Youkoso Jitsuryoku, Cilt 2, Kısım 3, Part 1

Sınıf kısa süreliğine heyecanlanmıştı, ama hızla tekrar gerçekliğe geri döndü. Dünkü gibi görgü tanıkları hakkında bilgi edinmeye çalışıyorlardı.

Diğer taraftan ben, Ike’nin grubu ve Kushida’ya sürekli olarak ileri geri rahatça konuşabildikleri için hayranlık duyarak, sınıfın arkasında bir hayalet gibi duruyordum.

Tutarlı olarak bile konuşamayan benim, tanığı arama işine uygun olmadığım gün gibi barizdi. Onlar yabancılarla nasıl bu kadar kolay konuşuyorlar? Canavar gibiler ya.

Araştırma sırasında, sadece isimleri değil aynı zamanda iletişim adreslerini de sordular. Muhtemelen Kushida’nın varlığı; insanları, sorulduktan hemen sonra ona iletişim bilgilerini vermeye teşvik etti. Aynı zamanda bu da büyük bir yetenek…

Kushida ve grubunun 2. sınıflara gidip tüm üst sınıflara sormalarına rağmen herhangi bir ipucu yoktu.

Zaman geçtikçe okuldan sonra kalan öğrenci sayısı hızla azaldı. Diğer öğrenciler tarafından durdurulduğumuzda, bugünlük bırakmaya karar verdik.

“ Bugün de hiçbir şey bulamadık…”

Stratejimizi yeniden düzenlemek için,  herkes benim odama döndü.

Çok geçmeden, Sudou geldi ve tartışmaya katıldı.

“ Bugün neler oldu? Herhangi bir gelişme var mıydı?”

“ Ne yazık ki, bir gelişme yoktu. Sudou, orada gerçekten bir görgü tanığı var mıydı?”

Ike’nin şüphelerini anlıyorum. Aynı bilgiyi okul da bildirdikten sonra bile, böyle bir tanığın gerçekten olduğuna dair bir kanıt yoktu.

“ Ha? Asla orada gerçekten bir tanığın olduğunu söylemedim. Sadece orada bir tanığın olduğunu düşündüğümü söyledim.”

“ Bu sadece bir halüsinasyon olamaz mı? Güçlü uyuşturucular kullanıyor olmalısın.”

Hayır, bu biraz fazla oldu ya… Sudou Ike’yi boyunduruğa aldı.

“ Hey-! Pes ediyorum. Pes ediyorum!”

Bu ikisi aptallıklar yaparken, Kushida ve Yamauchi hala durum üzerinde kafa yoruyorlardı.

Tartışma on dakika kadar devam ettikten sonra, Kushida yeni bir fikirle konuşmaya başladı.

“ Çabalarımızın yönünü değiştirmemizin daha iyi olacağını düşünüyorum. Örnek olarak, olaya şahit olmuş olabilecek bir tanığı arayalım.”

“ Şahit olmuş olabilecek bir tanığı aramak? Bu biraz işe yaramaz olmaz mı?”

“ O gün binaya giren insanları mı arayacaksın?”

“ Evet. Sen ne düşünüyorsun?”

Fikir fena değil. O gün binaya giren birkaç kişi olabilir, ama girişi ayırt etmek oldukça kolay. Başka bir deyişle, eğer birisi özel binaya giren birini gördüğünü söylerse, tanığı bulmaya yaklaşıyor olacağız.

“ Kulağa iyi bir fikir gibi geliyor. Bunu hemen uygulayalım.”

Fark ettiğimde, Sudou enerjisini geçenlerde bağımlısı olduğu bir telefon oyununa kullanıyordu. “Mucizeler Jenerasyonu” denen bir şey gibi görünüyordu, ama gerçekten ne olduğunu bilmiyordum. Maçı kazandıktan sonra, zafer pozu verdi.

