Youkoso Jitsuryoku Cilt 3, Kısım 1, Giriş

CENNET VE CEHENNEM ARASINDAKİ SINIR ÇİZGİSİ

CENNET VE CEHENNEM ARASINDAKİ SINIR ÇİZGİSİ

Uçsuz bucaksız yaz denizi. Sonsuz mavi gökyüzü. Mükemmel temiz hava. Nazik bir şekilde vücudunun etrafında dolaşan, insana fısıldayan tuzlu deniz meltemi.

Burada, Pasifik Okyanusunun kalbinde yaz ortasının cehennem gibi sıcağından uzaktayım.

Ve evet, bu gerçekten de bir deniz cenneti.

“Ohhhhhhhhh! İşte hayat bu aaaaaaaaaaaahhhhhhhhhhh!”

Lüks geminin güvertesinde iki elini de göğe açmış duran Ike’nin sesi yükseldi. Normalde “KAPA ÇENENİ!” gibi itirazlar bir yerden gelirdi, ama tüm günler içinde bugün hiçbir şey yoktu ve sonunda herkes kutsanmış bir anın tadını çıkarıyordu. Güvertedeki en iyi yerden, rezerve edilmiş koltukların oradan, görülebilen olağan üstü bir manzara vardı.

“ Ne kadar harika bir manzara! Gerçekten çok heyecanlıyım!!!”

Karuizawa liderliğindeki bir grup kız, geminin iç kısımlarından geldi. Okyanusu işaret etti ve ağzı kulaklarına değercesine bir gülümsemeyle, “ Gerçekten, ne müthiş bir manzara… “ dedi.

Boşta kalan grubun kızlarından biri olan Kushida Kikyo da çok mutluydu ve denize bakarken iç geçiriyordu.

Türlü zorlukların ardından, ara sınavların ve finallerin geçip gitmesiyle sonunda yaz tatili kollarını açmış bir şekilde bizleri bekliyordu.

Koudo Ikusei Lisesi bizler için iki haftalık lüks bir gezi düzenledi. Lüks bir gemi tatili.

“ Okuldan ayrılmadığım için mutluyum, Ken.  Eğer bu normal bir gezi olsaydı, katılması benim için imkânsız olurdu. Söylesene atılmanın eşiğinde olan biri için bu nasıl hissettiriyor, finallerde bile son sırada olan biri olarak? Söyle bana hadi, nasıl hissettiriyor?”

Böyle bir soruyla Yamauchi tarafından kışkırtılsa bile, Sudo, üzgün görünmek bir yana, kahkahalara boğulmuştu. Yalnız kurdun korkusuz ve havalı görünümü, tamamen gülen sınıf arkadaşı figürüyle bir bütün hale geldi. “ Eğer yeteneklerime güvenirsem hepsi vız gelir tırıs gider. Yeteneğimi göstermek için size her şeyi üstün zekâmla çözebilecek bir rol oynayabileceğimi söylemediler mi?”

Çok kısa bir süre önce acı içinde olmasına rağmen, bu yolculuk her şeyi tamamen unutturmuş görünüyor. Bu mavi deniz her zamanki sıkıntılı şeyleri ve zor durumları kesinlikle unutturuyor gibi görünüyor.

“ Böyle lüks bir gezinin bir parçası olabileceğimi asla hayal edemezdim. Ve bu şey 2 hafta, TAMI TAMINA 2 HAFTA. Annem ve babam bunu duyduklarında, şaşkınlıktan küçük dillerini yutacaklar.”

Aynen Sudo’nun dediği gibi, normal bir insana göre bu kesinlikle standart bir tatil gezisi değil. Hükümet tarafından desteklenen bu okulda, çeşitli masraflar veya harçlar için para ödemek gerekmiyor. Ve doğal olarak, bu gezi de buna dâhil. Tamamı özel muamele.

Ve söylemeye gerek bile yok, geminin kalanı ve tesisler de tatmin ediciler. Birinci sınıf bir restoran ve canlı gösteriler ve oyunları seyrederek eğlenebileceğiniz tiyatrodan tutun da tam donanımlı mükemmel bir spa merkezine kadar her şey var. Eğer normal bir şekilde yolculuk edecek olsam, ölü sezon da bile 100.000 yeni gözden çıkarmam gerekirdi.

Sonunda, böyle muhteşem ve övgüye değer bir yolculuk bugün başlıyor.

Program şu şekilde.

