Youkoso Jitsuryoku Cilt 1, Kısım 2, Part 2
“Vay be, düşündüğümden daha büyükmüş.”
Horikitayla okuldan sonra jimnastik salonunda buluştuk.
Nerdeyse salondaki herkes birinci sınıftı: etrafta yaklaşık 100 kişi bekliyordu.
Etrafta kulüp fuarının başlamasını bekliyorduk.
Salona girdiğimizde, herkese kulüp aktivitelerinin olduğu broşürler dağıtılıyordu.
“Acaba bu okulun meşhur bir kulübü var mıdır?. Mesela… Karate kulübü gibi bir şey?”
“Buradaki kulüplerin çoğu yüksek kaliteli gibi gözüküyorlar. Birçok kulübün çoğu öğrencisi ulusal olarak tanınıyorlar.”
Bu okul, basketbol, voleybol gibi öğrencilerin yaptığı sporlardan popüler olmamasına rağmen,
Kulüp aktiviteleri ‘amatör’ düzeyinde değil.
“Tesisler de çok yüksek kalitede. Bak, oksijen kapsülleri bile var. Tüm ekipmanlar, profesyonellerinkine taş çıkarır şekilde. Aa, ama görüşüne göre, karate kulübü yok.”
“… Anlıyorum.”
“Neden karateye meraklısın ki?”
“Hayır, değilim.”
“Ama hiç tecrübesi olmayan birisi bir spor kulübüne katılmak isterse çok zor zamanlar yaşar gibi. Eğer birisi böyle birini kulübe alırsa, o kişi sonsuza kadar yedek oyuncu koltuğunda oturur. Hiç eğlenceli olacağını sanmıyorum.”
Etraftaki her şey çok derli toplu ve şık gözüküyordu.
“Üyelerin çabalarından kaynaklanmıyor mu sence? Bir-iki yıllık eğitimle(idman ve antrenman), herkes iyi olabilir.”
Eğitim… Bu kadar çok çabayı harcayabileceğimi sanmıyorum.
“’Eğitim’ kelimesinin senin gibi sorunlardan kaçınan birisi için var olduğunu düşünmemiştim.”
“Sorunlardan kaçınmanın bununla ne alakası var?”
“Sorunlardan kaçınan birisi, aynı zamanda emek gerektiren her şeyden de kaçınmaz mı? Eğer sorunlardan kaçındığını ilan ettiysen, sonuna kadar sözünün arkasında durmalısın.”
“Bu kadar ileri gitmem…”
“Eğer hep böyle çekimsersen, hiçbir zaman arkadaş edinemeyeceksin demektir.”
“Sözlerinle beni incitiyorsun.”
“Beklediğiniz teşekkürler, arkadaşlar. Her kulüpten bir temsilci size kulüp aktivitelerini ve nasıl katılabileceğinizi anlatacaklar. Ben Tachibana, bu kulüp fuarının sorumlu başkanı ve okul konseyinin sekreteriyim. Sizinle tanıştığıma memnun oldum.”
Tachibana’nın tanıtımından sonra, kulüp temsilcileri salonun sahnesinde sıraya girdiler.
Judo formasından tutun, güzel kimonolar giymiş kişilere kadar, çeşitli temsilciler vardı.
“Hey, Eğer fikrini değiştirirsen, herhangi bir spor kulübüne katılmayı dene. Judo kulübü iyi gözükmüyor mu sence? Temsilci senpai çok hoş ve teşvik edici gözüküyor.”
“Onun neresi hoş ve teşvik edici gözüküyor ya? O goril, her an birini öldürecek gibi duruyor be.”
“Büyük ihtimalle judonun kolay olduğunu anlatan bir vaaz verir sana.”
“Sus sen!”
Konuşmamızın iyi gittiğini düşünüyordum gerçekten. Ama yine kabalaşmaya başladı.
“Eğer durum böyle olsaydı bile, spor kulüplerinin amatörlere kucak açmayacağı çok açık. Nasıl da övünüyorlar kendileriyle baksana.”
