Youkoso Jitsuryoku, Cilt 1, Kısım 8, Part 1
Tekrar birleşen çalışma grubu çok sakin bir başlangıç yaptı.
Tabii ki, kimse ders çalışmayı eğlenceli bulmadığı gibi, çalışmak için heyecanlı da değildi. Ama herkes okuldan atılmamak için çok çalıştı.
Salak üçlümüz, normal hallerinin aksine, çılgınlar gibi soruları tahtada tekrar tekrar yazdılar, sanki anlamaya çalışıyorlarmış gibi kafa sallayıp durdular.
Sudou arada bir kendinden geçme noktasına geliyordu, ama profesyonel basketbol oyuncusu olma uğruna derslerde uyanık kalmayı zar zor da olsa başarıyordu. Pekte mümkün olmayan hayalinin peşinden tüm ciddiyetiyle devam ediyordu,- tabii çoğu insan bu hayaline güler-.
Daha ortaokuldan yeni mezun olmuş birinci sınıfların çoğunun bir hayali bile yoktur. Sadece akıllarından, “Büyüyünce ne olsam?” diye geçmiştir kesin, daha fazlasını düşünen olmamıştır. Eğer karşılaştırma yaparsak, hayalinin peşinden koşmaya çoktan başlamış olan Sudou, aslında çok takdire şayan birisi. Bu da ayrı bir mesele tabii.
Bu arada, bu okul öğrencilerin yeteneklerini nasıl belirleyip değerlendiriyor ki?
En kötü ihtimalle, sadece akademik başarıyla değerlendirme yapmıyor okul. Ike, Sydou ve benim bu okula kabul edilmiş olmamı düşünürsek, bunu anlamamak elde değil.
Eğer akademik başarı dışında başka bir yeteneğin için kabul gördüyse insan, bu durumda hiç düşük not almamak için çabalamak lazım. Yani en azından, böyle düşünüyorum.
Eğer sistemin kendisinde bir sorun yoksa -kandırmaca falan değilse yani-, bu durumu açıklık getirebilecek için çok fazla ihtimal yok demektir.
Yoksa Ike ve Sudou için işleri zorlaştırıyor ki, onlar da üstesinden gelebilsinler diye?
Bu soru kafamı kurcalıyordu. Peki, belki de basit bir cevap değildir aradığım.
Sudou ve diğerlerinin çözüp anlayabileceğinden zordu küçük test ve dersler.
Sabah dersleri bittikten sonra, Horikita başını eğip notlarına baktı. Aldığı notlardan memnun gibiydi.
Salak üçlüye ders anlatmak dahi olsa, Horikita elinden geleni yapıp en iyi sonuçları elde etmeye çalışacak. Öğrencilerin notlarını yükseltmesini ve yeteneklerini geliştirmesini sağlamayı istemesi çok normal.
Ama yine de, çok yüksek not almalarını hedeflemiyoruz. Sadece onların sınavdan geçmelerini istiyoruz.
Öğlen arası için zil çalar çalmaz, Ike ve diğerleri hızlıca koştular. Öğlen arası 45 dakika. Yemekten sonra, herkes 20 dakikalık çalışma için kütüphanede buluşacaktı.
Başta sınıfta çalışmayı planlamıştık ama çok gürültülü olacağından daha iyi odaklanabileceğimiz bir yer olarak kütüphaneye karar verdik.
Bu durumun gerçek sebebinin Horikita’nın, Hirata’dan kaçınmak istemesiydi bence. Hirata’nın grubu öğle tatilinde genelde çalışma metotları üzerine konuşuyorlar. Eğer onların yanında olsaydık, onların konuştukları her şeyi duyardık. Böyle bir şey yaşansın istemiyordur.
“Horikita, öğlen ne yapacaksın?”
“Şey—”
“Ayanakouji-kun. Beraber öğlen yemeğini yiyelim mi? Bugün başka hiç planım yok.”
Kushida aniden görüş alanıma daldı.
“Oh, tabii. O zaman Kushida ile beraber yiyelim—”
“Görüşürüz. Başka planlarım var. İzninle.”
Hemen oturduğu yerden kalkıp sınıftan çıktı gitti.
“Pardon, Ayanakouji-kun. Acaba… böldüm mü sizi?”
“Yoo, hayır.”
