The Rising Of The Shield Hero – 2.Cilt Önsöz 1.Kısım
ÖNSÖZ
PAYLAŞILAN ACI
Kale deposunda uyandım.
Küflü bir yerdi. Bundan gerçekten nefret etmiştim, ama oldukça iyi dinlenmiş hissediyordum.
Horlama…
Bir yığın hasırın yanından gelen ritmik horlamaları duyabiliyordum. Raphtalia isminde genç bir kız orada uyuyordu.
Hadi bir dakikalığına neler olduğunu gözden geçirelim.
Adım Naofumi Iwatani. Üniversite 2.sınıf öğrencisiyim.
Herhangi bir kişi gibi, Japonya’da doğdum. Dürüst olmak gerekirse, hep birazcık otakuydum.
Kütüphanede Dört Kutsal Silah’ın Kayıtları isminde bir kitap karıştırıyordum, bir nedenden dolayı, kendimi bahsettiğim fantezi dünyasına ışınlanmış halde buldum.
Kalkan Kahramanı olarak hizmet etmek için çağrılmıştım.
Bu dünya, farklı evrenlerden olan, gökyüzündeki yarıklardan gelen canavar sürülerinden ve korkunç felaketlerden, yani “yıkım dalgaları” ‘ndan acı çekiyordu.
Dört kahraman bu dünyayı zarardan korumak için çağrılmıştı. Elimden çıkaramadığım bir kalkanım vardı– belkide bir tür lanetin altındaydı? Saldırı yapamaz oldum. Tek yapabildiğim savunmaktı.
Ama MMORPG’lerden biraz tecrübem vardı, dolayısıyla kendimi korumaya ve benim için saldıracak birini bulmaya karar verdim.
Maceramıza başladık, ve çok heyecanlıydım. Ama aşağılık bir tuzağa düştüm. Biri bana işlemediğim bir suç üzerinden komplo kurdu, ve kendimi hükümlü buldum. Dolayısıyla bu noktadan sonra kimse bana güvenmedi. Arkadaşlar edinemiyor, veya bana yardım edecek birini bulamıyordum, ve beni tek bir kelime etmeden kalenin dışına postalamışlardı. Gerçekten zor bir durumdaydım.
Hiçbir şey yapmamaya karar verdim. Yıkım dalgalarıyla savaşmak zorunda olmadığımı düşündüm. Yanılmışım.
Yıkım dalgaları her ay geliyordu, ve biz kahramanlar hemen yıkım bölgesine ışınlandırılıyorduk.
Umrumda olmayan bir grup insanı korumak zorundaydım—bu hiç de adil değildi. Hayatta kalabilecek kadar para kazanmak için elimden geleni yapıyordum, ve bütün bu insanlar da beni yuhalıyorlardı. Bana taşlar attılar.
Yanımda uyuyan kız ise, Raphtalia, yarı insan köle. Onu satın aldım.
Kölelik bu dünyada hala vardı, bu özel ülke, Melromarc’ta, hayvan nitelikleri taşıyan; yarı insan denen insanlar vardı. Tüm bu zaman boyunca köle olarak satılıyorlardı.
Onu satın aldığımda ufak bir kızdı, ama seviye atladıkça; benden çok az daha genç görününceye kadar hemencecik büyüdü. Görünüşe göre yarı insanlar bizden farklı büyüyorlardı—seviyelerine göre gelişiyorlardı, yaşlarına göre değil.
Başlangıçta,bir köle olduğunu düşünerek onu sıkı çalıştıracağımı düşünmüştüm. Ama çok geçmeden Motoyasu denen şatafatlı rezil bir herif beni savaşa zorladı. Savaş süresinde, Raphtalia bana güvendi ve beni korumak için kendi özgürlüğünü feda etti. Eh,başka şeyler de var ama sonunda yakın arkadaşlar olduk ve birbirimize derinden güvendik.
Dürüst olacak olursam, uzun süredir, dünyadaki herkes ölse dahi umrumda olmazdı. Ama şimdi, sanki yardım etmek ister gibiydim.
“Ah…”
Raphtalia uyandı ve gözlerini ovdu.
“Günaydın, Naofumi-sama…”
“Ah…Um…Günaydın.”
Ona tekrar bakınca, gerçekten oldukça güzeldi.