“Bence kucak açarlar. Ne kadar çok öğrenci alırlarsa, o kadar çok okul onlara ödenek sağlayacak. Böylece daha fazla ekipman alabilecekler.”
“Bu, yeni üyeleri kullanarak para koparmanın bir yolu sadece…”
“Pek çok yeni öğrenci alarak, bütçelerini arttırıp onları hayalet üye yapmaları çok ideal bir durum. Ustaca kurallarda hile yapmayı bilmen gerekiyor, bu dünyada.”
“Ne kadar kötü bir dünya… Düşünme şeklin çok ilginç.”
“Benim adım, Hashigaki, ve okçuluk kulübünün kaptanıyım. Okçuluğu, çoğu öğrencinin eski moda ve basit olduğunu düşündüklerini biliyorum. Ama çok eğlenceli ve dopdolu bir spor.
Her yeni öğrenciye sıcacık bir karşılama yapıyoruz. Eğer ilginiz varsa, lütfen katılın.”
Okçuluk kıyafetleri giymiş bir kız, sahnede kendini tanıtmaya başladı.
“Bak, amatörlere kapıları açıkmış. Katılmaya ne dersin? Onların bütçelerini arttırmak için.”
“Böyle bir sebepten dolayı bir kulübe üye olmak mı asla! Ayrıca spor kulüpleri riajuuların buluşma alanı gibi bir şey. Hiç kimseyi tanımaksızın, orada olmak hiç eğlenceli olmaz, hem gidersem de gittiğim gibi geri çıkarım büyük ihtimalle.”
“Bu düşüme şekli, senin anormal kişiliğinin sonucu değil mi?”
“Evet, aynen öyle. Spor kulübüne tamamen karşıyım.”
Part time işe bile başlamak istemem eğer iş gevşek ve çok az emek gerektiriyorsa.
Ayrıca, katılması basit, sakin ve sessiz bir kulübe katılmak isterim sadece.
“Tsu… !”
Kulüp temsilcileri kulüplerini tek tek tanıtırken, Horikita birden gerildi. Sahneye doğru bakıyordu, yüzü bembeyaz kesilmişti.
“N’oldu?”
Gergin haldeyken, sanki beni duymamış gibiydi.
Sahneye doğru ben de baktım ama özel hiçbir şey göremedim. Beyzbol kulübü temsilcisi, kendisini tanıtıyordu. İlk görüşte ona mı âşık olmuştu? Hiç öyle gözükmüyordu ama.
Şaşkınlık? Tiksinme? Belki de sevinç? Açıkçası, yüz ifadesi çok karışık olduğundan, ne hissettiğini anlamayı zorlaştırıyordu.
“Horikita. Neyin var?”
“…”
Gerçekten beni duyamıyor mu? Sahneye dik dik bakıyordu.
Konuşmayı kesip, bir açıklama bekleyeceğim.
Beyzbol kulübü diğer kulüplerden hiç de farklı gözükmüyordu.
Ne kadar amatörleri iyi karşıladıklarını, ilk buluşmanın zaman ve saatini nasıl anlattıkları falan diğerleri gibi çok normaldi. Sadece beyzbol kulübü değil, tüm kulüpler sıradan gözüküyordu.
Eğer bu açıklamalardan ilginç bir şeyler öğrendiysem, çay seremonisi ve kaligrafi kulübü gibi küçük kulüplerin de var olduğuydu. Bir de, yeni bir kulüp açmak için minimum 3 öğrenciye ihtiyaç duyulduğu.
Ne zaman yeni bir kulüp tanıtım yapmaya başlasa, birinci sınıflar arkadaşları arasında bir önceki kulübü tartıştılar.
Spor salonunda enerjik bir atmosfer vardı. Kulüp temsilcileri ve tabi gözetmen öğretmenleri unutmayalım, açıklamalarına boş bakışlarla devam ettiler. Olabildiğince çok yeni üye çekebilmek için çıldırıyor olmalılar.
