Youkoso Jitsuryoku, Cilt 1, Kısım 6, Part 2

Okuldan sonraydı. Hirata öğretmen masasının başında, toplantıya hazırlanmak için kara tahtaya bir şeyler yazıyordu.

Hirata’nın karizması sayesinde, Horikita ve Sudou hariç herkes katılmış gibiydi. İkisi sınıftan çıkalı çok oluyordu. Tartışma başlamadan önce, benimde sınıftan çıkmam lazım.

“Ayanokouji~”

Masasının altından, Yamauchi kafasını dışarı çıkarmış haldeydi. Ölü balık gibiydi.

“Bu ne laan!? N-ne oldu?”

“Bunu, 20,000 puana al~. Hiç puanım olmadığı için hiçbir şey alamıyorum ben~”

Yamauchi gecen gün oynadığı oyun konsolunu masaya koydu. Kendi sıkıntılarını bana kakalamasan…
“Eğer onu bana satarsan, ben kiminle oynayacağım peki?”

“Nerden bileyim ya. Yine de güzel ama dimi, güzel anlaşma.”

“Eğer fiyatını 1000 puana indirirsen alırım.”

“Ayanoukouji~! Senden başka güvenecek kimsem yok ama~”

“Niye sadece ben… Sana sahip olmadığım bir şeyi veremem.”

Yamauchi bana gözleri dolmuş bir şekilde bakıyordu. Kendimi kötü hissettiğim için, gözlerimi ondan kaçırdım.
Benden puan istemenin işe yaramayacağını fark edip başka bir hedef belirledi.

“Hasebe! Bu güzel arkadaşına bir iyilik yap! Bu oyun konsolunu 22,000 puana alıver!”

Anlaşılan, Hasebe’yi satın alması için ikna etmeye çalışıyor şimdi. Bir de, utanmadan fiyatını arttırdı ya.
“Tüm puanlarını harcayanlar çok zor zamanlar geçiriyor olmalı…”

Kushida, Yamauchi ile Hasebe arasındaki değiş-tokuşu görünce yorum yaptı.

“Kushida, puan sıkıntın var mı? Kızların çok çeşitli ihtiyaçları oluyor, sonuçta normal.”

“Hmm, şey, şimdiye kadar sadece puanlarımın yaklaşık yarısını harcadım. İlk ay çok harcamışım. Bu yüzden kendimi kontrol etmem zor olacak. Ayanokouji-kun, peki ya sen?”

“Popüler insanların para harcamadan okul hayatını geçirmesi çok zor tabii.. Nerdeyse hiç puanımı harcamadım. Özel olarak ihtiyacım olan hiçbir şey de yok zaten.”

“Arkadaşın olmadığı için mi peki?”

“Hey…”

“Ahaha, pardon, pardon. Kötü manada demedim.”

Kushida kıkırdayarak benden özür diledi. Böyle güldüğü zaman çok güzel gözüküyor.

“Um, Kushida-san?”

“Karuizawa-san, efendim?”

“Açıkçası, tüm puanlarımı harcadım ben. Sınıftaki diğer kızlardan da biraz yardım aldım ama yine de senden yardım istemeyi de düşündüm. Biz arkadaşız değil mi? Yaklaşık 2000 puana ihtiyacım var.”

Karuizawa, Kushida’dan sahte bir gülüşle yardım istedi. Şimdi direkt ret cevabı gelir.

“Um, tamam.”

“Tamam mı!?” diye içimden bağırdım. Sanırım bu insanların, başkalarını nasıl arkadaş olduklarını gördüklerine göre değişen bir şey.

Hiç tereddüt dahi etmeden, Kushida ona yardım etmeye karar verdi.

“Teşekkürler~. Arkadaşlık gerçekten çok faydalı. Bu benim numaram. Tamam, o zaman sonra görüşürüz~.
Ah, Inogashira-san, açıkçası, ben tüm puanlarımı harcadım~”

Karuizawa yeni hedefine doğru ilerleyerek yanımızdan uzaklaştı.

“Gerçekten senin için sorun değil mi? Puanların geri büyük ihtimalle gelmeyecek.”

“Yardım istemeye gelen bir arkadaşı, reddedemem. Karuizawa-san’ın da arkadaşı çok. Az puanla kalmak onun için zor olsa gerek.”

“Ama 100,000 puanın tamamını harcamak kişinin kendi problemi bence.”