Yüzü sanki bir sanat eseri gibiydi. “Güzel”den başka kelimeler de söyleyebilirim, fakat şimdilik kalsın.
Saçı kahverengiydi ve bol bukleliydi. Gözleri büyük ve parlaktı. Koyu kırmızı çay rengindeydi. Gördüğüm en güzel gözlerdiler.
Tüm bu başına gelenlerden sonra, nasıl hala gözlerinin bu kadar saf olduğunu bilmiyordum. Onun yaşındaki bir bedende bulunmak için çok saftılar. Gözler, onun hakkındaki en cezbedici şeydi.
İlk yıkım dalgası gelene kadar Raphtalia ile seviye atlayıp para kazandım. Gördüğüm ilk dalgaydı, fakat bu dünyayı ziyaret eden ikinci dalgaydı. Zor bir savaştı, fakat daha sonra bunun hakkında anlatırım. Sıkıntılı olaylar bundan sonra başladı.
“Kahvaltı yapmaya gitmeli miyiz?”
“Evet. Kalenin yemek salonunda yiyebiliriz?”
“Belki…Hadi gidelim bakalım.”
Dolayısıyla yemek salonuna gittik, ve tüm bu başımıza gelenleri düşünmeye devam ettim.
Bu arada, kötü ismim daha aklanmadı. Kale görevlileri bana soğuk davrandı. Kafeteryaya gitmeyi denediğim herhangi bir zaman korumalar beni geri döndürürdüler. Şövalyeler ve diğer kahramanlar yiyor, derdiler. Herkes işini bitirdikten sonra gel. Eğer Kalkan Kahramanı olmasaydım, eğer saldırabilseydim, tüm bu kalabalığın icabına uzun bir zaman önce bakardım.
Ve bir “Kahraman” oluşumun beni durdurmasına izin vermezdim!
Yemeyi bitirdik ve kabul salonuna doğru yönlendirildik.
Olay, kutlamalardan biriydi. Yıkım dalgası boyunca harcadığımız emeklerin karşılığını alacaktık.
Bir saniye dur! Eğer paramızı ödemeden önce bir gün bekleteceklerse, bunu ilk olarak söylemeliydiler!Yemin ediyorum ki , şu Çöp herif beni gıcık etmeye çalışıyordu.
Çöp herif dediğim kişi, aslında, bu diyarın kralı, Aultcray Melromarc. İkinci Aultcray mı üçüncü mü hatırlayamıyorum. Neyse, görünüyor ki beni buraya çağıran o.
Üstüme komplo kurulduğunda, suçlandığımda ve hüküm giydiğimde gerçeği bulmaya çalışmadı bile. Hiçbir şeye karışmadı ve alçalmama izin verdi. Ne kral ama, değil mi? Ve sonrasında, dün gece, yetkisini çılgına döndürmek ve büyük bir rahatsızlığa sebep olmak için kullandı.
“Öyleyse şimdi, son savaştaki performansınız için ödüllerinizi dağıtacağız, ve bir sonraki dalga için hazırlık masraflarınızı da.”
İşte bu ihtiyacım olan şeydi: hazırlıklar için para.
Çöp herif biz tüm kahramanlara para vermek için söz vermişti.
Bir görevli odaya girdi. Kaskatı yumruğunun içinde bir para çantası tutuyordu.
“Öyleyse, her kahramana bir tane.”
Para çantalarına baktım.
En azından, kesinlikle bize aylık 500 gümüş sağlayacaklardı.
Bununla ne satın alabilirdim?
Muhtemelen Raphtalia’ya yeni bir silah almakla başlamak iyi olurdu.
Ya da yeni zırh edinmenin zamanı gelmiş miydi? Düşünecek olursak, ilaç yapmak için yeni malzemeler de istiyordum. Kalkanıma da emdirebilirdim. Bana ne türden yetenekler kazandırabileceklerini görebiliyordum. Çantanın içinde dolaşan bütün bu paraların sesini dinledim ve ne alabileceğimi düşündüm.
Görevli çantanın ağzını açtı, dolayısıyla içeriği görebiliyordum.
Hızlıca içindeki bozuklukları saydım. 500 parça varmış gibi gözüküyordu.