İlk hafta, tatilin çoğunluğunu ıssız bir adaya inşa edilmiş bir pansiyonda geçireceğiz.

Ardından, sonraki hafta bir süreliğine lüks gemide kalacağız. Saat sabah 5’te, birinci sınıflar eş zamanlı olarak otobüse binip Tokyo Körfezine doğru yola çıkacak, ve yolcu gemisi öğrencileri bıraktığı yerden limanı terk edecek.

Geminin salonunda kahvaltı ederken, öğrenciler istedikleri gibi davranabilirler. Ek olarak, şansımıza, gemideki tüm tesisler ücretsiz olarak kullanılabiliyordu. Kısıtlı imkânımız ve harcamalarımız açısından her zaman endişeli olan bizler için bu şey hayatımızı kurtarıyordu.

Birden, Kushida bana döndü ve düşünceli bir şekilde bana baktı. Arka planda okyanus ve mavi gökyüzü tarafından desteklenen Kushida daha da alımlıydı ve bilmediğim bir nedenle kalbim nahoş bir şey olmasına rağmen hızlanıyordu.

…İmkansız, o olamaz…bana karşı…?

“ Eee, Horikita-san’ dan ne haber? İkiniz sürekli beraber değil misiniz?”

Ona, görüntüsünden büyülenmiş bir şekilde yakalanamazdım. Görünüşe bakılırsa yalnızca Horikita’yı düşünüyor.

“ Hadi ama, biliyorsun, onun koruyucusu değilim…”

Onu kahvaltıdan sonra güvertede gördüğümü hatırlamıyorum.

“ Yolculuk etmekten pek fazla hoşlanan biri gibi görünmüyorsun. Daha çok odasında kalmaktan hoşlanan tiplerden misin?”

“ Öyle sayılırım.”

“ Akşama adanın özel sahilinde özgürce yüzebiliyor olacağız. Bunun için sabırsızlanıyorum!!”

Görünüşe göre bu okulun güneyde kendisine ait ufak bir adası var, ve biz de şu an oraya doğru ilerliyoruz.

“ Tüm öğrencilerin dikkatine. Lütfen güvertede toplanın. Yakında adayı görebileceksiniz. Bir süreliğine, çok anlamlı ve görkemli bir manzara görebileceksiniz.” Bu merak uyandıran anons birden tüm gemide yankılandı. Kushida ve diğerleri dikkatlerini vererek sakince ne olacağını beklemeye koyuldular.

Birkaç dakika sonra bazı öğrenciler toplanmaya başladı, ada göründü.

Ike bir sevinç çığlığı attı. Öğrenciler bunu fark etti ve güvertede hep birden kümelenmeye başladılar. Bir yığın insan yeri kalabalıklaştırdığında, bazı otoriter öğrenciler en iyi yerde bulunan bizlerin yerini almak için bizi itmeye başladılar.

“ Ah ne kadar uğraştırıcı… Hey, yoldan çekilin! Sizi defolular!”

O anda, en korkutucu çocuklardan biri omzumu itip kaktı. Ani bir bocalama içinde, güvertedeki korkuluklara dengemi kaybedip düşmemek için tutundum. O öğrenciler küçümseyerek bana güldüler.

“ Hey sen, ne yaptığını sanıyorsun?”

Sudo aşırı sinirlendi ve hemen posta koydu. Kushida durum hakkında endişelenip, yanıma geldi. O öğrenciyi takip eden ve sahneyi gören kızın aslında çok acınacak bir yönü vardı.

“ Bu okulun sistemini anlamalısın. Burası meziyete dayalı bir okul. D sınıfında insan hakları yoktur. Defolular tıpkı olmaları gerektiği gibi itaatkâr davranmalılar. Diğer taraftan bizlerin tamamı A sınıfından.”

Daha sonra D sınıfı sanki dışarı atılmışlar gibi geminin burnundan ayrıldılar. Suda rahatsız olmuş gibi görünüyordu, yine de kavgaya girişmedi ve buna katlanabildi ki bu da biraz daha olgunlaştığını kanıtladı. Yoksa bunun nedeni basitçe D sınıfın konumunu  ve bulunduğu durumu anladığı için miydi?

“ Hey millet, hepiniz buradaydınız. Ne oldu?”

Akın eden öğrencilerin arasından, birisi bana seslendi.

Her ne kadar durumun ne kadar adaletsiz ve rahatsız edici olduğunu hissetsek de, lüzumsuz dert edinmenin manası yoktu. Bu yüzden aldırmamak daha iyiydi.