“Aa, kendi puanlarımızı bile transfer edebiliyor muyuz?”

“Karuizawa’dan numarası yazılı bir kağıt aldın dimi? Telefonunu kullanarak puan transferi yapabilirsin.”

“Vaay, okul, öğrenciler için her şeyi düşünmüş ya. Karuizawa-san gibilerine yardım etmek için böyle bir sistem bile kurmuşlar.”

Gerçekten de Karuizawa’ya yardım amaçlı çok iyi. Ama ona para göndermek gerçekten şart mı? Aksine daha çok sıkıntılı bir durum gibi.

“D sınıfından, Ayanokouji-kun. Chiyabashira-sensei sizinle görüşmek istiyor. Personel odasına gelmeniz beklenmektedir.”

Kısa bir çan sesinden sonra, hoparlörden biri konuşmaya başladı.

“Seni hoca çağırıyor.”

“Evet… Pardon, Kushida. Gitmem lazım.”

Okulun ilk gününden beri, hocayla görüşmeye çağrılacak bir şey yaptığımı hatırlamıyorum. Diğer öğrencilerin sert bakışlarını hissediyordum. Sınıftan çıktım.
Personel odasına vardım ve kapıyı çekinerek açtım. Odaya bakındım ama Chiyabashira-sensei’i hiçbir yerde göremedim. Aynada yüzünü kontrol eden öğretmene sordum.

“Um, Chiyabashira-sensei burda mı?”

“Kim? Sae-chan? Birkaç dakika önce burdaydı…”

Dalgalı saçları omuzlarına kadar inen bir öğretmen arkasına dönüp baktı. Chiyabashira-sensei’nin adını sanki çok yakınlarmış gibi söyledi. Aynı yaşta gibiler.

“Acele işi çıktı herhalde. İçerde beklemek ister misin?”

“Hayır, koridorda beklerim.”

Personel odası gibi yerlerde rahat hissedemiyorum ya. Zaten hiç dikkat çekmek istemediğimden, koridorda kalmaya karar verdim. Ben cümlemi bitirir bitirmez, hoca da koridora çıktı.

“B sınıfının, sorumlu öğretmeni Hoshinomiya Chie ben. Sae ile liseden beri arkadaşız. Birbirimize Sae-chan ve Chie-chan diye seslenecek kadar yakınız~.”

Onu tanımıyorum ama bu bilgi biraz gereksiz gibi..

“Peki, Sae-chan seni neden çağırdı? Ne ne, neden?”

“Kim bilir. Ben de nedenini bilmiyorum…”

“Anlamadım. Sebep verilmeden mi buraya çağrıldın yani? İlginç? Adın ne?’’

Bir ton soru sordu… Beni baştan aşağı inceledi bir de.

“Adım, Ayanokouji.”

“Ayanokouji-kun? Çok havalı isim ama~. Popülersin, dimi~?”

Ne kadar samimi bir öğretmen. Öğretmenlerden çok öğrencilere arkadaş canlısı. Eğer erkek lisesi olsaydı burası, kesin tüm öğrencilerin kalbinde taht kurardı.

“Ne ne, çoktan sevgilin de vardır?”

“Hayır… um, gerçekten popüler değilim.”

Kendimi kırılıp alınmış gibi göstermeye çalıştım ama Hoshinomiya-sensei ısrarla bana yaklaşıyordu. Nazik hareketlerle, ince ve yumuşak elleriyle omuzlarıma dokundu.

“İyiii mi? Çok ilginç ya. Eğer aynı sınıfta olsaydık senin peşini bırakamazdım~. Çok masum olduğundan mı dersin? Yoksa tam bir soğuk nevale oluşundan mı ha?”

Parmaklarıyla yanaklarıma dokunmaya başladı. Ne söylemem gerektiğini bilemiyordum. Aniden parmaklarını dilimle yalasam, eminim dururdu.
Ama eğer personel toplantısında bu konu gündeme gelse, olan bana olur; direkt okuldan atılırım.

“Ne yapıyorsun, Hoshinomiya?”

Aniden, Chiyabashira-sensei Hoshinomiya-sensei’nin başına bir not panosuyla vurdu. Hoshinomiya-sensei acıyan başını tutarak yere bağdaş kurdu.

“Off, neden vurdun ki!”

“Çünkü burda öğrenciyle garip şeyler yapıyordun.”

Sen gelene kadar sıkılmasın diye onunla konuşuyordum sadece!”

