Youkoso Jitsuryoku, Cilt 4.5, Kısım 5, Part 4 (1)

                                                               

“Burası gerçekten çok lüks bir tesismiş……”.

Büyük havuz normalde kulüp aktiviteleri için kullanılıyor. Ama bugün atmosfer çok farklıydı havuzda. Etraf öğrenci kaynıyordu. Koridorları kaplayan yemek standları da cabasıydı. Daha çok hazır yemeklerden vardı;  sosis ekmek,  yakisoba, okonomiyaki vb. üst sınıftan öğrenciler de çalışıyordu. Çok değişik bir atmosfer dediğim gibi, kendimi özel bir sınavda gibi hissediyorum.

“Burda ne dönüyor acaba?”

Bir şeyler dönüp dönmediğinden emin değilim ancak emin olduğum tek şey, herkesin festival havasında olduğu.

Böyle basit işlere çaba harcayarak, insanların dikkatlerini çekiyorlar. Basit bir dille anlatacak olursam, birinin derslerinden iyi not alması veya tam not alması demek etrafındaki herkesin dikaktini çekmesi demek.

Ama tabii bazı istisnalar da var. Dikkat çekici bir yüz mesela. Yakışıklı veya güzel olmak da insanların dikkatini direkt çeker. Tabii böyle insanlar da popülerliğinikorumak için çabalıyor ama doğuştan gelen bir etkileri de var, bundan bahsediyorum.

Diğer okullardaki durumu bilmiyorum ama bizim okulda ‘dış görüşüne’ önem büyük.

Bol gürültülü koridorunda erkek öğrencilerin bakışları tek bir yöndeydi tabii.

“Hey—, çok kalabalık, değil mi?”.

Ardından, Ichinose, etraftaki tüm bakışlara aldırmadan ortaya çıktı.

“Hey…..”.

Nereye bakacağımı bilemiyordum, ben de gözlerimi yere dikip elimi kaldırarak cevap verdim.

“Diğerleri nerde? Erkekler daha çabuk üstnüü değiştirir diye düşünmüştüm.” Dedi Ichinose.

“Birazdan gelirler.”

Gereksiz işlerle uğraştıkları için geç kaldılar denebilir.

“Asıl sen çabucak çıkmışsın.”

“Evvet, üst değiştirmede üstüme yoktur.”   Övünüecek bir konu değildi ama ses tonunda hoşnutluk vardı. Bu saflık herhalde İchinose’n popüler olmasının sebebi.

“Aaa? Ayanokouji-kun, yüzme yeleği mi aldın?” (Ç.N: rash guard diye geçiyor, nasıl bir şey olduğunu anlayamadım, çevirisini de bulamadım ben de yüzme yeleği diye çevirdim, çevirisini bilen varsa, memnuniyetle düzeltirim)

” Vücudumu göstermekten hoşlanmıyorum, daha önce alanlar olmuş, ben de alayım dedim.”

“Demek öyle. Bence de iyi fikir. Zaten kurallara aykırı da değil.”

Yüzme yeleği giyen az da olsa öğrenci vardı okulda.  Ichinose, dikkatini bana çevirip parmağını belimde gezdirdi.

” Sertmiş. Çok kaslı olmasan da gayet ideal kaslara sahip gibisin.”

İzin dahi almadan vücuduma dokundu ya.  Koluma ve omzuma da dokunmaya devam etti. Kendime yüzme yeleği alacak kadar zengin olduğum için sevindim, Katsugari’ye güzelce teşekkür etmeliyim.

“Kas mı yapıyorsun?”.

“Yok, yapmıyorum. Kıyafetten dolayı öyle geliyordur.” dedim.

“Hmmm…….”.

Ichinose gözlerini bacaklarıma dikti ve soru sormayı kesti. Ama tam dibimdeydi, fazla yakındı… Neyse.

Bu halde nasıl yüzeceğim bimiyorum. Rahat hareket etmekte bile zorlanıyorum.

“…çok geciktiler. Bi gidip bakayım.”

Bu tavrımı çok iyi anlıyorum ya. İchonese’n bu mayolu haline dayanamıyordum artık. Ben de olay yerinden topuklamaya karar verdim.  Soyunma odasına gittim, Ike ve diğerleriyle biraz zaman geçirdim.  Hazırlıklar bitince de hep beraber koridora çıktık. Aradan epey zaman geçince tüm kızlar da toplanmış bizi beklyordu tabii.

“Vayy…..!”.