Seslenen öğrencinin ismi Yosuke Hirata’ydı. D sınıfının lideri.

Aynı zamanda ben de ait olduğum grubun lideriyim.

Odaların gruplar halinde tahsisine o anda karar verilecekti. Nispeten yakın olduğum Ike ve Sudo tarafından çağrılmayacağımı beklerken, grup basit bir şekilde kapasiteyi aşmakla son buldu.

Tam da yalnız kaldığımda Hirata’nın bir Mesih gibi olaya girişi durumu çözdü.

“ Hirata söylesene, Karuizawa’yla işi ne kadar ilerlettin?”

Ike, gerçekte Karuizawa’yla yakınlaşmayı hiç denemeyen Hirata’ya hitap etti.

“ Neden uzun süredir beklenen bu geziyi bir şansa dönüştürüp onunla daha da yakınlaşmayı denemiyorsun?”

Hirata’nın diğer kızların ona bakmasından nefret ettiğini duyumsayarak öylece dalga geçti.

“ Sadece kendi tempomuzda ilerliyoruz, ah özür dilerim. Şimdi gitmem gerek. Görünüşe göre Miyake-kun’un başı dertte.”

Telefonu çaldı ve ayrıntılarla ilgilenmeden güverteye döndü. Meşgul olmak popüler insanların kaderleri.

“ Onun sorunu ne? Gerçekten yalnızca sınıf arkadaşları için mi endişeleniyor?”

“ Ama Karuizawa hala Karuizawa, ve ikisi son zamanlarda pek yakın değillerdi acaba… belki de…. ayrılmışlardır? Eğer öyleyse, berbat bir durum olurdu. Kushida-chan için rekabet daha da artar.”

Kesinlikle, ilk zamanlarına göre daha ilgisizler. Ama kavga ettiklerini ya da ilişkilerinin kötüleştiğini düşünmüyorum. Çünkü onları konuşurken gördüğümde gayet iyi anlaşıyorlar.

“ Kararımı verdim Haruki. Ben… bu gezide Kushida-chan’a açılıcam.”

“ Aaaaaa, neden bahsediyorsun be? Eğer seni reddederse işler inanılmaz iğrençleşir Ike. Bu durum sana uyar mı???”

“ Bu sadece kendi bencil nedenlerim için. Her halükarda, Kushida-chan çok tatlı değil mi? Bu yüzden erkeklerin çoğunun ona çıkma teklif edeceğini düşünüyorum. Ancak her ne kadar Kushida-chan benim ve diğer erkeklerin klasmanının çok çok üzerinde olsa da eğer ilan-ı aşklara alışık biri değilse eminim ki benim aniden gelen ilan-ı aşkım onun kalbini titretecektir. Ama bu çok düşük bir ihtimal.”

“ Anlıyorum… kararını çoktan vermişsin..”

“ Ah…evet”

Yamauchi kati bir suretle itiraz etmek istedi, ama hiçbir şey yapmadı. Bir şeyi arıyormuşçasına huzursuzca güverteye bakıyordu.

“ Sorun ne?”

“ Ahhh, hiiiç…”

Beni bomboş bir şekilde görmezden geldikten sonra en nihayetinde Yamauchi Kushida mevzusu üzerinde daha fazla durmadı.

“ Hey hey Kushida-chan. Bir dakika konuşabilir miyiz?”

“ Umm? Ne oldu?”

Ike yakınımızda sakin bir şekilde denizi izleyen Kushida’ya aniden yanaştı. Bariz bir şekilde, bu şüpheli bir hareketti.

“ Eeee… Nasıl söylesem…. Biz tanışalı 4 ay olmadı mı? Bu yüzden uzun zamandır sana isminle hitap etmem senin için de uygun mudur diye düşünüyordum. Anlarsın ya, sana soyadınla hitap etmem kulağa mesafeli ve soğuk geliyor.”

“ Şimdi söyledin de, Yamauchi-kun ben farkına varmadan bana ismimle hitap etmeye başladı.”

“ Eeeeh, sana sormadan Kikyo-chan demem kötü olur diye düşündüm.”

Ike biraz hayal kırıklığına uğradı ancak Kushida kayıtsızca ışıldadı.

“ Tabii ki, bir sorun olmaz! Ben de sana Kanji-kun diye hitap etmeli miyim?”

