Youkoso Jitsuryoku, Cilt 1, Kısım 5, Part 3

“Hey, Kushida-chan ve arkadaşlarıyla dışarı çıkacağız, sen de gelmek ister misin?”

Öğleden sonraki derslerden birinde, telefonuma mesaj geldiğinde, kendimden geçmiş bir şekilde tahtadaki notları defterime yazıyordum.

Oh… Bu, insanların bahsettiği genç öğrenci hayatı mı? Okuldan sonra bir yerlere ilk defa davet edilmiştim.
Reddetmek için hiçbir sebep sunmadım ama kimlerin geldiğini sordum.

Eğer tanımadığım çok kişi gelecekse, büyük ihtimalle gitmem. Çok tuhaf olur çünkü.
Hemen cevap geldi. Tabii, Ike, Yamauchi, ve Kushida olacak. Hem de ben de dâhil olmak üzere 5 kişi daha. Tanımadığım kişiler. Eğer bu kadar olacaksak, sorun yoktu. Cevap yazdım.
Geleceğimi söyledim, ardında da hemen başka bir yanıt geldi.

“Kushida-chan benim. Önüme çıkmayın. – Ike-sama”

“Hayır, hayır, Kushida-chan benim hedefim. Asıl sen uzak dur. – Yamauchi”

“Haa? Sen de mi onun peşindesin yani? Benimle kavga etmek mi istiyorsun? – Ike-sama”

Keşke iyi anlaşsalar ya. Ama aksine Kushida kimin olacak kavgasına tutuştular.
Okuldan sonra birileriyle takılmanın iyi/eğlenceli olacağını düşünmüştüm. Ama şuan sıkıntı olacak gibi.
Ders bittiğinde, Ike ve Yamauchi ile birlikte çıktım.
Kampüs çok büyük olduğundan, henüz okul sınırlarını keşfedemedim.

“Biz de aynı sınıftayız, ama Kushida ile bir yerlere gidemedik…”

“Başka sınıftan bir arkadaşıyla konuşmak zorunda kaldı. Kushida-chan çok popüler birisi, sonuçta.”

“Belki… bir çocukla konuşuyordur?”

“Sorun yok, Ike. Bir kızla konuşuyor. Kesin bilgi.”

“Güzel, güzel.”

“Gerçekten Kushida’ya mı yazacaksınız?”

“Tabii. O tam olarak gönlümün efendisi ya.”

Yamauchi aynı düşünceyi aklından geçirmiş olacakki, başıyla onaylayıp durdu.

“Peki, Horikita’ya yazıyorsun dimi? Çok güzel kız. Seni çok iyi anlıyorum, valla.”
“Hayır, yazdığım falan yok. Gerçekten.”

“Gerçekten mi? Dersteyken birbirinize bakıp el ele tutuşmuyor musunuz ya? Böyle şeyler oluyor mu?”

Ike benden cevap koparmaya çalışırken, Kushida’nın bize doğru koştuğunu gördüm.

“Geciktiğim için özür dilerim, beklediğiniz için teşekkürler!”

“Oh, biz de Kushida-chan’ı bekliyorduk! Bir dakka, Hirata neden burda!?”

Heyecandan olduğu yerde zıplayıp duran Ike, birden geriye adım atıp düştü. Ne garip çocuk ya.

“Oh, yolda bize katıldı. Bana, bize katılıp katılamayacaklarını sordu. Bir sorun mu var?”

Kushida, Hirata ve sanırım Hirata’nın kız arkadaşı olan Karuizawa’yı ve başka iki kızı daha beraberinde getirdi. Karuizawa ile sürekli takılan kızlardı; Matsushita ve Mori.

“Hey, Hirata’yı reddedecek hiçbir sebep yok dimi?”

Ike kolunu omzuma atıp kulağıma fısıldadı.

“Onu göndermek için bir sebep yok bence.”

”Eğer o ikemen da gelirse, bizim varlığımızla yokluğumuz bir olacak! Eğer Kushida-chan’ın Hirata’ya aşık olabileceği bir an falan olursa ne yaparız? Eğer ikemen i uzaklaştırırsak, böyle bir şeyin olmasını da engellemiş oluruz?”

“Yok, sanmam… Hem Hirata, Karuizawa ile çıkmıyor mu? Endişelenme boşa.”