Şu anki durumda Sudou gerçekten bir şey yapamıyor olsa da, Ike ve Yamauchi şikâyetçi görünüyordu. Her neyse, Sudou’nun karşı saldırılarından korktuklarından dolayı, rahatsızlıklarını belirtmemeyi tercih ettiler. İkisi de görmezden gelmeye çalışarak, sessiz kaldı.

Şimdiden neredeyse Cuma oldu. Hafta sonu işe yarar bir şey elde etmek zor olacaktır.

Yani, tanığı bulmak için sahip olduğumuz zaman çok kısa.

Zil çaldı ve bir ziyaretçi kapımda belirdi. Düzenli olarak odamı ziyaret eden küçük grup çoktan toplandı, yani muhtemelen o kişiydi.

“ Bir gelişme oldu mu?”

Horikita sorusunun cevabını bilse de küçümseyen bir ifade ile sordu.

“ Hayır… daha değil.”

“ Sen olduğun için sadece bunu söylüyorum, ama bir şeyi-“

Konuşurken, girişte sıralanmış fazla ayakkabıları fark etti.

Geri döndü ve kendini panik içinde tuttu.

Kushida birden fırladı, muhtemelen hemen geri döneceğinden endişeleniyordu.

“ Oh, Horikita-san!”

Kushida gülümseyerek Horikita’ya el salladı. Onun neşeli tavrına bakarak, Horikita doğal olarak iç çekti.

“ Şimdi kaçamazsın, biliyorsun değil mi?”

“ Öyle gözüküyor…”

Horikita istemeyerek odaya girdi.

“ O-Oh, Horikita!”

Tabii ki Sudou onu gördüğü için en mutlu olandı. Oyununu duraklatmaya aldı ve başını kaldırdı.

“ Yardım etmeye mi karar verdin? Katılmaya karar verdiğin için mutluyum.”

“ Yardım etmeye niyetim yok. Sonuçta görgü tanığını daha bulamadınız, değil mi?”

Kushida üzgün bir şekilde başını salladı.

“ Eğer yardım etmeye gelmediysen, neden geldin?”

“ Nasıl bir planınız olduğunu merak ediyordum.”

“ Sadece planı dinleyeceksen bile mutluyum. Ayrıca tavsiye de istedim.”

Daha sonra Kushida kısa süre önce aklına gelen planı anlattı. Horikita’nın ifadesi, tüm açıklama boyunca katıydı.

“ Kötü bir plan değil. Hatta yeterli zamanla sonuçlar üretebilir.”

Buradaki mesele kesinlikle zaman. Kalan birkaç günümüzde herhangi bir şey elde edebilmemiz şüpheli.

“ Şimdi durumu kontrol ettiğime göre, ben gidiyorum.”

Sonuçta, Horikita oturmadan bile gitmeye karar verdi.

“ Bir şey mi düşünüyordun?”

Önceden kapının önünde dururken, açıkça söyleyecek bir şeyi vardı.

Odama sebepsizce gelecek kadar arkadaş canlısı biri değil.

“ … Zayıf çabalarınıza yardım etmek için bir parça tavsiye vereceğim. Ne de olsa doğrudan önünüzde olanı görmek zor. Olayı gören bir kişi gerçekten varsa, o zaman o kişi büyük bir ihtimalle yanı başındadır.”

Horikita’nın bize verdiği bilgi, olacağını düşündüğümden çok daha fazla önemliydi.

En başta, bizim varlığından emin olmadığımız tanığı çoktan bulmuş gibi konuşuyordu.

“ Ne demek istiyorsun Horikita? Tanığı bulduğunu mu söylüyorsun?”

Şaşkınlık ve şüphe Sudou için sevinçten önce gelmişti. Anlaşılabilir.

Ben de dâhil, herkes cevap verene kadar inançsızdı.

“ Sakura-san.”

Horikita’dan gelen beklenmedik bir isim.

“ Bizim sınıfımızdan… Sakura-san?”