Açıklamaları biten senpailer, sahneden inip bazı masalara doğru yöneldiler. Resepsiyon alanı kurup öğrencilerle birebir konuşarak üye yapmaya çalışacaklar sanırım.
Zamanla sahnede bir kişi kalana dek herkes sahneden aşağı indi. Herkesin bakışları sahneye odaklandı. Horikita’nın uzun zamandır dik dik baktığı tek bir kişi olduğunu fark ettim.
O kişi, ortalama 170 boylarındaydı. Çokta uzun değildi yani.
Zayıf, hoş siyah saçlı biri.
Mikrofonun önünde duran o öğrenci, birinci sınıf öğrencilerine soğuk bir şekilde bakıyordu.
Hangi kulüpten ve ne gibi açıklamalar yapacak ki? İlgi odağım olmayı başarmıştı. (ÇN: Bahsedilen kişinin cinsiyeti belli değil henüz.)
Ama birden ilgimi kaybettim. Hiç sesi çıkmıyordu. Belki de söyleyeceklerini unuttu. Ya da stresten dolayı sesi çıkmadı.
“Elinden geleni yap~”
“Notlarını getirmeyi mi unuttun~?”
“Ahahaha!”
Birinci sınıflar o kişiye bunları söyledi. Ama sahnedeki senpai titremedi bile. Hatta ne gülüşler ne de cesaret verici sözler onu etkilememiş gibiydi.
Gülüşmeler kesilmeye başlarken bile, kayıtsız bakışları değişmedi.
Öğrenciler “Bu senpai ne yapıyor?” diye meraklanıyordu, salonda sesler yükselmeye başladı.
Bu durumda bile, o çocuk kılını bile kıpırdatmadı. Sessizce birinci sınıflara bakarak dikeliyordu.
Horikita da o çocuğa dik dik bakıyordu.
Ferah atmosfer yavaş yavaş beklenmedik bir yönde değişti. Heyecanlandırıcı bir durum değişikliği yaşandı.
Zamanla, tüm salon gergin ve sessiz bir ortama dönüştü.
Bilgilendirme falan yapılmıyor, kimse konuşmaya cesaret edemiyordu—tüyler ürpertici bir sessizlik hakim oldu salonda.
Kimse konuşmak için ağzını açamıyordu. Bu sessizlik nerdeyse 30 saniyedir var..
Sahnedeki öğrenci konuşmaya başladı.
“Benim adım, Horikita Manabu ve öğrenci konseyi başkanıyım.
Horikita mı? Hemen yanımdaki Horikita’ya baktım. Acaba akrabalık bağları var mı…
“Öğrenci konseyi de, 3.sınıfta mezun olacak öğrencilerin yerine geçebilecek birinci sınıf öğrencileri arayışı içinde. Bu pozisyonlar için zor bir şart yoktur. Ancak bu pozisyonla ilgilenenler başka herhangi bir gruba üye olamazlar. Başka bir deyişle, başka kulüplere üye olmuş adayları kabul etmiyoruz.”
Ses tonu yumuşak olmasına rağmen, atmosfer hala gergindi. Tek başına tüm salonu susturmuştu.
Tabii ki, öğrenci konseyindeki pozisyonu değildi ona bu gücü veren. Horikita Manabu ayrıca çok güçlü bir auraya sahipti. Onun varlığı tüm spor salonunu egemen oluyordu.
“Ayrıca, biz, öğrenci konseyi olarak, saf bir düşünme tarzı olan birilerini aramıyoruz. Böyle bir insan sadece seçilmekte başarısız olmakla kalmayıp, aynı zamanda okulumuzun kurtulamayacağı bir leke olacaktır. Öğrenci konseyi, sadece öğrencileri düzene sokmakla sorumludur, ancak okulumuz bizden daha çok şey beklemektedir. İçinizden bu durumu anlayan kişiler potansiyel adaylar olabilirler.”
Ne hareket edip ne de yönünü dahi değiştirmeden konuşmasını yaptıktan sonra, Sahneden aşağı inip binadan çıkıp gitti.