“Yeter. Özür dilerim, beklettim, Ayanokouji. Evet, rehberlik odasına geçelim hadi.”

“Hayır, çok beklemedim. Hem neden rehberlik odası… bir şey mi yaptım? Okulda varlığımla yokluğum bir sanıyordum.”

“Harika bir cevap. Benimle gel.”

.“Acaba konu ne…” diye düşünerek, Chiyabashira-sensei’yi takip ettim.
Birden bire, Hoshinomiya-sensei kocaman bir gülümsemeyle yanımda yürümeye başladı. Chiyabashira-sensei fark edince, ona dönüp şeytani bir bakış attı.

“Sen gelmiyorsun, kal burda.”

“Böyle kötü söyleme~. Dinlememde bir sorun yok herhalde? Ayrıca, Sae-chan bire bir ders veren birisi değil, dimi ama? Hem de Ayanokouji-kun’u neden birdenbire rehberlik odasına götürüyorsun ki… farklı bir niyetin mi var?”

Chiyabashira-sensei’nin sorusuna sırıtarak cevap verdikten sonra arkama geçip ellerini omzuma attı.
Hoshinomiya-sensei’nin yüzünü göremedim ama ortamda gergin bir hava hâkimdi, bu anlaşılıyordu.

“Yoksa, Sae-chan, kendine daha genç birisini mi arıyorsun?”[1]

Genç bir erkek mi? Bu ne demek be?

“Salak salak konuşma. Mümkünatı yok böyle bir şeyin.”

“He he, kesin öyledir senin için, Sae-chan~”

Hoshinomiya-sensei bizi takip etmeye devam etti.

“Bizi daha ne kadar takip edeceksin? Bu D sınıfını ilgilendiren bir mesele.”

“Eh? Sizinle gelemez miyim yani? Olmaz mı? Ama ben de tavsiye de bulunabilirim~”

Hoshinomiya-sensei ısrarla bizi takip ederken, bir öğrenci önümüze çıkıp yolu kapadı.
Daha önce hiç görmediğim çok güzel bir kızdı, açık pembe saçları vardı.

“Hoshinomiya-sensei. Zamanınız var mı? Öğrenci konseyinin tartışmak istediği bir konu var.”

Bize kısa bir süre baktıktan sonra, Hoshinomiya-sensei’ye bakmaya devam etti.

“Bak, seni arıyormuş. Hadi git.”

Chiyabashira-sensei, Hoshinomiya-sensei’nin poposuna not panosuyla vurdu yine.

“Mou~. Eğer daha fazla kalırsam, sinirden köpürecek herhalde. Görüşürüz o zaman, Ayanokouji-kun. Evet, personel odasına gidelim, Ichinose-san.”

Böylece arkaya dönüp Ichinose ile personel odasına gitti.

Hoshinomiya-sensei’yı uğurladıktan sonra, Chiyabashira-sensei hafiften saçını kaşıyıp rehberlik odasına doğru ilerledi. Personel odasının hemen yanında olan rehberlik odasına geliverdik.

“Şey… beni çağırmanızın sebebi nedir?”

“Um, o konuya gelirsek… bu konuyu konuşmadan önce, buraya bi’ gel.”

Duvardaki saate göz attıktan sonra, odanın içindeki başka bir kapıyı açtı. Ofis mutfağındaki kettle’ ı çalıştırdı.

“Yeşil çay demleyeceğim. Yeşil çay içersin dimi?”

Hazır yeşil çay tanelerinin olduğu teneke kutuyu elime aldım.

“Başka bir şey yapma. İçeriye sessizce gir. Ben çık diyene kadar sakince bekle. Aksi takdirde, okuldan atılırsın.”

“Ha? Ne demek istiyor—”

Bana hiçbir açıklama yapmadan, ofisin mutfak kapısını kapattı. Ne yapmaya çalışıyor ya böyle? Bana söylediği gibi sessizce bekledim. Çok geçmeden, rehberlik odasının kapısının acıdığını duydum.

“Gel, içeri gir. Evet, bana söylemek istediğin şey nedir? Horikita.”

Anlaşılan Horikita da rehberlik odasına çağrılmıştı.

“Size direkt soracağım. Neden D sınıfına yerleştirildim?”

“Gerçekten bunu soruyor musun?”

“Bugün, siz sınıfların ‘üstünlüğe’ göre ayrıldığını ve D sınıfının en kötülerden oluştuğunu söylediniz.”