Yamauchi ve Sudou bakışlarını değiştirdi. Sakura’nın kim olduğu konusunda kafaları karışmış görünüyorlardı. Bu muhtemelen beklenirdi, gerçi. Ben de hakkında bir süre düşünmek zorunda kaldım.

“ Görgü tanığı o kız.”

“ Neden bunu söylüyorsun?”

“ Kushida tanıklar için sınıfa sorduğunda, başını eğdi. Birçok öğrenci Kushida-san’a bakıyordu, ama sadece o ilgisiz gözüküyordu. Eğer gerçekten olayla bağlantısı olmasa öyle davranmazdı.”

Hiç fark etmedim. Horikita’nın gözlemleme yetenekleri gerçekten etkileyici.

“ Kushida’ya bakan insanlardan biri olduğun için, bu gayet normal.”

Ne kadar iğneleyici bir ton.

“ Yani, diyorsun ki bu Sakura, Kokura artık her kimse muhtemelen tanık mı?”

Bir aptal rolünün aksine, Sudou mantıklı bir şey söyledi.

“ Hayır, Sakura-san kesinlikle görgü tanığı. Onun eylemleri bunu belli etti. Kabul etmese de, o sizin aradığınız kişi. “

Horikita her zamanki gibi davranıyordu.

Hepimiz, Horikita’nın bunu sınıf için yaptığından dolayı etkilenmiştik.

“ Bunu gerçekten benim iyiliğim için yaptın mı…?

Sudou özellikle etkilenmiş görünüyordu.

“ Hayır. Ben sadece bu zamanın boşa gitmesini ve diğer sınıflara utanç verici gözükmek istemedim. Hepsi bu.”

“ Um, yani kısaca, bize yardım ettiğini söylüyorsun değil mi?”

“ İstediğin gibi yorumlayabilirsin, ama sadece yanıldığını söylüyorum.”

“ Yalan söylemee. Sen sadece bir tsunderesin, Horikitaa.”

Ike Horikita’nın omuzuna şakacı bir şekilde vurdu, ama Horikita onun kolunu yere attı.

“ Off!”

“ Bana dokunma. Bir daha ki sefere daha iyi olmaz, çünkü seni mezun olana kadar hor göreceğim.”

“ Do Dokunmam… dokunmaya çalışsam bile… Ov, ov!”

Horikita onu bir boyundurukla sabitledi. Zavallı, ama o bunu hak etti.

Her halükarda, bunlar normal bir kızın hareketleri değildi. Abisi karate ve aikido yaptığı için, o da mı dövüş sanatları yaptı?

“ Ko-Kolum…!”

“ Ike-kun.”

Horikita, acı içinde yerde olan Ike’yle konuştu. Bu sadece aşırıya kaçmak değil mi?

“ ‘Mezun olana kadar seni hor görmeyi kesmeyeceğim’ olarak değiştirmeli miyim?”

“ Uuh! Çok acımasız’”

Ike bu son kelimelerle yenilmişti.

Ama Sakura, ha… Tüm insanların arasında, tanık bir D sınıfı öğrencisiydi.

Bunun iyi bir şey olup olmadığını söylemek zor.

“ Bu harika değil mi, Sudou? Eğer bir D sınıfı öğrencisiyse, kesinlikle tanığımız var!”

“ Evet. Bir tanık olduğu için mutluyum, ama bu Sakura kim? Onu tanıyor musun?”

Yamauchi şaşkınlıkla yanıtladı.

“ Sen ciddi misin? Senin tam arkanda oturuyor.”

“ Hayır, bu yanlış. Senin ön sol çaprazında değil mi?

“ İkinizde yanılıyorsunuz… Sudou’nun ön sağ çaprazında.”

Kushida somurtarak onları düzeltti.

“ Ön sağ çaprazımda… Hatırlamıyorum. Orada biri olduğunu biliyorum gerçi.”