“Sevgilisinin olduğu gerçeği böyle bir şey yaşanmayacağını garantilemez. Hem Kushida-chan gibi bir melekle, abartılı, pis ve kullanılmış Karuizawa’ı kıyaslarsan, kim olsa kushida’yı seçerrr!”

Hararetle konuşurken, tükürüğü kulağıma girdi ya—iğrendim şuan. Üstüne üstlük çok çirkin kelimeler de kullanıyor.
Evet, Karuizawa abartılı gözüküyor ama yine de çok güzel.

“Ama Ike… Kushida-chan gibi güzel bir kızın hala bakire olduğundan emin olamayız, bunun farkındasın değil mi?”

Yamauchi de fısıldaşmamıza gergin bir ses tonuyla katılıverdi.

“Aa, bu… belki haklısınız.. H-hayır, Kushida-chan bakiredir!”

Fantazi dünyalarında nasıl mutlularsa öyle konuşmaya devam ettiler.
Acaba bu kadınlara karşı ayrımcılığa girer mi merak ediyorum açıkçası.
Eğer böyle bir durumsa, bu tarz bir konuşmanın içinde yer almamayı tercih ederim.

“Um, eğer davetsiz misafir konumundaysak, biz ayrı grup olarak gidebiliriz.”

Hirata, Ike ve diğerlerine sakin bir ses tonuyla konuştu, bizim fısıldaşmamızı fark etmiş olmalı.

“H-hayır, sorun değil! Dimi, Yamauchi?”

“E-evet. Hep beraber takılalım. Ne kadar kalabalık o kadar iyi, dimi ama?”

Çok can sıkıcısınız ya siz! Hiçbir şey yapamıyorlar. Hem de Hirata’yı dışlamaya kalksalardı, Kushida’yı hayal kırıklığına uğratmış olurlardı.

“Vaay, çok normal bir cevap. Peki neden üçünüz gizlice fısıldaşıp duruyordunuz?”

Karuizawa’nın sözleri çok mantıklıydı. Ama beni de gruba dahil ettiği için şaşırmıştım.

“Peki, durum şu: Eğer Hirata ve Karuizawa’yı gruba dahil etmezsek, kızların ve erkeklerin sayısı aynı oluyor. Yani, başka bir deyişle, sanki üçlü randevuya çıkıyor gibiyiz. Ayanokouji, bu senin şansın, biliyorsun değil mi?”

“Yamauchi, Matsushita ile dimi? Ben, Kushida-chan ile konuşacağım.”

“Hey, şaka mı bu ya? Asıl onu ben istiyorum! Biz büyük bir sakura ağacının altında ant içip evleneceğiz. Bu beklenen kaderimiz ya!”

“Yalan! Biraz düşündüm ama hepsi yalan be!”

“Ha? Hepsi gerçek bir kere!”

Yamauchi Haruki’nin söylediği her şeye inandıysanız eğer; çok mükemmel bir oyuncudur kendisi, uluslararası profesyoneller onun peşindedir, ortaokulda ulusal derecede ping pong oyuncusudur, yine ortaokulda birinci sınıf beyzbol oyuncusu olup mükemmel potansiyeli olan geleceğin profesyonel oyuncusudur aynı zamanda.
Ne kadar da yüksek özellikli bir çocuk.

Söylediği hiçbir iddianın kanıtı da yok ama neyse.

Nereye gittiklerini bilmiyordum, ben de grubun arkasında kalıp onları sakince takip ettim.
Ike ve Yamauchi fantazi dünyalarına çok derin daldılar, Hirata iki taraftanda etrafı sarılı haldeyken.

“Sana bir şey soracağım, Hirata. Karuizawa ile çıkıyor musunuz?”

Ike, Hirata’nın kendisinin rakibi olup olmadığını öğrenmek için direkt sordu.

“Eh… Bunu nerden duydun?”

Hirata hem şaşırmış hem de ne diyeceğini bilemiyor gibiydi.

“Oh, sanırım çoktan yakayı ele verdim. Evet çıkıyoruz.”

Hirata cevap vermesine bile gerek kalmadan, Karuizawa yaklaşıp Hirata’nın koluna girdi.
Reddetmekten vazgeçen utanarak Hirata parmağıyla yanağını kaşıyıp ilişkileri olduğunu kabul etti.