Ike kızları görünce bilinçsizce çığlık attı. Ardından da sesini kısmaya çalıştı.. Sakura ise arkada duruyordu.  O da yüzme yeleği giymişti.

Herkes mayolu olarak görülmeye alışkın değil galiba..

“Fufufu, görüyorum. İnce mayonun altındaki, cicikleri. off!”

Ike ve Yamauchi, kızları süzüp duruyor, sanki mayolu hallerini kafalarına kazıyorlardı ya.  Hiç bu huylarından vazgeçmeyecekler herhalde.

“O zaman, hadi gidelim? En arka tarafta boş yerler var galiba.”

Önce güvenli bir yere geçtik, Burda bile İchinose bize liderlik ediyordu. Tabii, Kushida’da yanındaydı. Arkalarında yürüyenler kimdi tahmin edin? Bizimkiler tabii..

Hedeflerinde, Ichinose ve Kushida varmış demek. Bir tek Sudou,  Horikita’nın yanından ayrılmıyordu. Bu ikili bir bakıma anlaşıyorar gibi. Belki ilerde iyi bir çift olurlar.

Ben de,  Sakura’nın yanına geçtim.

“Umm……teşekkür ederim….”.

Sdece ikimiz kalınca, Sakura teşekkür etti.  Bu haline şaşırdım ve sormadan edemedim.

“Niye teşekkür ediyorsun?”

“Efendim?”

Sakura şaşırmıştı.

“Umm beni bugün davet ettiğin için…….”.

“Bu ne demek anlayamadım? Normal bir durum bu? Biz arkadaşız.” dedim.

Sakura ile konuşurken ‘arkadaş’ kelimesini kullanabildim rahatça. Sakura arkadaşız dediğim için çok sevindi, gözlerinin için gülüyordu.

“İşte bu sebeple, bana teşekkür etmene gerek yok.”

Tekrarladım ama yine de Sakura farklı duygular içinde gibiydi.

“Yine de teşekkür ederim.”

“Ne demek….peki madem, bu seferlik böyle olsun.”

Kafamda soru işaretleri vardı ama sakura’yı kendi haline bırakmaya karar verdim. Bu da onun karakteri. Zaten onunla sohbet ederken de rahat hissediyorum. 

Bu arada, Sakura da epey yol kat etti, fikirlerini dile getirebiliyor artık. Onunla ilk tanıştığımız zamanlarda konuşmaya çekinirdi.  Onun günden güne değişimini gördükçe, düşünmeden edemiyorum, belki bir gün ben de değişirim diye.

” Son zamanlarda ne fark ettim biliyor musun, hani hoca hep derdi ya yüzme işinize mutlaka yarar diye. Belki de ıssız adadaki sınavı kast ediyordu.”.

Gözleri fal taşı gibi açılıp bana bilgi veren Sakura’ya kırıcı bir şey söylemek istemedim.

“Evet, şimdi sen deyince ben de fark ettim.” dedim.

“Tam düşündüğüm gibi!”

Belki de düşüncesinı onayladığım için sevindi bilemiyorum ama heyecanlı bir ses tonuyla konuştu.

Sohbetimizden dolayı, Sakura’nın farklı bir yanını görebildiğim için, sevinçliydim. Ama Sakura aniden suçlutmuş gibi bakmaya başladı.

” Eğer utanmadan derslere düzgünce katılsaydım, acaba sana yararı dokunur muydu… hastayım diye sürekli bahane üretiyordum…..”.

“Hatalı olduğunu fark etmiş olman bile, önemli değil mi?”

Şimdiye kadar yalnız yaşamayaçalışan insanların artık yalnız yaşamayacaklarını fark etmeleri.. kimse yapayalnız yaşayamaz. Toplu yaşamak zorundayız. Tabii bu gerçeği çoğu lise öğrencisi idrak edemiyor. İnternete yada oyunlara hapsolarak yalnız yaşıyorlar, ya da kimisi küçük veya büyük suçlar işleyerek toplumu rahatsız ediyor.

İnsanlarla işbirliği içinde oarak ve yardımlaşarak yaşamak gerektiğinden bihaberler. Hatta bazı insanlar, -yaşam şartlarına bağlı olarak-, bu gerçeğin farkında olmadan geçiriyorlar tüm hayatlarını.

Ama bu okul çok farklı,  kullandıkları yöntemler değişik. Ama şunu söyleyebilirim ki, biz öğrencilere bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar. Örnek verecek olursam, Sakura. Değişmeye başladı ve içinde olduğu toplum için, yani sınıfı için yapabileceğini bir şeyler olduğunu düşünüyor artık. Bir gün çok büyük yardımı dokunacak bu kesin.