“UUUUUOOOOOOOOOOOOOHHHHHHHH KIKYO-CHAN AAAAAAAAHHHHHH”

Ike cennete yükselen biri gibi veya Platoon filminde paket teslim almış gibi bir poz ile çığlık attı.

Kushida usulca güldü. Sanırım Ike’yi garip ve eğlenceli buldu.***

“ İsmiyle ha?… şimdi düşününce, Horikita’nın adı neydi?”

Sudo doğal olarak bilip bilmediğimi sordu.

“ Tomiko. Horikita Tomiko.”

“ Hmm Tomiko… şirin bir isim. Beklediğim gibi, mükemmel hissettiriyor.”

“ Ah hayır, yanlışlık oldu. İsmi Suzune’ydi.”

“ Seni küçük… daha fazla hata yapma. Suzune ha? Tıpkı Tomiko gibi mükemmel hissettiriyor, ama 100 milyon kat daha fazla.”

İsmi ister Sadako ister Sam olsun izni olmaksızın öyle hitap etmek bencilce olurdu.

“ Bu yaz tatilinde, ben de Horikita’ya ilk ismi ile hitap etmeye başlayacağım. Suzune, Suzune…”

Eh, görünüşe göre bizim oğlanlar yaz tatilinde kızlarla daha da yakınlaşmak istiyorlar.

Bu arada, hiçbiri bana ilk ismim ile hitap etmiyor ve bende onlara.

“ Bu doğru. Hey buraya bak Ayanokouji. Benim pratik yapmamı sağladın. Şimdi sen de Suzune’nin ismini söylemek için pratik yap.

“ Pratik? Neden? Pratik yapmak, dediğin hiç normal değil.”

Birinin ismini söylemek için pratik yapmak… böyle bir şeyi o kişinin önünde yapmadan yapamazsın.

Sakın bana basit fikirli Sudo’nun beni hayali bir Horikita’ya çevirmeye hevesli olduğunu söyleme.

Bana romantik bir şekilde bakıyordu.

Muhtemelen karşı cinsi hayal ettiği içindi ancak bu bakış aşırı iğrenç yaa.

“ Horikita, bir dakikanı alabilir miyim? Seninle biraz konuşmam gerek.”

“ Ben Horikita değilim.”

Hemen iğrendim ve onaylamayan bir yüzle onu geri çevirdim.

“ SENİ APTAL! Bu pratik. Ben de bunu yapmak istemiyorum, ancak buna ihtiyacım var, öhöm yani belki ihtiyacım vardır belki de yoktur. Çünkü eğer pratik yapmazsam güzel söyleyemem. İyi bir atış yapmak önemli.”

Gerçekten böyle boktan bir konuşma duymak istemiyorum ya.

Ahhh, durumu hiçbir şekilde değiştiremeyeceğimden, sadece sakinleşip kendimi akışa bırakıcam.

“ Horikita. Birbirimize hep yabancıymışız gibi davranmamız garip değil mi? Uzun bir süredir tanışıklığımız var. Ve görünüşe göre diğer herkes birbirine isimleriyle hitap ediyor. Biz de yavaştan birbirimize ismimizle hitap etmeye başlasak mı?”

[……………………………………….]

Elimde olmadan, Sudo’nun kafasına vurmayı o kadar çok istedim ki. Ama sakin bir şekilde tıpkı bir yetişkinin yapacağı gibi bu duyguyu bastırdım.

“ Bir şey söyle! Neden benimle pratik yapmıyorsun?”

“ Hayır, hayır… ne söylememi istiyorsun ki?”

“ Horikita’nın cevap vereceği gibi bir şeyler. Onu uzun süredir tanıdığın için, onun ne diyeceğini biliyor olmalısın değil mi?”

Tanışıklık seviyemiz 4 ayla sınırlı, yani böyle bir şeyi bilebilmem imkansız.

Öyle bile olsa, Sudo hayali Horikita rolünü oynamam için ısrar etti. Birini tehdit edermişçesine istemsizce yumruklarımı sıktım.

“ Yetişkin olmanın bir adım uzağındayım ve böyle bir şeyi Horikita yerine mi yapmalıyım? Kendi başına pratik yapmakta özgürsün.”

Bunun yerine Ike yedek olarak harekete geçti.

Birazcık gizemli görünürken Sudo konuştu: “ Horikita… sana isminle hitap etmemin bir sakıncası var mı?”