“Gerçekten mi? Karuizawa gibi güzel bir kızla çıkabildiğin için seni çok pis kıskandım!”

Yamauchi sahte bir ses tonuyla konuşmuştu. Kişinin kendisinin bile farkında olmadan rahatça yalan söylemesi çok zor bir şey ya.

“Kushida-chan, erkek arkadaşın var mı?”

Bu konudan, Ike rahatlıkla topu Kushida’ya çevirdi. Zekice.

“Benim mi? Hayır, kimseyle çıkmıyorum.”

Ike ve Yamauchi çok sevindiler, ve hallerinden sevinçleri belli oluyordu ya. Sevindiğiniz kabak gibi ortada beyler..
Belki gizliyordur ama Kushida sevgilisi olmadığını söyledi sonuçta. Ben de az çok sevindim.

 

“Oh hayır, ağlamıyorum…!”

“Ağlama, Yamauchi! Hala umutlarımız yeşerebilir!”

Artık dağlar kadar aşılamayacak bir engel değil, sadece biraz engebeli bir yol o kadar…

Kushida’nın etrafında Hirata, Karuizawa, Ike, ve Yamauchi hepsi beraber yürüdüler. Matushita ve Mori grubun kalanıyla beraber değillerdi.
Onlar bayağı arkada yürüdüler. Ben de biraz daha arkalarındaydım, tek başıma.

“Hey Ike, nereye gidiyorsun?”

Bir ses arkadan geldi, nereye gittiğini soruyordu. Ike arkasına dönüp acelece cevap verdi.

“Açılış töreninden bu yana çok zaman geçmediği için, tesisleri geziyoruz.”
Gideceğimiz yer belli değildi yani, bu garip his büyük ihtimalle biraz daha sürer…
Beklentilerimi, beklenmedik bir şekilde yıkmışlardı.

“Ne ne, Matsushita-san, Mori-san. Görmek istediğiniz bir yer var mı?”

Ike ve Yamauchi neşeyle konuşurlarken, Kushida arkasını dönüp kızlarla konuştu.

“Eh? Oh, um, sinema salonuna en az bir kere gitmek istemiştim aslında.”

“Evet. Okul bittiğine göre, ben de gitmek isterim.”

“Oh, evet! Ben de hep gitmek istemiştim ama gidememiştim. Karuizawa-san, siz ne düşünüyorsunuz? Gitmek istediğiniz bir yer var mı?”

Kushida üç grubu da organize etmeye başladı. Ondan tam da beklendiği gibi. Eğer denesem bile yapamazdım kesin ben. Hem de, arada bir dönüp bana gülümsedi. Böyle bir şey beklemiyordum.

Onu görmezden gelmeye çalışmama rağmen, bana sürekli bakmaya devam etti, kendimi sorunlu hissettim. Onu görmezden gelmeye çalışmadığımı iletmek istedim ama karakterim ve düşünme şeklim tam olarak bunu yanıstmama izin vermiyordu. Eğer Kushida durumu anlayamadıysa ve sadece ilgi odağı olmayı seviyorsa, büyük ihtimalle göndermeye çalıştığım mesajı anlamaz.

Ancak sen onların karaoke davetlerini reddettiğim halde “Ne, durumu anlayamıyor musun?” deyip seni zorla götüren insanlar da var. Oraya gidersiniz gitmesine ama hiç şarkı söyleme isteğiniz olmadan.

Sonuçta, şarkı söylemenin eğlenceli olduğunu düşünen egolu insanlar, herkesin şarkı söylemeyi seveceğini düşünürler. Ne kadar aptalca. Şarkı söylemekten hoşlanmayan insanların olduğunu anlayamazlar bile.

İç savaşımda kaybolmuşken, etraf gürültülü oluverdi.

Bir şekilde, bir mağazanın dibine gelmiştik… Sanırım moda butiği gibi bir yer.
Herkes en az bir iki kez gelmiş gibiydi buraya. Ben de hiç tereddüt etmeden içeri girdim. Sadece hafta içi okul için dışarı çıkmıştım şimdiye kadar. Hafta sonları yurttan dışarı çıkmamıştım. Bu yüzden günlük kıyafet falan alma ihtiyacı hiç duymadıydım.