“Evet, tam olarak böyle söyledim. Görünen o ki, kendini ‘üstün’ birisi olarak görüyorsun.”

Horikita buna ne cevap verecek acaba. Hocanın sözlerine kendinden emin bir şekilde itiraz edeceğine kalıbımı basarım.

“Giriş sınavında nerdeyse tüm problemleri doğru çözdüğümü hatırlıyorum ve mülakatta da önem arz edecek hatalar yapmadığımı biliyorum. En kötü ihtimalle, D sınıfında olmamam gerektiğine inanıyorum.”

Bakın, ben bu kızı çözdüm. Horikita, kendini mükemmel sanan insanlardan. Kendi halinden haberi de yok ve gerçekten herkesten üstün olduğunu düşünüyor. Testin sonuçlarında bile, Horikita birinciliği hedeflemiş.

“Giriş sınavlarında nerdeyse tüm sorular çözdüğünü söylemiştin, dimi. Normalde, giriş sınavlarının sonuçlarını kimseye göstermiyoruz. Ama sana bir istisna yapacağım. Şansına cevap anahtarın ben de.”

“Görüyorum ki, hazırlık yapmışsınız …Bulunduğum konumdan dolayı itiraz edeceğimi biliyordunuz demek.”

“Ben bir öğretmenim. Öğrencilerin hallerinden anlarım. Horikita Suzune. Düşündüğün gibi, giriş sınavıa girenler içinde 3. Olmuşsun. Puanın, birinci ve ikincinin puanından çok küçük bir farkla düşük. Çok iyi iş çıkarmışsın. Mülakatta da gözlemlediğimiz önemli bir problem yokmuş. Aksine, çok iyi olarak değerlendirilmişsin.”

“Çok teşekkür ederim.. Ama—neden?”

“Bunu sorundan önce, neden D sınıfında olmaktan hoşnut değilsin?”

“Doğru düzgün değerlendirilmeyen herkes mutsuz olur. Bir de, sınıflar arsındaki fark, gelecek planlarımı çok büyük ölçüde etkiliyor. Mutsuz olmam çok normal.”

“Doğru düzgün değerlendirilmek mi? Hey hey, kendini çok fazla yüksekte görüyorsun.’

Chiyabashira-sensei kıs kıs güldü, ya da Horikita’nın yüzüne direkt güldü.

“Senin akademik başarının yüksek olduğunu kabul ediyorum. Zeki olduğun belli. Ama zeki insanların daha üstün sınıflara gittiğini kim söyledi? Biz böyle bir şey söylemedik.”

“Bu—bu benim 6.hissim.”

“6.hissin mi? Bu ‘6.hisler’ şuan yaşadığımız bozulmuş Japonya’ya sebep olmadı mı? Eskiden insanları test sonuçlarına göre ayırıp, üstün-zayıf dedik. Sonuç olarak da, yeteneksiz insanlar gerçekten üstün olan insanları yenmek için umutsuzca farkı kapatmaya çalıştılar. Sonra ne oldu dersin? Bu durum beşik ulemalığını doğurdu.” (ÇN: daha uygun bir sözcük bulamadım, açıklama aşağıdadır.)

Beşik ulemalığı, sosyal statünüzün, şerefinizin ve hatta işinizin dahi nesilden nesile aktarılması, ailenizden size miras kalması demek.
Bu sözleri duyduktan sonra, istemsizce bir ah çektim. Bir an içim daraldı.

“Evet, ders çalışma yeteneğin olduğu kesin. Bunu inkar etmiyorum. Ama bu okulun amacı, mükemmel insanlar yetiştirmek. Sırf çalışma yeteneğin var diye üstün bir sınıfa yerleştirilmen gerektiğini düşünmen çok garip. İlk olarak bu konuyu açılış töreninde bahsetmiştik. Ayrıca mantıklı düşün biraz. Sudou gibi birisini sırf zeki diye mi kabul ettik sanıyorsun?”

“Tsu…”

Japonya’nın en iyi okullarından biri olsa da, ders çalışmak dışında başka alanlarla da ilgili olan öğrencileri kabul ediyorlar.

“Ayrıca, doğru düzgün değerlendirilmedikleri için mutlu olan insan yoktur demek için de çok erken. Mesela A Sınıfı, okuldan çok fazla baskı alıyor ve diğer sınıflarda onları çok kıskanıyorlar. Ağır yükümlülüklere karşı savaş vermek tahmin ettiğinden daha zor. Ayrıca olduklarından daha kötü değerlendirilseler de oldukları yerlerde mutu olan öğrenciler de var.”