“ Ummm, şey… Sudo-kun gerçekten yakışıklı biri değil, değil mi? Demek istediğim zengin biri gibi de görünmüyor. Gerçekten benim tipim değil, bunu göremiyor musun? Demek istediğim, pardon pardon, basitçe bir serseri değil misin?!”

Ike bir gyaru gibi konuşuyordu ki gerçekte bunun Horikita’yla alakası yoktu. Bu yüzden Sudo, Güvertede olsak bile onu kafa kilidine almayı seçti ve onun acı içinde kıvranmasına neden oldu.

Bu kafadarlar her zaman enerjiyle dolular. Sadece onlara bakmak bile, insanda bir yorgunluk oluşmasına ve bunun büyümesine neden oluyor. Yine de eğlenceli görünüyor.

Bir süre sonra, soluğu kesilenlerin etrafındaki gürültü daha da büyüdü.

Öğrencilerin sabırsızlıkları ada çıplak gözle açıkça görülebilir olduğunda oldukça arttı ve mesafe azaldıkça azaldı. Geminin direk adaya gittiğini düşünmüştüm, ancak neden bilmiyorum limanın yanından geçtik ve gemi adanın etrafında daire çizmeye başladı. Hükümet tarafından adanın işletilmesi için ödünç verilen alan 0.5 km. En yüksek rakım 230 metredir. Eğer Japonya’ya bütün bir ülke güzünden bakarsak onun yanında bu ada çok küçük kalıyor. Ancak eğer bizim gibi gemideki yüz kişi ve bir düzine insan tarafından görülünce, fazla bile büyüktü.

Her nasılsa, gemi adanın çevresini dolaştırdı ve tamamen gösterdi. Hız değiştirmeden dış çevresini dolaştırmaya devam etti. Her ne kadar gemi zar zor su sıçratsa da, aslında doğal olmayan yüksek bir hızda seyrediyordu.

“ Çok gizemli bir manzara… Etkilendim. Sen de öyle düşünmüyor musun Ayanokouji-kun?”

“ Oh? Hmm evet doğru.”

Issız adayı ışıl ışıl gözlerle izleyen Kushida’ya baktım, ve kalbim hızlandı. Yine. En nihayetinde, Kushida gerçekten şirindi. O çocuksu davranışları ve gülümsemeyi korumak istedim.

“ Buradan, okulun idare ettiği ıssız adaya ineceğiz. Öğrenciler spor kıyafetlerini giymeli, kurallarda belirtildiği gibi çantalarını ve valizlerini kontrol etmeli ve telefonlarını çantalarından çıkarmayı unutmamalıdır .Daha sonra, lütfen güvertede toplanın. Lütfen tüm kişisel eşyalarınızı odanızda bırakın. Bir süre tuvalete gitme ihtimaliniz olmayacağından, lütfen kendinizi ona göre ayarlayın.

Bu anons etrafta yankılandı. Anlaşılan özel sahilin iskelesi yakında. Görünüşe göre Ike ve diğerleri heyecanla üzerlerini değiştirmeye gidiyor. Ben de grup odasına doğru yöneldim. Ardından beden eğitimi dersinde giydiğim spor kıyafetlerimi giydim, güverteye döndüm ve geminin adaya ulaşmasını bekledim. Doğrudan önümüzde duran adaya yaklaştıkça, birinci sınıfların coşkusu zirveye ulaştı.

Şu andan itibaren, A sınıfı öğrencilerinden başlayarak, adaya inmeye başlayacağız. Ayrıca, adaya cep telefonlarınızı götürmeniz yasaktır. Bu yüzden lütfen onları sınıf öğretmeninize teslim edin ve gemiden aşağı inin.” Öğretmenin hoparlörde yayınlanan sesinin emrinde öğrenciler sırayla geminin merdivenlerinden adaya indiler.

“ Üfff, lütfen acele edin! Her ne kadar ince giyinmiş olsak da, hepimiz burada terliyoruz.”

p00024

Limana demirlemiş geminin güvertesi tamamen güneşe maruz kalıyordu. Bu kadar şikâyetin geleceği aşikâr. D sınıfı aşağı inmeye hazır bir şekilde sıcağa göğüs gerip beklerken sonunda aralarına Horikita da katıldı.

İlk bakışta normal bir durum gibi görünüyordu, ancak bir şeyler farklıydı. Rahatsızlık ve huzursuzluk gibi duygular var gibiydi. Genellikle metodik ve titiz bir insan olan Horikita’nın bile dış görünüşe karşı endişeli olduğu görülüyordu. Durmaksızın, karmakarışık duran siyah saçlarına yön vermeye çalışıyordu. Biraz soğuk görünüyordu ve adaya inişini beklerken bilinçsizce kollarını ovuşturdu.

