu. İkiz-kuyruklu kurt kendini hareket etmeye zorlasa da en ufak bir boşluk olmayacak şekilde kayanın içine gömülmüştü.
Sonunda matkap ikiz-kuyruklu kurdun sert derisinden içeri girerek acımasızca karnını parçaladı. İkiz-kuyruklu kurttan bir ölüm sancısı duyuldu, bir süre ses çıkarmayı sürdürdü ve aniden son bir spazmla hareket etmeyi kesti.
“Ve yemek servis için hazır!”
Diğer üç kurdu da aynı yöntemi kullanarak öldürürken nefretle gülümseyen Hajime, ikiz-kuyruklu kurtların cesetlerini almak için dönüşüm kullandı ve sonrasında tek eliyle kürklerini soydu.
Çok açtı, iştahlı bir şekilde yemeye başladı.
Bir Önceki Bölümü Okumak İçin Tıklayın Arifureta Shokugyō – Cilt 1, Bölüm 8: Çaresizlik
Hastayım.