“Bu şaka, dimi? Böyle insanları anlayamıyorum.”

“Gerçekten mi? D sınıfında da birkaç öğrenci olduğunu düşünüyorum Garip öğrenciler daha düşük bir sınıfta kalmayı seve seve istiyorlar.

Sanki duvarın arkasından bana doğru konuşuyor gibiydi.

“Bana hala net bir açıklamada bulunmadınız. D sınıfına yerleştirilmiş olmamda bir hata var mı yoksa değerlendirilmemde hiçbir hata yok mu? Lütfen bir kez daha kontrol edin.”

“Üzülerek söylüyorum ki D sınıfına yerleştirilmen bir hatadan ibaret değil. D sınıfına yerleştirilmişsin.”

Sen bu seviyede bir öğrencisin işte ya.

“… Öyle demek. Başka bir zaman okula da soracağım.”

Anlaşılan sınıf hocasının bu soruya cevap vermek için doğru bir insan olmadığına karar verdi ve vazgeçmedi yani.

“Daha yüksek pozisyonda olan birisiyle konuşsan da aynı sonucu alacaksın. Hayal kırıklığına uğramana gerek yok bunun için. Sabah da söylediğim gibi, sınıflar birbirlerini geçebilir ve daha kötü seviyeye de inebilirler. Mezun olmadan önce A sınıfına geçmenin mümkün olduğu aklında bulunsun.”

“Çok kolay gibi görünmüyor ama. Ergen D sınıfı nasıl A sınıfından daha yüksek puan alabilir? Ne kadar çıkış yolu düşünsem de, hepsi imkânsız.”

Bu, Horikita’nın en samimi düşüncesiydi. Muazzam bir puan farkı var ya.

“O kadarını bilemem. O zorlu yolu aşıp aşamayacağınız sizin probleminiz. Bu arada, A sınıfında olmak için özel bir nedenin falan var mı?”

“Şey… Bugünlük izninizi istiyorum. Ama yine de aklınızda bulunsun ben hala anlamış değilim durumumu.”

“Peki, unutmam.”

Biri sandalyesini oynattı. Konuşmaları bitti herhalde.

“Oh, evet. Birisini daha rehberlik odasına çağırmıştım. Senin durumunla alakalı birisi.”

“Benimle alakalı birisi mi…? Olamaz… Ab—”

“Dışarı çık, Ayanokouji.”

Beni böyle berbat bir zamanda çağırma ya. Peki, çıkmayacağım.

“Eğer çıkmazsan, okuldan atılacaksın.”

Z-zalim kadın. Böyle adice okuldan atılma meselesini silah olarak kullanmamalısın.

“Beni ne kadar daha bekleteceksin?”

İç çekerek ofis mutfağından çıkıp rehberlik odasına geçtim. Doğal olarak Horikita şaşırdı.

“Sen… bizi mi dinliyordun?”

“Dinlemek mi? Bir şeyler konuştuğunuzu anladım ama hiçbir şey duyamadım. Duvarlar oldukça kalın.”

“Hiçte bile. O mutfakta burada konuşulan her şey net bir şekilde duyulur.”

Bir nedenden dolayı, Chiyabashira-sensei beni odadan zorla çıkarttı anlaşılan.

“… Sensei, neden böyle bir şey yapıyorsunuz?”

Horikita hemen bunun bir düzmece olduğunu anladı. Yüzünden çok sinirlendiği belli oluyordu.

“Çünkü bunun gerekli olduğuna karar verdim. Evet, Ayanokouji, Seni çağırma sebebime gelelim.”

Chiyabashira-sensei, Horikita’nın sorusunu hızlıca es geçip dikkatini bana yöneltti.

“O zaman müsaadenizle…”

“Bekle Horikita. Sonuna kadar dinlemen gerek. Senin A sınıfına nasıl geçebileceğini öğrenmen için bir ipucu bulabilirsin.”

Horikita duraklayıp yerine geri oturdu.

“Lütfen kısa kesin.”

Not panosuna bakan, Chiyabashira-sensei güldü.

“Çok ilginç bir öğrencisin, Ayanokouji.”

“Hiç ilginç bir öğrenci değilim. Hele ki sizin kadar, ‘Chiyabashira’ diye bir soyadı olan birisi bile değilim.”