Bu açıkça sözü geçen şey. Eğer ön sağ çaprazındaki sıra boş olsaydı, bu garip olurdu.

Bu kız, Sakura, kesinlikle dikkat çekmiyor. Onun kim olduğunu bilmememiz büyük bir problem.

“ Muhtemelen ben onu tanıyorum, ama ismini nerede duyduğumu tam olarak bilmiyorum.”

Onu tam olarak anımsayamıyorum.

“ Bize nasıl göründüğünü anlat.”

“ Peki, eğer sınıftaki en büyük göğüslere sahip olduğunu söylesem yardımcı olur mu? Aşırı büyük, biliyor musun?”

Yeniden enerjik görünen Ike, bize onun fiziksel özelliklerini söyledi, ama bu açıklamayla onun kim olduğunu bilmiyorum.

“ Ah, şu düz gözlüklü kız, ha?”

Sadece bununla nasıl anladın ya… Biraz geri çekildim.

“ İnsanları böyle hatırlamak kötü, Ike-kun. Bu üzücü.”

“ Ha-Hayır, bu farklı, Kushida-chan. Kırıcı olmaya çalışmıyorum. Uzun boylu bir insanı boylarına göre nasıl hatırladığını, biliyor musun? Bu tıpkı onun gibi! Tek fark benim insanları farklı bir özellikle hatırlıyor olmam…!”

Kushida ona olan inancını çabucak kaybederken, Ike, durumu düzeltmeye çalıştı. Ama çok geçti.

“ Lanet olsun! Bu farklı, bu farklı! Onun gibi çirkin bir kızı sevmem! Yanlış anlama!”

Hayır, burada yanlış anlamalar olduğunu düşünmüyorum.

Diğer herkes, Ike baskıya dayanamayıp ağlayacağı için, konuyu Sakura’ya kaydırdı.

“ O zaman bir sonraki adım, Sakura-san’ın ne kadar bildiğini bulmak. Nasıl yapmamız gerektiğini bilen?”

“ Hmm, emin değilim. Ona doğrudan sormak zorundayız.”

“ Şimdi onun odasına gidemez miyiz? Fazla zamanımız yok.”

Yamauchi’den gelen öneri güvenli görünüyor, ama aynı zamanda kızın kişilik ve karakterine bağlı.

Sakura alışılmadık derecede utangaç bir kız. Eğer çok iyi tanımadığı insanlar birdenbire kapısında belirirse, kafasının karışacağını tahmin etmek çok kolay.

“ O zaman onu aramalı mıyız?”

Bu arada, Kushida’nın sınıftaki herkesin iletişim adreslerine sahip olduğunu unuttum.

Kushida 20 saniyeliğine telefondaydı, ama başını iki yana salladı ve telefonunu kenara koydu.

“ Hayır, bağlanmadı. Daha sonra tekrar denerim, ama bu zor bir konu.”

“ Ne demek istiyorsun?”

“ Bana iletişim adresini söyledi, ama eğer ona ulaşmaya çalışırsam rahatsız olacağını düşünüyorum, özellikle beni çok iyi tanımıyorken. Ayrıca, aslında telefonu açmak için orada olduğunu sanmıyorum.”

Ayrıca orada değilmiş gibi davranıyor olabilir.

“ Yani o bir nevi Horikita gibi mi?”

Neden bu soruyu o kişinin önünde sormayı düşündün ki, Ike?

Muhtemelen Horikita aldırmazdı. Daha doğrusu, Ike’nin söylediği şeyle ilgilenmiş gibi görünmüyordu.

“ Görüşürüz.”

“ Ah, Horikita-san!”

Hazırlıksız yakalanmış gibi görünüyordu, Horikita hızla ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdü.

Ben ayağa kalkmış onun peşinden giderken, kapının kapandığını duydum.

“ Tsundere.”

Sudou güldüğüne göre mutlu görünüyordu, parmağıyla burnunu kaşıyordu.