İçerisi kalabalıktı, ama sadece birkaç kişi üst sınıflardandı, geriye kalanı hep birinci sınıf öğrencisiydi. Belki ilk defa buraya geldiğimdendir bilemedim, ama çok deneyimsiz ve buraya ait değilmişim gibi hissettim.
Birkaç kıyafete baktıktan sonra, grup yakındaki bir kafeye doğru harekete geçti.

Hirata, Karuizawa’nın mağazadan aldıklarını taşıyordu. Kıyafetler yaklaşık 30,000 puandı.
“Okula henüz alışanınız var mı?”
“Başta çok karmaşık geldi ama artık alıştım. Bu okul resmen masal gibi. Hiç mezun olmak istemiyorum~”

“Ahaha, Anlaşılan Ike-kun okul hayatının tadını çıkarıyor fazlasıyla, hehe.”

“Keşke daha fazla puan alabilsek, yaklaşık 200,000… ya da 300,000 puan?
Kozmetik ve kıyafete para yatırınca, puanlarım çok hızlı bir şekilde tükendi.”

“Bir lise öğrencisinin her ay okul harçlığı olarak 300,000 puan alması çok garip olmaz mıydı?”

“Eğer böyle söylersen, o zaman 100,000 puan çok mantıklı geliyor. Ben biraz korkuyorum da. Eğer okul hayatım böyle geçerse, mezun olduktan sonra ne yaparım onu düşünüyorum.”

“Paradan dolayı mı endişelisin? Çok haklısın korkmakta.”

 

Her öğrencinin, 100,000 puanlık harçlık konusunda farklı düşünceleri vardı. Karuizawa ve Ike daha fazla puan istiyorlarken, Hirata ve Kushida lüks okul harcamalarının biteceğinden korkuyorlardı.

“Peki ya sen, Ayanokouji-kun? 100,000 puanın çok olduğunu mu düşünüyorsun? Yoksa az mı?”

Başta sadece dinleyiciyken, Kushida soru sorarak beni de muhabbete dahil etti.

“Hmm… Hala iyi mi kötü mü anlamış değilim. Bilemiyorum.”

“Bu nasıl bir cevap ya?”

“Aslında Ayanokouji-kun’nun ne demek istediğini anlıyorum ben. Bu normal bir lise öğrencisinin hayatından çok çok farklı bir durum. Güzel bir karşılaştırma yapılmadan anlamak çok zor.”

“Evet, bu konuda endişelenmenın yararı yok. Okula kabul edilmemiz bile harika bir olay. Ne istersem alabiliyorum. Dün bile mesela, yeni kıyafetler aldım kendime.”

Ike çok olumlu bakıyor hayata, bir kez bile geriye dönüp ne düşünüyor ne bakıyor.

“Oh evet, Kushida-chan, Hirata, Ike, ve Karuizawa hepiniz girdiniz dimi? Nasıl girdiniz okula? Biraz aptal değil misiniz siz ya?”

“Yamauchi, sen de zeki gözükmüyorsun.”

“Ha? APEC sınavından 900 puan aldım ben.”

“APEC ne?”

“Ne oduğunu bile bilmiyor musunuz? Çok zor bir ingilizce sınavı.”

“Uh, o TOEIC değil miydi?”

Kushida onu kızdırmıştı. Bu arada, APEC’in açılımı: Asya-Pasifik Ekonomi Birliği demek.

“On-onlar birbirine bağlı.”

Yakından uzaktan alakaları yok…

“Şey, bu okulun amacı potansiyeli olan gençleri yetiştirmek. Bu yüzden de sadece test sonuçlarına göre seçmiyorlar. Açıkçası, eğer sadece sınav sonuçlarına baksalardı, ben başvurmazdım bile.”

“Şu, şu. ‘potansiyeli olan gençler’ kısmı. Tam olarak bizi tanımlamıyor mu ya.”

Ike kollarını bağlayıp başıyla onayladı.
Mükemmel istihdam garantisiyle Japonya’nın en üstün lisesi olmasına rağmen, okula kabul sadece sınav sonuçlarına bağlı değil..

Bu okul, bu insanlarda nasıl bir potansiyel görüyor ya?
Bu soru aniden kafamda beliriverdi.