Çünkü kimse konuşmaya cesaret edememişti; o salonu terk ettikten sonra çık dahi çıkmadı. Öğrenciler konuşmaya kalksalar, başlarına ne geleceklerini bilmiyorlardı. Herkes böyle hissetmiştir kesin.
“Millet, geldiğiniz için teşekkür ederiz. Böylece, kulüp fuarımız sona ermiştir. Şimdi ise, kulüplere katılmak isteyenler için resepsiyon alanı oluşturacağız. Resepsiyon alanı nisan ayının sonuna kadar devam edecektir. Bu tarihten sonra ilgilenenler olursa, başvurularını direkt olarak kulüplere yapabilirler.”
Başkanın yardımıyla, gergin atmosfer yavaşça kayboldu.
Sonra, kulüp temsilcileri resepsiyon alanını açtılar.
“…”
Horikita hala kıpırdamıyordu.
“Oi, neyin var?”
Horikita cevap vermedi. Söylediklerim ona ulaşmıyordu.
“Oh, Ayanokouji-kun. Sen de mi geldin?”
Düşünceli bir ses vardı. Sudou’ydu. Sınıf arkadaşlarımdan, Ike ve Yamauchi onunla birlikteydi.
“Bu nedir, 3’ünüz bir arada? İyi anlaşıyorsunuz sanırım.”
Kıskanarak, Sudou’ya seslendim.
“Bir kulübe katılmayı mı düşünüyorsun?”
“Hayır, sadece bakıyordum. Sen katılmayı düşünüyordun galiba?”
“Evet. İlkokuldan beri basketbol oynuyorum. Sanırım burada da devam edeceğim.”
Böyle bir vücut için herhangi bir egzersiz yapmış olabileceğini düşünmüştüm hep—demek basketboldanmış.
“Peki ya siz ikiniz?”
“Eğlenceli ve heyecanlı göründüğü için geldik sadece. Hem de bir çeşit kaçınılmaz bir kader yaşanır diye ummuştum.”
“Kaçınılmaz bir kader mi, ne demek istiyorsun be?”
Tartışmaya açık amacını duyduktan sonra, Ike’ı teşvik ettim, o da kollarını bağlayıp göğsünü kabarta kabarta cevap verdi.
“Benim ilk amacım, kız arkadaşı edinmek. Bu yüzden, burada kaçınılmaz bir kader yaşanır diye umuyordum.”
Demek böyle bir şeyden bahsediyordu. Kız arkadaşları edinmek, İke’nin ideal okul hayatı için çok önemli bir şey gibiydi.
“Ayrıca, o öğrenci konseyi başkanı çok güçlü bir auraya sahip. Sanki buraya hükmediyormuş gibiydi.”
“Dimi? Herkesi susturabildi.”
“Evet, evet. Bir de, dün biraz erkek muhabbeti yaptık.” (ÇN: Konuşma burada başka bir geçiyor aniden. Biraz fazla ilginç.)
Ike telefonunu çıkardı.
“Sen de katılmak ister misin? Oldukça rahat.”
“Eh, olur mu ki?”
“Tabii. Hepimiz D sınıfı öğrencisiyiz sonuçta.”
Bunu beklemiyordum. Grup sohbetine davet edildiğim için sevindim.
Arkadaş edinmek için mükemmel bir fırsat sonunda gelmişti!
Numaralarımızı alıp vermek için telefonumu çıkartmaya çalıştığım sırada, Horikita’nın kalabalığın içinde kaybolduğunu gördüm.
Onun için endişe ederken, istemsizce hareket etmeyi bırakmışım.
“Ne oldu?”
“Hiç… önemli bir şey değil. Hadi numaralarımızı değiş-tokuş edelim.”
Hisleri geri gelirken, diğerleriyle de iletişim bilgilerimi paylaştım.
Horikita ne yapmak isterse, nereye gitmek isterse gidebilecek özgürlüğe sahipti. Ve benim onu durdurmak gibi herhangi bir hakkım yoktu.
Bir an onu takip etmek istedim. Ama sonra vazgeçtim.