“ Ne yapıyordun?”

“ Sadece odamda kitap okuyordum. “ Çanlar Kimin İçin Çalıyor”… Sen bilmezsin.”

Hadi ama. Ernest Hemingway’in sembolik eserlerinden biriydi, değil mi? Eşsiz bir şaheser, buna hiç şüphe yok. Bunu uzun zamandır düşünüyorum, ama Horikita’nın bu tür kitapları okuma hobisi şaşırtıcı… Ancak böyle harika bir yolculukta bilebile kitap okumanın önceliğinden şüpheliyim. Yani bu koşullarda, odayı kitap okumak için iyi bir yer olarak tercih edip etmeyeceğim konusunda da şüphelerim var.

Sadece unutalım gitsin. Kendisi bu konu hakkında hiçbir şey söylemez ve bundan ötesini sorgular biçimde merakla öğrenmeye çalışmak kaba olurdu.

“ Geri kalanını merak ediyorum, ancak kişisel eşyaları getirmemiz yasak olduğu için bu konuda hiçbir şey yapamam.”

Ne yazık ki beceriksizce, boğazımı temizliyorum.

Bunlar insanların plaja inerken sıkça söyledikleri şeyler değil.

Tekneyi terk etmek ve karaya çıkmak düşündüğümden daha uzun sürdü. Muhtemelen bunun sebebi öğretmenlerin öğrencileri iki tarafa ayırıp, çantalarını kontrol etmeleriydi.

“ Hey garip bir şekilde fazla denetimli değiller mi, yani nasıl desem fazla dikkatli? Sınav esnasında cep telefonlarına el koymaları gerekir, şimdi değil. Yanımızda çok fazla kişisel eşya getirmemiz bile yasaklanmış görünüyor.”

“ Kesinlikle. Eğer insanlar sadece okyanusta oynayacaklarsa, gerçekten bu kadar fazla denetim yapmak zorunda olmadıklarını düşünüyorum.”

Bu arada, geminin kıç tarafında bir helikopter vardı. Doğal olmamaktan ve gariplikten bahsetmişken, bu da doğal değildi. Evet, biraz şüpheli olduğu doğru, ama belki de ben çok fazla düşünüyorumdur. Eğer öğrenciler denize bir cep telefonu getirirse, muhtemelen en sonunda bazıları ıslanır veya kırılırdı. Ekstra kişisel şeyler getirmek, tüm çöplerin sahili kirleteceği anlamına da gelebilir. Eğer biri aniden hastalanırsa, helikopterin gönderilmesi faydalı olabilir ve muhtemelen bu anlatılması pek olası bir hikâye olmazdı… değil mi?

Yakında sıramız gelecek ve sıkı bir denetimden geçtikten sonra rampadan ineceğiz.

O zamanlar, henüz buranın cennet ve cehennem arasındaki sınır çizgisi olacağının farkında değildim.


Çn:0091763

Ike’nin verdiği poz XD.

Çn: Arkadaşlar öncelikle hepinizden sizleri aksattığım için özür dilerim. Bu kadar uzun sürmesini nedenlerini anlatıyım. Son çevirimden sonraki hafta grip oldum ve hafta içleri dinlenmeye vaktim olmadığı için 2 hafta hafta sonlarımı gribi atlatmak için dinlenmeye ayırdım. Ardından 1 hafta süren bir boyun ağrım oldu (ki sorun yatağımdaymış) bir hafta boynumu uzun süre dik tutup rahatça çeviremedim bu yüzden bilgisayar kullanamadım. Ardından mevsim değişikliğinden migren krizlerim tuttu ki cidden iğrenç bir haftaydı. Hemen ardından sınavlarım başladı falan filan işte anca geldim. Sınavlarım en nihayetinde bitti (ve ben yine gribe yakalandım. Çok yetenekliyim ve şuan gribim.). Çook uzun oldu ama tüm detayları anlatmak istedim. Bu kocaman iki aylık boşluk için hepinizden çok çok özür diliyorum. Bu aksattığım haftaların telafisini nasıl yapalım? Vaktim oldukça hafta içleri birer çeviri mi atayım yoksa vaktimin olduğu hafta sonu 2 çeviri mi istersiniz belirtirseniz sevinirim. Deego.

tenor.gif

Hala hayattayım…