Kushida, Horikita’nın arkasından bakıp ona el salladı ve “Bye bye~” dedi.
Bilerek mi yaptı yani? Geçen gün onun sırrını öğrendikten sonra, Kushida’nın beni pervasızca kontrol altında tutmaya çalıştığını hissediyorum. Her ne kadar bana inandığını söylese de, onun yerinde kim olsa birine söyleyeceğim diye korkar ya.
Sonra, kafeye öğle yemeğini yemeye gittik. İkimiz de kafeye vardığımızda, mekândaki kızların sayısından duraksadım bir an.
“Bu ne, çok fazla kız var…”
Öğrencilerin 80%’i kızdı.
“Erkekler için gerçekten de uygun bir yer değilmiş.”
Kızların seveceği türden, makarnalar ve pankeklerle doluydu menü.
Ama Sudou gibi atletik insanlar porsiyonlar çok az diye şikâyet ederler. Riajuu tipli ve çapkın çocuklar vardı sadece. Ya bir kızla ya da etrafları kızla çevrili oturuyorlar.
“Okulun kafeteryası buradan daha iyi bence. Kendimi rahatsız hissettim burada.”
“Alışırsın. Koenji-kun’un buraya her gün geldiğini biliyor muydun? Bak, orada.”
Kushida etrafı sandalyelerle çevrili büyük bir masayı işaret etti. Koenji’nin siluetini kızların arasından seçebildim.
Hala kendini beğenmiş bir hali var.
Nerdeyse öğlen vakti onu hiç görmemiştim; hep buraya mı geliyormuş yani?
“Çok popüler galiba. Bu kızların hepsi 3.sınıftan.”
Kushida da şaşırdı. Koenji ve senpai’ler arasındaki konuşmayı duyabiliyordum.
“Koenji-kun, ‘Aaa~ de bakalım.’”
“Haha~! Olgun kızlar gerçekten daha iyi ya~”
Kendisinden büyük insanların arasında hiç çekinmeden, hatta kızlara yapışmış bir haldeyken yemeğini yiyordu.
“Bu çocuk, çok özel birisi ha…”
“Anlaşılan adından her yerde bahsedilen birisi.”
Acaba bu kızlar parası için mi böyleler?
“Ne üzücü bir dünyada yaşıyoruz.”
“Bu kızlar sadece yüzeyseller. Sadece rüyalarında böyle yapabilir insan.”
“Sen de yapar mıydın böyle bir şey?”
“Benim gözüm daha yükseklerde. Hani bilirsin ya, parıldayan bir şövalye gibi biri?”
“Parıldayan şövalye, ha.”
Koenji’den olabildiğince uzakta bir masa bulduk.
“Peki ya sen, Ayanokouji-kun? Horikita-san gibi birinden hoşlanır mısın?”
“ Horikita’yı neden konuşmana dâhil ediyorsun?”
“Hep onunla birliktesin. Güzel birisi değil mi?”
Eh, tabii onun güzel olduğunu düşünüyorum. Ama sadece görünüşü güzel.
“Biliyor muydun? Bir süredir kızların dikkatini çekiyorsun. Birinci sınıftaki kızların oluşturduğu erkekler listesine bile girdin.”
“Dikkatini mi. Ben mi? Hem ne tür bir liste ki bu…”
Galiba farkında bile olmadan kızlar beni sıralamaya dâhil etmiş.
Erkeklerin, kızların göğüs ölçülerine göre onları sıralamaya koyduğu liste gibi mi ki?
“Ne kadar çok farklı liste olabilir ki? ikemen sıralaması? Mal varlığı sıralaması? Kaba erkekler sıralaması? Ve—”
“… Tamam, yeter. Daha fazla öğrenmek istemiyorum.”
“Tamam, tamam. Ikemen sıralamasında 5.sıradaydın. Tebrikler! Bu arada, birinci A sınıfından Satonaka-kun’du. 2. Hirata-kun ve 3. ve 4. kişi de A sınıfındandı. Hirata-kun’un karakteri ve yakışıklılığı sayesinde çok puan aldığını düşünüyorum.”
D Sınıfının yıldızına yakışacak bir durum. Diğer sınıftaki kızlar da onu fark etmişler demek.
“Onun adına mutlu olmamda sorun yok herhalde?”