Tsun olmadığı gibi, dere de değil. Onun ümitsiz vak’a olduğunu düşünüyorum… Tsun yok, dere yok.

Horikita’nın yokluğuna herhangi bir şey yapamadığımızdan, konuşma onsuz devam etti.

“ Bence Sakura-san sadece utangaç birisi. Benim onun hakkındaki izlenimim bu şekilde.”

Daha önce hiç onunla konuşmadan birinin kişiliği hakkında konuşmak tuhaf.

“ Her halükarda, o sade biri. Sahip olduklarının tam bir israfı.”

Konuşurken, Yamauchi göğüslerine doğru işaret etti.

“ Evet, evet. Onun göğüsleri süper büyük, gerçi. Bu kendi başına sevimli!”

Ike birkaç saniye önce yaşadığı pişmanlığı şimdiden unutmuş görünerek heyecanlanmaya başladı.

Ah ama Kushida’nın zoraki bir gülümseyişi vardı. Ike onun ifadesin fark ederek, bir kez daha sözlerinden pişman oldu.

Bu yaşayan bir canlının hatalarını tekrarlamayı sürdürdüğüne dair mükemmel bir örnek.

Problem ise sessiz kalıyor olsam bile, Ike ve Yamauchi’yle benzer muameleye uğradığımı hissetmem. Kushida’nın ifadesi, “Sen de göğüslere takıntılısın, değil mi? Seni sapık.” diyor gibi görünüyor. Tabii ki, bu benim zulüm kompleksim*.

“ Hmm, Sakura’nın yüzü hakkında… Hayır, hiçbir şey hatırlamıyorum.”

İsmi yüzle zar zor eşleştirebilirim. Daha önce bahisleri yaparken yüzünü gördüğümü hatırlıyorum. Aynı zamanda göğüslerinin de hatırlıyorum, gerçi. Bir şekilde, diğerleriyle aynı gibi görünüyorum…

Sakura her zaman yalnız kalacağı ve ezileceği izlenimini veriyor.

“ Ki bu bana, gerçekten herhangi biriyle konuşup konuşmadığını bilmiyor oluşumu hatırlatıyor. Peki ya sen, Yamauchi? Bekle, bekle bir saniye… Yamauchi, Ona daha önce açıldığını söylemiştin, değil mi? Onunla konuşabiliyor muydun?”

Ah doğru ya, Yamauchi açıldığını söylemişti.

“ Ah, ah. Doğrusu, böyle bir şey yapıp yapmadığımı hatırlamıyorum.”

Yamauchi unutmuş gibi davranıyordu.

“ O bir yalan mıydı…”

“ Yoo. Hayır, yalan söylemiyordum. O yanlış anlaşılmaydı. O Sakura değildi, Komşu sınıftan bir kızdı. Sakura kadar çirkin ve içine kapanık olmayan bir kızdı. Ah, pardon, bana bir saniye ver.”

Yamauchi soruyu savuşturdu ve telefonunu çıkardı.

Sakura belki içine kapanık olabilir, ama çirkin değil. Yüzüne direkt olarak hiç bakmadım, ama oldukça hoş yüz hatları var.

Ama o zaman bile, bunu kesin olarak söyleyemem çünkü çok zayıf bir varlığı var.

“ Har şeyden önce, yarın onunla kendi başıma konuşmayı deneyeceğim. Eğer fazla insan olursa ürkebilir.”

“ Kulağa hoş geliyor.”

Eğer Kushida ona ulaşamazsa, muhtemelen kimse yapamaz.


 

*Zulüm sendromu: Etkilenmiş insanların zulme uğradıklarına inanmalarıdır. Özel olarak iki merkezi etkene odaklıdırlar:  gerçekleşmekte olan zarar verici şeyler ya da gerçekleşebilecek zarar verici şeyler üzerinde bireysel olarak çok fazla düşünürler.

(Bkz. Persecutory delusion)