“Ülkedeki tüm Chiyabashira-san’ların önünde diz çökmesini mi istiyorsun? Ha?”

Hayır yani, tüm ülkede soyadı Chiyabashira olan var mı diye tarama yapsak.. sizden başka kimse çıkmaz ki ya..

“Giriş sınavı sonuçlarından sonra, kişisel öğretim metotları düşünüyordum senin için. Ama son test sonucunu da gördükten sonra, gözüme girdin. Başta çok şaşırdım.”

Giriş sınavındaki cevap anahtarı tarzı bir kağıt, not panosunun üstündeydi.

“Japonca 50, matematik 50, İngilizce 50, tarih 50 ve bilim 50.… ve son yapılan testten yine 50 puan almışsın. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?”

Şaşkınlık içinde Horikita önce test formuma baktı sonra da bakışlarını bana kilitledi.

“Ne kadar korkunç bir tesadüf.”

“Haa? Test sonuçlarının tesadüf olduğunu iddia etmeye devam mı edeceksin yani? Kasıtlı olduğu çok açık.”

“Tesadüf bu. Kanıtınız yok. Hem kendi test sonuçlarımla oynayarak ne elde edebilirim ki? Eğer daha yüksek puan alacak kafa olsaydı ben de, tüm konularda en yüksek puanları hedeflerdim.”

Masum numarası yapan beni izlerken bana hayretler içinde bakıyordu.

“Doğrusu, çok garip bir öğrencisin. Emin misin? Bu yıl 5.matematik problemi yalnızca öğrencilerin 3% tarafından çözüldü. Ek olarak da, karmaşık bir formül kullanarak kusursuzca çözmüşsün soruyu. Onuncu sorunun doğru cevap oranı da 76% idi. Bir hata mı yaptın yani? Yoksa bu mu ‘normal’ olan?”

“Bu dünyada ne normal bilmiyorum. Tesadüf, tesadüftür.”

“Hadi ya. Tavrına bayıldım. Ama ilerde biraz sana sorun çıkartacağım.”

“Ben de mecbur kaldığım zaman bir çare düşüneceğim.”

Chiyabashira-sensei, Horikita’ya bir bakış attı. ve, “Nasıldı?” dedi.

“Neden hiç… anlamamış gibi davranıyorsun?”

“Hayır. Dediğim gibi, sadece tesadüf. Dahi falan olduğumu sakladığım yok.’’

“Ne düşünüyorsun? Belki senden bile zekidir, Horikita.”

Horikita’nın gerildiği çok belli oluyordu. Sensei, lütfen gereksiz bir şey söylemeyin ya.

“Ne ders çalışmayı seviyorum ne de elimden gelenin en iyisini yapmaya gönüllüyüm. Bu yüzden böyle sınav sonuçlarım.”

“Mesele, öğrencilerin bu okulu seçmesi değil. Sen ve Koenji gibi, ha A sınıfında ha D sınıfında olsa da, onlar için fark etmeyecek öğrenciler var.”

Sadece okul değil, öğretmenler bile anormal bu okulda. Az önceki konuşmalarında, Chiyabashira-sensei, Horikita’yı sözleriyle incitti. Sanki öğrencilerden ‘sırlar’ saklıyorlar.

“Bu ne? Başka ne gibi sebepler olabilir?”

“Detaylı dinlemek istiyor musun?”

Chiyabashira-sensei’nin gözlerinden kıvılcım fışkırdığını fark ettim. Sanki onu bir şekilde kışkırtmak istiyordu.

“Hayır, buradan bitsin. Aksi halde, çılgına dönüp buradaki tüm mobilyaları mahvetmekten endişeliyim.”

“Eğer böyle bir şey yaparsan, Ayanokouji E sınıfına gönderilir.”

“Böyle bir sınıf mı var?”

“Tabii. E sınıfı demek, okuldan atıldınız demek. Evet, konuşmamız burada bitti. Okul hayatınızın tadını çıkarın şimdi.”

Ne kadar iğneleyici bir cümle.

“Ben de çıkacağım. Personel toplantısı da başlamak üzere. Odayı kilitleyeceğim, hadi çıkalım artık.”

İkimizde kapıdan dışarıya doğru itti. Neden Chiyabashira-sensei ikimizi bir araya getirdi ki? Anlamsız hareketlerde bulunacak bir insana da benzemiyor.

“Neyse… gidelim mi?”