“Motoyasu-sama’ya, hem performansını gördüğümüz, hem de gelecek beklentilerimizi karşılaması için 4000 gümüş.”
Ama şimdi!
Kafam karışmıştı. Sendeledim ve Motoyasu’nun tuttuğu ağır çantaya baktım. Eğer bir şey söyleyecek olsaydım, bana hakaretten başka bir şey getirmezdi, dolayısıyla dilimi tuttum. Avuçlarımın istemsizce yumruk olduğunu hissettim.
Bu adama Motoyasu-sama diyordular, ama gerçek ismi Motoyasu Kitamura idi. Benim gibi, o da alternatif bir Japonya’dan çağrılmıştı ve o da dört kahramanlardan biri—Mızrak Kahramanıydı.
Yirmi bir yaşındaydı. Diğer tüm kahramanlar, görünüşe göre içeride vakit geçirmişler, ve bu dünya hakkında biliyordular. Kendi dünyalarında oynadıkları bir tür oyundan dolayı. Ama bu bilgiyi benimle paylaşmıyordular. Çöktüğümde bana komplo kurup beni tekmelediler.
Dolayısıyla, görünüşe göre bu Motoyasu denen eleman kadın peşinde koşarken bıçaklanmış, sonra da burada uyanmıştı. Gerçi bu sadece onun söylediği şeydi, dolayısıyla kim doğru olup olmadığını bilebilirdi ki?
Ekibinin içine sadece kadınları alıyordu. Bir harem kuruyor gibi bir şeydi.
Geçen gece, benim Raphtalia’yı bir köle olarak taciz ettiğimi düşünerek, ve kendinin kurtarıcı kompleksini tatmin etmek isteyerek, benimle düello yapmaya ve onu “kurtarmaya” karar verdi.
Normalde, bir düello iki parti tarafından da kabul edilmek, ve iki tarafın da bu düellodan kazanacak bir şeyinin olması zorundaydı, ama bu düello öyle değildi. Benim kazanabileceğim bir şey yoktu. Açıkça reddettim, ama şu Çöp herif geldi ve beni katılmam için zorladı. Eğer kaybetseydim Raphtalia’yı benden alıyordular, kazansaydım hiçbir şey elde edemiyordum—oldukça adaletsizdi, bana sorarsanız.
Ne olursa olsun onunla savaşmak zorundaydım ve bir savaş vermeden pes etmeyecektim. Dolayısıyla elimde olanlarla yapabileceğim her şeyi yaptım ve onu yere yatırdım. Kazanacakmışım gibi gözüküyordu, fakat daha sonra birisi hile yaptı ve kaybedeceğimden emin olmak için bana arkamdan saldırdı.
Gerçi sonunda Raphtalia Motoyasu’yu reddetti ve kendi isteğiyle benim tarafıma geldi, işte bu kadar.
Yani aslında bu herif benim bütün sorunlarımın nedeniydi.
Dürüst olacak olursam, sıradan bir çapkın erkek gibi gözüküyordu. Yeterince yakışıklıydı ve kendisini kızlarla takılarak eğlendiriyordu.
Göz alıcı, cilalı bir göğüslük giyiyordu. Açıkça kazanan takımdaydı.
“Sıradaki, Ren-sama. İsteklerimizi yerine getirmeniz, ve güvenimizi, umutlarımızı kazandığınız için ödülünüz 3800 gümüş.”
Ona da mı?!
Bu önsözün ilk kısmı idi, ikinci kısım yarın gelecek.
Uzun bir aradan sonra geri döndüm. Beklettiğim için özür dilerim.
Geçen Pazartesi yayımlayacaktım fakat, bilgisayarım arızalanmıştı, daha bugün elime geçti ve uzun bir aradan sonra ancak bugünlük bu kadarına gücüm yetti.Sonraki bölümleri kısım kısım yapmamaya gayret göstereceğim. Bunun yanında sormak istediğim bir şey var.
Animeyi izleyenler, mangayı okuyanlar kesinlikle vardır. Animenin veya manganın güncelinden de bölüm yayımlayabilirim. Fakat bunu size sormadan yapmak istemiyorum. Eğer olur da böyle bir şey yapabilirsek 1 gün anime/manganın güncelinden bölüm yayımlayabilirim, diğer gün de buna devam ederim.