“Tabii yok. Ama kasvetli çocuklar listesinde de bayağı yüksek puan almıştın.”
“Bir bakalım…”
Telefona baktım, çok fazla çocuk için epey liste vardı.
Bir de rahatsız edici bir liste vardı, başlığı şu idi; “Ölmesi gereken çocuklar listesi”.
Hadi bunu görmediğimi farz edelim.
“Mutlu olmadın mı? 5.sıradasın.”
“Eğer popüler olmak umurumda olsaydı, böyle tepki vermezdim. Ama pek umurumda olmadığından hiçbir şey hissetmiyorum.”
Doğrusu, bir kızdan aşk mektubu falan almadım hiç.
“Çok fazla insan katılıyor mu bunlara?”
“Evet. Ama çok fazla kişi katıldığından tam kişi sayısını bilmiyorum. Yorum yapanlar da isimsiz oluyor hep~”
Yanisi, hiç güvenilir değil.
“Neyse, senin dezavantajda olduğunu düşünüyorum. Tam bir ikeman olmayı hak ediyorsun. Ama Hirata-kun gibi kendini göstermiyorsun. Özellikle de akıllı, atletik veya iyi konuşamadığın için. Sen de eksik bir şeyler var yani, ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi?”
“Resmen ateş ediyorsun ama…”
Bana sen de hiç çekici bir taraf yok demeye getiriyor…
“P-pardon. Keşke içimde tutsaydım.”
Kushida sert sözleriyle kendisini yansıtıyordu.
“Um, ortaokuldayken, sevgilin oldu mu?”
“Olmaması kötü bir şey mi?”
“… Demek sevgilin olmadı. Ahaha, aslında kötü değil.”
“Listeler, ha. Eğer erkeklerde aynısını yapsaydı, kızlar ne düşünürdü sence?”
“Onların çok korkunç insanlar olduğunu?”
Dudakları gülümsese de gözleri gülmüyordu. Evet, çok beklenti içindeyim. Eğer erkekler kızların güzelliği üzerine sıralama yaparlarsa, kızlar tabii ki karşı çıkarlar. Zaten erkeklerle kızlar arasında süregelen bir çifte standart durumu var.
Neyse, Kushida benimle gayet normal konuşuyor bir süredir. Onu çatı katında yakaladıktan sonra farklı davranır sanmıştım.
“Hey. Benimle konuşmaya kendini zorlamana gerek yok, biliyorsun değil mi.”
“Hayır, hayır, zorlama falan yok. Seninle konuşmak güzel.”
“Peki, benimle konuşmaktan nefret ettiğini söyleyen sen değil miydin?”
“Ahaha, Öyle dedim, dimi ben. Özür, özür. Bunlar benim gerçek hislerim.
… Hayır, asıl bunlar senin gerçek duyguların olduğu için ben üzüldüm. Yüzünde bir gülümseme olsa dahi, benden nefret ediyor. Bu daha korkunç ya.
“Aslında, seni yemeğe davet etmemin sebebi sana göz kulak olmak içindi. Sadece meraktan soruyorum. Eğer ittifak kurmak için, Horikita-san ile benim aramda bir seçim yapmış olsaydın, kimi seçerdin? Beni seçer miydin?”
“Ben kimsenin ne dostuyum ne de düşmanı. Nötrüm.”
“Nötr kalarak kaçınamayacağın durumlar var. Savaşta her şey mubahtır. Ama senin bazı konularda eksiğin var, farkında mısın? Horikita-san ile kavga ettim diyelim, eğer benimle iş birliği içinde olursan çok güzel bir sonuç çıkar ortaya.”
“Eğer böyle diyorsan…”
“Bu aklında bulunsun. Bana yardım etmeni umuyorum.”
“Umuyorsun, ha. Eğer benden yardım isteyeceksen yapacağın ilk şey durumu açıklamak olmalı.”
Gülümsemeye devam eden Kushida başını hayır dercesine salladı.
“Hayır, ilk işim birbirimize güvendiğimizden emin olmak.”
“Evet, sanırım.”
Kushida ile birbirimizi gerçekten iyi anlayamıyoruz.
İnsanlar bazen, birbirlerine çok güvenirler ya.
Belki de bu yüzden Kushida’ı daha iyi anlayabilirim.