Onun onay vermesini falan beklemeden yürüyerek uzaklaşmaya başladım. İkimizin sağlığı için de, ayrı gitmemiz daha iyi gibi.

“Bekle.”

Horikita bana seslenerek durdurmak istedi. Ama ben yürümeye devam ettim. Eğer yurda gidene kadar ondan uzak kalırsam, amacımı başarıyla gerçekleştirmiş olacağım.

“Sonuçların… gerçekten de tesadüf mü?”

“Öyle olduğunu söyledim ya. Yoksa bilinçli bir şekilde yaptığıma dair bir kanıtın falan mı var?”

“Kanıtım yok ama… Ayanokouji-kun, Anlamıyorum. Sıkıntı olabilecek şeylerden kaçınıyorsun ve A sınıfına hiç ilgin yok.”

“Senin de A sınıfına karşı değişik duyguların var.”

“… Olmamalı mı sence? Geleceğimi daha avantajlı ve fırsat dolu kılmaya çalışıyorum.”

“Yoo, bu çok normal.”

“Bu okula girdiğimden beri tek amacım bu. Doğrusu, daha başlangıç çizgisinde bile değilim. Biraz karışık.”

Horikita’nın hızını arttırıp yanımda yürümeye başladığını gördüm.

“Peki, A sınıfı mı hedefliyorsun?”

“İlk olarak, okulun asıl amacını öğrenmek istiyorum. Neden D sınıfına konduğumu. Chiyabashira-sensei yalnızca D sınıfına uygun olduğum için yerleştirildiğimi söyledi, bu sebeple de… Bunları çözdükten sonra, A sınıfına geçmeye çalışacağım. Hayır, aslında hedefim hep A sınıfıydı..”

“Çok zor olacak. Arızalı çocukları halletmen lazım önce. Sudou’nun bitmeyen geç kalışları, derste konuşmalar ve sınav sonuçları. Bunların hepsini halletsen bile, puan yine ±0.”

“… Bunun farkındayım zaten. Bu yüzden de hala okulun bir hata yaptığını umuyorum.”

Horikita’nın tükenmek bilmeyen özgüveninin yerini kaygı almıştı. Gerçekten ‘bunun farkında mıydı’?
Bugünkü edindiğim bilgilerden çıkan tek sonuç; bir kelime ile özetleniyor ‘çaresizlik’. Okul hayatının temel kurallarını uygulasak bile, bir derece eksiye düşmek engellenebilir.
Ama en kritik nokta şu ki; eksi puanları biz nasıl artıya çevireceğimizi bilmiyoruz. En iyi sınıf olan A sınıfının bile, az da olsa puanı düşmüştü.

Etkili bir şekilde puanlarımızı arttıracak bir yol bulsak bile, diğer sınıflar da bizim gibi bir yolunu bulurlar.
Hem de, bir kere devasa bir puan farkı olduğunda, kısıtlı bir sürede, sınıflarla yarışta tempoyu hiç düşürmeden savaşçı ruhla çabalamak çok zor iş.

“Düşüncelerini bir nebze anlıyorum. Ama okulun, dikkatlice öğrencileri izlemeye devam edeceğini sanmıyorum. Böyle bir durumda da, yarışmanın anlamı kalmaz.”

“Anlıyorum, sen de böyle düşünüyorsun.”

Okulun, A sınıfına ilk ayda kurtuluş şansı vermediğini okumuştum. Yani, Horikita bunun puan artışı yapmak için güzel bir fırsat olduğuna inanıyor.

“Bu duruma el atmaya kararlı mısın?”

“Evet.”

“Çok hızlı bir cevap oldu.”

Elimi bir yere çarptım. Yüzümü acıdan dolayı ekşittiğimde, Horikita beni görmezden geldi.

“Ouch… Neler hissettiğini anlıyorum, ama tek başına çözebileceğin bir sorun değil bu.
Sudou’dan bahsediyorum. Sen kendini geliştirsen de, sınıfın geri kalanı ekside kaldığı sürece yapabileceğin hiçbir şey yok.”

“Yok, aslında hafif bir fark var. Tek başlarına bir şey yapamazlar bu doğru. Ama kimse elini taşın altına koymazsa sorun daha çok büyüyecek. Ama herkes işbirliği yaparsa, diğer sınıflarla yarışmaya başlayabiliriz bile..”

“Peki ne yapacaksın? Şimdiye kadar söylediklerinin hepsi problemin ne kadar büyük olduğunu kabul etmekten ibaret.”