“Hmm?  Ichinose ve arkadaşları, değil mi? Yani hepiniz buraya gelmişsiniz bugün.”

Yer arayışı içinde yürürken etrafta, üç erkek öğrenci Ichinose’e seslendi. İçlerinden birisini tanıyordum, o da beni fark edince başıyla selam verdi. B sınıfından, Kanzaki idi.

“Oleey— Shibata-kun ve arkadaşlarıymış.”

Shibata elini kaldırıp cevap verdi.  D sınıfına da selam verdi, gülümseyerek.

“Bu sınıflar arası küçük topluluk hiç fena fikir değil. Biz de size dahil olalım.”

“Benim için sorun yok.. ama siz ne dersiniz?”

Kushida başını eğerek sorun olmadığını işaret etti. Böylece ike ve arkadaşlarının karşı çıkma hakkı kalmadı. B sınıfından 3 öğrenci de bize böylece katılmış oldu.

“Rahatsız olmazsınız, umarım.”

Toplulukta ses çıkarmayacağımı bilen Kanzaki, bana yaklaşıp bu cümleyi kurdu. Sakura çocuğu görünce bir adım geri attı.  Kanzaki’nin onu fark etmemesi için gayet iyi bir hamleydi.

“Harika değil mi? Tatilin son günündeyiz ne güzel.”

“Bu okulda diğer sınıflarla iyi geçinmenin çok az yolu var, biliyorsun. Bak Shibata ve arkadaşları ne kadar da mutlu.”

“Sen onlar gibi değilsin.”

Kanzaki her zamanki gibi sakindi, benimle iletişim kurmaya çalışıyordu.

“Ben de senin gibiyim aynı, Ayanokouji. Kalabalıkta rahat edemiyorum.”

 Kanzaki ile yürürken havadan sudan konuştuk. Bizim biraz ilerimizde parti havası vardı, bir sürü bağrış çağrış sesleri geliyordu.

“Bu yaptıkları ayıp.” Dedi Sudou.

Kafamı kaldırıp etrafa bakındım, havuzdan su damlaları yükseliyordu. Ardından da bir voleybol topu havaya uçtu.  Havuzda voleybol oynuyorlar galiba.

“Vaay! Harika! O çocuk, baya iyi değil mi ya?”

Yamauchi gözlerini dikmişti oyun oynayanlara,  konuşurken.
 bu büyük tesiste 3 havuz var, herhalde hepsinin kullanım amacı farklı.

Havuzlardan birisi, yüzme amaçlı kullanılıyor.  Diğeri havuz içinde havuzlu idi. (flowing pool ne demek bilmeyip sallayanlar derneğinden merhaba J ) üçüncüsü de, spor ve eğlence amaçlı kullanılan havuz.  B havuz ağzına kadar doluydu şimdi. Çoğu öğrenciyi hiç görmemiştim daha önce.  Bir kısmı 2.ve 3.sınıflardan herhalde, gayet olgun görünüyorlar.

ama tüm bu öğrencilerin arsında, sadece bir erkek öğrenci parlıyordu.

“Efsane birisi be…….”.

Sudou’nun övdüğü çocuk inanılmaz bir auraya sahipti. İlk bakışta, vücut hatları belli oluyordu, baklavaları bariz belliydi yani. Hareket ettikçe sarı saçları dalgalanıyordu. Yakışıklıydı da. Hallerı ve tavırları, sanki bir filmden alıntı gibiydi.

Tabii böyle yakışıklı ve alımlı bir çocuğun üstündeydi tüm gözler.

“Amaaan, işte en nefret ettiğim çocuk tipi.  Ne yetenekli ne de çaba harcıyor. Tek güvenebileceği şey, dış görünüşü.”


Ç.N: İlgilenmem gereken başka şeyler olduğu için çeviriyi maalesef yetiştiremedim. İki hafta oldu , o kadar alışmışım ki kendim garipsedim çeviremediğim için. Devamını ekleyeceğim en geç haftaya.

Bir kaç seri daha eklemeyi çok istiyorum ama ne düşünüyorsunuz bilemiyorum, maalesef çok vaktim olmadığı için de hem seçim konusunda hem de bir hikaye araştırma konusunda vaktim kısıtlı.

. Bu konuda da fikirlerinizi beklerim. Sizin için her hafta çeviri yapan bizler için fikrinizi belirtmeyi ihmal etmezseniz, harika olur 🙂

keyifli okumalar~~