“Gelişmek için yoluna koymamız gereken 3 şey var; Geç kalmaları ve derste konuşmaları engellemek ve ara sınavlardan herkesin geçmesini sağlamak.”

“İlk ikisi bir nebze yapılabilir de. Ama ara sınavlar…”

Birkaç gün önce yapılan küçük testte bazı zor sorular vardı. Evet geneli kolaydı ama yine de bu seviyedeki sorularda bile başarısız olan öğrenci çoktu. Ara sınavlara umutla bakamıyorum açıkçası.

“Bir de— Senden işbirliği isteyeceğim.”

“İşbirliği mi?”

Horikita bana boş boş bakıyordu.

“Sabah Hirata’yı reddetmiştin, ben de aynı sebepten dolayı reddedebilirim dimi?”

“Reddetmek mi istiyorsun?”

“Ya memnuniyetle yardım ederim desem?”

“Memnuniyetle yardım ederim diyecek kadar ileri gideceğini hiç düşünmemiştim. Ama reddedeceğini de düşünmedim. Eğer gerçekten yardım etmek istemezsen, o zaman… daha fazla ısrar etmem. Benim gibi sertçe reddedersen elimden bir şey gelmez. Neyse. Peki senin yardımını alabilecek miyim?”

Fırsat olsa, Hirata’yı reddederken kullandığı kelimelerin aynısını kullanıp ona hatırlatmak isterdim… yine de yardım isteyen birisini sertçe reddetmek istemem. Hayır, hayır, sakin olmalıyım. Eğer yardım ederim dersem, mezun olana kadar beni köle gibi kullanır. Şeytani bir tavırla konuşmam gerek.

“Reddediyorum.

“Senin başından beri kabul edeceğine inanıyordum. Teşekkür ederim.”

“Asla olmaz demedim ama!”

“Yok, aklından geçenleri duydum ben. Bana yardım edeceğini söyledin.”

Aklımı okudu. Çok korkunç..

“özel olarak yardım edebileceğim bir şey olduğunu sanmıyorum ama.”

Horikita’nın çok zeki birisi olduğu aşikâr zaten. Benim yeteneklerimi sergileyebileceğim bir durum söz konusu olduğunu düşünmüyorum.

“Endişelenecek bir şey yok. Zekâna ihtiyacım yok. Planlar ben de. Sen de iskelet görevi göreceksin.”

“Ha? Neden iskelet görevi göreceğim?”

“Sınıfımızın puanları yüzünden endişeli değil misin sen de? Söylediklerimi yap, puanlarımızı artıya çevireceğimizin garantisini verebilirim.”

“Eminim bir planın vardır. Ama benden başka insanlara da güvenebilirsin. Eğer arkadaş edinirsen, onlardan yardım isteyebilirsin.”

“D sınıfından senden başka uzaktan etkili insan olmaması çok üzücü.”

“Hiçte bile. Bir sürü insan var. Mesela, Hirata. Onun gibi sınıfta etkisi bulunan az insan var hem zeki de.—hatta mükemmel birisi. Ayrıca senin arkadaşının olmamasından dolayı endişeli de.”

Eğer ondan yardım istersen, çok iyi arkadaş olursunuz en kısa zamanda.

“O iyi değil. Yetenekli olsa da, onu kabullenemiyorum. Eğer illa bir karşılaştırma yapmamı istiyorsan, ihtiyacım olan şey satranç parçası. Ne altına ne gümüş lazım şuan. Tek ihtiyacım olan bir piyon.”

Bana piyon mu diyor şimdi? Bana taktığı isim bu mu yani?

“Para kazanmak için de kullanılabilecek bir piyon.”

“İlginç bir cevap. Ama sen bu kadar çaba sarf etmeyecek bir insansın. Piyon olmak benim için fark etmez diye düşünüp yine de kabullenmek istemediğini düşünüyorsun şuan dimi’?”

Resmen lafıyla gömdü. Eğer normal birisi olsaydım, çok alınırdım.

“Özür dilerim, ama sana yardım edemem. Bu işe uygun değilim.”

“Tamam, kafanı topladıktan sonra beni ararsın. Aramanı bekliyorum o zaman.”

Sözlerimi sanki Horikita duymuyordu.
________________________________________
1. Genç olanın maço olduğu bir ilişkiden bahsediyor. Tam olarak bir çevirisi olmadığından böyle not düşüldü.